Yeni Üyelik
6.
Bölüm

⭐G.Y 4 Cilveli kader⭐

@azamet_29_2

GÖKTUĞ

Nikah dairesinden çıkıp yanımda Yıldız ile birlikte otele gelerek bizim için ayrılan balayı suitine çıktık. Odamızın önüne geldiğimizde Yıldız sessiz ve başı hâlâ önündeydi. İlk andan beri benimle konuşmamış yüzüme dâhi bakmamıştı. O konuşmak istemediği için bende konuşmamıştım ama gözüm hep üzerindeydi. Hatta nikâh memurunun karşısındayken bile. Onu izlerken o kadar dalmıştım ki nikâh memurunu bile duymamıştım. Babamın uyarısıyla memura bakmış ardından gözlerim yine Yıldız'a kayarken sadece başımı aşağı yukarı sallamıştım evet anlamında.

Uzun zaman olmuştu Yıldız'ı yakından görmeyeli. O beni görsede tanımaz, hatırlamazdı eminim ama ben onu tanıyor ve hatırlıyordum.

Aslında hiç unutmamıştım. Hatta bazı geceler ağaç evimin balkonundan gökyüzündeki yıldızları izleyerek ona olan özlemimi gidermeye çalışırdım.

Babam hastaydı. Ağır hasta. Zamanı azalıyordu. Bu yüzdende uzun zamandır benim evlenmemi, ölmeden önce bir yuva kurduğumu görmeyi istediğini söylüyordu. Baba işte ölmeyi beklerken bile beni düşünüyordu.

Tanıdığım çok. İyi bir gelin bulurum sana diyordu. Evlenmek gibi bir düşüncem yoktu. Babamın hastalığı yüzünden ölüm kapımıza adım adım yaklaşırken evlenmek diye birşey aklıma bile gelmiyordu.

Ama babamın bir akşam,

" Sana uygun bir kız buldum. Anne babasıda uygun buldu."

Diyerek evlenmemi istediği kişinin o olduğunu duyduğumda resmen kısa bir şok yaşamıştım. Ama ne yalan söyleyim içten içe çok mutlu olmuş sorgusuzca kabul etmiştim.
Bir kaç gün sonrasındaysa babam yine bana gelip bu işin olmayacağını söylediğinde ve sebep olarakta Yıldız'ın gizlice evlendiğini ardındanda ayrıldığını söylediğinde bir kez daha şaşırmıştım.

Kafam karışmıştı. Önce kabul edip sonra başkasıyla mı evlenmişti. Yoksa zaten mi haberi yoktu. Yoksa karar sadece anne babasının kararımıydı. Durum göründüğü gibi değildi anlaşılan..

Babam Yıldız'ın babasından öğrendiği herşeyi banada anlatmıştı.

Umut denen o adi heriften, sahte bir cüzdanla Yıldız'ı nasıl kandırdığından, bir süre birlikte yaşadıklarından, olup biten herşeyden haberim vardı. Yıldız'ın nasıl hissettiğini tahmin edebiliyordum.

Bütün bunları bilerek kabul etmiştim ben onunla evlenmeyi. Biliyordum, zor zamanlar geçiriyordu. Pisikolojik olarakta yıprandığı yetmez gibi üstüne bir de hiç olmayacak şekilde kıza arabamla çarpmış, hastanelik olmasına sebep olmuştum.

Hâlâ şaşkınım. Koca İstanbul'da nasıl olupta evleneceğim kızı bulup çarpmıştım ben. Neyseki zamanında frene basmayı başarmıştım da kötü bir şekilde yara almamıştı.

Hemen arabadan inip Yıldız'ın yanına gelmiş iyimi diye kontrol ederken kısa bir an göz göze gelmiştik. Ardından bilincini kaybetmişti.

Trafiğe bakmadan koşarak karşıya geçmeye çalışması onun suçu olsada kahrından ölecek gibi hisseden ben olmuştum.

Yıldız'ı hemen alıp hastaneye götürmüş, kız tedaviye alınırken bende ailesine haber vermiştim. Ailesi hemen yola çıkmıştı. Ama kısa süreliğine Yıldız'a aldığım hediye için ayrılmak zorunda kalınca geri geldiğimde ailesinin heber vermeden onu alıp gittiğini öğrenmiştim.

Tekrar görme şansım ancak nikâh dairesin önünde ayak üstü yüzükler takılırken olmuştu. Ne kadarda hızlı gelişmişti herşey.

Şimdi ise resmen evlenmiş ve buradaydık otel odasının önünde. Ona kötü geçirdiği günleri bir bir unutturabilir onu mutlu edebilirdim. Yeter ki oda beni kabul etsindi.

Odanın kapısını açtığımda yavaşça içeriye girerek odanın ortasında durdu. Gül yaprakları ile süslenmiş yatağa bakıyordu.

Kapıyı kapatıp ceketimi çıkararak kenara bıraktıktan sonra ağır adımlarla yanından geçerek tam önünde durdum. Bir melek kadar güzeldi.

Beyaz tül duvağının altındaki güzel yüzü ayı, yıldızları bile kıskandırırdı. Duvağının uçlarından tutarak yukarıya doğru kaldırıp dağınık topuz şeklinde yapılmış ve canlı beyaz güller takılmış saçlarının üzerinden geçirip arkasına doğru bıraktım. Her zaman güzeldi Yıldız ve yine çok güzel görünüyordu. Öyleki gözlerimi ondan alamıyordum.

İki parmağımla küçük çenesini tutarak nazikçe yukarıya doğru kaldırdım. Gözlerini inadına aşağıda tutuyordu. Hiç mi merak etmiyordu yüzümü. Kulağıma gelenlere göre evlenmeyi kabul etsede görmek istememişti ne beni ne resimlerimi. Ömür boyu yüzüme bakmak istemiyordu galiba. Oysa kısa bir an görmüştü. En azından gözlerimi.

Sessizce gülümsedim haline. Alnından öpmek için eğilirken aniden,

" Banyoya girmem lazım."

Dedi. Sesindeki panik açıkça belliydi. Kısa bir an yüzünde gezdirdim gözlerimi. Sonra bir adım geriye çekilerek elimle banyo tarafını işaret edince eteklerini tutarak hızla banyoya yürüdü, içeriye girdi ve kapıyı kapattı.

Farkındaydım, benden kaçıyordu. Kollarımı göğsümde birleştirip derin bir nefes alıp verdim. Hayvan gibi üzerine atlatacak değildim oysa. Sakin ve sabırlı olacak, istemediği hiç bir şeye zorlamayacaktım onu.

Bir süre öylece bekledim. Bu süre içinde banyodan çıkmayınca sonunda merak edip kapıya yaklaştım. Boğuk çıkan sesini duydum. Ağlıyordu. Bu evliliği gerçekten istemiyordu belliydi. Belkide kendince haklıydı ama çok geçti. Evlenmiştik artık. Ve bu dünyada onun yaralarını severek sarabilecek tek kişi bendim. Onunla konuşmak ve rahatlatmak için içeri girmeden önce kapı aralığından içeriye baktım. Gördüğüm Yıldız ve elinde tuttuğu şeyle yaşadığım kısa bir şoktan sonra içeriye daldığım gibi havadaki ve önündeki kolunu yakalayıp sıkıca tuttum. Yapacağı şeye son anda engel olmuştum.

" Bırak! "

" Bırak beni, engel olma bana, bırak! Tek kurtuluşum bu, bırak!"

Diye bağırırken bir yandanda benden kurtulmaya çalışıyordu.
Bu kadar mı kötüydü ruh hâli. Bu kadar mı istemiyordu bu evliliği, beni? Elindeki şeyi bırakmasını sağladıktan sonra sıkıca sarıldım. Yıldız'ı kendime bastırırken kulağına doğru eğildim.

" Yapma!" Dedim.

Beni duydumu bilmiyorum. Ama aynı anda kapanan bilinciyle kollarımın arasına yığılıp kaldı.

Sinir krizi geçirmiş, bayılıp kalmıştı.

" Yıldız! " Dedim korkuyla sol kolumun üzerine yatırarak. Ardından elimle yanağına hafifçe birkaç kez vurarak yeniden seslendim.

" Yıldız!
Yıldız cevap ver.
Yıldız! "

Ama olmadı uyanmadı.
Yerimde doğrulup Yıldız'ı tek hamle ile kucağıma alıp odaya döndüm. Gelinliğinin altındaki elimin ucuyla yatağın üzerindeki gül yaprakları ile süslenmiş örtüyü tutup çekerek yere attıktan sonra Yıldız'ı yatağa bıraktım. Elimi boynundaki damara koyarak kalp atışlarını ve nefesini kontrol ettim. Düzensizdi.

Telefonumu çıkarıp hemen bir arama yaparak kulağımla omuzumun arasına sıkıştırdım telefonu.

Telefon çalmaya devam ederken bende bir yandan Yıldız'ı yavaşça yanının üzerine çevirdim. O sırada sağ elinin parmaklarındaki kanlar çekti dikkatimi. O keskin şeyi nasıl sıktıysa artık parmak uçlarında kesikler oluşmuştu.

Tekrar gelinliğe odaklandım. Üzerindeki gelinlik korseliydi ve sıkı sıkıya bağlanmış olan ipler nefes alışını etkiliyordu. Bu yüzden hemen sırt bölümündeki ipleri gevşeterek rahat nefes almasını sağladım.

Bu arada telefon hâlâ çalıyor ama açılmıyordu. Sinirle elime alıp ekrana baktım. Numara ve isim doğruydu ama açılmıyordu.

" Neden açmıyorsun be kadın."

Son bir kez daha çaldıktan sonra nihayet açılan telefonla,

" Hülya hemen beş yüz beşe gel! Çabuk!"

Dedim.

" Beş yüz beşe mi?
N-neden? "

" Soru sorma Hülya!
Hemen gel! Çantanı da al! "

Diyerek kapattım. Hülya yakın tanıdığımdı ve bu otelin doktorluğunu yapıyordu.

Elimdeki telefonu yatağın boş tarafına attıktan sonra Yıldız'a döndüm. Önce ayağındaki ayakkabıları çıkarıp yere attım. Ardından gelinliğinin arkasındaki ipleri tamamen çözüp sırt bölümünü esneterek genişlettim ve tekrar sırt üstü çevirdim Yıldız'ı. Gelinliğini omuzlarından aşağı indirdim sonrada belinden ve kalçalarından geçirip üzerinden tamamen çıkardım.
O an karşımdaki nefes kesen vücuda takılıp kalan gözlerimi ancak çalan kapıyla ayırabildim.

Kendime gelir gelmez yatak örtüsünün bir tarafını üzerine çekip örttüm. Sonrada koşar adım gidip kapıyı açtım. Karşımda şaşkın ve nefes nefese bana bakan kadını kolundan tutarak önce etrafı kolaçan edip içeriye çektim.

" Ne oldu burda? "

Dedi hızlı adımlarla Yıldız'ın yanına gelerek.

" Sinir krizi geçirdi.
Kendini öldürmek istedi."

" Ne? "

Sinirle bir yerdeki gelinliğe bir bana baktığında gözlerimi devirdim.

" Ben bir şey söylemedim. Yapmadımda. Abaza biri olmadığımı biliyorsun her halde.
Gelinliğini bile yeni çıkardım rahat nefes alsın diye. Deli bağlar gibi bağlamışlar."

Hülya sessizce önüne döndü. Çantasından tansiyon aletini çıkarıp Yıldız'ın yanına oturup tansiyon aletini koluna takıp ölçmeye başladı. Bu sırada bende Yıldız'ın diğer yanına geçip yatağın ucuna oturdum. Canını yakmamaya özen göstererek hâlâ saçlarında takılı olan duvağını çıkardım.

Ardındanda saçlarındaki beyaz gülleri tutan tel tokaları birer birer alırken saçının bir telinin bile kopmamasına dikkat ettim. Saçlarındaki gereksiz herşeyi alıp komodinin üzerine bıraktıktan sonra başını yavaşça kaldırıp açılan saçlarını yine yavaşça arkasına ve iki yanına bıraktım. Güzel görünmek için hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. O zaten çok güzeldi.

Tansiyonunu ölçen Hülya gördüğüne inanmayarak ikinci kere ölçtü. Sonra üçüncü kere.

" Alet mi bozuk." dedim sinirle.

" Hayır tansiyonu dengesiz. Geçirdiği kriz yüzünden olmalı."

Dedikten sonra üzerindeki örtüyü biraz açıp kalbini dinledi.
Sonra yerinde doğrulup bir kaç saniye düşündükten sonra çantasından bir serum çıkardı.

Yatağın baş ucunda takılı tabloyu indirip kenara bırakarak altındaki çiviye astı serum torbasını. Ardından elinin üzerine damar yolu açarak serumu kelebeğe bağladı.
Yine çantasından bir ilaç ve enjektör çıkararak ilacı enjektöre çekip seruma ekledi. O bunları yaparken ben sadece izledim. Sonunda,

" Ne verdin? " diye sorduğumda,

" Tansiyonunu dengeleyecek ve rahatlatacak bir ilaç. Bir süre de uyur, sakinleşir, rahatlar."

" Sağol."

" Önemli değil, görevim. Görünen o ki olanlardan fazlasıyla etkilemiş. Sende ona karşı sabırlı ol. Kendini toparlaması için zaman tanı."

Bizim bildigimiz herşeyi Hülya'da biliyordu. Nikahtan önce buraya geldiğimizde anlatmıştım. O konuşurken benim gözlerim Yıldız'a kaydı.

" Hülya... Bu olanlardan kimsenin haberi olmasın."

" Merak etme sen.
Bir kaç saat sonra yine uğrarım."

" Tamam."

Hülya tansiyon aletini alıp çantasına koyarak kapattıktan sonra odadan çıktı. Onun ardından odadaki sandalyeyi yatağın kenarına çekip oturarak karşımdaki yüzü izlemeye başladım.

Kaderin cilvesine bak ki her gün gördüğüm, göre göre içten içe birşeyler hissettiğim ama bana bakarken bile beni görmeyen bu kız şimdi benim karımdı.

" Cilveli kader."

Derken zihnim o güne döndü.

*****

O sabah babamla birlikte hastaneye gitmiş doktoruyla konuşmuştuk. Ama değişik hiç bir şey söylememişti doktor. Kafasındaki illet olduğu gibi duruyor, neyseki büyümüyordu. Dönüş yolunda ikimizde sessizdik. Çiftliğe yaklaşırken sessizliği bozan babam oldu.

" Sana söylediklerimi daha ciddi düşünmeye başlamalısın evlat."

Bir yandan aracı kullanıyor bir yandan babamı dinliyordum. Başımı anlık babama çevirip tekrar önüme döndüm.

" Tanıdığım çok. Eh sende maşallah yakışıklı bir delikanlın. İyi bir gelin bulurum sana."

" Baba benim evlenmek gibi bir derdim yok. Sen beni değil kendi sağlığını düşünmelisin. "

" Bak oğlum.
Artık genç değilim. Dahası, hastayım, ölüm kapıma yakın.
Ben ölüp gitmeden önce senin evlendiğini, yanında hayat arkadaşının olduğunu görmek istiyorum...

Yalnızlık çok zor be oğul. Sen olmasan, çiftlik olmasa ben annenin yokluğuna nasıl dayanırdım bilmiyorum. Benden sonra senin de yalnız kalacağın düşününcesi içimi yakıp kavuruyor.

Bu yüzden en yakın zamanda mürüvvetini görmek istiyorum. Gel beni dinle. Bulayım sana iyi bir kız evlen. Kendi aileni kur."

Derin bir nefes alıp verdim. Ne diyebilirdim ki. Bu şekilde mutlu olacak, daha huzurlu hissedecekse kabul edecektim. Bu düşünceyle sessiz kaldım.

" Sessizliğini kabul ettin olarak kabul ediyorum." Dedi.

Yol bitmiş çiftliğe gelmiştik. Konya Ereğli de ki çiftlik babama dedelerinden kalan çok büyük bir arazi üzerine kurulmuştu. Bize aitti yani.

Bu bölgedeki bir çok çiftlik gibi bir yanında büyük bir hara, bir yanında restorant bir yanında binicilik kulübü ile büyük bir çiftlikti bizimkide. Hem at yetiştiriyor ve satıyor hem çocuklara ve yetişkinlere binicilik dersleri veriyorduk. Buraya gelen ziyaretçilerimiz içinde restorantımız kahvaltı ve yemek servisi yapıyordu. Hatta mangal çeşitleri vardı isteyenler için.

Buranın her taşında, ağacında, otunda emeği vardı rahmetli annemin ve babamın. Babam daha uzun yıllar burada kalmak istesede korkarım zamanı yoktu. Bunları tekrar tekrar düşünmek ise sol yanımda sürekli bir sızı olarak duyuyordu.

Çiftliğe demir, at kabartmalı kapıdan girip eve doğru ilerledim.

 

Aracımı evin önüne çekerken çiftlikteki sağ kolum Kadir evin önünde bizi bekliyordu. Arabadan iner inmez yanımıza geldi.

" Hoşgeldiniz abi. İyi haberler getirdiniz inşallah. "

 

Babam cevap vermeden eve doğru yürürken ben başımı iki yana salladım. Kadir de sessiz kaldı benim gibi. Sonra,

" Abi sırası değil biliyorum ama Melis burada. "

" Neden burada. Yoksa Alaca mı? "

" Evet abi. Durumunu beğenmedim o yüzden çağırdım."

Bozuk olan moralim dahada bozulmuştu. Alaca burdaki bir çok atın annesiydi ve yaşlanmıştı artık. Son zamanlarda da sık sık hastalanır olmuştu.

" Yahya yokmuydu neden Melis?"

" Abi Yahya başka bir çiftliğe gitmiş. Doğum için."

" Anladım."

" Ben arabayı çekeyim abi."

" Tamam." diyerek hızlı adımlarla Alaca'nın olduğu ahıra giderken Alaca'nın biraz daha yaşamasını diliyordum.

Az sonra ahıra girip Alaca'nın olduğu bölüme yürüdüm. Veterinerlerimizden biri olan Melis yerde yatan Alaca'nın yanında ve elindeki şırıngadaki ilacı enjekte ediyordu.

Melis'in burada olmasından hoşlanmıyordum. Çünkü bana takıntısı vardı. Sürekli sırnaşması sinirimi bozuyordu. Bu yüzden onun değil Yahya'nın gelmesini istiyordum. Ama ne hikmetse her seferinde Yahya başka bir yerlerde oluyordu. Bu durumu Melis'in ayarladığıdan adım kadar emindim ama yapacak bir şeyim yoktu.

Alaca'nın yanına gelip bir dizimin üzerine çöktüm. Elimi alnına koyarak severken Melis'e bakmadan sordum.

" Kötü mü? "

" Çok değil. Sabaha toparlar. "

" Sevindim. " derken Alaca'ya doğru eğilip,

" Merak etme güzel kızım. İyi olacaksın. " Dedim.

Zavallının uykulu gözleri boşluğa bakıyordu. Yerimden kalkıp yanındaki battaniyesini alıp üzerine örttüm.

Melis yerden kalkınca birlikte bölümden çıkarken,

"Sağol. Sen gidebilirsin geç saate kalma. Ben kontrol ederim."

" İstersen burada kalabilirim sorun değil."

" Gerek yok Melis.
Ben yanında olacağım.
Gerekirsede gece Yahya'yı çağırırım."

Dediğimde,

" Yeter ama! " Dedi bir anda sinirle.

" Neden benden kaçıyorsun Göktuğ. Neden beni ve sana olan duygularımı görmezden geliyorsun? "

Diye çıkışırken yaklaştı, tam önümde durdu.

" Neden seni sevdiğimi, seninle olmak... Senin olmak, istediğimi anlayamıyorsun? "

Gözleri gözlerime bakarken ellerini göğsümün üzerinde hissettim. Elleri gömleğimin üzerimde gezerken bir süre o şekilde göz göze kaldık. Onun niyeti olmadığı için bileklerinden tutarak yavaşça aşağı ben indirdim ellerini. Hareketini ve sözlerini umursamadan,

" Kadir'e söylerim seni bırakır."

Diyerek arkama dönüp Alaca'nın bölümüne geri girdim. Saniye beklemeden arkamdan gelip

" Sen ne biçim erkeksin beh!"

Diye bağırdı.

Duyduğum şeyle kan beynime sıçradı resmen. O kadar öfkelenmiştim ki dişlerim birbirine geçerken donup kaldım. Hırsla arkamı dönerek Melis'i kolundan tuttum.

" Ne dedin sen?! "

Pis bir gülümseme ile gözlerime dikti gözlerini.

" Yoksa erkek değil misin diyorum? "

Dedi. Bilerek yapıyordu. Bilerek öfkelendiriyordu. Güya beni oyuna getirecekti. Daha da yaklaşarak bedenini bedenime dayadı. Başını bana doğru kaldırıp gözlerime bakarak,

" Ya ne? Sana kendimi sunuyorum ama oralı bile olmuyorsun! "

Diye ekledi.

" Göktuğ...
Seninle bir gece için herşeyi yaparım diyorum. Erkek değil misin?"

Sonunda sabrımı taşırmayı başarmıştı. Melis'i çenesinden tuttuğum gibi arkasındaki duvara yasladım. O düşük çenesini daha da kavrayarak sıkarken eliyle bileğime sarıldığında yüzümü yüzüne doğru yaklaştırdım. Resmen hırlayarak,

" Melis... Kaşınma!
Sana öyle şeyler yaparımki bir hafta kıçının üzerine oturamazsın."

Dedim bütün öfkemle.
Gözleri hâlâ gözlerimde bana bakarken korkudan çok, istediğini yap bakışı vardı. Bu yaptıklarıyla bardağı taşırmıştı ve bu kadar yeterdi.
Bundan sonra bu çiftliğe adımını dahi atamayacaktı.

Kolundan sıkıca tutup bölümden çıkarttım Melis'i. Sürüklercesine bir kaç adım yürütüp çıkışa doğru savurdum.

" Beni daha fazla sinirlendirmeden defol git! Bir daha da geleyim deme karışmam! "

Sıktığı yumrukları ve nefret dolu bakışlar attıktan sonra,

" Aptal." Dedi.

" Aptalın tekisin! "

Sonra da çıkışa doğru yürüdü ve çıkıp gitti.

*****

O günün üzerinden iki gün geçmişti. Akşam yemeğinde babamla oturmuş yemeğimizi yiyorduk. Babamın yüzünde son zamanlarda göremediğim bir tebessüm vardı.

" Baba hayırdır? Nedir seni böyle gülümseten."

Bir kaç saniye gözlerime baktıktan sonra elindeki kaşığı tabağının yanına bıraktı.

" Senin için iyi bir eş, benim için iyi bir gelin adayı buldum. Eski bir arkadaşımın kızı."

Söyledikleri beni şaşırtsada onu mutlu görmek hoşuma gitmişti. Elimdeki kaşığı bırakıp arkama yaslandım. Derin bir nefes alıp verdikten sonra konuştum.

" Kimmiş bu arkadaşın?"

" Osman Yavuzlar."

" Yavuzlar mı? "

" Kızının adı Yıldız Yavuzlar. "

" Yıldız? "

Duyduğum isimlerle şok olmuştum.

Bu oydu. Yıldız Yavuzlar. Üniversiteyi okurken çalıştığım kafeteryaya her gün gelen, her gördüğümde zihnimde yer eden kız. Bana baksada beni görmeyen ama kalbimi kendine çeken kız. Babamın hastalığını öğrenip Konya'ya dönmek zorunda kaldığımda kalbimin yarısını İstanbul da bırakmamın sebebi olan kız.

Nerden bilirdim babamın yıllarca zihnimde kazılı kızı bana eş kendine gelin seçeceğini.

Cilveli kader...

***************************

Eveet canlar bölüm sonu ve herşey daha yeni başlıyor. Gelecek bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın.

 

Loading...
0%