@azamet_29_2
|
" Bak." Dedi gözleri karşıya dönük. Gözlerimi baktığı yöne çevirdim. Gördüğüm şey yeşillikler ve ağaçlıklar arasında kocaman bir çiftlikti. Yavaşça yere indirdi beni. " Burası Gökyüzü çiftliği. Gördüğüm bu yer, bu çiftlik şuan o kadar farklı gelmiştiki bana. Yaşadığım İstanbul'un resmiyle şu an gördüğüm bu yerin resmini zihnimde üst üste koydum. Nerede beton yığını metropol İstanbul, nerede bir köyden farksız olan bu yer. Kendimi şuan bambaşka bir boyutta hissederken bir ürperti hissettim. İçimdeki Yıldız, Nereye düştün bak gör. Derken geriye yürümek istedim ama arkamdaki bedene çarpınca panikle yana geçtim. İçimdeki Yıldız inadına yapar gibi devam etti. Dağ başında bir köy Yıldız. Ne gezecek bir AVM, ne cafe, ne bar ne restorant, ne deniz, ne boğaz manzarası, ne de vapurda simit keyfî. İşte acı sonun. Zihnimin içindeki ses kulaklarımı tıkamak isterken Göktuğ'un sesini duydum yeniden. " Gel çıkalım... İçimdeki Yıldız'ın kahkahasını duydum. Hiç bir şey olmayan bu yerde gezip ne görebilirdim ki. "İstemiyorum." Dedim başımı iki yana sallayarak. Geriye dönüp odaya doğru yürüdüm. Bana bakan gözlerini sırtımda hissedebiliyordum. Yinede tek kelime etmedi. Kapıdan girerek yatağıma ilerlerken arkamdan gelen ayak seslerini duyuyordum. Yatağıma yatıp örtüyü tepeme kadar çektim. Yorgundum. Yorgundu bedenim. Ama en çokta ruhum. Gözlerimi kapatırken ayak seslerinin ardından yere savurduğum tepsideki kaşık tabak seslerini duydum. Göktuğ yerdeki tabakları topluyordu. Bana kızması bağırıp çağırarak tepki göstermesi gerekirken sessiz ve sabırlıydı yine. Bu sabrı gerçekten de sinirimi bozuyordu. Tabakların ardından yine önce ayak seslerini sonrada kapı sesini duydum. Odadan çıkmıştı. Gözlerim kapalı şekilde örtünün altında kalmaya devam ettim. Ağlamamak için zor dayanıyordum. Bir süre sonra yine uyuya kalmışım. & Gözlerimi açtığımda çoktan öğlen olmuştu. Burnuma gelen yemek korkusuyla yerimde doğrularak etrafıma baktığımda komodinin üzerindeki tepsiyi gördüm. Üzeri kapalı tabaklarda yemek, bir bardak su ve çilekli süt vardı. Ve kır çiçeklerinden küçük bir demet.. Elimi alnıma bastırdım. Tepsiyi elime alıp dizlerimin üzerine bıraktım. Tabakların üzerindeki kapakları kaldırdım. Birinde hâlâ sıcak olan tarhana çorbası, diğerinde bir kaç tane börek vardı. Dolan gözlerimle bir süre tepsiyi izledim. Ardından titreyen elime aldığım kaşıkla hem çorbadan içtim hem ağladım. Ağladıkça ağzımın içinde çoğalan çorbayı zorlukla yutabildim. Sabah olanlar ailemin evinde yaşansaydı değil yemek, su bile yollamazlardı odama. Nede olsa otoriteydi Osman Yavuzlar. Evdeki yönetim şekli disiplin ve sertlik üzerine kuruluydu. Önümdeki çorbanın hepsini içemesemde çoğunu içtim. Bir kaç yudum da su. Börekten yiyemeyecektim. Bu yüzden sütü alıp komodinin üzerine bırakıp tepsiyi alarak ayağa kalktım. Odamın kapısını açıp dışarıya yere bırakırken gözüm çiçeklere kaydı. Göktuğ benim için mi toplamıştı? Alıp almamakta kararsız kaldım önce. Sonra alıp su bardağının içine bıraktım. İçindeki su bir kaç gün daha canlı kalmalarına yardımcı olurdu. Bardağıda alıp kapıyı kapattım. 🌟🌟 Dün sabahtan beri hâlâ odamdaydım. Göktuğ'un öğlen getirdiği yemekten biraz yemiş günü sadece banyo ve yatağım arasında gidip gelerek geçirmiştim. Akşam yemeğini yine ben uyurken getirmişti Göktuğ. Yemekten yine bir kaç lokma yemiş tepsiyi yine kapının önüne bırakmıştım. Dün sabahtan sonra bir daha görmemiştim onu. Yatağımda oturmuş sırtımı başlığa dayayarak dizlerimi kendine çekerek yasladığım başım dizilerimde gözlerim ise karşımdaki dolabın üzerinde sadece boş bakışlarla düşünüyordum. Zihnim karma karışıktı. Bir an gözümün önüne İstanbul caddelerinde gezdiğim anlar gelirken arkadan gelen görüntüde Umut ve Meltem oluyordu. Bu düşünceden uzaklaşmaya çalışırken kendimi otel odasında ağlarken buluyordum. Korundunuzmu? Demişti bağıra çağıra. Hayır! Saçlarımı yolarken kapı tıkladı. " Girebilir miyim? " Sessiz kaldım. Elinde yine bir tepsi içeri girdi. " Sana kahvaltı getirdim." Yatağın yanına kadar geldi. " Buraya bırakıyorum." Diyerek komodinin üzerine bıraktı. Sonrada sessizce odadan çıkıp gitti. Gidişinin ardından gözlerimi tepsiye çevirdim. Tepsiyi önüme alarak yatağa koydum. Bir süre üzerindekilere baktım. Sonra aklıma balkon geldi. Dün sabahtan sonra bir daha çıkmamıştım balkona. Yerimden kalkıp tepsiyi elime aldım. Kapıya doğru yürüyüp açıp balkona çıktım. Kapının sol tarafındaki salıncak koltuğu görünce o tarafa yönelip elimdeki tepsiyi üzerine bıraktım. Sonra balkon kenarına ilerledim. Ellerimi beton korkuluklara koyarak etrafa ve hemen aşağıya baktım. Burası bu evin arka kısmı olmalıydı. Gözümün alabildiğine yeşil bir alan ve ilerde küçük bir ağaçlık vardı.
Ben bahçeyi izlemeye devam ederken mutfak katından 60 yaşlarında bir kadın çıktı bahçeye. Elinde küçük plastikten bir kap vardı. Bahçeye girdi. Birkaç domates biber ve salatalık aldı. Sonra arkasına bakarak, " Perihan al bunları tezgaha bırak." dediğinden arkasından genç bir kız çıktı bahçeye. " Perihan değil babaanne Peri." Dedi kız. Anında tanıdım kızı. Nikah masasında otururken bana söylediği cümleleri hiç unutmamıştım. " Sakın ağlayım deme makyajın akacak. Merak etme ağlamak için bol bol zamanın olacak evde." Diyen kızdı bu. Aynı zamanda küçük İpek'in bahsettiği Peri abla dediği kızdı. Kadının sesini duydum yeniden. " Peri de neymiş. " Ben Perihan ismini sevmiyorum bir kere. İlerde Peri olarak değiştireceğim. Peri daha hoş ve daha asortik." " Hadi kızım, hadi! Kız eline aldığı sebzelerle içeri girerken kadın cık cık çekerek önüne döndü. Yerimde doğrulup etrafa bir kez daha baktıktan sonra koltuğa gelip tepsiyi elime alarak oturdum. Burada kaldığın sürece en azından kendin için, kendini toparlayabilmek için çaba göstermelisin. Demişti. Gözlerimi kapatarak düşündüm. Tenime, eteklerime bulaşan bu tozlardan, kumlardan iki elimle çırparak bir anda kurtulabilirmiydim, dimdik ayakta durabilirmiydim bilmiyordum. Hayır... Bir anda kurtulamayacaktım bunun farkındaydım. Mümkün desem kendime yalan söylemiş olurdum. Yaşadıklarımın acısı ne kalbimden ne rumumdan silinmeyecekti. Zamanla azalırdı belki. Ama izi kalacaktı biliyordum. Elimde tepsi ayağa kalktım ve içeriye doğru yürüdüm. Üzerindeki çilekli süt kutusunu alıp tepsiyi kapının önüne bıraktım yine. Kapıyı kapatıp içeriye girerken sütün arkasındaki pipeti alıp takarak dudaklarıma götürdüm. Elimdeki kutuyu komodinin üzerine bıraktım. Sonra da yorgun adımlarla banyoya ilerledim. Önce işlerimi hallettim sonra da aynanın karşısında durarak kendime baktım. Dağınık olan saçlarım yapış yapıştı. Nikâh gününden kalan biraz sim bulaşığı saçlarım, jöle yada briyantinden yer yer yapış yapış kalmıştı. Gözlerimin altında kararmalar üstünde şişlikler vardı. Kolumu kaldırıp kendimi kokladım. İğrenç şekilde ter kokuyordum. Her gün duş alıp küvette nerdeyse bir saat kalan Yıldız'dan geriye bu görüntü kalmıştı işte. Bir süre daha aynaya bakıp sonra kendi kendime konuştum. Şu haline bak Yıldız Yavuzlar. Ah! Pardon. KAYALAR! Derken gülümsedim. Hatta daha kötü görünüyorsun. Dediğimde sesli şekilde gülmeye başlamıştım. Hayır, hayır sen onlardan bile betersin. Dediğimde ise resmen kahkaha atıyordum. Ellerim lavabo mermerine dayalı, gözlerim aynada dakikalarca kahkaha ile güldüm. Sonunda gülmelerim yavaşlamaya ardından dolan gözlerimle ağlamaya başladım. Kendimi hiç bu kadar aciz hissetmemiştim. Bedenimi olduğum yere bıraktığımda ellerimin ve dizlerimin üzerinde hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ederken aklıma Umut ve Meltem'i birlikte gördüğüm o an geldi. O iki adi ve aşağılık insan belkide daha önceden birlikteydi. Belkide Umut benimle sevgiliyken geceleri onun koynunda uyuyordu. Benden alamadığını ona Meltem veriyor, onunla tatmin ediyordu kendini belkide. Bu düşünce dahada acıttı canımı. Seni tanıdığım güne la*et olsun. Sizi tanıdığım güne la*et olsun dedim öfkeyle. Orda öylece ağladım bir süre. Ama sonunda tükenen tâkâtimle ağlayamayacak hâle gelince sustum. Dizlerimin üzerinde birleştirdiğim ellerimle boynum bükük boş boş önüme bakarken şimdi İstanbul'da ne yapıyorlardır diye düşündüm. Yokluğum kimsenin umrunda bile değildi muhtemelen. Ne babam ne annem ne Yavuz ne Umut ne de arkadaş sandığım insanlar. Her biri hayatına kaldığı yerden devam ederken beni hatırladıklarını bile sanmıyordum. Terkedilmiş bir Yıldız. Sabah deniz kenarında kahvaltı, öğlen kafede kahve ve tatlı, akşam yemeğinden sonra en lüks mekânlarda eğlence. Kusana kadar içip sabaha karşı eve gidiyorlardır yine Peki ya ben.. Elimi kaldırıp mermerden destek alarak ayağa kalkarken uyuşan bacaklarım karıncalandı. Tekrar aynaya baktım... Baktım.. Kendine gelmelisin! Dedim aynadaki harabe görüntüme bakarak. Yeniden başlamalısın. Yeniden doğdum saymalısın. Gözlerim dolmaya başlayınca acaleyle sildim ellerimin tersiyle. Ağlama ne olur. Yeniden doğdun say Yıldız! Biliyorum. Kolay olmayacak ayakta durmak ve koşmak. Önce yeniden emekleyeceksin. Sonra ayakta durmayı öğrenecek, sonra yeniden adımlayacaksın hayatı. Belki düşeceksin! Ama düştüğün yerde kalmayacaksın ki. Dedim kendi kendime. Ama bunu söylerken bile ağlıyordum. Arkamı dönüp duş kabinindeki musluğu açıp suyu ılık şekilde ayarlayıp üzerimdeki kıyafetleri çıkararak kirli sepetine bıraktıktan sonra kendimi suyun altına attım resmen. Önce ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre hiç hareket etmeden suyun altında bekledim öylece. Saçlarıma ve bedenime yağmur misali çarpan su ile biraz olsun kendime geldikten sonra kabin içindeki rafta bulunan çiçek kokulu şampuanla saçlarımı bir kaç kez yıkadım. Sonrada deniz kokulu duş jelini life boca edip bütün bedenimi bastıra, bastıra kızarana kadar lifledim. Nihayet işim bittiğinde gözlerimi kapattım ve bir süre daha suyun altında kalıp sadece düşündüm. Yeniden başlamak kendime bir şans vermek istiyordum ama ya başaramazsam diye korkuyordum. Bu yüzden kıpırdayamıyordum galiba. Bornozla kurulandıktan sonra giyinip valizin yanında duran makyaj çantamı alıp tuvalet aynasının önüne geldim. Elimdekini aynanın önüne bırakıp saçlarımı taradım. Yeniden banyoya dönüp dolap üstünde duran kurutma makinesini alarak saçlarımı iyice kuruladıktan sonra odaya geri dönüp tuvalet aynasının karşına geçip oturdum yeniden. Saçlarımı yeniden taradıktan sonra açık bırakıp aynada kendime baktım. Kendine bir şans ver. Diyerek makyaj malzemelerime daldım. Ağır birkaç adımla kapıya yürüdüm. Yavaşça uzattığım elimi kapı koluna koyarak sıkıca tuttum. Yine yavaşça aşağı bastırırken yıllar önce aile albümümüzde gördüğüm emeklemeye başlarken çekilmiş olan resmim geldi gözlerimin önüne. Belki saçmaydı düşüncem. Belki aptalca bir oyundu oynadığım. Ama tutunacak başka bir şeyim yoktu. Bu oyuna tutunarak yeniden ayağa kalkmaya çalışacaktım ve kendimden başka kimsem yoktu. Derin bir nefes alıp verdim. Kapıyı tutan elim titresede bastırdım ve açtım. Başım önümde yavaşça ilk adımımı attım odadan dışarıya. Nedense kalbimin sıkıştığını hissediyordum yine. Hâlâ kapının kolunu tuttuğum elimi çekip kalbimin üzerine yerleştirdim. Yeniden derin bir nefes çekip bıraktıktan sonra başımı kaldırıp önce soluma sonra sağıma baktım. Sonunda kocaman bir penceresi olan uzun bir koridorda duruyordum. Odamın hemen yanında ki Göktuğ'un bahsettiği diğer yatak odası olmalıydı. Odaların tam karşı tarafında yine iki oda vardı. Biri ofis odası diğeri dinlenme odası diye tahmin ettim. Diğer tarafa çevirdim gözlerimi, aşağı inen merdivenlere. Yavaş adımlarla yürüyerek merdivenlere gelip durdum. Kavisli şekilde olan merdivenleri teker teker ama yavaş yavaş inerken alt kattaki salona bakıyordum. Bej renkli koltukları, ortada duran büyük ahşap sehbası, koltukların arkasında kalan yine ahşap kaplı iç duvarı ve üzerindeki büyük ekran televizyonun yanı sıra dışa bakan duvarın köşesindeki taş şöminesi ile sade, ama hoş bir salondu. Merdivenleri bitirip salonun ortasında durarak etrafıma bakındım. Giriş kapısının solunda kalan salonun tam karşısında kalan kanatlı kapı mutfak olmalıydı. Zira hafiften yemek kokuları geliyordu. Arkamı döndüm. Alt katta da bir koridor vardı ve iki oda. Babasının odası olmalı diye düşünürken mutfak kapısının açıldığını gördüm. Elinde tuttuğu elma ile adının Perihan olduğunu öğrendiğim genç kızdı kapıdan salona giren. Beni salonda görünce önce bi baktı tepeden tırnağa. Sonra elindeki kırmızı elmayı dişlerinin arasına sıkıştırdı. Gözleri gözlerimde siyah uzun saçlarını tepesinde atkuyruğu şeklinde topladıktan sonra bileğindeki saç lastiği ile sıkıca bağlandı ve dişlerinin arasındaki elmayı ısırarak kopardı. Bir yandan yerken bir yandan konuşmaya başladı. " Geçmiş olsun. İyileşmişsin sanırım. " Kiminle konuşuyorsun? " Bahçede gördüğüm kadın çıktı içerden bu kez. Beni görünce şaşırarak baktıktan sonra gülümsedi. " Günaydın güzel kızım." Dedi. Sesi çok samimiydi. " Gü-günaydın." Bir kaç adımda yanıma yaklaşırken, " Nasıl oldun? Başımı salladım sadece. " Aa! Unuttum. " Bir ömür boyu mesud?" Dedim içimden. " Benden istediğin birşey var mı? " Başımı iki yana salarken yüzüne bakıyordum hâlâ. " Çay yada kahve ister misin? " " Dışarı çıkabilir miyim? " Diyiverdim. Bir an bunaldığımı hissetmiştim çünkü. " Tabi ki." " Perihan yol göster gelin kızıma." Perihan bir elinde hâlâ elma, " Buyur." Dedi kinayeli şekilde. Salondan dışarıya açılan kapıyı açıp çıkarken bende peşinden çıktım. Kapıdan çıktığımda ilk gördüğüm şey kapının iki yanında ki küçük verandalar oldu. Evin hemen ön tarafı araçlara uygun şekilde yapılmış verandaların önleri ve diğer taraflar tamamen çimenlikti. Çimenlerin bittiği yerde ise ağaçlar başlıyordu. " Eveet! İşte hapishanen! Bir süre arkasından bakıp verendanın önünden geçerek yan tarafa ilerledim. Tam bir kaç adım atmıştım ki arkamdan gelen sesin adımı söylemesiyle durdum. " Yıldız..." Yavaşça arkama dönüp baktığımda onu gördüm. Göktuğ'u. **************************** Evet canlarım bölüm sonu. Gelecek bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın ♥️
|
0% |