Yeni Üyelik
13.
Bölüm

⭐G.Y 11 Kimsin ⭐

@azamet_29_2

Selâm canlarım yeni bölüme hoşgeldiniz. Hatalarım varsa affola.

🌟🌟

" Yıldız hastasın.
Yoruldun. İzin ver kucağıma alayım."

Hissettiğim yorgunluk yüzünden zorlanınca çaresiz kabul ettim. O yüzden sessizce başımı salladım.

Daha da yaklaşarak beni yavaşça kaldırıp kucağına aldı. Sonra da eve doğru yürüdü.
Çok uzaklaşmadığımız için geriye doğru da çok yürümeyecektik.
Göktuğ'un kucağındayken bir şey farkettim. Hastaneye götürmek istediğinde izin istemezken şimdi kucağına almak için izin istemişti. O gece paniklemişti sanırım. Ama şimdi ben izin vermeden bana dokunmamıştı. Sözünü tutuyordu.

Ellerimi kucağıma koyarak gözlerimi kapattım. Yorgun nefesimi düzene sokmak için derin bir nefes çekerken yine o kokuyu duydum. Onu ilk tanıdığım andan beri ve otel odasında duyduğum parfüm kokusunu.
Tek bir koku kullanıyordu sanırım. Ne yaptığımı farkedince kendime geldim hemen. Kendi kendime,

Normalde de yürümeyen, her yere arabayla giden Yıldız. Hastalığında etkisiyle adım atamaz oldun işte.

Dedim aciz hissederken. Göktuğ hiç zorlanmadan kucağında benimle yürümeye devam ederken ikimizde sessizdik. Nihayet eve geldiğimizde bahçeye girerken,

" Seni odana çıkarayım uzan dinlen."

Şimdi odama girersem tekrar çıkmaya cesaret edemeyecektim, bu yüzden reddettim.

" Gerek yok iyiyim.
Kamelya da oturarak dinlenirim."

Diyince durdu. Bana baktığını hissedebiliyordum ama başımı kaldırıp karşılık vermedim.

" Tamam." Dedi.

" Kamelya da oturalım."

Evin yan tarafından geçerek arka bahçedeki kamelyaya geldik. Kahverengi koltuklardan ikili olanın yanına gelip bırakarak oturmama yardım etti.

Geriye yaslanırken derin bir nefes alıp verdim. Göktuğ hızlı adımlarla evin mutfak girişine doğru yürürken bir yandan telefonunu çıkarıp bir arama yaptı.

" Kadir bugünkü işler sende, ben yokum. "

Dedi ve kapattı. Sonra da evin mutfak kapısından içeri girdi.
Kadir dediği kişi az önce gölge gibi arkamızda yürüyen kişiydi sanırım.

Az sonra elinde büyük bir bardak su ile geri döndü. Yanıma gelip bana doğru uzatarak,

" Biraz iç." Dedi.

İki elimle tuttuğum bardağı alırken yanımdaki diğer koltuğa oturup suyu içerken beni izledi. Bittiğinde boş bardığı alıp önümüzdeki orta sehpaya bıraktı.

" Daha iyimisin? "

" İyiyim."

"Ayşe ablaya söyledim birşeyler hazırlayıp getirecek."

Bir ellerime, bir göz ucuyla etrafa bakıyordum. Hiç bir şey yapmadan oturmak için uygun tek yer olabilirdi bu çiftlik. Burada yapacak hiç bir şey, gezecek hiç bir yer yoktu. İnsan burda nasıl vakit geçirebilirdiki.

Sıkıntılı bir nefes daha çektim içime. Ben bir kaç dakikada sıkılmış olsamda o yanımdaki koltukta beni izlemekden sıkılmamıştı.

" Burada durmana, yanımda beklemene gerek yok. Gidip işlerinle ilgilen. "

" Bir işim yok.
Olsada senden önemli değil hiç biri."

Olmasın...
Benden daha önemsiz olmasın hiç bir işin. dedim içimden. O kadar değerli değildim.

Biraz sonra elinde tepsiyle Ayşe abla dediği kadın geldi. Evden çıkarken tanıştığım kadın halası olduğunu söylemişti ama o hala değil abla diyordu. Bu evde hiç kimse adını yada sıfatını beğenmiyordu galiba.

Kadın tepsidekileri bir bir önümüzdeki sehpaya bırakırken arkadan gelen genç kız bir tepsiyle ayran ve çay getirip bıraktı. Göktuğ ayağa kalktı.

" Tanışma fırsatınız olmamıştı. Yıldız, bu hanım..."

" Halan Ayşe hanım."

Dedim araya girerek. Şaşırarak baktı bana. Ayşe hala,

" Biz gelin kızımla sabah evden çıkarken tanıştık oğlum. Pek de bir memnun oldum. Maşallah pek güzel bir kız. Allah ömür boyu mutlu etsin ikinizide."

" Sağol Ayşe abla."

Ömür boyu mesud mu? Bir an sinirle gülmek istesemde ağlama isteğim daha ağır basıyordu şuan. Öyle birşey olmayacaktı.

" Bende Fidan.
Burada çalışıyorum. Memnun oldum."

Dedi genç kız. Ardından,

" Hadi size afiyet olsun."

Diyerek geri döndüler.

Sehpa üzerindeki yiyeceklere baktım. Yaprak sarmadan tut kuru meyve, börek, kek, çereze kadar herşey vardı. Ve çilekli süt.

Ben alık alık önümdekilere bakarken Göktuğ servis tabağını alıp herşeyden biraz ekleyip önüme bıraktı. Yanında da sütü ve çayı.

" Başla lütfen.
Ye ki çabuk iyileş."

" Boşa uğramışlar. Aç değilim."

" Yıldız.. Yemezsen iyice güçten düşeceksin.
Yapma lütfen!
Biraz olsun ye. Seni böyle görmek ben.i.."

" Üzüldüğünü söyleme! "

Diyerek böldüm cümlesini.
Gözlerimi önümden karşımdaki gökyüzü gözlere çevirdim.

" Bu dünyada benim için üzülen bir kişi bile olduğuna inanmam mümkün değil artık! "

Aynı dizeler geldi aklıma.

Yıldız öldü deseler kim koşardı ailemden.

Yeryüzünden bir Yıldız kaydı deseler, koşar mıydı arkadaş sandıklarım..

Ya bu saatten sonra ben açarmıydım sinemi aileme, kollarımı arkadaşlarıma?

Şu birkaç günde yaşadıklarımın acısı geçermiydi, öpseler yüreğimden, yada yaş dolu gözlerimden.

" Öyle olsaydı burda ve bu hâlde olmazdım.
Öyle olsaydı, benim için üzülecek ilk insan annem olurdu."

Histerik şekilde gülümseyerek,

" Ama üzülmedi." Dedim.

" Aksine benden kurtulmak için üç gün yetti de arttı bile. Yada babam olurdu üzülen. Ama ismi ve nâmı daha değerlidir onun, kızından.

Ya arkadaş sandıklarım...
Hele biri varki üzülmek bir yana ne kadar sevindiğini anlatmaya kelime bulamamıştır."

Derken o iğrenç sahne yeniden geldi gözlerimin önüne.

" Yada..."

Dedim. Ama devamı gelmedi çünkü yorgun sustum. Yada sen üzülürdün. Diyemedim. Beni azad ederdin. Diyemedim. Sadece önüme baktım. Yine gözlerime yürüdü göz yaşlarım. Dudağım yine dişlerimin arasına giderken sıktığım yumruklarımla tırnaklarım etime girdi. Kendi canıma acımadım. Gücüm bir tek kendi canıma yetiyordu çünkü.

" Yapma...
Yine kanattın..

Yıldız sana daha öncede söyledim. Başkalarına kızıp kendi canını yakma. Hırsın gececekse bana vur. Benim canımı yak. Ama kendine bunu yapma."

Başımı kaldırıp yeniden baktım yüzüne. Ömür boyu bakmam dediğim adamın yüzüne sürekli bakar olmuştum.

" Sana vursam ne olacak?"

Sesim yorgun ve zor çıktı derinlerden.

" Bundan sonra ne onlara ne sana kurşun dahi sıksam geçmez kendime olan kinim. Çünkü en büyük öfkem kendime.

Bir tek kurtuluş vardı benim için, o gün sen engel oldun. Ölüp kurtulacakken ömür boyu hapis yedi azab içindeki ruhum bedenimde.

Yaşadığım yer nere olursa olsun, ruhumdaki acı ve pişmanlık geçmeyecek. Kendime duyduğum kin, nefret, kalbimdeki sızı geçmeyecek!

Evet kendime bir şans verdim! Ama bu şans hiç bir işe yaramayacak."

Bana bakan üzgün gözlerini, akan gözyaşlarım yüzünden bulanık görüyordum.

Ellerimin tersiyle hırsla sildim gözlerimi. Sonrada önümdeki sütü alıp pipeti dudağıma götürdüm. Durmadan akmaya devam eden gözyaşlarım eşliğinde arka arkaya çektiğim yudumları zorlukla yuttum. Sehpa üzerindeki herşeyden arka arkaya yerken sinirimi yediklerimden çıkarıyordum sanki.

Karşımdaki adam bu kez şaşkın baktı delirmiş gibi olan hâlime.

" Yıldız yavaş.
Miden birden bu kadarını kaldıramaz. Kaç gündür boş mideyle durdun."

Desede dinlemedim. O değilmiydi ye de iyileş diyen. Bende yiyip iyileşecek, kendimi toparlanıp buradan gidecektim işte. Önümdeki çayıda tepeme dikip yerimden kalktığımda mideme çoktan bir ağrı girmişti bile.

Kamelyadan çıkıp hızlı adımlarla eve doğru yürüdüm. Mutfak kapısından içeri girip önce salona sonrada üst kata yönelirken arkamdaki ayak seslerini duyuyordum. Göktuğ peşimden geliyordu. Umursamadan odama çıkıp içeri girip kapıyı kapattım.

Olduğum yerde dişlerimi ve yumruklarımı sıkarak öylece dururken artık tutmak istemediğim gözyaşlarımın akmasına izin verdim.

Yorgun bedenimi kapının arkasına bıraktım. Sırtımı kapıya dayayıp dizlerimi kendime çektim. Kollarımı sararak kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim.

Yanımda başımı omuzuna yaslayıp ağlayacağım kimsem yoktu. Bu yüzden sadece kendime sarıldım.

&

Orada ne kadar kaldım ne kadar ağladım bilmiyorum. Ama bulanan ve ağrıyan midemle kendime geldim.

Maalesef Göktuğ haklı çıkmış, midem resmen geri basıyordu. Gelen öğürme ile bir elimi dudaklarımın üzerine bastırırken diğeriyle yerden destek alarak banyoya doğru yürüdüm.

Hızla içeriye girip klozetin önünde dizlerimin üzerine bıraktım kendimi. Arka arkaya gelen öğürmelerle midemde ne varsa çıkarmaya başladım.

Yine kızgınlığımı kendimden çıkarmış, bir yandan kusarken bir yandan ağlıyordum. Tekrar tekrar öğürürken açılan kapı sesini duydum.

" Yıldız?! "

İlk sesin ardından banyo kapısı açıldı bu kez. Yine oydu, Göktuğ.

" Yıldız iyi misin? "

Yanıma gelecekken,

" Çık dışarı! "

Dedim sinirle. Ama dinlemedi. Gelip bir dizi üzerine çöktü. İki yana dağılan saçlarımı arkama topladı. Eliyle sırtımı ovarken,

" Keşke o kadar hızlı yemeseydin."

Dokunma bana bile diyemedim. Ne kızacak ne bir şey söyleyecek halde değildim. Gelmeye devam eden öğürmelerle midemde hiç birşey kalmayıncaya kadar kustum. Sonunda biten kusmalarla ağrı saplanan bir mide ile yerden kalkmak istedim ama pelte gibi olan vücuduma sözüm geçmedi.

Arkamdaki adamın güçlü kolu dolandı bedenime. Yerden kaldırdı bedenimi. Lavabonun önüne getirip yüzümü dudaklarımı elleriyle yıkadı. Artık konuşacak takatim kalmamış vücudum bitkin düşmüştü. Kağıt havlu ile yüzümü kurularken, tamam geçti. Dedi. Sonra da beni kucağına alıp banyodan odaya getirerek, yatağımın üzerine bıraktı. Anında arkamı dönüp dizlerimi kendime çekerken gözlerim yine akmaya başlamıştı. Artık sinirlerim iyice bozulmuş neye ağladığımı bile bilmeden ağlıyordum.

" Daha iyi misin ağrın var mı? "

" Git!
Yalnız bırak beni."

" Hastaneye gidelim mi? Yada istersen doktor getir..."

" İstemiyorum! "

Dedim susturarak.

" Hiç kimseden hiç birşey istemiyorum."

Yerimde dönüp hızla ayağa kalkarak tam karşısına geçip gözlerine baktım.

" Ne başkalarından ne senden!
Hiç kimseden bir şey istemiyorum.
Burada kalmak istemiyorum. Kendime bir sans vermek istemiyorum.
Kimseyi görmek, duymak istemiyorum.

Nefret ediyorum! "

Bütün sinirimle yakasına yapışarak gözlerimi gözlerine diktim.

" Herkesten!
Bütün insanlardan nefret ediyorum. Nefret! Nefret! Nefret! "

Son ses çıkmıştı tekrar ettiğim her kelime.
Hem bağırıyor, hemde sıktığım yumruğumu bütün gücümle göğsüne vuruyordum. Yorulana kadar, gücüm kesilene kadar vurdum. Bu süre içinde ne kıpırdadı ne konuştu. Göğsüne aldığı darbelere engel bile olmadı.

" Vur, çekinme.
Sinirin, hırsın, kızgınlığın geçene kadar, istediğin kadar vur. Rahatlayana kadar vur. "

Dedi sakin sesiyle. Sonunda kesilen gücümle olduğum yere bırakırken kendimi yine o tuttu kollarımın altından. Benimle birlikte dizlerinin üzerine çöktü. Yeniden yakasından tutan ellerimle ağlarken yüzümü göğsüne bastırdım. Bağıra çağıra ağlarken ellerini omuzlarımda hissettim.

" Özür dilerim." Dedi.

🌟🌟

Gözlerimi açtığımda pencereden gelen aydınlığa bakarsak şafak yeni söküyor sabah oluyordu. Bakışlarımı tavana dikip bir süre öylece izlerken dün olanları hatırladım.

Bir sinir krizi daha geçirmiştim. Evet. Bunun farkındaydım. Ama engel olamamıştım. Ağlama krizi geçirmiş sonundada karşımda duran Göktuğ'a vura vura çıkarmıştım bütün sinirimi, hırsımı. O aptalda öylece durup buna müsade etmiş izin vermişti. Ardından da beni kucaklayıp yatağıma bırakmış uyuya kalana kadar sessizce yanımda beklemişti.

Akşama doğru uyandığımda elinde bir tepsi içinde çorba, nane limon ve bir demet kır çiçeği ile gelip bırakırken,

" Bunları yavaş yavaş ye."
diyerek çıkıp, beni yine yalnız bırakmıştı.

Akşam yemeğinde de yine aynı şekilde gelmiş, yemek getirmiş ve çıkmıştı. Gelişlerinin hiç birinde olanlardan bahsetmemişti. Bana nasıl katlanıyordu?
Hayır hayır!
Asıl soru bu değildi! Asıl soru, bana neden katlanıyor olmalıydı.

Yavaşça yerimde doğrulup yatağımın kenarına oturarak başımı pencereye çevirip dışarıya izledim kısa süre. Sonra ayağa kalkarak odamın balkonuna doğru yürüdüm sürüdüğüm ayaklarımla kapıyı açıp dışarıya çıkarak kenara kadar geldim.

Güneş karşıdaki tepenin ardından yeni yeni doğmaya başlıyordu. Olduğum yere bağdaş kurarak oturdum. Balkon parmaklıklarının arasından doğan güneşi izlemeye devam ederken kendi kendime konuşmaya başladım.

" Aptal Yıldız.
Zayıf Yıldız.
Güçsüz, aciz Yıldız.

Sen bu değilsin Yıldız. Hani bir şans vermiştin kendine. Hani ayağa kalkacaktın. "

" Evet, kalkacaktım ama yine düştüm. Ama düştüm diye yerde kalmayacağım. Yeniden kalkacağım. Tekrar ayakta duracağım. Sonra...
Yeniden adımlayacağım. "

" Bu halinle mi!
Hemen ağlama krizi geçirip ayılıp bayılarak mı?"

" Hayır bu sefer kararlıyım ağlamayacağım. Daha güçlü duracağım."

Öyle olmalıydı...

Benim kızgınlığım galiba sadece kendimeydi. Kendi ellerimle mahvetmiştim hayatımı. Ne anne babam ne arkadaş sandığım insanlar ne Umut!

Kocaman egosu olan, kendini birşey sanan Yıldız gözünün önünü bile göremeyecek kadar körmüş meğer. Hayatımın özeti buydu işte.

Balkon demirinden tutunarak ayağa kalkarken güneş çoktan doğmuş parlak gökyüzüne doğru yola çıkmıştı. Yeni bir gün yeni bir şans.

Dedim daha kararlı. Kollarımı önce havaya kaldırdım, sonra iki yana açarak derin bir nefes çektim. Ardından geriye dönüp odama girdim. Hâlâ yerleştirmediğim valizimin içinden eşofman takımlarından birini çıkarıp yatağımın üzerine bırakıp banyoya ilerledim. Kapıyı kapatıp kilitledim.

Hâlâ üzerimde olan dünkü kıyafetlerimi çıkararak kirli sepetine attım. Duş kabinindeki musluğu ılık ayara getirerek kendimi suyun altına bıraktım. Bir süre öylece yağmur damlalı suyun altında bekledikten sonra hızlı şekilde saçlarımı ve vücudumu yıkayarak durulandım.

Kabinden çıkarak bornozumu giyip saçlarımı da küçük havluya sararak kapıyı açıp odama döndüm. Saçlarımı ve vücudumu kuruladıktan sonra eşofmanlarımı giyinip saçlarımı tarayarak omuzumun üzerine çekerek ördüm. Saate baktım. Sekize gelmişti. Kahvaltı saati sekizdi bu evde. Birazdan elinde tepsi ile yine üşenmeden buraya gelecekti.

Ama ondan önce daha büyük bir adım atacak ben aşağı inecektim. Bunu kendim için yapacaktım.

Derin bir nefes çekip kapıyı açıp çıkarak aşağı yöneldim. Merdivenlerin başına geldiğimde onu gördüm. Tam da dediğim gibi elinde tepsi merdivenleri çıkıyordu Göktuğ. Başını kaldırıp beni görünce durdu. Bir kaç saniyelik şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra,

" Yıldız?
Neden kalktın? "

Ellerim birbirine geçik parmaklarımla oynarken.

" Kahvaltıyı aşağıda yapsam..."

Gözleri büyüdü resmen. Şaşkınlığı bir kat daha arttı.

" Tabi ki. Ama kendini iyi..."

" İyiyim.
Midem de iyi."

İki eliyle tuttuğu tepsiyi sağ eline alıp gülümseyerek sol elini bana doğru uzattı.

" Hadi gel." Dedi.

Eline baktım önce. O eli tutamazdım. O yüzden yavaş adımlarla yanından geçerek aşağı indim. Mutfağa yöneldiğimde o da arkamdan geliyordu. Kapıyı açıp içeri girdiğimde masada oturan Asaf beyi gördüm, yanında Ayşe hala ve Perihan vardı. Bir an acaba buraya inerek hata mı yaptım diye düşünürken Göktuğ'un sesini duydum.

" Fidan Yıldız'a da servis aç. Kahvaltıyı bizimle yapacak."

Fidan,

" Hemen."

Derken masada oturan Perihan yüzüme bakıp değişik bir gülümsemeden sonra önündeki soru kitabına döndü.

Göktuğ elindeki tepsiyi Fidan'a uzattıktan sonra masadaki sandalyeyi benim için geriye çekince ben de sessizce sandalyeye oturdum. Hemen karşımdaki Asaf beyin bakışları yüzünden gözlerimi önüme çekerek,

" Günaydın." Dedim.

" Günaydın kızım.
Nasıl oldun? "

" Teşekkür ederim."

Dedim mırıltıyla. Göktuğ yanımdaki sandalyeye geçip otururken,

" Daha iyi olacak." Diyince.

Ayşe hala,

" Elbette iyi olacak. Yavaş yavaş.."

Derken,

" Buraların havası gelenleri önce bir çarpar. Bir süre sonra alışırlar ama. Sonrada buradan kopamazlar."

Dedi Asaf bey gülümseyerek. Genzimi temizleyerek,

" Siz...
Nasılsınız?
Ya yani.."

Adama hastalığını hatırlatıyordum şuan.

" Benim için endişe duymayın siz, daha iyiyim."

Fidan'ın açtığı servisle önümdeki kahvaltılıklardan bir kaç çeşit tabağıma alarak yavaş ve küçük lokmalar alırken yanımda oturan Göktuğ'un üzerimdeki bakışlarını hissediyordum.

&

Sessiz geçen kahvaltıdan sonra Asaf bey,

" Göktuğ ben birazdan Kadir ile restorana oradan da Ömer'i alıp merkeze gideceğim. Alınacaklar var. "

" Benim..."

" Hayır senin gelmeni gerektiren bir şey yok." Derken göz ucuyla bana baktığını gördüm.

" Sen buralarda ol."

Dedi ve kalktı. Asaf beyin gidişinden kısa süre sonra bizde kalkarken Göktuğ,

" Kamelyada kahve içelim mi? "

Diye sorunca olur dedim.

" Fidan, bana sade Yıldız'a sütlü kahve lütfen."

" Hemen yapıyorum."

Birlikte mutfak kapısından taş verandaya ortadan da kamelyaya doğru ilerledik.

Gözü hâlâ üzerimdeydi farkındaydım. Dün olanlardan sonra şimdi olanlara anlam veremiyordu eminin. Kahverengi koltuklara geçip oturduktan kısa süre sonra kahvelerimiz geldi.

Kahve fincanını alıp dudaklarıma götürürken aklıma gelen şeyle aniden durdum. Kaşlarım çatık gözlerimi ona çevirdim. Kahvesinden bir yudum alırken bana bakıyordu.

Sütlü kahve içtiğimi nasıl biliyordu? Tam ağzımı açıp soracakken vazgeçtim. Kahvemi yudumlarken düşündüm.

Çilekli süt sevdiğimi tesadüfen tuttursada kahveyi nasıl tutturmuştu. Garip birşeyler vardı.

" Yıldız...
Bugün benimle ata biner misin? "

Duyduğum teklife şaşırdım. Ata binmek... Uzun zaman olmuştu ata binmeyeli. En son ortaokulda binmiş onda da düşüp ayak bileğimi burkmuştum.

Yinede aklıma gelen şeyle olur. Dedim. Bir şeyi kontrol etmek istiyordum. Olur cevabıma oldukça sevindi. Cebinden telefonun çıkarıp birini aradı.

" Alo Ahmet amca.
Sirius'u ve Gece'yi hazırlat. Birazdan orada olacağız."

Dedi ve kapattı.
Heyecanla ayağa kalktı.

" Gidelim mi? Söz veriyorum çok hoşuna gidecek."

" Gidelim." dedim yerimden kalkarken. On beş dakika kadar sonra haranın önündeydik.

Bir seyis yanında Sirius ve siyah bir atı eğerlemiş hazır şekilde bekliyordu. Sirius ne kadar güzelse Gece'de o kadar güzeldi.

Yaklaştıkça Gece heyecanla hareket etti. Göktuğ'a yapıyordu hareketlerini. Göktuğ'a çevirdim gözlerimi. Gülümseyerek Gece'ye bakarken,

" Oğlum! Özledin mi beni? "

Dedi. Hayvan heyecanla yerinde ileri geri hareket etti. Özlemiş olduğunu basbaya belli ediyordu.

" Bende özledim seninle gezmeyi."

Derken yularını eline alıp başını okşadı. Gece Sirius'dan biraz daha iriydi. Göktuğ'a uygun bir cüssesi vardı. O geceyi tutarken bende Sirius'un yularını elime aldım ve sevdim. Dünden sonra onu yeniden görmenin hoşuma gittiğini farkettim.

" Ali birer çizme getir."

"Hemen abi." diyen genç çocuk koşa koşa gidip birer çift çizme ile geri geldi. Çizmeleri giydikten sonra Göktuğ yanıma gelerek,

" Binmene yardım edeyim."

Diyip ayağımı üzengiye yerleştirerek binmeme yardım etti. Çocuk gibi bir heyecan gördüm gözlerinde. Benden sonrada kendi bindi.

" Gidebiliriz." Dedi.

Atları topuklayarak hareket ettik. Yavaş adımlarla bir süre ilerledikten sonra gemi çekerek durdurdum Sirius'u.

Ben durunca oda durdu.
Bana doğru döndü.

" Birşey mi oldu? "

Kaşlarım çatık gözlerimi gözlerine dikdim. Bir süre anlamaya çalışarak bakmaya devam ettim.

Gece'yi çevirip yanıma kadar gelip durdu. Sirius'un gemini tutarken bana bakarak,

" Yıldız.? " Dedi

" Kimsin sen?
Beni nerden, nasıl tanıyorsun?"

Yüzüme bakıyordu sakin.

" Çilekli sütü sevdiğimi kazara tutturdun diyelim. Sütlü kahve sevdiğimi nasıl biliyorsun? Ata binerken sormadın bile.
Binmeyi biliyor musun demedin!

Kimsin? Beni nasıl bu kadar iyi tanıyorsun?"

Bana doğru bakmaya devam eden gökyüzü gözleriyle,

" Gerçekten bilmek, beni dinlemek istiyormusun?

Seni nerden tanıyorum duymak istiyormusun? "

**************************

Evet canlarım yine bölüm sonu geldi. Gelecek bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın ♥️

 

Loading...
0%