@azamet_29_2
|
Selaam canlarım yeni bölüme hoşgeldiniz. Keyifli okumalar dilerim 🌟🌟 Gözlerimi yeniden açtığımda ne kadar uyuduğumu bilmiyordum. İlk iş gözlerimi duvardaki saate odakladım. Akşam 8.30 olmuştu. Bunca saat uyumuşmuydum ben? Galiba sandığımdan daha fazla yorulmuştum. Yerimden yavaşça kalkıp yatağımın kenarına oturarak kollarımı havaya doğru esnettim. Ayağa kalkıp önce banyoya girip elimi yüzümü yıkayıp kurulanıp çıktım. Ardından odadan çıkarak koridorda durdum ve diğer odaya baktım. Işığı yanmıyordu. Anlaşılan Göktuğ dediği gibi gecikecekti. Yürümeye devam edip merdivenlerden aşağı indim. Boş olan salondan geçip mutfağa ilerledim. İçeriye girdiğimde beni fark eden Ayşe hala, " Yıldız kızım. Dediğinde göz ucuyla etrafa bakındım. Kimseler yoktu. " Akşam yemeğinde sadece ikimiz mi varız Ayşe hala? " " Bugün öyle kızım. " Estağfurullah Ayşe hala olurmu öyle şey? Yanlış anlamana sebep olduysam ben özür..." " Şaka kızım şaka. Takılıyorum sadece. Hadi gel.." Ayşe hala ile birlikte masaya oturup şundan bundan sohbet ederek yedik yemeğimizi. Biten yemekten sonra yine birlikte topladık masayı. Bulaşıkları makineye yerleştirdik. Sonunda yorgun gözlerle bana bakarak. " Bende odama geçeyim artık. Yorucu bir kaç gündü. Kusura bakmazsın değil mi kızım?" " Yok hala, sen rahatına bak dinlen." Dedim anında. Rahatsız olacağımı sanmasını istemiyordum. Kadıncağız günlerdir ayaktaydı. Ayşe hala ağır hareketlerle yürüyerek mutfaktan çıkıp yan taraftaki küçük eve doğru giderken bir kaç dakika olduğum yerde öylece oturup etrafıma bakındım. Yalnızdım yine. Ve bu saate kadar uyuduğum için uykumda yoktu. Yavaşça yerimden kalkarken üst kattaki çalışma odasına çıkmaya karar verdim. Göktuğ'un kütüphanesinden bir kitap alıp okuyarak vakit geçirebilirdim. Önce salona geçtim, sonra da üst kata çıktım. Çalışma odasından içeri girip ışığı açtım. Her zamanki gibi yine düzenliydi odası. Yönümü duvardan duvara olan kitaplıkdaki kitaplara çevirip ilerleyerek önünde durdum. Hangisini alıp okusam acaba diyerek baştan başa göz gezdirdim kitaplar arasında. Adı Aylin'den Simyacı'ya.. Denemeler'den Genç verter'in acılarına kadar eski yeni bir çok kitap vardı. Raflardaki kitaplara bir bir göz gezdirirken en üst tarafta gözüme eskilerden bir kitap takıldı. Tanıdık bir yazarın, Kelebek Adası isimli kitabı. Bu kitabı daha önce de okumuştum. Ama yıllar önce. Mavi kapağı görünce ve içimde yeniden okuma isteği oluşunca, onu alıp okumaya karar verdim. Ama en üst raftaydı. Hemen etrafıma bakındım. Ama merdiven ya da ona benzer bir şey yoktu. Bu yüzden nasıl ulaşabileceğimi düşünürken önce kitaplığa tırmanmayı düşündüm. Lâkin içimdeki ses tırman da düş kafanı yar. Diyince anında vazgeçtim. Onun yerine berjeri kitaplığın önüne kadar çekip üzerine çıktım. Ama yine yetişemiyordum. Ben mi çok kısaydım, kitaplık mı çok yüksekti, yoksa berjer mi kısa kalıyordu anlamadım mi? Göz kararı şöyle bir baktım kitaplığın yüksekliğine. Anlamıştım sebebi. Bu eski evin ve odanın tavanı yüksekti. Bu yüzden tavana kadar olan kitaplık yüksek görünüyordu. Bende uzun sayılmazdım. Yani bütün eksiler bir aradaydı. Kafamın içinde bunları düşünürken bir yandan da berjerin kolçağına basarak biraz daha yükselmeye çalıştım. Eveeet olmuştu! Ucundan da olsa tutmuştum kitabı. Almak için parmak uçlarımda biraz daha yükselirken sol elimle de kitaplıktan destek alıyordum. Tam kitabı tutmuş çekerken açılan kapı yüzünden dikkatim dağılınca ve panikle arkamı dönünce önce sol elim kaydı yerinden sonra da berjerin kolçağındaki ayağım. Daha ne olduğunu anlayamadan duyduğum adımla birlikte attığım tiz çığlık birbirine karışırken, kendimi düşerken buldum. Sımsıkı kapattığım gözlerimle yere çarpmayı beklerken beni tutan Göktuğ ile birlikte yerde kaldım. Ne zaman yetişip tutmuştu beni anlamazken, belimdeki kolları eşliğinde altımdaki sert kaslı bedenin üzerinde kaldım bir süre. Sonra korkuyla açtım gözlerimi. Karşımdaki mavi gözler gözlerimde, " İyimisin!? " Dedi. " Ö- özür dilerim. Panik ve utançla yerimden kalkmaya çalıştım. Resmen adamın üzerine boylu boyunca serilmiştim. Hemen toparlanıp yan tarafa dizlerimin üzerine oturdum. " Asıl sen iyimisin? Bir şey oldu mu? Bir yerin acıyor mu iyi misin gerçekten?" "İyiyim merak etme bir şeyim yok." Yerinde doğrulup oturdu. " Sen ne yapıyordun orada." " Şey vakit geçirmek için kitap arıyordum. Sonra okuduğum eski kitaplardan birini görünce onu almak istedim, ama boyum yetmeyince... Birde sen odaya girince aniden." " Daha dikkatli olmalısın. Dedi yine o eşsiz gülümsemesiyle. Nasıl bu kadar güzel gülebiliyor. Sorusu beynimin içinde duvardan duvara çarparak yankılanırken kendime gelip, " Teşekkür ederim." Dedim. " Sayende kafa üstü düşmekten son anda kurtuldum. Ama senin canın yandı. İyi olduğuna emin misin? " Yerinden kalkarak kollarımdan tutarak benimde kalkmama yardım etti. Sonra yerdeki kitabı alıp bana uzattı. " İyiyim merak etme sen." " Eeee... Dedim. Çünkü üzerimde takılı kalan gözlerinden başka türlü kurtulamayacak gibiydim. Gülümseyerek, " Olur getir. " Diyince geldim kendime. Elimde kitap hızla odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Kalbimin ritmini yeniden duyuyordum kulaklarımda. Bir şeyler değişiyordu. Hissedebiliyordum bunu. Hem de iyiye doğru değişiyordu. Bu da hoşuma gitmişti. Gülümseyerek koşar adım indim merdivenleri Mutfağa geçtim. Elimdeki kitabı masaya atıp kettle su koyarak çalıştırdım. Bir bardak sallama çay keki kuru kuru yemesinden iyiydi. Bu sırada fırından onun için ayırdığım keki çıkararak tabağa bıraktım. Kaynayan suyu büyük kupa bardağa doldurup raftaki paketten bir tane sallama çay alıp bardağa bırakıp tabakla birlikte tepsiye aldım. Elimde tepsi kapıya yönelirken farkettiğim şeyle durdum. Ellerim titriyordu. Neden titriyorsunuz? Dedim kızarak. Bir kaç saniye elimin titremesinin geçmesini bekledim. " Teşekkür ederim zahmet verdim." " Ne zahmeti. Afiyet olsun. " Beğeneceğimden eminim." Diyerek önündeki keke ve çaya baktı. Önce çay poşetini bardaktan çıkarıp tepsiye bıraktı. Sonrada kek dilimini eline alıp büyük bir ısırık aldı. İşte o an farkettim. Ne çatal koymuştum tepsiye nede poşet için bir tabak. Hızla yerimden kalkarken kolumdan tuttu. " Nereye? " " Çatal, çatalı unutmuşum." " Otur, gerek yok. Yalan söylüyordu, biliyordum. " Eline sağlık çok güzel olmuş bu. Onun gözleri elindeki kekte benim gözlerim onun keki inceleyen gözlerindeydi. " Gerçekten beğendin mi? " " Evet. Gerçekten beğendim." " Afiyet olsun. Çayından bir yudum alırken gözlerinin kapanacak gibi olduğunu görünce, " Biraz ara versen. " Elindeki çay bardağı dudağında bana baktı. " Neye ? " " Kaç gündür erkenden çıkıp geç saatte geliyorsun. Böyle giderse hasta olacaksın." Sözlerimi gözlerine bakarak söylemiştim. İnce dudakları ile gülümsedi. " Beni düşünmen çok güzel. Ama endişelenme, alışkınım ben. Arada bir bu mevsimlerde mecburen işler birikiyor. Ama bitmek üzere. Yarından sonra rahatım. Senin günün nasıldı? Yani un savaşından sonraki zamanın." Dedi yine gülümseyerek. " İyiydi. " Burada onlardan çok var. " Hmm.. Anladım. Yerimden kalktım. Tepsiyi alırken, " Ben artık gideyim. Sende dinlen." Diyerek kapıya döndüm. " Yıldız. " Dedi o an. Elimde tepsi, geriye baktım. " Cumartesi günü seninle biraz gezelim mi? Yani eğer gelmek istersen seni bir yere götürmek istiyorum. Çok güzel bir yer." " Daha öncede söylemiştim." Dediğimde ayağa kalktı ve yanıma geldi. " Şehirde değil burada bir yer. Atlarla gideriz. Gözden uzak ama buraya uzak değil. Gizli bir yer! " Dedi göz kırparak. " Beğeneceğini düşünüyorum. Hem değişiklik olur senin içinde. Günlerdir aynı şeyleri yapıyorsun. " Bir kaç saniye düşündüm. Haklıydı. Günlerdir aynı şeyleri yapıyordum. Dahası bana doğru attığı adımlara ona doğru attığım adımlarla karşılık vermek istiyordum. Kim bilir belki aramızda... Düşünmeyi bırakıp, " Olur." Dedim. " Gideriz." Aldığı cevaptan memnun yüzü yeniden güldü. " İyi geceler." Dedim çıkarken. " iyi geceler " Dedi. 🌟🌟 Cumartesi sabahı olmuş yine erken saatte uyanmıştım. Galiba alışkanlıklarım değişiyordu. Gökyüzünün ne renk olduğu artık farketmeksizin bana Göktuğ'u hatırlatıyordu. Açık ve mavi olduğunda sakin ve huzurlu Göktuğ, gri olduğunda sinirli ama kendine hakim olmaya çalışan Göktuğ. Her türlü gökyüzü eşittir Göktuğ. Kendi kendime gülümsedim. Gökyüzü ve Göktuğ özdeşleşmişti artık benim zihnimde. Ve duygularım. Duygularımın ona doğru evrildiğini daha bariz hissediyordum. Derin bir nefes çekerken kollarımı yukarıya doğru kaldırıp olabildiğince yukarıya doğru gerinerek esnedim. Ciğerlerime dolan bol oksijenli hava ile iyice ayılırken hissettiğim soğukla BIIIRRRR!!! Diyerek kollarımı kendime sardım. " Girebilirsin." "Gelen Göktuğ'dan başkası değildi." " Kahvaltıya iniyordum hazırsan birlikte inelim." " Hazırım geliyorum." Dedim ayakkabı bağıma son kurdeleyi de atarken. Yerimden kalkıp yanına gelip birlikte odadan çıktıktan sonra aşağı indik. " Hava bugün biraz serin mi ne? " " Evet yağmur yağacak gibi görünüyor." Dedi Göktuğ mutfağa girerken. " Günaydın." Dedik masada oturan Ayşe halaya. Ardından sandalyelerimize geçip oturduk. " Perihan nerede abla." " Ay oğlum bu kız beni iyice delirtecek sonunda. " Ergenlik çağı abla idare et. Bu yaşta bütün gençler aynı oluyor." Derken bana bakarak göz kırptı. Yok artık bunuda mı duymuştu o pastane de çalışırken. Ayşe hala, " İdare ediyoruz zaten. Göktuğ bana döndü. Bir yandan kahvaltı yaparken, " Ufak bir işim var onu halledip geleceğim. Sonra da sana bahsettiğim yere gideriz. Olur mu? " " Tamam." Dedim. İki gündür nereye gideceğimizi merak ediyor ama soramıyordum. Bu da daha çok meraklanmama sebep oluyordu. Hızlı hızlı yediği lokmalarla kahvaltısını bitirip masadan kalktı. " Gelince görüşürüz." Diyerek mutfaktan çıktı. Ayşe hala ile arkasından bakıyorduk sadece. " Hayırdır neden bugün bu kadar aceleci bu çocuk." " Bilmem ki." Ayşe hala ile birlikte önümüze dönüp hem sohbet ettik hem de sindire sindire yaptık kahvaltıyı. Bana Asaf beyin bu çiftliğin başına geçtiği günden başlayarak uzun bir hikâye anlattı. Çok ayrıntıya girmeden tabi. Mesela Göktuğ'un annesinden üstün körü bahsetti. Ve Göktuğ'un küçücük yaşta annesiz kalışından. Onun yokluğuna hâlâ üzülüyorlardı bu çok belliydi. Sonra ailelerinin talihsizlikler sonucu nasıl genişlediğini anlattı. Ayşe halanın buraya gelişi Perihan'ın anne babasının ölümüyle Ayşe halanın yanına gelişi. Onlar ve çalışanlar büyük bir aile olmuşlar artık. Burada yaşayan ve çalışan herkes kardeş gibi aile gibi olmuş. " Böylelikle ayakta kaldı ve büyüdü bu çiftlik yoksa diğer bir kaçı gibi batar kaybolurdu. Bakma sen Perihan'a. Burdan gitsin bir, burayı mumla ararda bulamaz." Dediğinde hak vermedim desem yalan olurdu. " Neyse sen bakma bana güzel kızım yine çenem düştü. Kahvaltıdan sonra birer kahve içelim mi seninle başbaşa." " Olur içelim. " Söyle kızım." " Asaf beyden haber var mı? " Sonuçlar iyiymiş. " Dedikten sonra gözlerinden geçen üzgün bakışlarla düzeltti cümleyi. " İyi dediğim de aynı işte kötüye gitmiyor. Bir iki gün de orada kalıp arkadaşlarını görmek istedi. Bir kaç gün sonra gelir inşallah." " İnşallah. Kahveyi ben yapayım mı hala? " " Ooo gelin kızımın elinden bir kahveye hayır demem doğrusu." " Tamam o hâlde kahveler benden." Masadan kalkarak Ayşe halanın verdiği kahve kutusu ve bakır cezve ile ikimize az şekerli birer kahve ayarladım. Ocağa bırakıp karıştırırken kendi kendime yaşadıklarımı düşündüm. Kendime verdiğim sözü tutuyor buraya ve Göktuğ'a alışmaya çalışıyordum. Galiba başarıyordumda. İyi bir insandı Göktuğ. Yakışıklıydı da, hemde çok. Güzel yüzlü güzel kalpliydi. Beni seviyordu. Ama nikahlı karısı olmama rağmen bir gün bile nefsi istikametinde dokunmamıştı bana. Sözünün eriydi çünkü. Buraya gelirken bana verdiği sözü sonuna kadar tutmuş, istemediğim hiç bir şeye beni zorlamıştı. Dahası o kadar zorlamama rağmen benden vazgeçmemiştide. Her fırsatta bana değer verdiğini tekrar tekrar göstermişti. Onun sonsuz gibi görünen bir sabrı vardı. Buraya geldiğimiz ilk günlerde yaptığım herşeye, krizlerime, hastalığıma, kaprislerime herşeyime sabretmişti. Bir kere olsun bıkkınlık göstermemişti. Benden bizim için, buralar için bir şans istemişti hep. Ve yine sabırla beklemişti. Gösterdiği sabrı ve sevgisiyle değiştirmişti beni. Bu yüzden duygularına değişen duygularımla karşılık verebilmek için daha fazla gayret gösteriyordum. Farkındaydım. Bir zaman alışmaya çalıştığım bu adam, döktüğü sevgi harçlarıyla kalbimin çatlaklarını kapatmıştı. Ve ben galiba bu adamı sevmeye başlamıştım. Yoksa neden onu her gördüğümde heyecanlanacaktım ki. " Yıldız taşıyor!" Diyen panik dolu ses ile geldim kendime. Hızla kaldırdım cezveyi. " Pardon Ayşe hala dalmışım." Gülümsedi. " Nereye daldın kızım." Derken gözleri manalı bakıyordu. İma ettiği şeyi anlayarak al yanaklarımı yanıma alıp cezveyi tekrar ocağa koydum. Bir iki taşım daha kaynatıp önce köpüğü sonra kendini koydum fincanlara. Bir süre sonra Ayşe hala işlerine dönerken bende salona geçip şöminenin yanındaki koltuğa oturdum. Sehba üzerindeki düşmeme sebep olan kitabımı alıp kaldığım yerden okumaya devam ettim. Bir süre sonrada gelen uykum yüzünden koltuğa kıvrılıp gözlerimi kapattım. 🌟🌟 Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Gözlerimi yeniden açtığımda üzerimde battaniye karşımda kollarını göğsünde birleştirmiş geriye yaslanarak oturduğu yerden beni izlemeyen Göktuğ vardı. Hızla yerimden kalktığımda o da benimle birlikte doğruldu yerinde. " Eyvah uyuya kalmışım. Ben arka arkaya soru sorarken o sadece baktı. " Hemen panikleme uyuyan güzel. Geç falan kalmadık. Bende yeni geldim. Baktım güzel güzel uyuyorsun. Biraz bekleyim dedim. Bu sırada da güzel manzara ile hiç sıkılmadım ayrıca. " Alık alık baktım bir süre. Ardından, " Ya kusura bakma kitap okurken..." Demiştim ki. " Hep uykun geliyor. Bu yüzden de en güzel romanları bitiremiyorsun... Biliyorum." Diyerek tamamladı. " Ben ne gevezeymişim meğer. Diyetten sonra bunuda bilmen ispatlı hâli gevezeliğimin." Dedim gülümseyerek " Uykunu aldıysan gidebiliriz. Tabi istersen." " Olur gidelim." Dedim ayağa kalkıp. " Üzerine bir hırka al. Dışarı biraz serin." Hızlı adımlarla üst kata çıkıp önce elimi yüzümü yıkayıp kendime geldim. Hırkamı alıp giyinip aşağı indim tekrar. Ayakkabılarımı da değiştikten sonra, hazırım. Dedim. " O halde hadi gidelim. " Birlikte çıkarken meraktan ölmek üzere hissediyordum. Bir süre sessiz ve ağır ağır ilerledik. Hâlâ çiftlik arazisinin içindeydik sanırım. " Nereye gidiyoruz." " Sürpriz." " Söylesen olmaz mı? " Olmaz... Diyince ben dudaklarımı büzerken o gülümsedi yine. Bu adama gülümsemek çok yakışıyordu. Yarım saat kadar daha yürüdük ağır ağır. Neden yavaş gidiyorduk anlamamıştım. Atları topuklasak dört nala çoktan varmıştık. Kolumdaki saate baktım. Akşam üzeri olmuş, güneş batmaya dönmüştü. Sonunda sık ağaçların olduğu bir koruya gelerek ağaçların arasına girdik. Etrafa bakınarak yürürken, " Daha gidecekmiyiz." Dedim yüzüne bakarak. " Hayır geldik." Dediğinde gözleri karşıya takılı kalınca bende onun baktığı noktaya çevirdim gözlerimi. " Bu... Hayretle bir Göktuğ'a bir şuan karşımda bir film sahnesinden çıkmış gibi duran ağaç eve baktım.
*************************** Evet canlarım bölüm sonu.
|
0% |