@azamet_29_2
|
Asaf baba ile konuştuğumuz günden bu yana bir hafta oldu. O gün Asaf baba ile konuşmamız ve dinlediğim sözleri bir kez daha yeni kararlar almamda yardımcı olmuştu. Artık sadece geleceğe çevirmiştim yönümü ve bakışlarımı. Geçmişi, olanları ve o insanları hatırlamamak için elimden gelen herşeyi yapıyordum. ***** Bu sabah kulağıma gelen mesaj sesleri ile uyandım. Evet artık yeni bir telefonum vardı. Dört gün öncede birlikte şehir merkezine gidip hem dolaşmayı hemde kendi beğendiğim bir telefon almayı önersede kibar bir dille ne insan ne şehir kalabalığı görmek istemediğimi söyleyince Kadir'i yollayıp son model bir telefon ve hat aldırmıştı. O günden beri de ara ara mesajlaşmalarımız başlamıştı. Mesela son beş gündür her sabah çok erken kalkıp akşama kadar gelmiyordu. Bununda etkisi olmuştur bence. Biriken işler yüzünden fırsat bulamadığını söylüyordu. Çünkü Mahmut dedikleri kişiye yarış taylarını sattıktan sonra Asaf baba sağlık kontrolü için Amarikaya gitti. Göktuğ babasının yanında gidip gitmemekte çok kararsız kaldı fakat Asaf baba Göktuğ'a burada kalıp işleri halletmesi gerektiğini söyledikten sonra yanına Şakir amca ve Hülya'yı da alınca içi rahat şekilde yollamıştı. Onlar Amerika'ya gidince de bütün işler Göktuğ'a ve Kadir'e kalmıştı. Lakin halinden şikayeti yoktu. Babası iyi olsun yeterdi. Onlar gün boyunca çiftlikte haralar, restorant ve binicilik kulübü üçgeninde dolaşırken bende evde İpek ve Perihan ile vakit geçiriyordum. İpek'in annesi ve bir kaç çalışanın daha eşleri müştemilata ait ikinci mutfakta harıl harıl kışlık reçel, marmelat, sirke, salça gibi hazırlıklarla uğraşıyorlardı. Bir ara bende gidip yardım etmek istedim ama üzülerek söylüyorum hiç anladığım şeyler değildi. Onun yerine kirazlar ve vişnelerle dolu iki tabağı alıp Elif ile birlikte mutfaktan çıkmıştık. Hazırlıklar bugünde devam ediyordu. Herkes harıl harıl çalışırken keyifle gezen ben ve Elif'tik sadece. Kollarımı iki yana açıp güzelce esnedikten sonra telefonumu elime alıp ekranı açtım. *Günaydın en parlak yıldız. Yazısıyla yüzümde bir gülümseme oluştu. Mesaj Göktuğdandı. *Günaydın Gök. Yazdım. Arada bir Gök diyordum. * Şuan kulüpteyim. * Kolay gelsin. Yazıp yerimden kalkarak banyoya geçtim. Sabah işlerimi halledip elimi yüzümü yıkayıp kurulanıp çıktım. Üzerime rahat olan geniş paça ince kotumu üzerinede kısa kollu badilerimden birini giydim. Yanıma da ince bir hırka alıp belime bağladım. Artık Ağustosun ortalarını geçmiştik ve buralarda bir an sıcakken bir an esiyordu. Odamdan çıkıp aşağıya indim. Bu sabah ilk iş olarak önce atların olduğu ahıra gidecektim. Sirius'u görmek biraz sevmek istiyordum. Göktuğ'un bana ilk hediyesi olduğu için çok değerliydi benim için. Belki biraz da gezerdik. Hazır gitmişken de Gece'yi ve Göktuğ'un günlerce iyileşsin diye özen gösterdiği Alaca'yı da görecektim. Yangın olduğu gece Göktuğ'un zorlamasıyla ayağa kalkan Alaca o günden sonra daha da iyiye gitmiş, şimdi daha iyiydi. En azından yavaş yavaş da olsa arkadaşlarıyla birlikte otlağa çıkabiliyor, karnını çimenlerle doyurabiliyordu. Veteriner olan Yahya pisikolojik olarak da iyi hissedeceğini söylüyordu. Evden çıkarken kapının önünde İpek ile karşılaştım. " Günaydın Yıldız." " Günaydın İpek'cim. Yalnız mısın annen nerede? " " Annem ve babaannem öbür teyzelerle hâlâ. " Küçük bir işim var. Sonra hemen geleceğim. " " Bende gelebilir miyim? Dedi yalvaran bakışlarla. Önce bir kaç saniye düşündüm. İpekte haklıydı kaç gündür buradaydı ve sıkılmıştı. Ama onu ahırlara götürmek iyi fikir değildi. " İpek'cim bak ne diyeceğim. Acaba evde kalıp seninle kek mi yapsak? " " Kek mi?! " " Evet." " Evet, evet, evet! Kek yapalım! " Atlara da başka gün giderdim artık diye düşündüm. " Tamam hadi mutfağa gidelim o zaman." Diyerek tekrar içeriye girdim. Peşimden gelen İpek ile mutfağa geçip etrafa bakındım. Hiç kimse yoktu. Fidan da Ayşe halanın yanında olmalıydı " Yıldız sen kek yapmayı biliyor musun? " " O kadarda değil canım benim. Tamam konserve, reçel falan anlamam ama bi kek de yaparım yani. Yeter ki malzemeleri bulalım." Derken etrafa bakıyordum hâlâ. " Kocamaaan mutfak. Ayşe hala malzemeleri nereye koyuyor acaba." İpek, " Ben yerini biliyorum." Diyerek buzdolabının yanındaki kapaklı dolabın yanına giderek açtı. Alt kısımda un üst rafında kabartma tozu, vanilya kakao vs vardı. Bak sen Ayşe hala tam teçhizat her şeye hazır biriymiş. Bütün malzemeleri İpek'in de yardımı ile tezgâhın üzerine aldım. İpekte mutfak masasının yanındaki sandalyeyi tezgâhın yanına çekince ilk olarak yumurtayı kırarak başladık işe. " Bende kırabilir miyim? " " Tabi. Ama içine kabuk düşmemesi için sana yardım edeyim." " Tamam." İpek'in küçük ellerinden tutarak yumurta kırmasına yardım ettim. Ardından şekerden başlayarak malzemeleri karıştırmaya başladığımda o da sandalye tepesinde beni izliyordu. Son olarak un, kabartma tozunu ve vanilya ya geçmiştik. " Ben de karıştırabilir miyim? " " Olmaz canım senin minik ellerinin gücü yetmez." " Lütfen Yıldız bende karıştırmak istiyorum. Lütfen, lütfen!" İpek'in ısrarlarına dayanamadım. Cimcime fırsatını bulmuşken iyi değerlendiriyordu. Çaresiz, tamam. Dedim. Mikseri karıştırma kabının kenarına koyarak ayarladım. " Ben unu katınca mikseri beraber tutup karıştıralım tamam mı?" " Tamam." Dedi. Ama yaramaz kız daha unun bir kısmını katar katmaz mikseri tutup yüksek hız düğmesine basınca bütün un olduğu gibi havalanıp elimize yüzümüze püskürdü. Aleti alıp kapatana kadar saçımız başımız un içinde kalkmıştı bile. Ben ağzıma giren unları püskürürken cimcime haline bakmadan keyifle kahkaha atıyordu. Hemde öyle güzel gülüyordu ki bende gülmeye başladım. Bu sefer undan bir avuç alıp üzerime attı. Durur muyum bende alıp ona attım. Beş dakika sonra mutfakta un savaşı çıkmıştı. Tezgâh, yerler üzerimiz tamamen una bulanmıştı ama biz kahkahalarla gülüyorduk hâlâ. Bir süre sonra, " Abooo! " Diyen Ayşe halanın sesiyle anında durarak panikle kapıya döndüm. Bir de ne göreyim. Ayşe hala elleri başında gözleri kocaman bize bakarken kollarını göğsünde birbirine sarmış sağ onuzunu kapıya yaslamış şekilde gülümseyerek bize bakan Göktuğ ise yanındaydı. Ne zamandan beri oradaydı. Ne zaman gelmişti. Neden farketmemiştim. Çok utandım. " Ne bakıyorsun oğlum niye demiyorsun durun! Diye." Göktuğ gülerken, " Çok mutlu ve çok eğleniyorlardı abla. O yüzden seslenmedim." Ben artan utancımdan kızararak önüme bakarken İpek hâlâ kahkaha atarak gülüyordu. O sırada arkadan Yasemin göründü. Hızla yanlarında geçerken, " Aaaa! İpek! Kızım ne bu hââl! " Dedi. " Yıldız'la kek yapıyorduk anne." " Kek mi? " Ya kusura bakmayın! Ayşe halanın yüzü yumuşayarak gülümsedi. " Tamam kızım tamam, önemli değil hallederiz. Madem başladınız sen keki bitir fırına at. Sonra da git temizlen ben Fidan'la hallederim buraları." Tekrar önüme dönerken Yaseminde, " Sende gel bakalım küçük yaramaz. Hemen banyoya. " " Tamam anne." Derken İpek hâlâ dişleri dışarda sırıtıyordu. " Ben şu tencereyi öbür mutfağa bırakıp geliyorum." Diyen Ayşe hala da elindeki kazan tipi tencereyle Yasemin ve İpek'in ardında arka kapıdan çıkarken Göktuğ da yanıma geldi. Ben bir yandan kaşımdaki, gözümdeki unları silkeleyerek önümü görmeye çalışıyor, bir yandan da kekin kalanını karıştırıyordum. Sonunda, " Ya bakma öyle." Dedim. Hâlâ beni izlemesi daha da utanmama sebep oluyordu. " Nasıl? " " Öyle işte." Dedim somurtarak. " Her an gülecek gibi." Sol elimin tersiyle hâlâ sol gözümü ovalıyordum. İçine un girmişti galiba. " Şuan çok tatlı görünüyorsun." " Alay etme lütfen benimle." " Hayır alay etmiyorum. Çok ciddiyim." Nihayet elimdeki hamuru kalıba döküp fırına bırakıp ısısını ayarladım. Geri çekildiğimde gözüm hâlâ kaşınıyordu. Ama gözümü temizleyeyim derken elimdeki un yüzünden daha çok una buluyordum. " Gözüne un kaçtı değil mi? İki adımda yanıma gelen Göktuğ tam önümde durarak elini çeneme koyup başımı yukarı kaldırarak kendine çevirdi. Boyu uzun olduğu için inceleyen gözleri şuan yukardan bakıyordu bana. Bir eli hâlâ çenemde diğer elinin parmakları ile gözümü açarak gülümsedi. " Un kaçmış gerçekten." Diyerek üflediğinde yüzümde hissettiğim nefesi tüylerimi diken diken etti. Bir kez daha üfledi ve geri çekildi. Ardından yüzümü avuçlarının arasına alıp baş parmakları ile yanaklarımdaki unları silerken yine gülümseyerek, " Şu hâline bak" Dedi. " Hayalet gibi olmuşsun." Bu sırada mavileri sırayla kahvelerimde geziyor, bense saf saf o mavilere bakıyordum. Parmakları hâlâ yüzümde gözleri gözlerimde takılı kalırken kalbimdeki çarpıntıyı hissettim. Atışı hızlanmış ritmini kulaklarımda duyuyordum. Yutkundum. Neden birden bire böyle olmuştu. Göktuğ yavaşça üzerime doğru eğilirken bir anda nefesimi tuttum. Gözleri gözlerimde, yüzümde dolaştı bir kaç saniye. Sonra dudaklarımda oyalandı. Bir kaç saniye daha öylece baktıktan sonra, " Hadi git de temizlen hayalet kız." Diyerek geri çekildiği sırada Ayşe hala da geri döndü. " Göktuğ oğlum sen hâlâ burada mısın? Sahi neden geri dönmüştün sen? " " Evrak çantamı unutmuşum Ayşe abla. İlçeye geçmem gerekiyordu. O yüzden eve gelmem gerekti. Çıkıyordum bende. Akşama geç gelirim. Ama kekimi ayırın ha!" Diyerek önce mutfaktan çıktı sonra da evden. Alık alık baka kalmıştım arkasından. Az önce ne oldu öyle diyen iç sesimle öylece duruyordum ki Ayşe hala, " Yıldız kızım. E hadi git de temizlen. Bizde kızlarla ara vermiştik. Senin kek de pişsin hep birlikte kahvaltı ederiz. " Ta-tamam Ayşe hala." Diyerek hızlı adımlarla mutfaktan çıkarak merdivenlere yöneldim. Odama çıkıp direk banyoya girdim. Üzerimdeki unlu kıyafetlerimi çıkarıp sepete bıraktıktan sonra musluğu ayarlayarak sıcak suyun altına attım kendimi. Ama çıktığım merdivenlerden mi yoksa mutfakta olanlar yüzünden mi arttığını bilemediğim kalbimin sesi kulaklarımı zorluyordu hâlâ. Başımı iki yana salladım. Kendime baktım. Her yerim gerçekten un içindeydi. Göğüslerimin arasına bile girmişdi unlar. Çarpılmasam bari dedim gülerek. Saçlarımdan başlayarak güzelce bir duş aldım. İşimi bitirdikten sonra kabinden çıkıp bornozumu giyerek odama geçtim. İyice kuruladıktan sonra dolabımdan temiz kıyafetlerimi giyindim. Saçlarımı önce havluyla sonra makineyle kurutup at kuyruğu şeklinde bağlayarak yeniden aşağı indim. Ben temizlenene kadar mutfakta temizlenmiş, silinmiş kek de pişmişti. Mis gibide korkuyordu. Fidan keki çıkarıp ters çevirirken, " Ellerine sağlık Yıldız hanım çok güzel kokuyor." Dedi. Dört beş dilimini ayırıp kalanını kahvaltıda yemek üzere kamelyaya kızların yanına götürdük. ***** Kamelyada kadınlarla birlikte yaptığımız kahvaltıdan sonra onlar kendi işlerine son kez dönerken İpek, " Kahvaltıdan sonra gidiyoruz biz Yıldız." Dedi üzgün. " Öyle mi? " Dedim bir Yasemin'e bir İpek'e bakarak. " Evet." Dedi Yasemin. " Ayşe ablaya yardıma gelmiştik. İşimiz bitti. Artık dönelim." " Şey siz nerede oturuyordunuz?" " Konya merkezdeyiz biz." " Keşke bizde merkezde otursak. Diyen Perihan'a baktım. Neden bu kadar sevmiyordu burayı. Oysa sakin huzurlu bir yerdi. Hem hiç bir eksiğide yoktu. " Burası tıpkı bir köy gibi. İnsan yok, eğlenceli yerler yok, AVM yok. Arkadaş yok. Bolca yok var ama başka birşey yok! " Sorumun cevabını almıştım. İstanbul'a hevesli birinden burayı beğenmesini beklemek saçmaydı zaten. " Anne biraz daha kalalım." Diyen İpek'e döndüm. Annesi, " Olmaz annem hem baban gelecek unuttun mu? " " İpek'in babası şehir dışında çalışıyor. Ayda bir kaç kez gelebiliyor evine." Dedi Ayşe hala. İpek'e dönüp. " İpekcim sonra yine gelirsiniz, yine görüşürüz. Hem baban seni çok özlemiştir." " Bende onu çok özledim. " Olur tabi. Bende seni ziyarete gelirim." Derken Yasemin'e baktım. " Mutlaka beklerim." Dedi kibarca. " Oley." Dedi küçük İpek sevinerek. Annesi, " Artık kalkalım biz." Diyerek ayağa kalktı. Sarılarak vedalaştık. Sonrada gittiler. Onların ardından Ayşe hala ve Fidanla birlikte kahvaltı masasını kaldırıp en baştaki planım için ahırların yolunu tuttum. Yirmi dakika kadar sonra geldiğim harada çalışanlar atların bölümlerini temizliyor ve yemlerini veriyorlardı. Sirius'u bölümünde göremeyince çalışanlardan Ali'ye nerede olduğunu sordum. " Göktuğ abi Gece'nin yanındaki bölüme aldırdı." " Neden? " Bir şeyler tahmin ediyordum aslında. Ali, " Birbirlerine daha yakın olsunlar alışsınlar dedi." Anlamıştım. Bizimkilerin arasında çöp çatanlık yapıyordu bir nevi. İkisi güzel çift oluyordu bencede. Birde yavruları olsa böyle siyahlı beyazlı Alaca gibi. Kim bilir ne kadar tatlı olurdu. Şimdiden gözümün önünde canlanmıştı siyah beyaz küçük bir tay. Bu yavru atlar çok tatlı oluyorlardı. Ali'nin yanından ayrılıp Gece'nin olduğu arka bölüme doğru ilerledim. Ali'nin de dediği gibi Sirius Gece'nin yanındaki bölümdeydi. Hatta aradaki parmaklıkların arkasından birbirlerine bakıp koklaşıyorlardı. Yaklaşarak, " Sizi gidi siziii." Dedim sırıtarak. " Merhaba Sirius. Sesimi duyduğu zaman bana doğru yaklaşarak başını uzattı. Gece'ye dönerek, " Hâlâ önceliğim var Gece Bey." Dedim yine sırıtarak. " Şimdi izin verirsen Sirius'u biraz senden alacağım. Kızımla biz biraz dolaşalım. Öyle değil mi kızım? " Ali yanıma gelerek. " Sirius'u hazırlayayım mı yenge." " Hazırla Ali biraz dolaşalım biz." " Aman yenge gözünü seveyim uzaklaşma. Göktuğ abi sıkı sıkı tembihledi." " Merak etme Ali. Sadece buralarda dolaşacağım, uzaklaşmayacağım. Dersimi aldım." Ali Sirius çıkarıp kısa sürede hazırlayıp getirdi. Ahırdan çıkarıp yavaşça üzerine binerek topukladım beyaz atımı. Küçükken de ata binmeyi çok seviyordum. Ama buraya geldiğim günden beri ve Sirius'u gördüğümden beri daha çok sever olmuştum. Hele dört nala koşarken rüzgarı hissetmek paha biçilmez bir histi. Kanatsız uçtuğunu hissediyordu insan. & Bir iki saat kadar Sirius ile çiftliğin etrafında dolaştım. Bu arada Göktuğ ile mutfaktaki o son halimiz sık sık gözümün önüne gelip durdu. Kalp atışlarımı hatırladım sonra. Neden bu kadar hızlı attığını düşündüm. Bayağı düşündüm... Hem yürüdüm hem düşündüm. Bir şeyler vardı beni Göktuğ'a doğru çeken... Arazinin ortasında atımın üzerinden gözümün alabildiği kadar her yeri inceleyerek, " Farklı." dedim. " Buralar farklı. Buralar çok, çok farklı..." ***** Bir süre daha dolaşıp atımın başına çiftliğe doğru çevirdim. Kısa süre sonra yeniden ahıra döndük. Sirius'u Ali'ye teslim ederek ahırdan çıktım. Hava ılık ve güzeldi eve doğru yürürken sıkılmayacaktım. Hatta yeni telefonumu cebimden çıkararak etrafta hoşuma giden görüntülerin resimlerini çektim. Ağaçlar, çiçekler, sıcak yüzünden sarıya dönen yabani otlar... Tam çekecek bir şey kalmadı artık diye düşünürken ayaklarımın önünde yürüyen bir taşa rastladım. Yani taşa benziyordu ama aslında bir kaplumbağaydı. Gördüğüm şeyle gözlerim irileşirken hemen olduğum yere çöküp gerçekten kaplumbağa mı diye kontrol bile ettim. İlk kez bu kadar yakından bir kaplumbağa görüyordum çünkü. Evet bu siyah ve kayaya benzeyen şey bir kaplumbağaydı. Hemen bir kaç pozda onun resmini çektim. " Kolay gelsin." Dedim önce. " Sağol kızım hoşgeldin." Masa üzerindeki sürahiden bir bardak su alarak sandalyeye geçip oturdum. Suyu tek dikişte içtim. Sonra bir bardak daha doldurdum ve onu da içtim. O an fark ettim çok susamış ve yorulmuş olduğumu. " Size kolay gelsin." diyerek mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. Odama çıkıp biraz uyuyup dinlenmek ve akşama kadar vakit geçsin istedim. Hava da sıcaktı. Çöken ağırlıkla biraz kestirmek için gözlerimi kapattım. Uykuya dalana kadar karanlığımda dolaşan o mavi hareleri izledim. ************************* Evet canlarım bölüm sonu. Sonraki bölümlerde görüşmek üzere. Hepinizi seviyorum.
|
0% |