@azamet_29_2
|
" İleride kaza olmuş. Meyve yüklü bir tır ile kamyon çarpışmış. Tır yola devrilmiş ve yolu tamamen kapatmış. Neyse ki yaralılar hafif atlatmış. Ama araçların ve tırın yoldan çekilmesini beklemek zorundayız, bir süre buradayız maalesef. Bu kötü oldu. "
" Tamam." Dedim.
Her renkten çiçekler olan bir yer, sanki cennetten bir köşeydi.
İlk kez böyle, bu kadar güzel bir manzara görmüştüm. Neden ilk kez gördüğümü sorguladım. Cevap! Çünkü her yere uçakla gidiyor bulut görmekten topraktaki çiçekleri görmüyordum. Oysa o kadar güzel görünüyorlardı ki. Sonunda dayanamayıp kapıyı açarak aşağı indim. Gözlerim çiçeklerde ayaklarım kendiliğinden tarlaya doğru yürürken burnuma mis gibi kokular geliyordu. İstanbul'da bu koku ancak çiçekçilerde duyulacak bir kokuyken burada kendiliğinden olan bir kokuydu. Kaldı ki bu yabani çiçekler sanki daha güzel kokuyordu.
Ağır adımlarla çiçeklerin arasına doğru ilerleyerek durdum. Kendi etrafımda bir tur dönerek alabildiğine çiçeklerle dolu tarlaya bakarken derin bir nefes çektim o muhteşem kokudan. Duyduğum bu eşsiz koku ve haz beynimin bütün hücrelerine sanki hayat ve yaşama sevinci yüklüyordu.
Olduğum yere çömelerek tam önümdeki çiçeklere baktım. Her birini parmak ucumla okşayarak sevdim. Birinin üzerinde kırmızı kanatlı bir kelebek vardı. Ve dayanamayıp her birinden bir kaç tane kopararak toplanmaya başlayıp küçük bir demet yaptım.
İşim bittiğinde elimde tuttuğum demeti burnuma yaklaştırıp bir kez daha derin bir nefes çektim ve bu kokuyu zihnime kazıdım. Sanırım hayatım boyunca bu kokudan daha güzel bir koku duymayacaktım, yani öyle geliyordu bana.
Çünkü hiç bir parfüm hiç bir kolonya bu kokunun yerini tutamazmış gibi geldi o an. Bu kokuyu yanımda götürmek arzusuyla birkaç renk çiçek daha toplayarak elimdeki demeti büyüttükten sonra yerimde doğruldum. Tekrar derin bir nefes çektim burnuma dayadığım çiçeklerden. Ardından arabaya doğru döndüm. Gördüğüm şey yol açılmış, bütün arabalar gitmiş sadece bizim araba ve hemen yanında ayakta durarak beni izleyen Göktuğdu. O an ne zamandır buradayım acaba diye düşünmeden edemedim. Sanırım çiçeklerin arasında gereğinden fazla vakit geçirmiştim. Tarladan çıkıp arabanın yanına doğru gelirken,
" Kusura bakma galiba çok oyalandım." dedim gözlerim yine elimdeki demette.
" Önemli değil. "
" Neden seslenmedin bütün araçlar gitmiş."
" Halinden memnun çok huzurlu görünüyordun ben de rahatsız etmedim."
" Çiçekler çok güzeldi..."
" Evet çok güzeller ama senin kadar güzel değiller."
Anlık gözlerim gözlerini bulduktan sonra tekrar önüme dönerek,
" Gidebiliriz." Dedim.
Önünde durduğu yolcu kapısını açtı ve kenara çekildi. Bu bin demekti. Önünden geçerek koltuğa oturduğumda ardımdan yavaşça kapattı kapıyı. Sonrada hızlı adımlarla arabanın önünden geçerek kendi tarafındaki kapıyı açıp direksiyona geçti.
Motoru çalıştırıp gaza bastığında yavaşça hareket eden araç az sonra daha da hızlandı. Arabadaki saate baktım tekrar, altıyı geçmişti. Aslında bayağı oyalanmıştık yolda.
" Yola gece devam etmek zorunda kalacağız galiba."
" Sanmıyorum iki buçuk üç saatte varmış oluruz."
Şaşırarak Göktuğ'a doğru döndüm.
" İki buçuk üç saat derken?
" Gaziantep mi? Anlamadım? Gaziantep nereden çıktı? "
" Urfa'ya mı gidiyoruz yoksa. "
" Gaziantep mi?
Kaşlarım havada gözlerim açıldı.
" Anlamadım? "
Ben ona o bana anlamaz şekilde bakarken sonunda,
" Ben Gaziantep'e ya da Urfa'ya, ne bileyim öyle bir yere gittiğimizi zannediyordum. Bana senin için çiftlik ağası demişlerdi."
Anlık şaşkınlıkla bir anda gülmeye başladı. O gülüyor bense hâlâ şaşkın onu izliyordum. Ardından hemen kendini toparlayarak,
" Özür dilerim, yanlış anlama komiğime gitti. Çiftlik ağası ve ben. Düşünürken bile garip geliyor.
Evet bir çiftliğim var, yani bir çiftlik sahibiyiz babamla birlikte. Ama öyle köy ağası, çiftlik ağası ya da doğudaki herhangi bir aşiretin üyesi falan değilim.
Konya Ereğli'de kendimize ait bir çiftliğimiz var. At yetiştiriciliği yapıyor, binicilik dersleri veriyoruz. "
Duyduklarımla iyice şaşkına dönerken kendimi tamamen aptal biri gibi hissetmeye başladım. Aslında aptaldım ve daha da aptallaşmış gibi hissediyorum demek daha doğru olurdu. Cevap vermeden gözlerimi yeniden cama çevirerek yolu ve hemen yanımızdan sahne sahne geçen çiçek tarlaların izlemeye devam ettim. Ergen Yavuz benimle alay mı etmişti. Yoksa o da mı yanlış anlamıştı. Çünkü o demişti bana kocan ağaymış diye. *****
GÖKTUĞ'DAN
Aradan on onbeş dakika geçse de ben hâlâ içimden kendi kendime gülüyordum. Kendimi köy ağası olarak düşünmek gülmeme sebep oluyordu. Bir kaç dakika sonra sakinleşirken yanımda oturan kıza baktım. Zihnim sabaha döndü birden.
Dün Yıldız'la konuşup bu sabah otelden ayrılmak üzere anlaşmıştık.
Yıldız rahat uyuyabilsin diye geceyi koltukta geçirmiştim. Tabi sabah ister istemez sırt ağrılarıyla erkenden uyandım. Uyanır uyanmaz da banyoya girip elimi yüzümü yıkayıp çıktım. Ardından telefonumu çıkarıp çiftliği aradım. Kısık sesle bu akşam orada olacağımızı ve gerekli hazırlıkların yapılmasını istediğimi söylerken Yıldız da kalkmış banyoya giriyordu.
Az sonra telefonu kapattığımda Yıldız yine başı önünde gözleri yerde yatağın kenarına gelip oturdu. Yanına doğru gelip tam önünde durdum.
" Hazırsan önce aşağıda kahvaltı yapalım sonrada yola çıkarız." Dedim.
" Tamam." Dedi ayağa kalkarak. Sonra da yanımdan geçerek kapıya doğru yürüdü. O sırada,
" Yıldız! " Dedim aklıma gelen şeyle.
" Hımm."
Yanından geçerek önünde durdum. Yüzüne baktım... Pürüzsüz, güzel ama solgun ve bitkin görünen yüzüne.
" Hiç mi merak etmiyorsun? "
" Neyi? "
" Yüzümü."
" Hayır."
Dedi keskin ve kendinden emin ses tonuyla. Zaten bu cevabı beklediğim için sessizce kapıya doğru döndüm.
" Dur. " Dedi.
Durdum. Yavaşça arkama dönerek yeniden güzel yüzüne baktım. Vazmıgeçmişti?
Başını yavaşça yukarıya doğru kaldırarak yüzüme ve tam gözlerimin içine baktı ilk kez. Kalbim heyecanla atarken küçük bir gülümseme ile gülümsedim.
" Gökyüzü." Dedi, şaşkındı.
Hatırladığına sevinmiştim doğrusu.
" Hayret! " Dedi sonra, gözleri yeniden yere inerken.
" Oysa aptala benzemiyordun!"
Diyerek odadan çıktı.
" Ne demek istiyorsun? "
Dedim asansöre doğru yürürken. Yanında durdum asansörün gelişini beklerken.
" Benimle evlenmek için aptal olmaktan başka bahanen olmasa gerek."
" O halde gönüllü bir aptalım ve şikayetim yok."
Dedim. Birlikte asansöre bindik.
" Ne yemek istersin." Dedim..
" Farketmez." Dedi. Sesi yine sıkıntılı ve mırıltı şeklinde geliyordu.
Yanımıza gelen garsona her şeyden getirmesini söyledim. Az sonra üç tane garson ellerinde tepsilerle geldiler. Masayı donatıp servisi yaptıktan sonra afiyet olsun. Diyerek uzaklaştılar.
Önümde oturan kızı izledim bir süre. Kıpırdamadan sadece oturuyordu. Yemesi için ısrar ettim. Yinede birkaç lokmayı zor yedi. Kendimi onun yerine koyduğumda ne hissettiğini, neden yemek istemediğini anlayabiliyordum, bu yüzden bir süre kendi haline bırakmaya karar verdim. Eminim yakında düzelirdi. Çiftliğe bir dönelim oralar çok iyi gelecekti ona emindim.
Kahvaltıdan sonra hazırlanıp otelden ayrıldık. Ankara'ya kadar durmadan gideceğimizi söyledim yıldız'a. Onayladı. Geçen uzun dört saatten sonra nihayet Ankara'nın Gölbaşı ilçesine geldiğimizde Yıldız'a burada biraz mola verip dinleneceğimizi, yemek yedikten sonra benzin alıp devam edeceğimizi söyledim. Yine onayladı. Hiçbir şeye itiraz etmiyordu. Canından da dünyadan bıkmış, sadece itaat ediyor gibiydi hâli.
Daha önceden de bildiğim restorana getirdim onu da. Burası yemekleri ve manzarası ile güzel bir yerdi.
Tıpkı sabah olduğu gibi gelen yemeklerden yine bir iki lokma zor yedi. Masada oturduğumuz süre boyunca tabağındaki yemekleri karıştırdı durdu. Aklı karışıktı farkındaydım. Bir ara neye kızdığını bilmiyorum yine dişlerinin arasına aldığı dudağını ısırınca kanadığını gördüm. İçimde bir sızı hissettim o an. Ondan daha fazla yandı canım.
Yapma!
Dedim. Gözlerini gözlerime çevirip baktı.
Başkalarına kızıp kendi canını yakma..!
Biliyordum kızgınlığı ya bana ya da yaşadığı şeylereydi. Önüne döndü tekrar. Tabağının yanındaki peçeteyle dudağını sildi.
Çay ya da tatlı veya kahve ister misin?
Diye sordum, yine hayır! Dedi. Kendime kahve siparişi verirken onun için de çilekli süt istedim. Çillekli sütü seviyordu, biliyordum. Üniversiteye giderken çalıştığım kafeterya'ya her geldiğinde mutlaka çilekli süt isterdi. Bazen bir tane ile de yetinmez iki ya da üç tane içerdi.
Garson çocuk kahvemi ve sütü getirdiğinde kâhvemi önüme alırken sütüde alıp onun önüne bıraktım. Önünde çilekli süt kutusunu görünce şaşırarak baktı bana. Bu ne? Dedi.
Yine bir şey yemedin.
Dedim. Sadece bakıyordu.
" Lütfen iç. Midene doğru düzgün bir şeyler girsin." Dedim.
Böyle giderse zayıf düşen bedeniyle gerçekten hastalanacak diye endişeleniyordum. Yavaşça aldığı sütün pipetini dudaklarına arasına alıp bir yudum içti ve içmeye devam etti. Bu hâlini görünce kendim doymuş kadar iyi hissetmiştim.
Gölbaşı'ndan ayrıldıktan sonra yol üzerindeki en yakın istasyondan benzini fulledim ve sürmeye devam ettim. Bir aksilik olmazsa iki üç saat içinde Konya'da olacaktık.
Konya yolu üzerinde devam ederken gördüğümüz kaza yüzünden durmak zorunda kaldık. Yol üzerinde devrilmiş bir tır olduğu için yolu kapatıyor diğer araçların geçişine izin vermiyordu. Mecburen bir çekicinin gelip aracı kaldırılmasını beklerken Yıldız'ın arabadan indiğini, hemen yan tarafımızda bulunan çiçek tarlasına doğru yürüdüğünü görünce bende arkasından indim. Sanırım çiçek tarlası hoşuna gitmişti. Çiçeklerin arasına dalarak önce kendi etrafında bir tur döndü. Son günlerde ilk kez bu kadar mutlu görmüştüm onu ve yüzündeki farkında bile olmadığı gülümsemesini.
Arkasındaki ikindi güneşinin önündeki zarif bedeni, tenine dokunacak kadar şanslı olan çiçek demeti ile bir tablodan farksızdı. Şuan resmini çektiğimi bilse belkide bana kızacaktı. Ama resmini çekme isteğimi bastıramamıştım. Benim kaderimdeki Yıldız oydu. Toplamaya devam ettiği çiçeklerle elindeki demet dahada büyüdü. Bu sırada trafik açılmıştı ama ben hâlâ onu izliyordum.
İşi bitip bana döndüğünde ve trafiğin açılmış olduğunu gördüğünde neden çağırmadığımı sordu.
Halinden çok memnun ve huzurluydun. ben de rahatsız etmedim. Dedim.
" Çiçekler çok güzeldi."
" Evet çok güzeller ama senin kadar güzel değiller."
Gözleri anlık şekilde gözlerimden geçtikten sonra,
" Gidebiliriz." Dedi.
Arabaya tekrar binip yeniden hareket ettik.
" Yola gece devam etmek zorunda kalacağız galiba." Diyince,
Sanmıyorum iki buçuk üç saatte varmış oluruz. Dediğimde baya şaşırdı.
İki buçuk üç saat derken?
Meğer beni bir ağa ve doğuda bir şehre gittiğimizi sanıyormuş. Bu yüzden gülüyordum içime içime.
Neyse ki geçte olsa sormuş, doğruyu öğrenmişti. Şuana kadar yaptığı gibi yine ve hâlâ camdan dışarıyı izliyordu. Ama bu kez yorgunluktan gözleri kapanmaya başlamış o ise tam tersi şekilde açık tutmaya çalışıyordu.
Zaman daha da ilerlemiş, gün batarken girmiştim Ereğli sınırlarına. Yıldız da artık yorgunluğuna yenik düşerek koltukta sızıp kalmıştı. Biraz daha bastım gaza. Bir an önce çiftliğe gelmek istiyordum artık.
Bir süre daha yol aldıktan sonra hava kararmış, nihayet çiftliğin sınırlarına gelmiş at kabartmalı demir kapının önündeydim artık. Arabadan inmeden elimdeki kumandaya basınca kapıyı iki yana açıldı. İçeriye girdikten sonra yeniden kapattım. Devam ederek çiftlik evine doğru sürdüm.
On dakika kadar sonra nihayet çok özlediğimi hissettiğim evimde ve çiftliğimizdeydim. Hemde sevdiğim kadınla birlikte.
Aracım durduğunda, babam, Kadir ve Ayşe abla karşıladılar bize. Araçtan inerken Kadir koşar adım gelip hoşgeldiniz abi diye bağırdığında anında sus işareti yaptım. Kadir susarken babam elleri arkasında gülümseyerek ve ağır adımlarla yaklaşarak bir bana birde ön koltukta uyumakta olan gelinine baktı. Yanına gelip elini öperek sarıldım.
" Baba nasılsın? "
" İyiyim evlat..
Ardından Ayşe ablanın elini öperek sarıldım.
" Hoşgeldiniz oğul.
Babam, "Yolculuk nasıl geçti." Diye sorduğunda gözlerim Yıldız da cevap verdim.
" Yoruldu. Uyuya kaldı."
" Hadi bekleme.
Dediğini yapıp arabanın yanına gelerek kapısını yavaşça açtıktan sonra, ellerinde sıkı sıkı tuttuğu çiçeklerle birlikte Yıldız'ı yavaşça kucağıma aldım. Çok yorulmuş olmalıydı çünkü uyanmamıştı. Sonra eve doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde durdum. Önce eve sonra Yıldız'ın yüzüne baktım. Hafiften üzerine doğru eğildim.
Gökyüzüme hoşgeldin Yıldız'ım.
Dedikten sonra, Allah'ım bir ömür benim yanımda kalsın ne olur...
Merdivenlerden çıkararak odamızın önüne gelip kapıyı yavaşça açarak içeri girdim. Önce yenilenen odaya baktım. Yokluğumda odam yeniden düzenlenmiş evli yeni bir çifte uygun şekilde hazırlanmıştı. Ama bilmedikleri bir şey vardı. O da onunla aynı odayı paylaşmayacağımdı.
Ve bundan hiç kimsenin haberi olmayacaktı.
Kucağımda bir bebek gibi uyuyan sevdiğim kızı yavaşça yatağa bıraktım. Kolları iki yana düşerken elindeki çiçek demeti yanına düşerek dağıldı. Bir süre melek yüzünde takılı kaldı gözlerim. Ardından çiçekleri tek tek toplayıp yanı başına bıraktıktan sonra yatağın ucuna oturarak güzel ama yorgunluk çökmüş olan yüzünü izlemeye devam ettim bir süre daha.
Yerimden kalkarak üzerini örttüm sonra. Yavaşça kulağına doğru eğilip sesimi olabildiğince kısarak, ne olur benden gitmek isteme. Dedim.
Tam yerimde doğrulmuş ayağa kalkarken dudaklarının kıpırdadığını kirpiklerinin titrediğini görünce durdum. Mırıltılı sesiyle,
" Umut..." Dedi.
Duyduğum isimle hem şaşkın hem kızgın kaşlarım çatılırken, sol yanımda bir sızı hissettim. Yaptığı o kadar şeye rağmen yinede onun adını sayıklıyordu. Belki de hâlâ seviyordu onu. O an bu düşünceden nefret ederken beni sevebileceği ümidimin kırıldığını hissettim.
Güzel yüzüne bakarken boğazıma bir yumru oturdu. İzlediğim kapalı gözlerinden bir damla gözyaşı aktı yanaklarına doğru. Onun için mi ağlıyordu? Sanırım öyleydi..
Kimse için ağlama melek yüzlüm.
Yerimde doğrularak son kez baktım yüzüne. Ardından hüznümüde yanıma alarak arkamı dönüp kapıya yürüdüm. O anda yeniden duydum acı yüklü sesini.
Senden nefret ediyorum!
Ardından bir iç çekiş. Anında geri döndüm. Söylediği nefret yüklü cümle sızımı alıp götürmüştü. Sandığım gibi değildi. Gülümsememe engel olamadım. Mırıltıyla,
Sabırla bekleyeceğim Yıldız'ım. İyi geceler. Dedim. Odadan çıkarken daha rahat hissettim ister istemez.
*************************
Eveet bölüm sonu canları. Sonraki bölümde görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın. 🤗
|
0% |