@azamet_29_2
|
Önce yutkundum elimde olmadan. Sonra başımı yavaşça yukarıya doğru kaldırdım. Görüş alanıma önce uzun boyu sonra kirli sakalı sonra ince dudakları ve gözleri girdi. Gördüğüm yüz ile kalakaldım. " Gökyüzü." dedim mırıltılı sesimle şaşkındım. Oydu. O gün bana çarpan araçtan inip yanıma gelen kişi. Bana bakan mavi gökyüzü gözlerin sahibi. İnce bir gülümseme vardı yüzünde. Histerik bir gülümsemeden sonra, " Hayret! " Dedim tekrar önüme dönerken. " Aptala benzemiyorsun oysa! " Yavaşça odadan çıkıp asansöre doğru yürüdüm. Kısa süre sonra hızlı adımlarla arkamdan gelirken, " Ne demek istiyorsun? " Dedi. Başım önümde asansörün düğmesine bastım. Asansörün gelişini beklerken gelip o da bana yetişip yanımda durdu. Yüzümü izlediğini biliyor, hissediyordum. " Benimle evlenmek için aptal olmaktan başka bahanen olmasa gerek." Nihayet gelen asansörün kapısı açılıp içeriye girerken, " O halde gönüllü bir aptalım ve şikayetim yok." Dedi. Gerçekten aptalsın. Dedim içimden. Aşağı doğru haraket eden asansör nihayet zemin kata gelip durdu. Kapısı yeniden açıldı. Birlikte çıkarak kahvaltı yapmak için restorant bölümüne doğru yürüdük. Bizim gibi diğer misafirlerde kahvaltı için inmişler, oldukça kalabalıktı. Boş olan masalardan birine geçerek oturduk. Başım hâlâ önümde ki masaya bakıyordum. Göktuğ'un sesini duydum o ara. " İstediğin özel bir şey var mı? " " Farketmez." Dedim mırıltıyla. Sessiz kaldı. Israr etmedi sık boğaz etmek istemiyordu belkide. Her şeyden getirin dedi garsona. Beş on dakika sonra üç garson genç arka arkaya ellerinde tepsilerle geldiler. Mutfakta ne varsa hepsinden biraz gelmişti masaya. Servisi yaptıktan sonra, afiyet olsun. Diyerek uzaklaştılar. Sesizce önüme daha doğrusu kucağımdaki ellerime bakmaya devam ediyordum. Canım hiç bir şey yemek istemiyor sadece bir an önce gitmek istiyordum bu otelden de, bu şehirden de. Gaziantep, Urfa yada köy ağalığı umrumda bile değildi. Hiç bir yer şuan bana buradaki insanlardan ve bu şehirden daha kötü görünmüyordu. " Hadi başla." dedi Göktuğ. Yumuşaktı sesi. " İki gündür boğazından bir şey geçmedi." " Aç değilim, canım istemiyor." Dedim yine mırıltıyla. İstesem de yiyemezdim şuan, çünkü boğazımda kocaman bir yumru var gibi hissediyordum. " Bir şeyler yemezsen tansiyonun düşer. Kahvaltıdan sonra yola çıkmak istiyorsan yemelisin. Yoksa gidemeyiz!" Dedikten sonra tabağımın yanındaki çatalı alarak masadaki her çeşitten biraz bıraktı tabağa. Burada bir dakika daha durmak istemezken bir gün daha kalamazdım. " Hadi başla." Diyerek ısrar edince tabaktaki çatalı elime alarak peynirden küçük bir lokmayı bölüp ağzıma attım. Ama o minik lokma ağzımın içinde büyüdü, büyüdü kocaman oldu sanki. Yutamadım. Dahası olanların yeniden aklıma gelişinin ardından gözlerim dolmaya başladı. Benim burada bu otelde, hakkında ayakkabı sesinden ve parfüm kokusundan başka hiç bir şey bilmediğim bu adamın yanında ne işim vardı. Ailem nerdeydi. Annem babam... Önümdeki tabaktan zar zor birkaç lokma daha yedikten sonra kusacak gibi hissedince çatalımı tabağımın kenarına bırakarak yanındaki çay bardağımdan bir yudum alıp güçlükle yuttum. Ardından ellerimi yine kucağımda birleştirdim. Daha fazla yiyecek durumda değildim. Kısa bir süre daha o şekilde bekledikten sonra yine onun sesini duydum. " Kalkalım mı? " Konuşmak yerine başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Konuşmaya başlasam konuşamayacak, yetmezmiş gibi iki gözüm iki çeşme ağlayacaktım çünkü. ***** Yarım saat kadar sonra otelin önündeydik. Bavullarımız belboylar tarafından bagaja yerleştirilmiş bizde otelden resmen ayrılmış, yola çıkmak için hazırdık. Nikâhtan sonra bindiğimiz büyük Jeep otel önünde bizi bekliyordu. Göktuğ valenin uzattığı anahtarı eline alıp genç çocuğa bahşişini verdikten sonra arabanın yanına geçti. Sağ kapıyı açarak, " Yıldız.." Dedi sesini yumuşak tutarak. Başım yine önümde ağır adımlarla yürüyerek yanına kadar gelip durdum. Kısacık bir an tereddüt ettim. Ya hata yapıyorsam, ya pişman olursam onunla gittiğim için diye düşündüm. O an ölümü bile göze almış biri olduğumu hatırlayınca hiç bir şey daha kötü olamaz dedim içimden. Sonra da öndeki yolcu koltuğuna geçip oturup ellerimi kucağımda birleştirerek derin bir nefes alıp verdim. Göktuğ kapıyı yavaşça kapattıktan sonra önden dolaşarak direksiyon tarafına geçip oturdu. Motoru çalıştırıp gaza bastığında araç otelin önünden hareket etti. Az sonra park alanından çıkıp yoğun trafiğe girmiş adım adım ilerliyorduk. Göktuğ gözleri bir trafikte bir bende, " Yola çıkmadan önce ailenle tekrar görüşmek ister misin? " Diye sordu. Kendince düşünceli davranıyordu. Ama boşa çabalıyordu. Başımı cama çevirip yorgun sesimle, " Bir ailem yok artık.." Boğazımda hissettiğim yumru şuan kalbimin ûzerindeydi. Yine cevap vermeden sessizce önüne dönüp sürmeye devam etti. Bir kaç dakika sonra, " Ankara'ya kadar durmadan gideceğiz. Ankara'da bir mola verip oradan devam ederiz. " Benim için fark etmez. Nasıl istiyorsan öyle yap." ***** Söylediği gibi Ankara'ya kadar hiç durmadan ilerledik. Sakarya, Bozüyük, Eskişehir derken sonunda Ankara il sınırına girdik. Yol boyunca önümden sıra, sıra geçen araçları, ağaçları ve yılan gibi kıvrıla kıvrıla uzayan yolları izledim sadece sessizce ve camdan. Hem izledim hem düşündüm. Dört saat kendimi ve hayatımı sorgulamak için yetmişti. Ama anlamama yetmemişti. Fakat şunu iyi öğrenmiştim artık. Doğduğum andan beri Yavuzlar alilesinin bir üyesi olsamda aslında hiç oraya ait değilmişim. İlkokuldan başlayarak hayatıma giren arkadaşlarımı düşündüm sonra. En candan olanlar ilkokulda onlarmış aslında. Çünkü o yaşlarda oluyor sevgi en koyu ve saf haliyle yüreklerde. Özellikle bir çocuk vardı, çok tatlıydı. Emre... Gözlerindeki gözlük şişe dibi gibiydi. Ameliyat olmak için biraz daha büyümesi gerektiği için o şişe dibi gözlüklerle gezerdi ama hiç bir çocuk onunla alay etmezdi. Sonraları değişiyor insan. Yalanı gördükçe, öğrendikçe, büyüdükçe başlıyor ihanetler iki yüzlülükler, sahtekarlıklar ve çıkarlar. Sonra bir bakmışsınız arkadaşım dediğiniz ve sandığınız insanlar sadece kendi çıkarları için yanınızdaymış meğer. " Yıldız... Göktuğ'un cümlesi ile çıktım düşünce girdabının derinliklerinden. " Yemek yer, biraz dinlenir, benzin alır ve devam ederiz." " Olur." Dedim sadece. Yirmi dakika kadar sonra Mogan gölü yakınlarındaydık. Gölbaşı'a girerek gölün sağ yakasındaki mekanların olduğu tarafa yönelerek ilerledik. Bir süre sonra da mekanlardan birinin önündeki araç park yerine geldik. Önden Göktuğ indi. Kollarını iki yana ve yukarıya doğru kaldırarak esnedi. Neredeyse beş saattir direksiyondaydı. Yorulmuş olmalıydı. Kapıyı açıp ben indim sonra. Bacaklarımın uyuştuğunu hissederek bir kaç adım attıktan sonra gölün yanındaki mekanı izledim bir kaç saniye.. Daha önce Gölbaşı'na gelmemiştim hiç. Küçük ve şirin bir ilçeydi. Geldiğimiz bu mekanda hemen gölün yanında, bir tarafı göle bakıyordu. Arkamdaki ayak seslerini duydum. " Hadi gel! " Derken yanımda durdu Göktuğ. Elini kaldırdığını görünce dokunmasına izin vermemek için öne doğru adımlayarak girişe doğru yürüdüm. Boş kalan tek masaya doğru ilerledikten sonra oturduğumda Göktuğda hemen karşıma oturdu. Gözlerimi kucağımdaki ellerimden yan tarafımdaki manzaraya çevirdim. Mekânın yeşillik olan bahçesi mavi göl ve mavi gökyüzü ile uyum içindeydi. Hoş bir mekandı. Sanırım bu yüzdendi mekânın dolu oluşu. Az sonra genç bir garson elinde menü ile gelerek önümüze bırakıp bir adım geri çekilerek beklerken, Göktuğ eline aldığı menüye baktı. " Ne yemek istersin." diye sorarken başını kaldırıp bana baktığında gözlerinden uzaklaştırdığım gözlerimi ellerime çevirdim yine. " Ben acıkmadım." " Yıldız..." Dedi. Üzgün gibi çıktı sesi. " Farketmez." Dedim o zaman. " Sen seç ben ellerimi yıkamak istiyorum." Diyerek masadan kalktığımda garson lavaboların olduğu tarafı gösterdi. İçeriye girip kasanın arka tarafında kalan lavabo bölümüne geçtim. Bayanlar için olan bölüme girip önce ellerimi yıkadım ardından aynada kendime baktım. Ama gördüğüm yorgun yüz ben sen değilim diyordu. Gözlerim sağanak sağanak dolunca lavabonun önüne çöküp dizlerime dayadığım kollarıma kapanarak hıçkırara, hıçkıra ağlamaya başladım. Ben bunu hak etmemiştim. Bu kadarını da gerçekten hak etmemiştim. Umut'a kızdım. Kendime kızdım. Kızdıkça daha çok ağladım, ağladıkça daha çok kızdım. En başta kabul etmemeliydim bu evliliği. En başta önce o Umut'u sonrada kendimi öldürüp bu duruma düşmemeliydim. İçeriye giren kadınların ayak seslerini duyunca hemen ayağa kalkıp musluğu açarak elimi yüzümü yıkadım yeniden. Sonra da kurulayıp aynaya ve kızarmış gözlerime baktım son kez. Ellerimi mermere dayayarak derin bir nefes aldım ve lavabodan çıkıp mekânın içinden geçerek yeniden balkona doğru ilerledim. Geldiğimde masa hazır Göktuğ beni bekliyordu. Kalktığım sandalyeye geçip oturduğumda bu kez Göktuğ ayağa kalkarak, " Sen başla ben de ellerimi yıkayıp geleyim." Dedi. Yine sessiz başımı salladım sadece. Yerinden kalkıp içeriye doğru yürürken yanından geçerek çıkan iki kızı gördüm. Bir tanesi boynu kırılacak kadar arkasına dönmüş Göktuğ'a bakarak yürürken neredeyse düşüyordu. " Kankaa çok yakışıklııı! " " Kızım bu nerden düşmüş buraya. Kesin buralı değil." " Ay numarasını istesem verir mi? " " Yaa vermez ki! " Her gördüğü erkeğe aşık olan ergen kızların aşk dolu bakışlarından çektiğim gözlerimi yeniden çevirerek önümde ki bir bardak suyu alıp içtim. Sıcaktı ve gerçekten susamış hissediyordum. Bir kaç dakika sonra içerden çıkan Göktuğ ergen bakışlar eşliğinde masaya gelip oturduğunda kızların yüzü asılırken bir ona bir bana baktılar. " Başlamamışssın.." " Acıkmadım demiştim." " Sabahta yemedin. Böyle giderse hasta olacaksın, hadi başla. Lütfen.." Önümdeki ılıyan çorbaya baktım. Aşağı yukarı bir saat süren yemek faslında yemek yemekten çok tabağımdakileri karıştırmış bol bol olanları düşünmüş, içime içime öfke patlamaları yaşamış, bu yaparken yine dudağımı dişlerimin arasına almış, ezmiş hâlâ da eziyordum. " Yapma.." Duyduğum kelime ile gözlerimi anlamaz şekilde Göktuğ'a çevirdiğimde farkettim acıyı. Gözleri dudaklarımda, " Yapma, yine kanattın." Dedi. Beni mi izliyordu? " Bir şeylere kızdığında kendi canını yakma." Başımı yine önüme çevirdim. Tabağımın yanındaki peçeteyi alıp sessizce dudağıma bastırırken, " Kâhve alacağım sende ister misin? " Sorusunu duyduğumda başımı iki yana salladım. " Çay veya tatlı? " Başımı yine iki yana salladım. Gözlerimi yeniden göle çevirdim sonra. Bana kalsa kalkıp yola devam ederdim. Ama o yorgundu. Neredeyse beş saat araba kullanmış yorulmuştu. Bu yüzden o söyleyene kadar beklemeye karar verdim. Çağırdığında gelen garsona menüdeki kahvelerden birini gösterdi. Birde bu. Dedi. Sanırım yanına tatlı söylemişti. Garsonlar masayı toplayıp götürdükten beş altı dakika kadar geçti geçmedi garsonun sesini duydum. " Buyrun efendim. " Yok teşekkür ederim." " Afiyet olsun." Diyen garson uzaklaşırken önüme konan küçük kutu süte baktım. " Bu ne? " " Çilekli süt. " " Yine bir şey yemedin. Önümdeki kutu süte baktım bir süre. Göktuğ'un elini görmemle süt Göktuğ'un eline geçti. Arka kısmındaki küçük pipeti çıkarttıktan sonra sütün üzerindeki yere bastırdı. Sonra da tekrar önüme bıraktı. " Lütfen iç. Midene doğru düzgün bir şeyler girsin." Yavaşça aldığım kutu sütün pipetini dudaklarımın arasına alıp bir yudum çektim. Çilekli süt ve çilekli pastaya dayanamazdım. Küçüklüğümden beri en sevdiğim ikiliydi. Beni izlerken gülümsediğini gördüm. & Aradan geçen yarım saat kadar sonra geldiğimiz mekandan çıkıp aracımıza bindik. Göktuğ motoru çalıştırıp gaza basınca araç tekrar hareket etti. " Neden bu yoldan gidiyoruz? " Dedim durgun. " Efendim? " " Bu güzergah yolu uzatmıyor mu? " " Hayır aksine kısaltıyor." Aldığım cevapla öyle diyorsa öyledir diye düşünüp, susarak önüme döndüm. " Ama Konya'dan geçmek istersen oradanda geçebiliriz." " Hayır." dedim tek kelime. Ama neden bu kadar uzatıyordu yolu anlayamamıştım. Kırıkkale tarafından giderek de kısaltabilirdi yolu. Gaziantep'e kadar olan yol zaten uzunken daha da uzatması çok saçma görünüyordu bana. Yol üzerindeki en yakın istasyondan benzin deposunu doldurduk ve yola devam ettik. Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen yolda bir saat daha sessizce kıvrım kıvrım yolları, kenarlardaki ağaçları boş arazileri, yeşillikleri izledim. " Ayın kaçı acaba." Dedim kendi kendime. " Bugün yirmi yedi Haziran Perşembe." Göktuğ'un bana verdi yanıtla aslında kendi kendime değil de sesli konuştuğumu anladım. Tekrar cama çevirdim gözlerimi. Yanından geçtiğimiz tarlalar, bahçeler, meyve ağaçları... Önümden sıra sıra geçen trafik levhalarına takıldı gözlerim. Kulu ayrımını gördüm önce. Bir süre daha aynı yönde devam ederek ilerledikten sonrada Aksaray levhasını görünce aklıma Umut geldi. Adi herif dönem başında bu yaz seninle Aksaray'a gidelim. Oradaki yer altı şehrini gezelim demişti. Piç herif. Aklıma gelen şey yüzünden hem dişlerimi hem yumruklarmı sıkmaya başlamış, gelen gıcırtıları kendim bile duyuyordum. O anda yavaşladığımızı hissettim, sonra yine onu duydum. " Yıldız iyi misin? " Dedi endişeli. Anlaşılan tek duyan kişi ben değildim. " İyiyim, bir şeyim yok." " Mola verelim mi? " Hayır." Dedim. " Benim için durmana gerek yok." Araç yeniden hızlandı. Ama beynim rahat vermiyor, yaşadıklarımı gözüme gözüme sokmaya devam ediyordu. Kendi kendime yaşadığım sinir harbi yüzünden sonunda başıma ağrı girdiğini hissederken altımdaki aracın yavaşladığını sonra da durduğunu farkettim. Henüz gelmiş olamazdık bir sorun vardı galiba. Gözlerimi açarken Göktuğ'un arabadan indiğini gördüm. Sonra gittiği yöne doğru tam önümüze baktım. Arka arkaya birçok araç beklemedeydi. Sanırım bir kaza olmuştu ve Göktuğ bunun ne olduğunu anlamak için ayrılmıştı araçtan. Bir kaç dakika konuştuğu iki adamdan sonra tekrar hızlı adımlarla arabaya döndü. Direksiyona geçti ve oturdu. Bana dönerek, " İleride kaza olmuş. Meyve yüklü bir tır ile kamyon çarpışmış. Tır yola devrilmiş ve yolu tamamen kapatmış. Neyse ki yaralılar hafif atlatmış. Ama araçların ve tırın yoldan çekilmesini beklemek zorundayız, bir süre buradayız maalesef. Bu kötü oldu. " " Tamam." Dedim. Gözlerimi yeniden kapatacakken camdan dışarıdaki görüntüyü gördüm sonra. Evet canlarım bölüm sonu.
|
0% |