@azamet_29_2
|
Selâm canlarım. Yeni bölüme hoşgeldiniz. Hatalarım varsa affola canlar. Günün ilk ışıklarıyla uyandı adam. Yerinde doğrulup bacaklarını aşağı sarkıtıp yatağın kenarına oturdu. Dirseklerini dizlerine dayayarak elleriyle yüzünü sıvazladıktan sonra başını yana doğru büyük pencereye çevirip kızıl güneşin parlaklığını izledi kısa bir süre. Dördüncü gün dedi içinden. Kaldı yirmi altı gün. Nisan Yamaner'in yanında dördüncü günüydü. İlk günü laf dalaşıyla ve kızın ukalalıklarıyla geçmişti. İkinci ve üçüncü günde ilk günden farksızdı. Kızın konuşmaları hareketleri gerçekten sinirlerini bozuyordu. Hele bir de sürekli İzmir demesi yok mu? Alparslan'ın sinirlerini iyice bozuyor görevi bu kızı korumak olduğu için fazla tepki gösteremiyordu. Yerinden ya sabır diyerek kalktı adam. Önce odadaki banyoya girdi. İşlerini halledip sıcak hızlı bir duş aldı. Çıktıktan sonra hızlıca kurulanıp banyoda giyindi çamaşırını. Ardından küçük havluyu alıp saçlarının üzerine bırakıp odasına geçti. Dolaptan aldığı eşofman altını ve tişörtünü üzerine giyip bir yandan saçlarını kurulayarak yatağın yanına geldi. Komodinin üzerinden telefonunu alıp yatağa otururken müdürünü aradı. Çalan telefon ikinci seferde açıldı. Alparslan gecenin sorunsuz geçtiğini söylerken müdürü, tamam bir sorun olursa hemen ara. Cevabını verdikten sonra kapandı telefon. Saçlarını kurulamayı bitiren adam elleriyle saçlarını geriye doğru düzelttikten sonra odasından çıktı. Gördüğü ilk şey oturma odasında ki berjeri pencereye çevirmiş olan kızın dizlerini kendine çekerek sarılmış haliydi. Gözleri ise yükselen güneşi takip ediyordu. Alparslan sesizce gelerek büyük koltuğa geçip oturdu. Bacak bacak üstüne atıp kollarını göğsü üzerinde birbirine sardı. Kız pencereden dışarıyı, Alparslan ise kızı izledi bir süre. Ne zamandan beri burada diye düşündü. Berjerin yanındaki sehba üzerine kaydı gözleri. Sevgi yolundan aldığı kitabın kelebek ayrıntılı ayracı sonlarda ki sayfaların arasında duruyordu. Dün gece geç saatlere kadar televizyon izlemiş ardından da biraz kitap okuyacağım diyerek yatmamıştı. Alparslan odasına geçerken kız oturma odasında elindeki kitabın arka yüzündeki kısa metini okuyordu. Yani o saatten beri hiç uyumamış ve kitap mı okumuştu. Alparslan bunu düşünürken, " İzmir bugün günlerden ne? " Dedi kız aniden. Alparslan'ın orada olduğunun farkındaydı. Adam iyiden iyiye bıkmıştı bu isimden. " Perşembe." Bıkkınlığı sesine yansıyacak şekildeydi. " Ve! Benim adım Alparslan. İzmir demekten vazgeç artık. Adımı hâlâ aklında tutamıyor olamazsın!" Kız gözleri hâlâ pencerede, " Şikayetin varsa kapı orada hemen gidebilirsin." Adam kaşları çatık sinirle solurken kız kendi kendine konuşmaya devam etti. " Bu yıl perşembe gününe denk geldi demek." Dedi mırıltılı sesiyle. " Perşembe'ye denk gelen ne? " " Yirmi sekiz Nisan. Yani doğum günüm. Bugün benim doğum günüm yirmi beş oluyorum." " Doğum günlerinin huyudur. Her yıl başka bir güne gelir." Kız kinayeli, " Dedi doğum günü uzmanı. " Dedikten sonra ekledi. " Boşa geçen bir yıl daha." Kollarını sardığı dizlerinden ayırıp sehba üzerindeki paketine uzandı. İçinden bir dal alıp dolgun dudaklarına bıraktı. Çakmağıyla yakarak derin bir nefes çekti içine. Adam ilk günden beri kızın her hareketini inceliyor kızla geçirdiği her dakika kızın hareketlerinde farklı birşeyler olduğunu daha iyi anlıyordu. Nisan'ın bazı hâl ve hareketleri gerçek karakteriyken bazı şeyleri, özellikle kendisiyle olan konuşma tarzı ve kullandığı kelimeleri bilinçli seçtiği gün gibi ortadaydı. Sanki yanındaki korumaları bilerek uzaklaştırmak istiyordu. Daha doğrusu kaçırmak! Önceki korumalardan biri kızdan kaçarken diğerinin kendini vurması kızın yüzündendi. Emindi. Ama neden ilk gün gitmesini engellerken şimdi gitmesini istiyordu. Hareketleri tutarsızdı. " Sigarayı tiryakisisin belliki. Ama azaltmalısın. Fazla kullanıyorsun." " Aslında hiç sevmem. İzmir..." Alparslan'ın kaşları yeniden çatıldı. İnatla İzmir diyordu hâlâ. " Hımm." Dedi adam zor tuttuğu siniriyle. " Güneşin doğuşu mu daha güzel yoksa batışı mı sence? " Kızın konuşmaları Alparslan'ı yine şaşırtmıştı. Ama bu kez sebep daha az önce hırlarken şimdi normal konuşuyor olmasıydı. " Ben doğuşunu izlemeyi yeğlerim. " Dediğinde kapı tıkladı. Yerinden kalktı adam. Kapıya yürürken, " Neden? " Dedi kız. Alparslan cevap vermeden önce kapıyı açtı. Gelen oda servisi ve kızın Karagöz dediği Cenk'ti. Cenk'in de tıpkı Alparslan gibi başka bir adı olmuştu artık. Koyu kahverengi gözleri yüzünden Karagöz.. " Kahvaltı geldi Alpo. Bende dinlenmeye gidiyorum." " Tamam." Cenk gece boyunca koridorda nöbetçi kalmıştı. Akşama kadar biraz dinlenmeliydi. Servisi içeri alıp kapıyı kapattı. Kahvaltılıkların kapaklarını kaldırıp kontrol ederken bir yandan da kızın sorduğu soruya cevap verdi. " Doğan güneş yeni bir gün yeni bir hayat ve umudu hatırlatır. Her sabah insanlar bu umutla başlar hayata. Tabi senin gibi babası diplomat olan zenginler için durum farklı olabilir. Umuda ihtiyaç duymayan her günü diğerinden daha iyi geçen insanlar bu dediklerimi akıllarının ucundan dâhi geçirmezler. Çünkü zaten zevki sefa içindeler. Güneşin doğuşu da batışı da onlar için sahte aşkların romantik anlarından ibarettir sadece. " Cümlesi bittiğinde bir yandan elindeki çayı bardağa doldururken göz ucuyla arkası dönük berjere ve kıza baktı. Birazdan okkalı bir laf sokacak diye düşünerek bekledi. Ama gelmedi beklediği o cümle hâlâ sessizdi. Kızdan çıt çıkmayınca merakla, " İlk defa laf sokmadın." dedi alaycı şekilde. Kızın yanına doğru yürürken, " Buyrun kahvaltıya hanımefendi." Derken kız hâlâ sessizdi. Bu sessizlikten huylanan Alparslan berjerin yanından önüne doğru geçip kıza baktı. Dizleri hâlâ kendine çekik sol eli kucağında sağ eli parmakları arasındaki sigara ile birlikte kolcağın üzerinde, başı yana düşmüş gözleri kapalıydı. Güneşi izlerken uyuya kalmıştı. Gözlerini devirdi adam. Kızın elindeki sigara kendi kendine yanmaya devam ederken büyük kısmı küle dönmüştü. Elinden düşse halıdan başlayacaktı oda yanmaya. " Oteli de yak tam olsun." Diyerek uzanıp kızın ince parmakları arasından aldığı sigarayı sehba üzerindeki küllüğe bastı. Yerinde doğrulup kızın yüzüne ve haline baktı. Kızı kucaklayıp odasına götürmeyi düşüncede kısa bir bir an tereddüt etti. Nisan kucağında uyanıp geçen üç günüde arattırır mıydı adama? Evet yapabilirdi. Ama bu şekilde uyumasına izin verirse her yerinde ağrıyla uyanır yine adama sarardı. Sen ne biçim korumasın! Adam alır odaya götürür yatırır. Olmadı uyandırır. Senin yüzünden her yerim tutulmuş. Diye çemkirir, hırsı geçmezse yine İzmir diyerek üstüne mum dikerdi. Kızın söyleyeceği şeyleri göze alamadı. Gerçekten insanı canından bezdirecek bir çenesi vardı. O an, acaba. Dedi. Acaba müdürü bu kızı ve çenesini tanıyordu da Alparslan'a bu görevi bilerek mi verirmişti. İntikam olsun, sürünsün diye. Evet yapmış olabilir. Dedi içinden. Ardından kıza doğru eğildi. Bir kolunu sırtına sararken bir kolunu dizlerinin altından geçirip yavaşça kucağına kaldırdı. Kızın kolu yanına başı göğsüne düştü. Tam bakıcı oldun Alpo. Dedi kendi kendine kızarak. Bir kaç adımda kıza ait olan odanın kapısına gelip içeriye girdi. İlk kez girdiği odada kızın yatağına yaklaşıp yavaşça yatağa bıraktı kızı. Nisan anında yanı üzerine dönüp cenin pozisyonu alarak derin uykusuna devam ederken Alparslan önce kızın üzerini örttü ardından dağınık odaya şöyle bir baktı. Kızın kıyafetlerinin her biri bir köşede yerde, makyaj malzemeleri tuvalet aynasının önünde dağılmış halde, çantası yine yerde içi dışında duruyordu. Ve anlaşılan bu durumdan hiç rahatsızlık duymuyordu kız. Çenen kadar da ellerin çalışsaya pasaklı Şaziye. Diyerek odadan çıktı ve kapıyı örttü. Kız kahvaltı edemeyeceğine göre kahvaltıda tekti. Masadaki kahvaltılıkları orta sehbahaya indirip koltuğa geçip oturdu. Kaç gündür sakin kafayla ilk kez bir kahvaltı yapıyorum diye düşünürken telefonunu duydu. Yanı başındaki telefonun ekranındaki yazı tanıdıktı müdürü Sezai. Sanki söylediklerini duymuş gibi daha çatalını eline almadan aramıştı adam. Telefonu eline aldığı gibi hemen açtı. " Emredin müdürüm." " Alparslan iyi dinle. Baykuş bugün kızı ile buluşmak, birlikte yemek yemek istiyor. Bugün kızının doğum günüymüş. " " Anladım müdürüm. Kaçta nereye geleceğiz." " Saat ikide sana bir konum atacağım. Saat üçte o konuma geleceksiniz." " Tamam müdürüm." Dediğinde kapandı telefon. Yeniden önündeki kahvaltılıklara döndü yönünü. Baş belası uyuduğuna göre rahatça içebilirim çayımı diyerek geriye yaslandı. Önce sıcak çayından bir iki yudum aldı. Sonrada önündeki kahvaltılıklardan yemeye başladı. Yavaş yavaş yemeye devam ederken gözü sehbadaki kitaba takıldı. Kız kitap seçerken ne aldığına bakmamıştı. Hangi kitabı aldı acaba diye merak edince yerinden kalkıp kitabı alarak tekrar yerine oturdu. Ön kapağı çevirip ismini okuduğunda şaşırdı. Gerçek bir hayat hikayesi olan Adı Aylin. İsimli kitabı almıştı kız. Yıllar önce okuduğu kitabın en son basımıydı bu. İlk okuduğunda çok ilgisini çekmişti bu kitap. Özellikle Aylin'in ölüm şekli. Kitabı okuduktan sonra çok kafa yormuş, kendince ne olmuş olabileceğine dair teoriler üretmişti. Kitaba bakarak önündeki bardaktan bir yudum daha aldıktan sonra kitabın sayfalarında dolaşmaya başladı. Sonunda kitabı yeniden okurken buldu kendini. Okumuşken de devam etti. ***** Aradan dakikalar geçti. Alparslan elindeki kitabı bırakmış elleri ceplerinde pencereden dışarıyı izliyordu. Hava bir açıyor bir kapanıyordu. Nihayet saat bire gelirken gelen mesaj sesini duydu. Cebinden çıkardığı telefonunun ekranına baktı adam. Tahmin ettiği gibi müdürü Sezai gelecekleri konumu atmıştı. Konumu açıp tam yerini öğrendikten sonra önce Cenk'i aradı. Uykulu şekilde alo diyen Cenk'e, " Cenk çıkıyoruz hazırlan gel! Takımları çek. " Dedi iki cümle. Ardından kızı uyandırmak için kapıya dönmüştü ki kız bir eli dağılmış saçlarında diğeri havada odasından çıktı. İki kolunu iki yana açıp esnedi. " Ne uyumuşum beh! " Alparslan kızı tepeden tırnağa süzdükten sonra, " Uykunu aldığına göre hazırlanmaya başla." " Hı! Neden? " Dedi kız ensesini ovalarken. " Bugün burada kalacağım. Geceye kadar dışarıya çıkmak istemiyorum. Gece de kulübe gitmeyi düşünüyorum. Malûm doğum günüm. Yani eğlence hakkımı bu sefer gece kullanacağım." diyerek koltuğa attı kendini. " Müdür Sezai aradı. " " Seni mi özlemiş." Dedi kız kıkırdayarak. " Daha şafak sökmedi." " Gerçekten çok gıcık birisin farkında mısın? " " Teşekkür ederim. O senin gıcıklığın." Derken odadaki telefona uzandı. " Yemeği odaya isteyelim bugün." " Gerek yok. Baban seni yemeğe bekliyormuş. Müdürüm o yüzden aramış. Seninle yemek yemek istiyormuş baban. Doğum günün olduğu için. " Bunu söylerken kolları göğsünde sarılı kızı izliyordu. " Müdürün yanlış anlamış. Babam benimle yemek için buluşmak istemez. Hele birde doğum günümde." " Konum geldi saat üçte orda olmamız gerekiyor." Kız donuk şekilde bekledi bir süre sonra elindeki telefonu yerine bıraktı. Bir süre gözleri telefonda dalgın düşündü sonra. Aynı dalgın gözlerle yerinden kalkıp koltuğun önünden geçip berjere oturdu. Adamın bakışları eşliğinde sigara paketinden bir sigara daha aldı ve yaktı. Gözleri pencerede derin bir nefes çekti ve üfledi. Sonra bir nefes daha çekti. Sonra bir tane daha. Kısa sürede biten sigarayı küllüğe basıp yeni bir tane daha yaktı. Derin bir nefes çekerken gözleri pencereden ayrılıp kolundaki dövmeyi buldu. Bu süre içinde Alparslan ayakta öylece kızı izliyordu. Derdi neydi bu kızın? Sonunda dayanamayıp yanında aldı soluğu. Elindeki sigarayı çekip aldı. " Aç karna kaçıncı bu." Kızın gözleri hâlâ kolundaki dövmede sessiz ve hareketsiz bekliyordu. " Hey." Dedi dürterek. " İyimisin? " Dalgın bakan gözlerini adama çevirdi kız bu kez. Bir süre mavilerinde gezindi gözleri. Evet gözleri adamdaydı. Da. Aklı? Aklı nereleri geziyordu. Yok yok! Normal değildi hâli. Sakince yerinden kalktı kız. Sonra odasına yürüdü. " Hazırlamayım çıkarız." Alparslan kızın arkasından bakmaya devam etti. Tuhaf birşeyler vardı bu kızda ama çözemiyordu ve bu durum rahatsız ediyordu. Nisan odasında giyinirken Alparslan da kendi odasına geçti. Dolabından aldığı siyah gömlek ve takım elbisesini çıkararak yatağın üzerine bıraktı. Üzerindeki t-shirt ve eşofmanı çıkarıp hızlıca takımı giyindi. Malum Nisan'ın yanında rahat giyinsede gideceği yerde bir protokol vardı. Nisan'ın babası bir diplomattı. Ve onun yanında bu hâli ile durmak olmazdı. & Dakikalar sonra nihayet hazır olduğunda odasıdan çıktı. Oturma odasının ortasında yakasını ve kollarını düzeltirken kız çıktı odasından. " Hazırım! " Başını kaldırdığında gördüğü kızla gözleri kocaman açıldı adamın. Babasıyla yemek yiyecek birine hiç benzemiyordu. Üzerinde göbek kısmı açık beyaz bir t-shirt. Altında bol, dizi yırtık paça açık mavi kot pantolon. Elinde pantolonun renginden bir tık koyu mavi kot ceket vardı. Bir de küçük spor bir çanta. Yemeğe değilde sanki AVM ye gidiyordu kız. " Ooo bakıyorum takım giyilmiş. Ne yalan söyleyim farklı biri gibi olmuşsun." " Sen böyle mi gidiyorsun? " " Evet." dedi kız gayet rahat şekilde. Sonrada kapıya yürüdü. " Kemeraltı'na gitmediğimizi hatırlatırım." " Biliyorum İzmir yürü! " Diyerek kapının koluna yapıştı kız. Dişlerini sıkarak yürüdü Alparslan arkadan. Kızın canı ne zaman sıkkın olsa Alparslan'ın da canını sıkıyordu ve bunu İzmir diyerek yapıyordu. Arka arkaya çıktılar odadan. Kapının dışında bekleyen Cenk'i görünce kız bir de Cenk'e baktı tepeden tırnağa. " Karagöz.. Sen de fena olmamışsın." Adamın yüzünün şekli Alparslan'ınkinden geri kalmazdı. Ama sessiz kalmakla yetindi. Birlikte yürüyüp asansöre bindiler. & Bir kaç dakika sonra otelin garajında bu kez Alparslan'ın aracına bindiler. Direksiyonda ki Alparslan gaza yüklenirken yanında Cenk arkada Nisan vardı. Hızla çıktı büyük sedan garajdan. Takımları çektik de nereye gidiyoruz onu demedin Alpo." " Hanfendiyi babasına götürüyoruz. " Derken aynadan arkada dışarıyı seyreden kıza baktı göz ucuyla. " Hayırdır. Bir sorun mu var? " " Hayır." Diyen Alparslan bir yandan trafiği kontrol ederken, " Nisan hanımın doğum günüymüş de bugün. Babası kızıyla yemek yemek istiyormuş." " Haa. Anladım." Cenk arkadaki kıza bir bakış attı. Hiç yemeğe gider gibi bir hâli yoktu. Omuz silkip önüne döndü banane derecesine. & Trafikte geçen dakikalardan sonra şehir dışına yakın olan konumdaki büyük lüks restorana gelindi. Kapı önündeki siyah araçlar ve adamlara bakılırsa tam olarak burasıydı yer. Önden Alparslan ve Cenk indi araçtan. Ardından kız. Elindeki kot ceketi omuzuna atıp yürüyerek ilerlerken iki adam arkadan takip ederek giriş kapısının önünde ki iki korumanın arasından geçip içeriye girdiler. Giriş kapısının önünde durdu kız ve iki adam. Mekanda resimlerinden tanıdıkları ve ismini bildikleri adam vardı sadece. Takma adıyla Baykuş. Koca mekan sadece iki kişi için kapatılmıştı. Nisan'ın gözleri bir kaç masa ötedeki adamı buldu. Olduğu yerden babası olan adamı izledi bir süre. Sonra derin bir nefes alıp verdi ve ilerledi. Kız yavaş adımlarla babasının yanına doğru ilerlerken Alparslan ve Cenk elleri arkalarında durma pozisyonu alarak oldukları yerde beklemeye devam ettiler. Kız yürüdü yürüdü ve en güzel şekilde hazırlanmış masanın önünde durdu. Önce bacak bacak üstüne atarak ellerini bacakları üzerinde birleştirerek oturmuş babasına bir bakış attı, sonra masaya göz gezdirdi. iki kişi için üç tabak mı? En güzel yemekler salatalar ve mezelerle donatılmış masada üçüncü bir tabak vardı. Neden? " Ne bu kılık. Özel bir yemeğe gidilirken nasıl giyinilir bilmiyor olamazsın. " Kız gözlerini devirdi. " Otur." " Babamla yemeğe giderken ne giyeceğimi bilemedim. Malûm hiç yapmadığımız için. " " Ukalalık yapma." Kız gülümsedi. " Olur. " Baba kız konuşurlarken Alparslan uzaktan izliyordu ikisini. Aralarındaki bakışları ve diyalogları hiç de baba kız gibi değildi. " Beni yemeğe davet edişini neye borçluyum babacığım." dedi kinayeli. " Kızımın doğum gününde kızımla yemeğe çıkamaz mıyım? " " Tabii ki çıkarsın." Dedi kız çantasını önüne alıp açarken. İçinden çıkardığı bir dal sigarayı alıp dudağına bırakırken devam etti. " Da. Yirmi beşinci doğum günümde mi hatırladın. Kalan yirmi dördü ne yapacağız. " Adam kızın hareketlerine dahası kızdığını bildiği hâlde yanında sigara içmeye kalkmasına kızarak dudağındaki sigarayı çekip aldı. Avucunun içinde kırıp yere fırlattı. " Sana sigara içmeyeceksin demedim mi? " Kız unursamaz şekilde önce bir gülümseme ile adama sonrada göz ucuyla onu izlediğini farkettiği Alparslan'a baktı. Çantasından bir sigara daha çıkarıp dudağına bıraktı. Sinirli bakışlara aldırmadan yaktı bu kez. " Bilerek yapıyorsun. Beni kızdırmak için. Nisan! " demişti ki gözleri kapıya kaydı adamın. Aynı anda kızın, Alparslan'ın ve Cenk'in de bakışları kapıdan giren kişiye odaklandı. Grand tuvalet giyinmiş olan kırklarında bir adam bir eli cebinde yürüyerek ilerlerken masadaki adamın yüzünde bir gülümseme belirdi. Adam masaya yaklaşırken Cenk Alparslan'a doğru eğildi. " Alpo bu adam Celâl Devrim'in oğlu Rıza Devrim değil mi? " " Ta kendisi." " Neden burda acaba." İki adam fısıltıyla konuşurken Rıza Devrim de masaya gelmişti çoktan. Adam önce Nisan'ın babasına elini uzatıp sıktı. Ardından Nisan'ın elini kibarca eline alıp dudaklarına götürdü ve öptü. Sonrada yerine geçti. Alparslan'ın gözü kızın üzerindeydi hâlâ. Kızın çaktırmadan elinin tersini bacağına sildiğini görünce gülümsemeden edemedi. Üçüncü tabağın kimin olduğu anlaşılmıştı. Aradan bir saat geçti. Masadakiler bir yandan konuşup bir yandan yemek yerken Alparslan ve Cenk uzaktan onları izlediler. " Ne zaman biter bu yemek dersin? " Soru Cenk'ten gelmişti. Alparslan, " Nerden bileyim. Keyif onların." Demişti ki bir anda bir gürültü koptu. Kızın oturduğu sandalye geriye düşerken kız sıktığı yumruklarıyla ayakta durmuş karşısındaki adamlara bakıyordu şaşkın. " Ne oluyor lan! " " Bilmiyorum ama kızın hoşuna gitmediği kesin." " İzmir." diye bağırdı bir anda kız. " Gidiyoruz! " Alparslan ister istemez yine göz devirdi. Kesin bir şeye sinirlenmişti bu kız yine. Çünkü İzmir demişti. Hızla aldığı çantasıyla kapıya yöneldi. Hızlı hızlı yürüyerek iki adamın arasından geçip mekandan çıktı. Yine hızlı adımlarla araca doğru yürürken bir anda durdu. Bütün hırsıyla geriye dönüp baktı. " Bitti bu iş. Şimdi sıra bende." Yanından geçen Alparslan arabanın yanına gelip durduğunda Cenk arka kapıyı açtı. Kız yüzünde pis bir gülümseme ile araca bindiğinde Alparslan da bindi. Cenk kapıyı kapatıp diğer tarafa geçerek Alparslan'ın yanına oturdu. Alparslan motorun çalıştırıp gaza bastı. " Nereye gidiyoruz." " Beni otele bırakın. Sizde özgürsünüz. Koruma istemiyorum artık! " |
0% |