Yeni Üyelik
24.
Bölüm

B.24 Nefes

@azamet_29_2

Selam canlar bu bölümede hosgeldiniz.

*********************************
Ne halin varsa gör...
Bundan sonra karışmıyorum.

Dedim arkamı dönüp çıkarken.
Ama yapamadım.
Birden hissettiğim elle yerimde kaldım.

Elime çevirdim başımı.
Güneş işaret parmağını serçe parmağıma geçirmiş önüne bakıyordu.

"Gitme!
Ben...
Korkuyorum..."

Bir kaç saniye onu izledim.

"Sevda korktu.
Yanına gitsem iyi olur."

"Gitme...!" Dedi elini çekerken.

Güneş'in yanına geldim.

"Gerçekten kalmamı istiyormusun?"

Diye sordum.

Başını salladı evet anlamında.

"Bir şartla." Dedim. Ellerimi ceplerime sokarak.

Yüzüme çevirdi gözlerini şaşkın şekilde.

"Hakan'la konuşacaksın.

Her geldiğinde!"

Sinirli sekilde bakan gözlerine baktım.
Hızla ayağa kalktı, kapıyı açıp yolu gösterdi.

"Çık.
Defol.
İstemiyorum kimseyi."

Dedi sinirle.
Bende yavaş adımlarla çıktım.
Burnu biraz sürtsün istedim. Hakan'la konuşacak.Eninde sonunda.

Arkamdan hızla kapıyı çarptığında ben Sevda'nın odasına giriyordum.

*****

Bora'nın elini tuttuğuma hâlâ inanamazken söylediği şeyden sonra onu resmen odadan kovdum.

Birde pazarlık yapmaya çalışması.
Ben konuşmak istemedikçe Hakan'ı öne sürüp konuşmamı istiyordu.

Oh ne alâ.
Önüme bir deli doktoru getirip konuş diyor. Beni deli yurduna koyuyorlar resmen.
Acaba delirdim de ben mi farkında değilim.

Yoo deli falan değilim işte.
Yani..Henüz.
Konuşmak istemiyordum işte nesini anlamıyorlarki.

Belki saçma bir şey.
Ama ben annemin beni doğururken öldüğünü kimseyle konuşmak istemiyorum. Benim yüzünden ne kadar acı çektiğini konuşmak istemiyordum. Belkibde bu acınası hayatıma sadece bu şekilde katlanıyorumdur. Sadece ceza olduğunu düşünerek katlanıyorumdur. Size ne.?

&

Akşam yemeğine kadar odamda yatağımda iki büklüm yattım.
Gözlerimi her kapadığımda o kâbus gözlerimin önüne geliyordu.
Uyumayı geçtim gözümü bile kapamak istemiyordum.
Gül gelip yemek hazır diye haber verdiğinde bile hâlâ yatağımdaydım.

"Ben yemeyeceğim."

Dedigimde
Gül hiç umursamadan çıkıp gitti.

Yerimden kalkıp aynanın karşısına geçip kendime baktım.
Gerçekten delirmedim değilmi.
Gerçi aynadaki halim bana eşiğinde olduğumu söylüyordu.
Saçım başım dağınıktı ,üstümdeki gömleğin yakası paçası tıpkı saçlarım gibiydi.

Bir an kendime acıdım.

Sonrada pencerenin önündeki tek koltuğu oturdum.
Dizlerimi kendime çekip dışarıyı izlemeye başladım.

Orda öylece oturdum...
Oturdum...Oturdum.

Kendimi hesaba çektim.
Ben ne yapıyorum.
Yaa ben normal bir hayat yaşarken...
Yani kendime göre normal.

Birden kendimi bambaşka bir dünyada bulmuştum
Başkasının hayatını kurtarırken kendi hayatımdan olmuştum.
Peki ne zamana kadar böyle sürecekti.
Kendi hayatıma ne zaman geri dönecektim.

Bunun için Bora'nın o adamı yakalaması lazımdı. Hemde bir an önce.
Adamın resmi Bora'nın elindeydi.
Şuan aramaya başlamıştır heralde.
Ne zaman bulacak peki...

Yarın ilk iş bu konuyu konuşacağım.
Sabah olur olmaz Bora'yı yakalayıp soracağım.
Bu işi bitirsinde kurtulayım artık.

*****
Sabah olduğunda ben hala koltuktaydım.
Gece kimse gelmedi yanıma.
Ne Bora ne başka biri.
Açıkçası Bora'nın gelip beni sinir etmesini bekliyordum.

Tek başıma geçirdiğim geceyi sabaha kadar uyumadan düşünerek geçirmişdim.

Aslında ne zaman başımı yastığa koyup gözümü kapatacak olsam o kabus gözümün önüne gelmiş uyumaya korkmuştum.

Bir koltuğa, bir yatağa, bir yere oturup durdum sabaha kadar.

Hayatımı düzene koymak için kendi kafamda bir sıralama yaptım ve bu planı uygulayacağıma söz verdim kendime.

Sonunda sabah olduğunda o koltukta oturmuş pencereden havanın aydınlanmasını izliyordum.
Bu güneş bugün Güneş için doğuyordu bence.

Yerimden kalkıp aynaya baktım tekrar.
Gözlerimin altı hafiften şişmiş ve kararmıştı. Derin bir nefes alıp saçlarımı arkaya attım.

Üzerime doğru düzgün birşeyler giyip odadan çıkıp aşağıya indim
Üzerime doğru düzgün birşeyler giyip
odadan çıkıp aşağıya indim.
Henüz kimse yoktu.
Mutfağa gidip 1 bardak su alıp masaya oturdum.
Bardağı kafama dikip kollarımı masaya koyup kafamı üzerine bıraktım.

Düzen planında,
ilk sırada Bora vardı.

Bora'yı beklemeye başladım.
Bir süre sonra mutfağın bahçe kapısından Gül girdi. Beni görmesine rağmen hiç birşey söylemeden yanımdan geçip üzerini değiştirmeye başladı. Sonunda mutfak önlüğünü takıp tezgahın önüne geçip kahvaltı hazırlarken ben hala masaya yatık onu izledim.

"Sanada günaydın buzdolabı."

Dedim ama onu bile umursamadı.
Biraz sonrada aşağıya Sevda geldi.

"Günaydın." Dedi.

Sesi çekingen gelmişti.

"Günaydın."

"Güneş. Yüzün çok yorgun görünüyor iyimisin?"

Çenem kollarımın, kollarım masanın üzerinde,

"Gece uyuyamadım ondandır." Dedim umursamaz.

"Şey...
Güneş. Ben..."

"Dün olanlar hakkında konuşacaksan boşver ben unuttum bile. "

"Özür dilerim. "

"Dedimya ,unuttum bile."

"Pekii...Tamam bugünden sonra daha iyi anlaşacağımızı umuyorum."

"Hıı..
Maviş nerde.?"

"Kim.?"

"Abin."

"O yok gitti."

"Ne? Nereye.?"

"Erken saatte işleri olduğunu söyledi.Gün doğmadan çıkacağım dediydi akşam."

"Hadi beh! "

Dedim ayağa kalkarak.

"Ama ona soracaklarım vardı benim. Of yaa.."

"Sen abime Maviş mi diyorsun." Dedi kıkırdayarak."

Omuz silktim.

"Ne hakkında belki ben biliyorumdur."

"Yok senin bileceğin birşey değil. "

"O adamlamı ilgili."

Anında yüzüne baktım.

"O adamın izini bulmuş."

"Az kaldı.Yakında kuyruğundan yakalayacağım dedi."

"Gerçekten mi.?"

" Duyduklarıma sevinmiştim ama yinede geldiginde onunla konuşacaktım."

Biz konuşurken Gül de masayı hazırlamıştı. Sevda ile kahvaltıya başladık. Oda benim gibi az yiyordu.

"Bu kadarcık yiyerek iyileşemezsin Kaslarının güçlenmesi gerek. Ayağa kalkman için güçlü olmalısın."

Dedim masaya bakarak.

Oda masaya bakarak konuştu.
"Ben artık yürüyemeyeceğimi kabul ettim.
Tedaviler sonuç vermiyor artık.
Bende artık uğraşmıyorum.

Abim beni her gördüğümde çok üzülüyor. Sadece üzülmesin diye katlanıyorum bu fizik tedavi işine.
Hâlâ benim için umudu var. Umudunu kaybetmesin diye..."

"Doktor ne diyor."

"Yürüyebileceğimi ama istemediğimi söylüyor. Oysa istiyorum, hemde çok. Ama olmuyor,olmuyor işte."

Dedi gözünden süzülen yaşlar eşliğinde.
Ben yine ona daha doğrusu gözünden akan o damlalara odaklandım.
Sevda başını kaldırıp bana baktı. Bense aval aval ona bakıyordum.

"İstersen dokunabilirsin." Dedi.
Bakarken.

Bedenim benden izinsiz kalktı onun yanına yürüdü. Yanındaki sandalyeye oturdu.

Elimi tereddüt ederek uzattım. Gözünden hâlâ süzülerek akan damlalara parmak ucuyla dokundum. İlk kez göz yaşına dokunmuştum. Evet bu çok saçmaydı.
Herkesin yapabildiği birşeydi işte. Ama ben yapamıyordum.

"Acıyormu?"

Başını iki yana salladı.

"Çok şanslısın.
Herkes gibi.
Peki gerçekten rahatlatıyormu ağlamak."

"Bilmem.
Belki, sanırım.."

"Anladım." Dedim üzgün yerimden kalkarken.
Salona doğru yürürken arkamdan seslendi.

"Film izlemeyi severmisin?"

"Yerimde durdum. Başımı salladım sadece. "

Netten film izlemek istermisin.
Bilgisayardan yani."

"Bilgisayar varmı.?"

Dedim şaşırarak.

"Evet var. Abimin odasında.
Hadi gel."

Sevda ile birlikte asansörle onun odasına sonra da odadan çıkarak koridorun sonuna doğru gittik.

"Maviş'in odası geride kaldı." Dedim arkayı işaret ederek.

"Abimin iki odası var."

"Öylemi."

"Evet."

Koridorun sonundaki odaya geldiğimizde şifreli bir kapı vardı.

"Yok artık şifremi.
İçerde ne var bura hazine odası falan mı."

Sevda hafifçe bana doğru eğildi.

"Aslında evet. Abim burada hazinelerini tutuyor."

Ben saf saf bakarken Sevda şifreyi girdi.
Hemde benden çekinmeden.

"5556128." Dedi.

"Girmek istersen." Diye ekledi.

İçeri girdiğimizde ağzım açık baktım bütün odaya. Oda kocamandı.
Ortada deri koltuklardan bir oturma grubu sağdaki duvarda çizimler duvarda asılı resimler vardı. Bazı resimlerde Bora ve çizimler yan yana çekilmişti. Solda pencereye yakın yerde yarım kalmış çizimler boyalar malzemeler yine heryerdeydi.

"Maviş resim mi yapıyor."

Dedim salaklamış şekilde.

"Yapıyordu.!
Artık yapmıyor.
Yada yapmak istemiyor."

"Neden abime Maviş diyorsun."

"Onu ilk gördüğümde ona bu adı taktım."

Diğer köşedeki masadaki dizüstü bilgisayara bakarak sana zahmet bağlantılarını çıkarırmısın. Dediğinde gidip çıkarttım.

"Şey eminmisin Sevda.? Maviş kızmasın."

"Kızmaz alıp aşağıda izleriz.
Alabileceğimi söylemişti."

"Tamam." Dedim bütün kablolardan ayırarak.

Sonrada koltuk altı yapıp birlikte çıktık. Kapıyı örtünce kapı otomatik kilitlendi.

Birlikte aynı yoldan aşağı kata indik.
Orta sehpanın üzerinde atıştırmamışlar ve içecekler olduğunu görünce şaşırdım.
Gül hanım bizi duymuş olacakki film izlerken atıştırabilecek şeyler bırakmıştı salona.

Bilgisayarı orta sehpanın üzerine kurup duygusal bir film açarak izlemeye başladık. Uzun zamandır ilkkez biriyle bir film izliyordum ve bu hoşuma gitmişti.

Sevda ile 2. Saat aralıksız hem atıştırdık hem film izledik.
Daha doğrusu o atıştırdı. Abur cuburları seviyordu belliki. Ben bir iki bisküvi ile bıraktım.

Filmin sonunda Sevda yine göz yaşlarına boğulurken bense hala ekrana bakıyordum.

Bilgisayarı kapattığımızda öğleni geçmişti. Sevda'nın yanımdan uzaklaştığını görünce,

"Sevda? Bişeymi oldu."

"A. Yok bişey. Lavaboya gitmem gerekiyor. Fazla içecek içtim."

Dedi gülümseyerek."

"Şey... Yardım... "

"Gerek yok."

Dedikten sonra alt kattaki banyoya doğru devam etti sandalyesiyle.

Sevda da zor zamanlar geçiriyordu. En kısa sürede iyileşir umarım. O giderken bende kalkıp bilgisayarı toparlayıp odaya geri çıkardım.

Sevda şifre ne demişti.
Ah evet. 5556128. Oldu.

İçeriye girdiğimde yine o çizimler karşıladı beni.

Hayret birşey.
Demek Maviş çizim yapıyormuş. Resim çizebilen insanların sıcak kanlı duygusal farklı bakış açısı olan insanlar olduğunu söylerler.

Ama bir Maviş'e bakıyorum birde resimlere "cık" alaka kuramıyorum. Cümlede bile kelimeler yanyana gelmemek için kaçırıyorlar.

Elimdeki bilgisayarı masaya bırakarak duvarın dibinde yanyana dizilmiş tablolara yaklaştım.
Birer birer elime alıp inceledim. Her birine uzun uzun baktım.
Herbiri diğerinden daha güzeldi bunların.
Ne demişler Bora'yı öldür hakkını yeme.

Tamaamm. Bu söz böyle değildi ama gayet iyi uydu.

Benimde böyle bir şeye yeteneğim olsun isterdim gerçekten.

Benimde böyle bir şeye yeteneğim olsun isterdim gerçekten
Hmm
Hmm...yaptığı resimlerle resim çekinmek...
O kürek gibi eller nasıl fırça tutuyor hayret.

"Tutamaz mı Cadı.?"

Duyduğum sesle yerimde sıçradım. Arkamı döndüğümde Bora kapıya yaslanmış kollarını göğsünde birleştirmiş bana bakıyordu.

Senin ellerin daha çok silah yada sopa tutmak için yaratılmış sanki. Dediğimde içeriye girip kendini koltuğa bıraktı.

"Bak sen, demek öyle
"Bak sen, demek öyle.
Senin ellerin küçük. Peki senin yapabildiğin iyi birşey varmı?"

"Evet." Dedim kasılarak.

"Hemde senin yapamayacağın hatta bir çok erkeğin yapamadığı birşey."

"Öylemi merak ettim bak. Neymiş?"

"Arabalardan anlarım motorundan yani."

"Ooo.Bak şimdi saygı duydum."
Sonra o resmi gördüm. Uzun uzun baktım.
Bora konuşuyor birşeyler söylüyordu.
Ama sesi kulağıma sadece ugultu şeklinde geliyordu. Elimdeki resime bakarken başka bir boyuta geçmiştim sanki

Bora'nın bu resmî beni olduğum yerden alıp başka bir boyuta çekmişti
Bora'nın bu resmî beni olduğum yerden alıp başka bir boyuta çekmişti.
Resimdeki bebek beni bir anneme bir gördüğüm kabusa bir Zehra teyzenin konuşmalarına götürüyordu.

Kafamın içinde boyut boyut geziyordum sanki.
Sonunda Zehra teyzenin kesik kesik gelen o uğultulu sesi ve konuşmaları beynimin içinde yankılanmaya başladı.

***
...O gece ben nöbetciydim...

Doğum başlamıştı.
Doktoru çağırdım.
Anneni doğumhaneye aldık...

Çok sancısı vardı.

Annen hem bağırıyor hem de doğman için ıkınıyordu.

Sanki doğmak istemiyor gibi inat ediyordun.

İnat ediyordunnn....
Annenin kanaması başladı.
Başladı.!
Kanaması...
Başladı.!

Her kelime yankı yapıyor du.

Sen hâlâ doğmamıştın.

Annenin tansiyonu düştü.!

Annen elimi tuttu...

"Allah aşkına." Dedi ağlayarak.

Allah.
Aşkına.
Güneş'imi kurtar.
Yalvarırım kurtarın.

Ama nefes almıyordun.

Çocuk doktoru seni hemen alıp kalp masajı yaptı.

Annen ağlayarak kurtarın kızımı diye yalvarırken nefes aldın.

Gözlerini açıp sessizce bize bakarken annenin kalbi durdu.

Kalbî durdu...
Kalbî durdu...

Sen nefes aldığında annenin kalbi durdu...

Sen nefes aldığında durdu.!

Ben nefes aldığım için annem öldü.
O nefesi almasaydım...
Al...masaydım...

Annemm...
Hâlâ...

Dediğimde nesnesimin durduğunu hissettim. Nefes alamıyordum. Daha doğrusu almak istesemde olmuyordu. Nefes almazsam cezam bitermiydi.
Bitsin artık.

Elimdeki resim yere düştüğünde gözlerimin karardığını fark ettim. Sonra sağıma doğru düştüğümü hatırlıyorum.

Duyduğum son ses,

"Güneşş!"

*****

Sabah gün doğmadan şirkete gitmek zorunda kaldım. Yığılan işleri bitirmeliydim. Çünkü pesimdeki iti bulmuş ve takip ettiriyordum.

Servet Kandıra.
Babamla iş yapan ama babamı kandırıp hileli şekilde bir çok malın ve Dövizin üzerine konan. Babama kazık atan sırtından bıçaklayan bu yüzdende babamın cezasını kestiği gemisi ve adamlarıyla birlikte denizin dibine yolladığı Erdem Kandıra'nın oğlu Servet.

Erdem'in bir oğlu olduğundan bile bihaberdim.
Babamın cenazesinden bir kaç hafta sonra heryere her köşeye her deliğe girdim.
Bu işi kimin kimleri yaptığını bulabilmek için. O akrep dövmesini yapanları yaptıranları bulmak için.
Her şeyi yaptım. Bulamadıkça delirdim. İçip içip insanlara saldırdım. Bir gece öldüresiye dayak yedim. Hakan beni bulup hastaneye götürmeseydi bende ölmüş olurdum. Gözlerimi açtığımda 1 haftadır yoğun bakımdasın dediler.

İyilestim yine durmadım.
Annemin erkek ve kız kardeşimin, babamın o kanlı fotoğrafı aklımdan çıkmıyordu.
Gözümü her kapattığımda aynı şey.

Sonra tehdit notları ve telefonları gelmeye başladı.

Şimdilik kurtuldun ama kökünüzü kurutacağım diye başlayan mesajlar.

Dört gözle bekledim birinin beni bulup karşıma çıkıp hesap sormasını. Beni arama zahmetinden kurtarmasını.
Ya o ölür ya ben diyordum.
Kimseden korkum yoktu. Ailemin ölümünden sonra deliye dönmüştüm.
Ama olmadı bir yıldır benimle oynuyordu. Sonunda suikastçılarını bana yollamış o zamanda Güneş'in sayesinde kurtulmuştum.

Şimdi işler tersine döndü.
O kaçıyor ben kovalıyorum.
Tam yerini öğrenene kadar harekete geçemiyorum sadece.
O yerine yerleşene kadar bende acil işleri halledip o piçin peşine düşecek bu defteri kapatacağım.

Bugün sadece bu şekilde motive olarak çalıştım.

Eve dönüşte de Hakan'ı alıp geldim.
Bugün Sevda ile konuşacaklar.
Sevda'nın da durumu iyi değil.
Zavallı kardeşim.

Fizik doktoru. Arada bir ağlama krizlerine yada gülme krizlerine girdiğini bazen tedavi bölümüne gitmediğini odasından çıkmak istemediğini söyleyince tedaviye evde devam kararı verdik.

Hakan'ı salonda Sevda ile başbaşa bırakıp üst kata çıktığımda sanat odamın kapısını açık görünce önce buraya geldim.
Güneş'i içerde kendi kendine konuşurken buldum. Onu uzaktan böyle izlemek hoşuma gitmişti doğrusu.
Kapıya yaslanarak onu izlerken o farkında bile değildi.

"O kürek gibi eller nasıl fırça tutuyor hayret." Dediğinde artık kendimi tutamadım.

"Tutamaz mı Cadı.?"

Dedim.

Beni beklemiyorduki duyunca korkarak yerinde sıçradı.

Bana dönüp,

"Senin ellerin daha çok silah yada sopa tutmak için yaratılmış sanki."

Dediğimde içeriye girip kendimi koltuğa bıraktım.
Zaten yorgundum.

Ben yatarak konuşmaya devam ederken oda resimleri alıcı gözlerle inceliyordu.

"Bak sen," Dedim.

"Demek öyle.
Senin ellerin küçük.
Peki senin yapabildiğin iyi birşey varmı?"

"Evet." Dedi küçük burnunu havaya kaldırarak.

"Hemde senin yapamayacağın hatta bir çok erkeğin yapamadığı birşey."

"Öylemi merak ettim bak. Neymiş?"

" Arabalardan anlarım motorundan yani."

"Ooo.Bak şimdi saygı duydum."

Dedim ellerimi başımın altına koyup tavana bakarak.
Güneş eline diğer bir resmi alıp daha dikkatli incelemeye başladığında bende devam ettim.

"Araba motorundan bende anlarım. Ayrıca motosiklettende anlarım cadı.
Senin sandığın kadar boş değilim.
Sadece vaktim yok. "

Güneş'in elindeki çerçevenin düşme sesiyle hızla yerimde doğruldum. Aynı anda Güneş yere düştü.
Gördüğüm şeyle hemen kalkıp yanına geldim.

Güneş.!
Güneş.!
Kahretsin yinemi!

Hemen nefesini kotrol ettim nefes almıyordu.
Nabzına baktım, yoktu.

"Ne oluyor lan. Kalp krizimi?" Dedim korkuyla.

Güneş'i sırt üstü çevirip yakasını açtım.
Güneş!
Güneş nefes al.
Nefes al kızım, bilerek mi yapıyorsun.

Güneş'in başını geriye doğru kaldırıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Ciğerlerine doğru nefesimi üfledim.

Ellerimi kalbinin üzerine koyup masaja başladım.
Tekrar Güneş'in dudaklarına eğilip nesimi üfledim.
Tekrar kalbine baskı uygularken halen aşağıda olan Hakan'ı çağırdım.

"Hakan!!
HAKAN!"
İkinci seferde nerdeyse çığlık atmıştım.

Bir iki dakika sonra Hakan'ı kapıda göründüğümde ambulans çağır çabuk! "

Hakan ambulansı ararken ben hala masaj yapıyordum.

"Hadi cadı.
Nefes al."

Hakan telefonu kapatıp yanıma geldi.

"Ne oldu."

"Bilmiyorum resimlere bakıyordu." Dedim yanımda duran resme bakarak.

O an fark ettim.
Resimdeki bebek...
Sebep oydu. Anlık travma geçirmişti.

"Düştü kaldı." Diye devam ettim.
Nefesi gitti nabzı atmıyordu.

Bir kere daha dudaklarına bastırdım dudaklarımı. Bir kere daha üfledim ve masaj yaptım.

Sonunda kalbî atmaya başlayınca nefes almaya ve öksürmeye başladı. Hemen yan çevirdim daha rahat nefes alsın diye.

Sonrada kendimi yere bıraktım. Hakan nabzını kontrol ederken ben söyleniyordum.
Senin derdin ne.?
Bana kastın mı var.?
Bilerek mi yapıyorsun. Diye bağırdım.

Loading...
0%