@azamet_29_2
|
Yanımdaki hareketlilikle uyandığımda sabahın erken saatleriydi ve Göktuğ yavaş hareketlerle yanımdan kalkmaya çalışıyordu. Anında kolumu sarıp bedenimi bedenine yaklaştırdım. " Nereyee? " Dedim kapattığım gözler ve nazlı çıkan sesimle. Bana doğru dönüp kollarıyla sararak karşılık verirken önce alnımdan sonra burnumdan öptü. " Sen uyu sevgilim benim kalkmam gerekiyor." " Nedeenn? " " Unuttun mu bugün taylara bakmaya gelecekler." " Aa evet." Dedim gözlerim hâlâ kapalı mızmızlanarak. Ardından çıplak göğsünün ortasına bir öpücük bıraktım ve, " O zaman sıcaklığını bırakta git. " Bir anda altına alıp dirseklerini iki yanıma dayadığında açtığım gözlerimin manzarasında yine bir çift gökyüzü vardı. Kendini bana bastırırken dudaklarıma dayadı dudaklarını. Aşkla öptükten sonra uykulu gözlerime bakarak konuştu. " Sevgilim şuan burada kalmayı ve teninin kokusuyla saatlerce daha uyumayı çok isterdim. Hatta hissetmeyi. Ama bugün bu işi halledeyim ki seninle tatile gidebilelim. Sana söz veriyorum. Otel odamızdayken yirmi dört saat kalkmayacağım yanından." Hınzır bir gülümseme ile ellerimi önce kirli sakallarında gezdirdim sonrada kollarımı boynuna doladım. " Yanımdan mı yoksa üzerimden mi? " Pis bir gülümseme ile, " İkiside olur güzelim. Yirmi dört saat uzun bir süre. Bir hafta daha da uzun. Yedi yirmi dört yanından kalkmam. " Bir buğse daha bıraktı dudağıma. " Şimdi izin verirsen kalkmam gerek." Tam hamle yapmıştı ki kollarımı dahada sıktım bırakmamak için. " Yapma sevgilim. Aklımla oynama, zaten zor dayanıyorum." Kıs kıs gülerken kollarımı çektim. " Tamam tamam, hadi git." Gülümseyerek burnumdan öpüp kalktı. Banyoya doğru yürürken arkasından izleyerek, " Ne zaman biter işin. Özletme kendini." Kapının önünde durdu ve döndü. " Maalesef öğleden sonrayı bulur. Derken göz kırptı. Sonrada içeriye girdi. Bu yarış atları, tayları büyük paralar getiriyordu. Yani hepsini bir kenara koysa insan Karun kadar olmasada zengin olurdu. Ama işin aslı öyle değildi. Bu paraların tamamı Göktuğ'a kalmıyordu. Çiftlik giderleri, babasının hastane masrafları, atların bakımı ve ihtiyaçları ve çalışanların maaşları. Herşey bu paralar üzerinden dönüyordu. Kulağıma gelen su sesine göre Göktuğ duşa girmişti. Derin bir nefes alıp verdim. Ona ait yastığı alıp teninin sinen kokusunu ciğerlerime çektikten sonra kollarımın arasında sarılarak gözlerimi yeniden kapatıp üzerimdeki örtüyü tepeme çektim. O çıkana kadar biraz daha uyumamda sakınca yoktu değil mi? & Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum. Göktuğ'un saçımdaki eli ve dudağımda ki öpücüğü ile açtım bu kez gözlerimi. " Ben çıkıyorum sevgilim. Sen uyu dinlen. " " Tamam. Zaten bir işimde yok. Güle güle sonra görüşürüz." Ben gözlerimi kapatırken o da yerinde doğrulup kapıya doğru yürüdü ve çıktı. Gidişinin ardından biraz daha uyumak için iyice gömüldüm yatağıma. Gözlerimi kapattım. Tekrar uykuya dalmaya çalıştım ama olmadı. Kaçmıştı bir kere. Ve yanımdaki yastık onun yerini tutmuyordu. Yinede kendimi zorlayarak kapattığım gözlerimle bir süre sonra yeniden uykuya dalmışım. ***** Uyandığımda oda iyice aydınlanmıştı. Yerimde doğrulup yatağın içinde oturdum. Gözlerim önümde bir süre dünyayı sorgulayan bakışlar atıp ardından kollarımı iki yana açarak ve bağıra bağıra esneyerek iyice gerindim. Gözlerimi komodinin üzerindeki saate çevirdim sonra. On buçuğu görünce bir Ooo! çektim. Uyuyamıyorum sanırken sızıp kalmışım. Yataktan hemen kalkıp hızlı adımlarla banyonun yolunu tuttum. Önce sabah işlerimi hallettim. Sonra kabin içindeki musluğu açıp ısınmasını beklerken üzerindekiler çıkardım. Şu ısındıktan sonra da güzel bir duş alıp çıktım. Bornozumu giyip saçlarımı küçük havluya sarıp odadan çıkarak tuvalet aynasının önüne oturdum. Önce saçlarımı kuruladım güzelce. Ardından tarayıp fön makinesi ile kuruttum. Sonra balkon kapısını açıp dışarı çıktım. Balkon kenarına kadar gelip ellerimi trabzana dayadım . Gözümün gördüğü her yeri keyifle izlerken derin bir kaç nefes çektim. Güneşli ama serin bir hava vardı. Yeniden içeriye girip kapıyı kapattım. Üzerimde bornoz, odadan çıkıp yan taraftaki büyük giyinme odasına geçtim. Üst kat sadece bize ait olduğu için rahatça dolaşabiliyordum. Temiz çamaşırlar, kalın tayt, uzun salaş bir penye ve uzun ince beyaz bir hırka giyinip çıktım. Odaya dönerken saçlarımı yana alarak ördüm. Ayna önündeki saç bağını ucuna takıp telefonumu da hırkamın büyük cebine koydum ve odadan çıkıp aşağı kata yöneldim. Bugün Göktuğ ol aldığı için tek başıma birşeyler yapacaktım. Ama dışarda. Merdivenleri seke seke inip mutfağa doğru yürüdüm. Saat baya ilerlemiş, tabi kahvaltı saati de geçmişti. Bu nedenle şuan mutfakta kimsecikler yoktu. Ama önemli değildi. Sadece benim için kimseyi yormaya hakkım yoktu. Tezgahın önüne geçip kettlea su koyup çalıştırdım. O ısınırken ekmek sepetinden bir ekmek alıp tezgahın üzerinde ikiye kesip yarısını yerine kaldırdım. Buzdolabından sandviç yapabilecek malzemeleri de çıkarıp tezgahın üzerine bıraktım. Bu sırada kaynayan suyu raftan aldığım büyük kupaya bırakıp buzdolabının yanındaki küçük dolaptan aldığım sallama çaydan birini içine attım. O demlenirken kesme tahtası üzerinde domates, salatalık ve maydanozu kesip beyaz peynir ile birlikte yarım ekmeğin arasına yerleştiriyordum. Ki. Kapıdan Fidan girdi. " Aaa. Yıldız hanım? Gözlerim kızda elimdeki yarım ekmeği ağzıma götürüp kocaman bir ısırık aldım. Dolu ağızla, " Kondomo sandoviç yoptom. Son do oster moson? Sollomo çoy do vor." Dediğimde kız resmen şaşkın bana bakıyordu. Çayımdan bir yudum alıp ağzımdaki lokmanın birazını yutkundum. " Afedersin. Dolu ağızla konuştum. Açıkmışım. " Dedim gülümseyerek. " Ayrıca şu hanımı kaldıralım artık. " Kız beni duymamış gibi hızlı hızlı yanıma gelerek, " Neden benden istemediniz ben hazırlardım. Siz masaya geçin ben doğru düzgün bir kahvaltı hazırlayayım size. Böyle ayak üstü olmaz." Masaya geçip oturdum. " Fidan zahmet etme. " Ama öyle olmaz." " Oldu bile. " Omuzları düştü. " Bir daha ki sefere söyleyin lütfen." " Fidan gel seninle anlaşalım. " Ama.." " Ama yok. " Tamam." Dedi gülümseyerek. " Anlaştığımıza göre söyle bakalım herkes nerede? " " Göktuğ bey ve Kadir tayların olduğu küçük haraya gittiler. Alıcılar gelecekmiş." " Onu biliyorum." Asaf Bey önce Yahya ve ekibiyle konuşacaktı. Atların sağlık muayene zamanları gelmiş. Sonra da gelenlere hazırlık için restorana gidecekti. Ayşe abla da işler azaldı diye ahiretliği Nesime hanıma gitti. Epeydendir gidememişti. Perihan çarşıya indi. Bu yılda hazırlanacak ya dersaneleri bi gezip nasıllar diye araştırıyor. Gözü hâlâ istanbulda bir üniversite de. " Perihan'ın fikrinin değişmesini çok isterdim. Ama inatla İstanbul istiyordu. Bilemiyorum. Belkide şanssızlık bendeydi. İstanbul bana yaramıştır belkide. Belkide her şey onun için daha kolay ve güzel geliştirdi. Derin bir nefes alıp verdim. " Desene hem telaşlı hem de sakin bir gün. Bende Sirius ile vakit geçiririm o hâlde. " Elimdeki son lokmayı da ağzıma atıp iyice çiğneyip son yudum çayımı da içip kalktım. Tezgahın üzerindeki şekerlikden bir avuç kesme şekeri alıp cebime koyarken, " Görüşürüz Fidan. " Diyerek çıktım mutfaktan. " Görüşürüz." Mutfağın arka kapısından çıkıp verandadan geçerek ahırların olduğu yere doğru ilerlerken bir yandan da etrafı seyrediyordum. Sonbahara girerken buradaki her ağaç farklı renklere bürünmeye başlamışlardı. Turuncu, kızıl, sarı. Göktuğ'un dedeleri bu günleri düşünerek dikmişler bu ağaçları. Dedim içimden. Bu görsel şöleni o insanlara borçluydu gözlerim. Bir süre daha etrafı izleyerek yürüdükten sonra nihayet ahıra geldim. Hırkamın büyük cebindeki şekerleri kontrol ettikten sonra büyük tahta kapıyı açtım. Yanyana olan bölümler arasında ilk sırada Sirius ve Gece vardı. Girer girmez Sirius'a doğru yürürken yanı başındaki bölümdeki Gece ile bakışırken hatta koklaşırken buldum bizimkileri. Merhabalar. Kusura bakmayın. Dedim gülerken. Yanlış zamanda mı geldim yoksa. Bu kez kahkaha attım. Sesimi duyan Sirius bana doğru bakıp yanıma gelirken Gece'nin gözü üzerimizdeydi. Cebimdeki kesme şekerlerden ikisinin çıkarıp Sirius'a verdim. O kütür kütür yerken Gece'nin yanına gelip iki tane de ona verdim. Üçüncüyü verirken, Kızımı bir süre alıyorum koca oğlan. Birazcık gezeceğiz. Diyerek etrafa baktım. Ali yoktu. Dahası çalışan çocuklardan da kimse yoktu. Bugün herkes kayıpları oynuyordu. Ne yapalım iş başa düştü. Dedim ve eyerlerin olduğu, bölümlerin sonundaki yere doğru yürüdüm. Daha önce de at bindiğim için eyer nasıl takılır biliyordum Allah'tan. İlerlerken bir yandan da diğer atlara bakıyordum. Her biri diğerinden farklı görünüyordu. Kızılı, beyazı, karası... Önünden geçtiğim her bölümün önünde orada kalan atların isimleri yazıyordu. Sirius ve Gece'den sonra Alaca'yı gördüm. Her zamanki gibiydi hali. En azından kötü değildi. Göktuğ onu ayrı seviyordu. Yangın çıktığı gün onu kurtarmak için neredeyse çöken tavanın altında kalıyordu. Neyseki Allah ikisini de korumuştu. İsimleri okuyarak devam ettim. Fırtına!? Anında başımı kaldırıp baktığımda burnundan soluyan dev görünüşlü atın üzerime gelmesi ve ısırmak için hamle yapmasıyla kendimi geriye atsamda kolumu hedef alan dişlerinin acısını hissettim. O acıyla elimi omuzuma yakın yere bastırıp öne doğru eğilirken inledim. Bir koluma bir bölümünde sinirle dönen hayvana baktım. Anlaşılan hâlâ alışamamıştı buraya. Yerimde doğrulup hâlini izledim. İzledikçe onda kendimi gördüm. Buraya geldiğim günlerdeki hâlimi... Üzüldüm. Kolumdaki acıyı bir kenara bırakıp cebimden iki şeker daha çıkardım. Temkinli şekilde yaklaşıp uzaktan kapı üzerine bırakıp hemen geri çekildim. Zira hâlâ sinirliydi. Bir adım daha gerileyip penyemin yakasını omuzumdan aşağı sıyırarak koluma baktım. Neyse ki dişlerini geçirememişti. Sadece bir yere sürtmüş gibi sıyrık ve kızartı vardı. Ne kızacak ne de bağıracak değildim. Önemli bir şey yok merak etme. Dedim gülümseyerek ve üzülmüş olabileceğini düşünerek. Atlar çok zeki hayvanlardı bunu biliyordum. Kıyafetimi düzeltirken eve dönmelimiyim diye düşündüm. Ama bu kadar küçük bir yaradan mikrop falan kapmam herhalde ya. Diyip yapmaya çalıştığım şeye devam ederek eyerlerin olduğu yere geldiğimde önüme çıkan kişiyle bir anda karşı karşıya gelince durdum. Başındaki spor şapka öne inik yüzü görünmesede üzerindeki kıyafetleri burada çalışanlarla aynıydı. Demek ki burada çalışıyordu. " Ali nerede? Herkes nerede? " " Ihımm. Ih! " Önce genzini temizledi sonra şapkasını düzeltti. " Dışardalar." dedi kalın sesiyle. " Anladım." Derken hafiften eğilip yüzünü görmeye çalıştım. " Pardon adın neydi senin." " Mehmet." " Mehmet, başını kaldırır mısın yüzünü göreyim." " Kaldırmasam. Söylediği şeyle şaşırdım, üzüldümde. Aynı zamanda bocaladım. Ama rencide olmasın diye, " Ta-tamam. Kusura bakma bilmiyordum." Dedim. " İzin verirseniz işlerime bakayım. Diğer ahırı da temizlemem gerekiyor." " Ta- tabi." Hay Allah'ım. Resmen kekelemiştim. Hızla bölümden çıkıp arka girişten dışarıya yürürken elinin tersiyle yüzünü sildiğini gördüm. Olamaz. Üzülüp ağlamasına mı sebep olmuştum. Hızla arkasından çıktım özür dilemek için. Ama çoktan gözden kaybolmuştu. Adı ne demişti. Ha! Mehmet! " Evet güzel kızım. Başını salladı. Anlamış gibi. Sana katılıyorum. Dışarısı çok güzel. Dedim. Sanki karşılıklı konuşuyorduk. Eyeri üzerine yerleştirip güzelce bağladım kemerlerini. Geminide takıp yularını başının üstünden geçirip boynuna bıraktıktan sonra çenesinin altındaki yerden tutup bir öpücük bıraktım. Sonrada bölümünde çıkardım. Hangi kapıdan çıkalım diye düşünürken Fırtına'nın saldırısını hatırlayıp ona uzak olan kapıya yöneldim. Bana yaptığını Sirius'a da yapabilirdi. Bu yüzden uzak durmak en iyisiydi. Gel kızım bu taraftan gidelim. Fırtınadan uzak ve sakin... & Sirius ile birlikte ahırdan çıkıp bir kaç metre yürüdükten sonra önce sol ayağımı koydum üzengiye sonrada eyerden destek alarak kendimi yukarıya çekip güzelce oturdum. Yerden yüksekte Sirius'un üzerinde olmak her zaman hoşuma gitmişti. Cebimde bir şeker daha çıkarıp öne doğru uzanarak Sirius'un dudakları ile almasını sağladım. Seni seni. Sende tatlı seviyorsun. Bu kızların hepsi aynı. Dedim kıkırdayarak. Sonrada uzun boynunu severek, Hadi gidelim güzel kız. Dedim. Ardında topuklarımla yavaşça dürttüm. Sirius komutu alıp hareket etti. Sonbahar ayı, hava güneşli, bol oksijen, keyfim yerinde. Daha ne olsun! Başımı gökyüzüne çevirip maviliği ile mest olurken benim gökyüzüm olan Göktuğ'un gözleri geldi önüme. Şimdiden özlemiştim. Yanımda olmadığı zamanlar daha hızlı özlüyordum sanki. Bir yandan ilerlerken bir yandan kendi kendime güldüm. " Ben bu adama aşığım. Çok aşık! " Hissettiğim mutlulukla Sirius'u hızlandırdım. Dört nala ilerlemeye başladık. O hızlandıkça ben daha fazla keyif alıyordum. Kısa sürede evin sınırlarından çıkıp atların dolaşmak için sürekli gittiği otlağın yolunu tuttum. Küçücük bir gölet sazlıklar ve rengârenk ağaçlar vardı orada. Biraz dolaşır resim çekerim. Hatta Sirius ile selfie çekeriz. Derken pişmiş kelle gibi sırıtıyordum. Sonra Göktuğ'u arar yanına gideriz. Diye düşündüm. Gelen kişileri ve tayları alıp almadıklarını merak ediyordum. Bu işte bitince sevdiğim adamla kısa bir tatil yapacaktık. Belkide hafta sonuna gidebiliriz. Diye düşündüm. Malûm her geçen gün havalar biraz daha soğuyordu. Bu son günleri değerlendirmek gerekti. Kafamın içinde ne zaman gideriz, neyle gideriz, kaç gün nerede kalırız, neler götürmeliyim. Şeklinde planlar yaparak devam ederken yola nihayet otlağa gelmiştik. " Şu manzaraya bak Sirius ne kadar da güzel..." Cebimdeki telefonumu çıkarıp bir kaç kare resim çektim. Çok güzel çıkmışlardı. O an bir şeyi yeni farkettim. Benim Göktuğ ile çekilmiş hiç resmim yoktu. O kadar apar topar evlenmiştik ki normalde yapılan hiç bir şey bizim için yapılmamıştı. Başım önüme omuzlarım aşağıya düştü. Üzüldüm... Saniyeler sonra kendime gelip başımı gökyüzüne çevirdim. Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Olsun... Dedim. Göktuğ her zaman benim yanımda olacak. Evet bu güne kadar birlikte hiç resmimiz olmamıştı belki ama, bundan sonra olacaktı. Bundan sonraki hayatım bundan önceki hayatımdan çok daha güzel olacaktı ve ben her ânını ilerde hatırlamak için resimler çekecektim. Ve o an da karar verdim her fırsatta resim çekip biriktirip kocaman bir albüm yapmaya. Sadece bizim değil, Asaf baba, Ayşe hala Perihan ve diğerlerinin de resimleri olacaktı bu albümde. Hatta Sirius, Kara ve bu çiftlikteki her şeyin. Bir anda bir heyecan kapladı içimi ve sevinç. Telefonumu tekrar cebime koyarak iki elimle tuttuğum yularla, Gel kızım gölün yanına inelim. Dedim keyifli. Sirius başını göle doğru çevirip bir kaç adım yürümüştü ki bir anda bir şey oldu anlamadığım. Sirius önce tökezledi, sonra sendeledi. Ne olduğunu anlamazken düşmemek için daha sıkı tutundum. Sonra sakinleştirmeye çalışarak elimi boynuna koydum. " Şşiitt.! Sirius... Huzursuz hareketleri artarak devam ederken kendi etrafında döndü bir tur. Sanki canı yanıyor nasıl anlatacağını bilmiyordu. Elim boynunda sakinleştirmeye çalışıyordum hâlâ. Ama bir gariplik vardı. Ağzını açmış nefes almaya çalışırken gözleri irileşti. Agresifleşti. Bir anda beni üzerinden atmak için hamle yapınca panikle daha sıkı tuttum yuları. " Sirius sakin ol kızım. Bir elimle yelesinden kavradım beni üzerinden atmasından korkarak. " Sirius! Demiştim ki, bir anda şaha kalktı. Sesli attığım çığlıkla birlikte gözlerimi sıkıca kapatırken bütün ağırlığı ile birlikte yanının üzerine bıraktı kendini. Sirius'la birlikte kendimi yerde bulurken başımda ve bacağım da hissettiğim acıyla kocaman bir Aaah! çıktı dudaklarımdan bu kez. Aaah! Bacağım! İkimiz de yerde kalmıştık. Ama benim sol bacağım Sirius'un altında kalmış ve canım yanıyordu. Hem de çok. O acı ve korkuyla yerimde doğrulup ellerimi Sirius'a dayayarak bir an önce bacağımı altından çekmeye çalıştım ama olmadı. Canım daha fazla yandı. Çaresizce, Sirius kalk ne olur bacağım... Dedim sanki anlayacak gibi. Elimle ittirerek kalkmasını sağlamaya çalıştım ama kıpırdamıyor sadece değişik sesler çıkarıyordu. Gözlerimi kaldırmaya çalışıp başaramadığı başına çevirdim. Gördüğüm şeyle daha da panikledim. Sirius'un gözleri irice açılmış ağzından köpük geliyordu. Sirius! Sirius neyin var? Bacağımdaki acıyı bir anlığına unutmuş Sadece Sirius için endişeleniyordum. Allah'ım yardım et. Ne olur bana yardım et. Ne olur Sirius'a birşey olmasın. Bacağım daki acıyı yeniden hissetmeye başlarken aynı zamanda ağlamaya başladım. Göktuğ! Duymuyordu. Kapatıp yeniden ararken ağlamam dahada arttı. Sirius'a birşey olmuştu. Belkide ölüyordu ve ben hiç bir şey yapamıyordum. Allah'ım ne olur duysun. Ne olur duysun! Telefon üçüncü kere çaldığında nihayet Göktuğ'un güven veren sesini duydum. " Sevgilim..." " Göktuğ! ****************************
|
0% |