@azamet_29_2
|
YILDIZ'DAN
Kendime gelmeye çalışırken sanki baygınlık geçirmiş ve yeni yeni ayılıyor gibi hissediyordum. O kadar halsiz, yoğundum!
Neler oldu neredeyim diye düşünürken yavaş yavaş oturdu her şey zihnimin içinde. En son Göktuğ ile yolda olduğumuzu hatırladım. Gelirken arabada uyuya kalmıştım sanırım. Burasıda geleceğimiz çiftlik olmalıydı ve onun evi.
Etrafa bakındım tekrar. Karşı duvarın üzerindeki saat sekizi biraz geçiyordu. Yatağın ayak ucundaki valizlerimi gördüm sonra. Bu odaya kadar da o getirmişti eminim beni. Üzerimdeki kıyafetlerim dünkülerle aynıydı. Söylediği gibi bana dokunmamıştı.
Kendimi tekrar yatağa bırakıp sol tarafıma doğru döndüm. Dün yoldan topladığım çiçekler yanı başımdaydı. Ama solgun ve ölü. Tıpkı benim ruhum gibi.
İşte yeni hayatın Yıldız...
Dolan gözlerimi yeniden kapatırken kirpiklerimin arasından bir damla gözyaşı firar etti. Uyumak sadece uyumak istiyordum. Yıllarca uyumak ve uyanmamak. Başka hiç bir şey istemiyordum. &
Yeniden uyandığımda gözlerim ilk olarak yine saati buldu. Bu kez 12 ye geliyordu. Uyumaya devam etmek için yeniden kapattım gözlerimi. Dalmaya çalışırken kapı tıkladı. Sonra da yavaşça açıldı. Araladığım gözlerimle kapıdan sessizce içeriye giren Göktuğ'a baktım.
Uyanık olduğumu anlayınca ağır adımlarla ilerledi. Yatağa yakın berjerin yanına kadar gelip durdu.
" Uyanmışsın! "
" Hıı." Dedim neredeyse duyulmayan sesimle.
Berjere oturarak öne doğru eğilirken dirseklerini dizlerine koyarak parmaklarını birbirine geçirdi. Mavi gözleri üzerimdeydi.
" Bu üçüncü gelişim. Kahvaltıya çağırmak için gelmiştim ama
Yolculuk çok yormuş olmalı. Özür dilerim bu kadar etkileneceğini tahmin edemedim. Yoksa uçakla gelirdik. "
Sessiz kaldım. Bir kaç saniye süren sessizliği yine yerinde doğrularak oturan Göktuğ bozdu.
" Acıkmış olmalısın.
" Aç değilim! "
Dedim gözlerimi yatağa çevirerek.
" Yorgunum, uyumak istiyorum."
" Yolda da birşey yemedin böyle gider..se."
Derken yeniden araya girdim.
" Aç değilim dedim!"
Ne yemek ne de başka bir şey istemiyordum. Yine bir sessizlik oldu. Ardından derin bir nefes alıp verdiğini duydum. Sonra,
" Tamam.
Dedi ayağa kalkarken. Yine sabırlı davranmaya çalışıyordu.
Arkasını dönerek kapıya doğru yöneldi. İkinci adımda durarak sadece önüne bakarak konuştu.
" Evimiz iki katlı."
Evimiz mi?
" Bu kat sadece bize ait. Babam yaşlı ve dizleri ağrıdığı için merdiven çıkarken zorlanıyor. Bu yüzden alt kattaki odayı kullanıyor.
Bu katta bu oda ile birlikte, iki yatak odası var. İki odanın da giyinme odası var. Giyinme odası haricinde arkanda ki dolapları da kullanabilirsin. Ayrıca bu katta istediğin zaman kullanabileceğin büyük bir kütüphanesi olan dinlenme odası da var. Ve ofis olarak kullandığım odam...
İkimizden başka hiç kimse izinsiz bu kata çıkamaz. Sadece Ayşe abla yani babamın kardeşi ve yardımcımız Fidan çıkar. Onlarda haftada iki kez temizlik yapmak için.
Kısa bir an durdu ve devam etti.
" Bu oda artık sana ait. Ben diğer yatak odasını kullanacağım.
Rahat olabilirsin.
Dedikten sonra geldiği gibi yine ağır adımlarla odadan çıktı. Söylediklerini dinlemiş ama cevap vermemiştim. Ne diyebilirdim ki. Ben istememiştim bu evliliği. Anne babam ikimizinde hayatını mahvetmişti. Ama o kendisi gönüllü olmuştu.
Göktuğ'un gidişinin ardından yeniden kapattım gözlerimi. Ne konuşacak hâlim nede keyfim vardı. Sadece uykum vardı. Uyumak istiyordum. *****
Bir süre daha uyuduktan sonra yine uyandım. Sürekli uyuyup uyanırken buluyordum artık kendimi. Bir kaç dakika öylece tavanı ve elmas benzeri taşları olan küçük avizeyi izledim. Beni rahat bırakmayan düşünceler, anılar ve görüntüler arasında ne kadar gezdim bilmiyorum. Kalbimin sıkıştığını hissedince derin bir nefes alarak artık düşünmemeye çalıştım.
Yavaşça yerimde doğruldum. Halsiz hissediyordum. Galiba fazla yorulmuştum. Yada bunalıma giren insanlardan biri hâline geliyordum.
Yavaşça indim yataktan. Yine yavaşça ayağa kalktım. Önce sendelesem de toparlayarak banyo olduğunu tahmin ettiğim kapıya yöneldim. İçeriye girdiğimde gördüğüm banyo bir çiftlik evine göre fazla lükstü. Hem cam kabinli yağmur başlıklı bir duşu, hem de küveti ve mermer taşlı büyük bir lavabosu olan bir banyoydu.
İncelemeyi bırakıp işimi hallederek ellerimi yıkadım. Başımı kaldırarak karşımdaki aynaya baktım sonra. Yorgun yüzüm daha da yorgun görünüyor gözlerimin altı yorgunluktan kararırken üstleri uyumaktan şişmişti. Bu yüzü görmeye alışmak zorundaydım sanırım. Çünkü daha çok görecektim. Derin bir nefes alıp vererek banyodan çıkıp odaya geri döndüm.
Büyük yatağın ayak ucunda duran valizlerime doğru ilerledim. Yanına geldiğim büyük olan valizi yere yatırıp açarak içinden, evdeyken yeni aldığım ama kullanma fırsatı bulamadığım kıyafetlerimden biri olan siyah geniş paçalı eşofman takımımı aldım.
Benim sevgili ve düşünceli annem bunu da koydurtmuştu valizime.
Ayağa kalkıp üzerimdekileri yorgun ve bıkkın hareketlerle çıkararak kenara atıp eşofman takımımı giyindim. Ardından valizin altlarından makyaj malzemelerimin ve aksesuarlarımın olduğu kutu şeklindeki çantamı çıkarıp kenara bıraktım. Kilidini açarak iki yana açtım kapakları. İçindeki marka yarışına girmiş malzemelerime baktım önce. Dağ başında ne işe yarayacaktıki bunlar.
Histerik bir gülümseme ile sadece saç lastiğimi alıp kapattım çantayı.
Yeniden ayağa kalkıp saçlarımı arkadan bağladım. Odadaki tek ve büyük pencereye ve siyah kapalı perdelere baktım. Dışarıyı merak etmiyordum. Bu yüzden kapalı kalmalarına karar verip yorgun adımlarla yatağa dönüp uzandım.
Yeniden uyumak istedim ama uyuyamıyordum bu kez. Bir sağa bir sola dönüp durdum. Sonunda sağ tarafıma dönük karşımdaki şifonyerin çekmecelerini izlemeye başladım.
Bir yandan da düşünüyordum.
Nereye gidebilirim diye düşündüm bir süre. Şuan Haziran sonundaydık. Okullar kapalı ve tatil mevsimiydi. Güneye gidebilir otellerde yada restorantlarda kolaylıkla iş bulabilirim diye düşünüyordum.
Orda öylece ne kadar yattım, düşündüm bilmiyorum. Ama akşam olmaya başlamış, odanın içi dahada kararmıştı. Halsizliğim dahada artarken sıcakladığımı hissetmeye başladım. Kendimi sanki bir boşlukta hissederken şakaklarımdaki damarlarım zonkluyordu. Göz kapaklarım yeniden ağırlaşmaya başlarken istesem de açık tutamadığım gözlerimin kapanmasına izin verdim. &
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. İçinde bulunduğum karanlığın derinliklerinden kulağıma doğru gelen bir ses adımı söylüyordu, şuurum yerine gelmeye çalışırken adımı duyuyordum.
" Yıldız..
Yıldız aç gözlerini! "
Uzaklardan gelen bir ses adımı söylüyordu. Kimdi? Neden uğultulu geliyordu sesi. Yüzümde ve boynum da hissettiğim el kimindi?
" Kahretsin!
Hissettiğim kollarla bir anda yükseldiğimi hissederken burnuma o tanıdık koku geldi.
Göktuğ...
Yürüdüğünü hissederken gözlerimi araladım. Zorlukla kaldırdığım elimle yakasından tutarak,
" Hayır, dur." Dedim zor çıkan sesimle.
Durdu.
" Hastaneye gitmek istemiyorum."
Dedim kuruyan boğazımla yutkunurken.
" Ateşin var. Hastaneye gitmeliyiz."
" İstemiyorum."
" Yıldız!
Dedi yeniden yürürken. Zor çıkan sesimle,
" Söz verdin..." Dediğimde birden durdu.
" İstemediğim hiçbir şeye zorlamayacaktın."
Derken mavi gözlerine baktım.
" Söz verdin.! " Dedim yeniden.
Kaşları hâlen çatık gözlerini sıkarak kapattı. Yavaşça geri dönerken,
" Daha kötü olursan sözümü bozmaktan çekinmem."
Diyerek beni yatağa getirip bıraktı. Sonrada hızlı adımlarla banyoya girdi. Az sonra elinde ıslak küçük bir havlu ile geri döndü. Katlayarak alnıma koyduktan sonra,
" Geliyorum." Diyerek hızlı adımlarla odadan çıktı. Tepemdeki avizenin parlak ışığı yüzünden gözlerimi kapatırken beş dakika kadar sonra yeniden açılan kapı ile Göktuğ geldi. Elinde küçük bir tepsi vardı.
" Sana çorba ve ateş düşürücü ilaç getirdim. İtiraz etmeden çorbanı iç sonrada ilaç."
" Canım istemiyor."
Dedim ağlamaklı ve halsiz.
" Yıldız...
Gözleri fazla kararlı bakıyordu. Bense hastaneye gitmek istemiyordum. Bu yüzden çorbaya razı olarak yerimden doğrulurken alnımdaki havluyu alarak arkama yedek yastıkları koydu. Ardından küçük tepsiyi kucağıma bırakırken,
" Yardım ister misin?" Dedi.
Başımı iki yana salladım.
" Yöresel bir çorba. Konya'lılar bizim Yozgat'lılar bizim der. Sıcak, acılı ve limonlu çok güzel olur. Az da olsa yemelisin. "
Daha önce hiç yemediğim tavuklu çorbadan bir kaşık aldım. Tadı bugüne kadar yediğim çorbalardan farklı ama güzeldi. Ardından bir iki kaşık daha içtim. Ama daha fazla yersem kusacak gibi hissedince kaşığı tepsiye bırakıp geriye yaslandım.
" Hiç yoktan iyidir."
Diyerek önümdeki tepsiyi aldı.
Kapalı gözlerim dolarken dudağım yine dişlerimin arasına gitti. Ağzıma yine kanımın tadı gelirken, sıktığım yumruklarımın içindeki tırnaklarım etime giriyordu.
" Yapma."
Dedi yine.
" Yıldız...
" Başımda beklemene gerek yok.
" Ateşin var ve ateşin düşene kadar gidemem."
" Git, yardımına ihtiyacım yok!
Dedim bağırdığımı sandığım sesimle.
" Muhtaç olmadığını biliyorum."
Dedi. Sakindi sesi. Sinirle diğer tarafa çevirdim başımı. Saklamaya çalıştığım göz yaşlarım inadına akıp duruyordu. Bu hâle gelmeme sebep olanları asla affetmeyecektim, asla!
Sesssizce ağlamaya devam ederken sonunda da ıslak gözlerime çöken ağırlıkla yenik düştüğüm karanlığa doğru kayıp gittim. *****
Gözlerimi yeniden araladığımda sabah olmuştu. Odadaki perdeler açılmış olduğu için odanın tamamı güneş alıyordu.
Fazlasıyla parlak güneşten kamaşan gözlerimi yeniden kapatarak baktığım tavandan yanımdaki berjerde oturan Göktuğ'a çevirdim. Elinde küçük havlu uyuya kalmıştı. Sabaha kadar başımda mı beklemişti. Neden? Neden bu kadar ilgi gösteriyordu anlamıyordum.
Babası vazgeçmişken benimle evlenmek için ısrar etmesi, kendimi öldürmek istediğimde engel olması, hastayım diye başımda beklemesi.
Aah! Hayır. Saçma sapan düşünceler gidin artık aklımdan.
Derken kıpırdandığını görünce gözlerimi hızla kapattım.
Kapalı gözlerime rağmen hareketlerini duyabiliyordum. Yerinden kalkıp, yanıma geldi. Ardından elini hissettim önce alnımda sonra boynumda.
" Güzel..." Dedi fısıltılı sesiyle.
" Ateşin düşmüş."
Az sonra kulağımın dibinde duydum fısıltılı sesini yeniden.
" Sen uyu ben birazdan geleceğim."
Uzaklaşan ayak seslerinden sonra önce açılan, sonra kapanan kapı sesiyle gözlerimi yeniden açtım.
Bir süre düşündüm kapıya takılı kalan bakışlarımla. Yanlış birşeyler vardı. Bu adamın hareketleri normal değildi. Bu ilgisi normal değildi.
Kapıyı izlemeye devam ederken dışardan gelen sesleri duyunca gözlerimi yeniden kapattım. Geri geliyordu. Onunla göz göze gelmek, seninle sabaha kadar ilgilendim tarzı bakışlarını görmek istemiyordum.
Açılan kapı sesinden sonra kısa bir sessizlik oldu. Sonra yavaş yavaş ilerleyen ayak seslerini duydum. Yatağın hemen kenarına kadar gelip durdu. Yakınımda ki nefes alış verişi duyuyordum ama daha farklıydı bu kez. Daha ince ve naif. O değildi. Kimdi peki?
Hiç bir hareket olmadan sadece nefes sesi gelmeye devam ederken bu kez parmaklar hissettim yan tarafıma atılı saçlarımın üzerinde gezen. Sonunda dayanamayıp gözlerimi açtım. Amacım bana dokunma demekti. Ama gördüğüm kişiyle şaşkın bakakaldım. Gerçekten o değildi.
Karşımdaki küçük bir kız çocuğu, gözleri ve eli saçımda, saçlarımı seviyordu. Gülümseyen yüzü ve gözleriyle bir melek gökten inmiş bana bakıyordu sanki.
Ama benim gibi birini almak için böyle bir melek gönderilmeyeceğine göre yaşamaya mahkumdum hâlâ. Bu gerçek ile ben şaşkın ona bakmaya devam ederken, onu izlediğimi farkeden kız çocuğu korkuyla ellerini arkasına saklayarak geriledi. Sonra yine gülümsedi.
Ben ona o bana bakmaya devam ettik sessiz. Zaman bir süreliğine durmuştu sanki. Öyle hissediyordum. O sırada
Gelen Göktuğ, bize baktı önce.
" İpek.." dedi yumuşak sesiyle. Sabahki kıyafetlerinin yerinde yenileri vardı. Üzerini değişmeye gitmişti.
Küçük kız hızla arkasını dönerek,
Abi? Abi mi demişti o. Kaşlarım istemsizce havaya kalktı. Göktuğ'un bir kardeşimi vardı? Koşarak Göktuğ'a giden küçük kız bir bacağına sarılırken uzun boyunun yanında küçücük kalmıştı. Göktuğ kollarının altından tuttuğu gibi kucağına kaldırdı küçük kızı.
" Senin ne işin var bakalım burada küçük yaramaz."
" Peri ablam getirmedi. Üst kata çıkmak yasak dedi. Bende gizlice kendim geldim onu görmeye."
Derken dönüp bana baktı.
Peri abla? Bir kardeşi daha mı vardı?
" Bak İpek böceğim. Yıldız ablan biraz hasta olmuş. Şimdi biz aşağı inelim Yıldız ablada dinlensin tamam mı? "
Derken beni buldu mavi gözleri.
" İyi olunca yine gelirsin.. "
" Ama annem beni götürecek. Biraz daha kalamazmıyım. Lütfeeen.."
Göktuğ,
" Üzgünüm." demişti ki,
" Kalabilir." Diyiverdim.
Neden aniden böyle bir şey dedim bilmiyorum ama küçük kız o kadar yürekten ve yalvarırcasına istemişti ki kıyamamıştım galiba.
Göktuğ'un gözleri birazda şaşkın beni buldu. Sonra da yavaşça yere indirdi kızı. Koşarak yanıma gelen küçük kız önce bir ayağını attı yüksek yatağın üzerine, sonrada örtüden tutarak kendini yukarıya doğru çekip oturduğunda yattığım yerden gün ışığı ile parlayan gözlerine bakıyordum hâlâ.
Ben bu kadar güzel yüzlü bir kız çocuğu daha görmemiştim gerçekten.
" Benim adım İpek. Memnun oldum kayan Yıldız."
Duyduğum şeyle karşımdaki cimcimeye bakakaldım.
" Kayan Yıldız? "
Şaşıran hâlime bakıp,
" Yanlış mı yaptım.
Dediğinde bir anda kahkaha ile gülerken buldum kendimi.
Bu küçük cimcime hem çok akıllı hemde çok tatlı ve komikti.
O an saniyelik şekilde göz göze geldim Göktuğ ile. Yüzü mimik oynamayacak kadar durgun ama gözleri bir o kadar mutlu görünüyordu.
Göktuğ bizi baş başa bırakıp odadan çıkarken önümdeki kıza dönerek yerimde doğrulup oturdum. Yavaşca elimi uzattım.
" Benim adım da Yıldız.
Kısa bir an düşünerek durdu. Sonra da kıkırdadı.
" Yanlış söylemişim."
Dedi küçük eliyle elimi sıkarak.
Hâline gülümserken farkettiğim şeyle bir an durdum. Uzun zamandır ilk kez gülüyordum. Bunu ona borçlu olmak bir yana, farketmek zihnimi saniyelik şekilde geriye götürürken ve sol yanıma bir ağırlık çökerken duyduğum ince tatlı sesi yükümü yeniden aldı.
" Sende mi dondurma yedin? "
" Dondurma mı?"
" Hı hı."
İpek bir bir parmaklarını saydıktan sonra altı parmağını kaldırdı.
" Bu kadar gün önce bende hasta oldum. Annem dedi ki Peri ablan ile dondurma yedin o yüzden oldu."
" Evet." Dedim.
" Bende dondurma yedim."
Çevremdekilerin bana attıkları buz gibi kazıklardan bahsedecek değildim.
" Söyle bakalım kaç yaşındasın sen?"
Yine bir bir parmaklarını saydı.
" Ooo. Sen büyümüş abla olmuşsun artık. Ve de çok akıllı güzel bir abla."
Elini dudaklarının üzerine koyarak kibarca güldü. Bu hâli gerçekten çok tatlıydı. Aniden,
" Sen gerçekten Gök le mi evlisin?" Dedi.
Gök? Göktuğ'dan bahsediyordu.
Göktuğ ile evli olma gerçeği bir kez daha gözlerime sokulmuştu. Ama bu kez küçük masum bir kız çocuğuydu bunu yapan. Derin bir nefes alıp verdikten sonra küçük tatlı yüzüne bakarak başımı salladım isteksiz. Yüzü asıldı. Başı önüne düştü. Dudakları büzüldü.
" Ne oldu?
Dolu gözlerini bana çevirdi sonra.
" Büyüyünce onunla ben evlenecektim."
Diyince gözlerim irice açıldı.
" Ne? "
Diyiverdim.
" Neyse.
" Onu sana verdiğime göre benimle arkadaş olur musun? "
Konuşma şekline ve aklına hayran bakarak,
" Olur tabi.
Bu kız bu tatlı dille herkesi kendine arkadaş edebilirdi.
O anda açılan kapı ile Göktuğ girdi içeriye. Elinde kahvaltı tepsisi vardı.
Yanımıza gelerek elindeki ayaklı tepsiyi yatağa bıraktıktan sonra,
" Küçük İpek böceğim, annen seni bekliyor, gitmeniz gerekiyormuş. Yıldız ablanı'da gördüğüne göre anneni bekletmeyelim tamam mı? "
" Tamam."
Göktuğ İpek'i yeniden kucağına aldı. Kapıya doğru yürürken Göktuğ'un kucağında bana dönerek el salladığında bende aynı şekilde el salladım.
Kapıdan çıkarken İpek'i indirdiğinde
" Kusura bakma annesi. " Dedi.
" Estağfurullah abi.
Abi mi? Dedim kendi kendime. Kafam iyice karışmıştı. İpek de anneside abi demişlerdi ona.
İpek'te Peri her kimse oda kardeşi değilmiş.
" Umarım gelin hanımın canını sıkacak bir şey yapmamıştır."
" Yapmadım anne. Valla!
" Aferin o zaman kızıma. Hadi araba bizi bekliyor."
" Görüşürüz Gök abi.
" Bakarız. Hadi gidelim."
Diyerek uzaklaştıklarını duydum. Onların ardından Göktuğ tekrar odaya döndü. Ağır adımlarla yanıma gelip yataktaki tepsiyi bacaklarımın üzerine kurdu.
" Biraz birşeyler ye ilacını vereceğim."
" Gerek yok iyiyim ben."
" İyisin görüyorum ama güçlenmen için." Derken ben,
" Benim yanımda kalmana gerek yok." Dedim.
" Çocukmuşum gibi başımı beklemene de gerek yok. Kendi işlerinle kendi ailenle, babanla ilgilen."
" Yıldız."
Dedi yavaş hareketlerle yatağın kenarına oturarak. Başımı kaldırıp yüzüne çevirdim. Gözleri gözlerimde ve yorgun bakıyordu.
" Senden ve babamdan başka kimsem yok. Yani zaten ailemle ilgileniyorum.
Buraya gelmeden önce de konuştuğumuz gibi. Yapmak istemediğin hiçbir şey için seni zorlamayacağım. Dün akşam hasta olmana rağmen sözümü tuttum. İstemediğin için seni hastaneye götürmedim. Yani zorlamadım. Lütfen sen de sözünü tut.
Bize bir şans ver demiştim, sen de sessiz kalarak onaylamıştın.
İki gündür bu odanın içindesin. Ne otelde ne yolda ne de iki gündür doğru düzgün bir şey yemiyorsun. Yataktan çıkmıyor, konuşmuyor sadece uyumak istiyorsun. Bu yüzden hastalandın.
Böyle olmaz. Bu şans vermek değil. Bu kendine işkenceden başka bir şey değil. Burada kaldığın sürece en azından kendin için, kendini toparlayabilmek için çaba göstermelisin.
Aç kalmak, dünyaya küsmek, kendi canını yakmak geçmişte yaşadıklarını düzeltmez.
Geçmişe takılıp kalma. Olanları yaşadıklarını unut! Unutmadan yeni bir hayata başlayamazsın."
" Yalnız kalmak istiyorum. Çık!"
Dedim sinirle.
Söylediği şeylerin doğru oluşu sinirlerimi bozmuştu. Bana bu kadar iyi davranması sinirimi bozuyordu. En sevdiklerim beni sırtımdan vururken, onun karşılık beklemeden yanımda oluşu beni delirtiyordu.
" Yıldız..."
Duyduğum adımla öfkem daha da artarken önümdeki tepsiyi tuttuğum gibi yana savurdum. Üzerindeki yemekler dökülürken tabakların her biri bir tarafa savruldu. O ise sadece göz ucuyla baktı.
Hızla yataktan kalkıp ayaklarımın üzerine dikildim. Parmağımla kapıyı göstererek bağıra bağıra konuştum.
" Çık! Rahat bırak beni!
Sakince yerinden kalkarken devam ettim.
" Nefret ediyorum hepinizden. Hayatımı boka çeviren herkesten her şeyden nefret ediyorum!"
Ellerimi saçlarıma geçirdim.
" Tek suçum iyi bir insan, iyi bir evlat olmaya çalışmaktı. Ben bunları haketmedim.
Etmedim!
Son ses bağırıyordum.
" Sabrından da nefret ediyorum."
Dedim derin bir nefesi zorlukla çekerek. Öfkemden ciğerlerim kasılıyordu çünkü.
" Enayinin birisin sen!
Hâlâ sessiz, gözlerime bakarak beni dinliyordu. Nefretle baktım yüzüne. Aslında kendimeydi öfkemde, nefretim de.
" Defolu bir malı sana kakaladılar sende aldın."
Kesilen nefesim yüzünden bir nefes daha almaya çalıştım.
" Süzme salak! "
Dedim sesimin son kırıntılarıyla dahada ağlarken. Sonunda kesilen nefesim yüzünden dizlerimin üzerine bıraktım kendimi. Elim kalbimin üzerinde nefes almaya çalışırken yazık etme kendine derken korkuyla yanıma geldi.
" Yıldız iyimisin? "
Cevap vermedim.
Nefes alamıyorum diyemedim. Sadece nefes almaya çalışıyordum. Birden hızla kucağına kaldırdı beni. Oda penceresinin yanında ki yeni farkettiğim kapıyı açarak yine yeni gördüğüm büyük balkona çıktık.
" Yıldız sakinleş.
Arka arkaya aldığım temiz hava ve oksijenle kendime gelirken gözlerimden yine yaşlar boşaldı. Kalbimin üzerindeki ellerimi yüzüme kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim.
Bu süre boyunca yine sessizce bekledi. Gerçekten sinir bozucu bir sabrı vardı. Az sonra sesini duydum yine.
" Daha iyimisin? "
Sessizce başımı salladım sadece.
" Gözlerini açar mısın? "
Açarken, " İndir beni!" Dedim. Ama bırakmadı.
" Bak." Dedi gözleri karşıya dönük.
Bakışlarımı baktığı yöne çevirdim. Gördüğüm şey yeşillikler ve ağaçlıklar arasında kocaman bir çiftlikti. Yavaşça yere indirdi beni.
" Burası Gökyüzü çiftliği.
**************************
Geldik bir bölümün daha sonuna.
|
0% |