Yeni Üyelik
11.
Bölüm

🦋H.K 11 Yalanlar 🦋

@azamet_29_2

 

Selam canlarım. Yeni bölüm geldi.
Hadi geçelim okumaya.

 

********************************
( 303 )
"Nasıl çıktın ordan."

 

Dedi masanın önüne gelerek.
Ne diyecektim şimdi. Bunu düşünmemiştim bak.

 

"Nasıl çıktın.!?" Dedi tekrarlayarak.

 

" Arkadaşım yardım etti."

 

Dedim sırıtarak.

 

"Yalan söylüyorsun arkadaşların benim yanımdaydı."

 

"Ne? Hani kovmuştum onları. Asıl sen yalancısın."

 

Yüzünde pis bir gülümseme gördüğüme yemin edebilirim ama ispatlayamam.

 

"Benim başka arkadaşlarımda var."

 

"Hiç bir arkadaşın seni 2. Kattan alamaz. "

 

"Sen öyle sanıyorsun."

 

Dedim buzdolabının üzerinden aldığım mavi kelebeği masanın üzerine atarak.

 

Geceleri dolaşan arkadaşlarım da var benim.

 

Söyleyebileceğim en iyi yalan buydu.
Öbür tarafa hem hırsız hem yalancı gidecem. Allah'ım affet. Çok âmin.

 

Gördüğü kağıt kelebekle gözleri sonuna kadar açıldı.
Kelebeği eline alıp önüne arkasına bakarak inceledi.

"Bu?"

 

" Ne oldu." Dedim sinsi bir gülümseme ile.

 

Arkamı Hazar'a dönüp kahve makinesini çalıştırarak,

 

"Kahve içermisin?" Diye sordum.

 

Cevap gelmeyince arkama dönüp Hazar'a baktım.

 

O na küçük gelen sandalyeye oturmuştu yine. Kırmasa bari.

 

"Onu tanıyormusun yani.?"

 

"Kimi?"

 

"O hırsız kızı."

 

"Evet." Dedim.

 

"Hemde çok iyi tanıyorum.
Arada geliyor dertleşiyoruz kahve içiyoruz falan."

 

Attığım yalanlardan İstanbul'a bilmem kaçıncı köprü olur. Allah'ım affet.

 

"Senin orda olduğunu nasıl biliyordu."

 

"Bilmiyordu.
Ben yarasa Batman'ın ki gibi gökyüzüne ışıklı işaret yolladım." Dedim dalga geçerek.

 

Ama yüzündeki duygusuz bakış gülmeme engel oldu tabi.

 

" İbo'nun beni hastaneye getirdiğini görüp takip etmiş."

 

Dedim lafı çevirip.
Hangi odada kaldığımı öğrenip geceyi beklemiş. Sen odadan çıkıncada pencereye tırmanıp beni görmeye geldi. Bende beni ordan çıkarmasını çünkü birinin beni orda zorla tuttuğunu söyledim. Oda yardım etti. "

 

"Yani o kız gelip seni o odadan çıkardı. Öyle mi? "

 

"Evet.
Sana kalsa hâlâ ordaydım.
Ben istemediğim yerde durmam.
Sanada söylemiştim."

 

Yüzüme bakıyordu sessiz.
Kahveleri kupalara koyarak birini Hazar'a birini kendime aldım ve
masaya oturdum.

 

"Neden bakıyorsun? "

 

"Ne yapmaya çalışıyorsun.?" Dedi garip bakan gözlerle.

 

"Ne yapıyormuşum.?"

 

"Neden tedavi istemiyorsun?"

 

"Neden isteyim.?"

 

"Dalgamı geçiyorsun?"

 

"Yooo."
Dedim geriye yaslanıp.

 

Sıcak kupayı iki elimle kavrayarak
kocaman bir yudum aldım.

 

"Bu dünyayı bazıları gibi çok sevmiyorum.
Kazık çakacak halim yok!
Bir amacım yok!
Beni satan iki arkadaşımdan başka kimsem yok!
Ev ailemden kalma. Maaşımda öyle.
Bu yüzden çalışmama gerekde yok!
Okuyacak kadar vaktim yok!
Bu yüzdende okumaya hevesim yok!
Yapmak istediğim bir meslek dolayısıyla yok!

 

Burdan bakınca yaşamak içinde sebep yok!

 

Gördüm mü? Hazar Bey!
Yani tedaviyede gerek. YOK!!

 

303 gün sonra herşey bitecek.
Belkide daha önce."

 

Duyduğu cümleyle aniden ayağa kalktı.
Hızla masadan kelebeği alıp üzerini inceledi.

 

"Sayılar.
Sayılaar..."

 

Dedi.
Hay ben dilime..
Geri zekalı Gece. Açıkca söylesen bu kadar anlardı.

 

"Sayıların anlamı...
O geri sayım...
Senin..."

 

Hemen toparlamalıydım. Görünen ama anlaşılmayan yalana geç Gece.

 

"Evet." Dedim sakin şekilde önüme bakarak.

 

"Kelebeklerdeki sayılar benim kalan günlerim."

 

Tekrar yerine oturdu.

 

"Şimdi diyeceksinki seninle ne alaka.
Kelebekle ben eskiden beri tanışıyoruz.
Benim hastalığımı öğrenince maddi durumumda olmadığı için bu işin para ile çözeceğini düşünüp hırsızlığa başladı."

 

Şuan yalan denizinde yüzüyordum resmen. Dilim düğüm olmaz inşallah.
Devam et Gece.

 

" Ama çaresi olmadığını öğrenince Kelebek ben ölene kadar hırsızlığa devam edeceğini ve kanser hastalarıda dahil ihtiyacı olanlara vereceğini söyledi. Girdiği her eve de bu kelebeklerden bırakıyor. Üzerinde de benim kalan günlerim yazıyor. Günler bittiğinde Kelebekte bu işi bırakacak. "

 

Oh be.
Bitti.
Yalanlardan kuyruk ördüm resmen ya.

 

"Herşeyi öğrendin işte.
Artık rahat bırakırsın beni."

 

"Hayır.
Şimdi benimle tekrar hastaneye geleceksin."

 

"Hayır gelmeyeğim."

 

"Geleceksin."

 

"Yoo gelmeyeceğim.
Pardonda sanane." Dedim sakin.

 

"Neden ilgileniyorsun benim hayatımla. Benim hayatım beni ilgilendirir seni değil.
Ben ölümü kabul ettim.
Hatta mezar yerimi bile aldım.
Bu saatten sonra doktorlar benim için bir şey yapamaz. Şimdi evimden çıkıp gidin. Bir dahada hiç bir şekilde karşıma çıkmayın.
Dedim ve ayağa kalkıp mutfak kapısına gelerek işaret parmağımla dış kapıyı gösterdim.

 

Yüzüme baktı ters ters.
Sonra ayağa kalkarak kapıya yöneldi.

 

Yanımdan geçerken elimi uzatarak,
"Önce telefonum. " Dedim. Hastanedeyken telefonumu almıştı.

 

Telefonumu cebinden çıkararak önce telefona baktı sonrada bana uzatarak,

 

"O hastaneye gideceksin. " Dedi ve en son kapıya giderek çıktı.

 

O sırada kapıda İbo ve Ahu'yla karşılaştık.

 

Hazar çıkarken,

 

" Çocuklar bir süre yalnız kalmak istiyorum." Dedim.
Şuan kimseyle konuşmak yada tartışmak istemiyordum.

 

Kapıyı kapatıp içeri girdim tekrar.
Mutfağa girerek kendime bir kahvaltı hazırlamak saatlerce yemek istedim ama tek başıma hiç canım istemiyordu.
Bunun yerine soğuk kahvemi kafaya dikerken buzdolabıma taktığım yapılacaklar listeme baktım.

 

Sırada kütüphane ve lunapark yazıyordu. Mutfak penceresine dönüp dışarı, gökyüzüne baktım. Yağmur görünmüyordu.
O halde bugün bu ikisini yapacaktım.

 

Hızlıca banyoya gidip bir duş alıp çıktım. Saçlarımı kurulayıp üzerimi değişerek Ekim sonuna uygun kırmızı bir gömlek ve siyah bir pantolon giydim. Saçlarımıda açık bırakarak vestiyere geldim. Kısa botlarımıda giyip kol çantamı alıp çapraz takarak çıktım.

 

Merdivenleri seke seke inerek demir kapıyı açıp kendimi sokağa attım.
Hava bugün güneşli ama biraz serindi.
"Olsun." Dedim
"Ölmemya."

 

Kurduğum cümleye gülümsemeden edemedim.
Kollarımı iki yana açıp derin bir nefes çektim ciğerlerime.

 

Sonrada durağa doğru yürümeye başladım. Gelen ilk otobüse binip şehir kütüphanesine doğru yola çıktım. Durakta inip biraz yürüdükten sonra büyük kütüphanenin kapısına gelip kafamı yukarı kaldırarak binaya baktım.
Son zamanlarda kaç kişi kütüphanelere geliyordu acaba.

 

İnsanlar artık kitap gazete dergi okumuyordu. Çünkü her şeye internetten ulaşabiliyorlar.
Bazı şeyler hariç.
Kitapların ,tozlu rafların,mürekkebin, kapağın, deri kaplamanın kokusu...

 

Bu kokular internette bulunamaz kakular.
İçinize çektiğiniz zaman beyninizi şarj eden motive eden o kokular bilgisayarlarda, telefonlarda yoktur.

 

Genç insanlar şuan şımarık bir hayatın peşine takılmış şekilde birbirlerinden etkilenerek modern çağ diyerek bir girdaba girdiğinin farkında bile değil.
Bir özentinin peşinde bitap düştüklerinde fatkedecekler aslında boşa koştuklarını, ama geç olacak.

 

Derin bir nefes alarak büyük kapıya doğru yürüyerek içeri girdim. Kapıdan girer girmez eşsiz kokuları duydum.

 

Derin bir nefes daha çektim içime. Kendime en yakın yerden başlayarak kitapları dolaşmaya başladım.
Kitap...
Kitaplar...
Her biri ayrı bir dünyanın kapısıydı.

 

Bence bütün kitapların kapağına kapı resmi koysunlar.
İçlerindeki dünyanın girişi olduğu belli olur.
Benim aradığım kitaplar ikinci kattaydı. Bu yüzden ikinci kata çıktım.

 

Beğendiğim kitapları ödünç alıp eve götürmek ve okumak istiyordum.
Romanların olduğu bölüme gelerek aksiyon polisiye kitaplara bakmaya başladım.
Bir tanesini raftan alarak kapağını açtım burnuma yaklaştırarak kağıt kokusunu içime çektim. Mis gibi matbaa kokusu dedim sırıtarak.

 

Sonra bir tane daha alarak onuda açtım. Sayfalara ve yazılara bakarak yakınımdaki masaya doğru yürüdüm. Kitabın arkasındaki açıklama bölümüne gelip hakkında bilgi almak için okumaya başladım.
Evet bu ikisini almak istiyordum.

 

Başımı kaldırıp etrafa baktım. Seneye
bir daha buraya gelemeyecektim. Bu yüzden gördüklerimi kafamın içine resmediyordum.
Bu sırada alt katta gezen yaşlı bir adam dikkatimi çekti.
Sıkıntılı bir hali vardı.
Elindeki mendille alnını ve boynunu siliyordu sürekli. Şuan aşırı terliyor ve nefes almakta zorlanıyordu sanırım. Zira kıravatını gevşetmeye çalışıyordu.

 

Bu adamı sanki daha öncede görmüş gibiyim. Bir yerden tanıdık geliyor ama çıkaramıyordum.

 

Ben adamı izlerken birden sağ elini göğsüne koyarak sıkmaya başladı.
Sonrada olduğu yere düşüp kaldı.

 

Lan adam gidiyor.
Aşağı katdakilerde biri adamı görünce hemen yaklaşarak kıravatını ve gömleğini açtı. Bende bu arada koşarak aşağı indim.

 

"Adam ambulans çağırın kalp krizi geçiriyor."

 

Dediğinde adamı kenara itip yanına eğildim. Nefesini ve nabzını kontrol ettim.
Yok!
Adam gidiyordu.

 

"Amca dur nereye?

 

Dedim ellerimi kalbine koyarak. Masaja başladım sonra.
Bir kaç kez yapıp tekrar nabzına baktım. Hâlâ yoktu.

 

"Amca dur."
Dedim soluk soluğa. Daha sırada ben varım, sıramı alma.
Yanımda alık alık bakan adama bakıp devam ettim.

 

Böyle olmayacaktı.
Biraz Kelebek yardımı lazımdı.
Etrafımdaki bir kaç kişiye,

 

"Uzaklaşında adama yer kalsın nefes alsın."

 

Dedim.
Herkes dağılınca bir kaç saniyelik sürede amcanın vücuduna biraz elektirik verdim.
Doktorlar yapınca yarıyorsa belki şimdide yarardı.

 

Umarım bir kere yeter ikincide yakalanmak istemiyorum çünkü.

 

Aynı anda adamın aldığı nefesle rahatladım. Kulağıma gelen ambulans sesiyle dahada rahatladım.
Kendimi kenara bırakıp bende nefes almaya başladım. Yorulmuştum.

 

Adam gözlerini aralarken arkamdaki ambulans görevlilerini duyup ayağa kalktım. Onlar işlerini yaparken bende iki soluk alıp kitaplarıma döneyim dedim ama,iki kolumda iki kişi ile yerimde kıpırdayamadan kaldım.

 

Ne oluyor diye iki tarafıma bakarken iki tane yarma kollarımdan tutuyordu.

 

"Ne var ne oluyor.?"

 

" Hanfendi sakin olun. Bizimle gelmeniz gerekiyor."

 

Diğeri:
"Abi sizi görmek istiyor."

 

"Abinden banane rahat bırakın, hiç biryere gelmiyorum."

 

"Bakın hanımefendi bu adam bizim patronumuz." Dedi yerdeki yaşlı adamı göstererek.
Onun hayatını kurtardınız. Oğluda sizi görmek istiyor. Lütfen zorluk çıkarmayın. Hastaneye kadar bizimle gelmezseniz abi bizi vurur."

 

"Vursun banane."

 

"Sadece hastaneye kadar gelin.
Lütfen zorluk çıkarmayın."

 

"Bırakın artık kolumu."
Dedim.
"Bi kütüphane keyfi yapayım dedim hale bak."

 

Yaşlı adamı ambulansa alırlarken bende iki adamla dışarı çıktım. Siyah lüks aracın kapısını açıp binmemi istediklerinde,

 

"Hayır ben ambulansla gideceğim." Dedim.

 

"Hayır bizimle geleceksiniz."

 

"Hayır ambulansla gideceğim.
Sizin kötü niyetli olmadığınızı nerden bileceğim. Ben ambulansla giderim.
Ya ambulans ya hiç siz seçin."

 

Adamlar çaresiz kabul ettiler.
Yarım saate kalmadan en yakın hastanedeydik.
Yaşlı adamı yoğun bakıma alırlarken bende özel bekleme odasındaki koltukta oturuyordum. Tabi iki metre karşımdada iki tane yarma ayakta beni izliyordu.

 

Oturmaktan sıkılmaya başlamıştım. Ayaklarımda şişmeye başlayınca,
Artık yeter diyerek ayakkabılarımı çıkarıp hızla koltukta ters döndüm.

 

Ayaklarım duvarda kalçalarım yaslanma yerinde başım ve saçlarımda aşağı sarkıktı.

 

Alık alık bakan adamlara,

 

"Sizin abiniz kim?
Ne zaman gelecek?
İşim gücüm var benim.
5 dakikaya geldi geldi. Gelmezse ben giderim ona göre."

 

Dedim gözlerimi kapatarak.
Bir iki dakika geçmiştiki kapı açıldı.

 

Bir kaç saniyelik sessizlikten sonra tok ayakkabı sesleri duyuldu. Abileri gelmişti sanırım.
Ayak sesleri yanıma kadar gelip tam sarkmış şekilde duran kafamın önünde durdu.

 

Nihayet. Dedikten sonra gözlerimi açtım. Açmaz olaydım.

 

"Yok ya! Ben yatağın yerini değiştirmeliyim aslında. Böylelikle ters taraftan kalkma işini halledebilirim."

 

Dedim mırıltıyla.
Zira şuan tepe taklak,

 

Omuzunda asılı ceketi, elleri ceplerinde, kaşları çatık dev bir Hazar bana bakıyordu önümde.

 

Ölmeden önce sabır sınaması varmıydı. Varsada ben bilmiyordum ve öğrendim.

 

"Anında düzelerek dağılmış saçlarımı ellerimle arkama atıp, Hazar'ın arkasında kaybolmuş ikiliye yandan uzanıp bakarak,

 

"Abiniz bu dev değil, değilmi?" Dedim.

 

"Beğenemedinmi?"
Cevap Hazar'dan gelmişti.

 

Başımı kaldırıp hatta baya kaldırıp yüzüne baktım. Oturduğum için şuan daha uzun görünüyordu çünkü.

 

"Allah'ın yarattığına kusur bulunur mu hiç? De.
Senin olduğunu bilseydim buralara kadar gelmez direk lunaparka giderdim."

 

Bana anlamaz şekilde baktı.
Tabi bugün liste gezdiğimi bilemezdi.

 

"Her neyse."

 

Dedim ayağa kalkarak.
Botlarımıda elime alıp,

 

"Gördüğüne göre bana müsaade."

 

Diyerek ayağımdaki çoraplarla kapıya doğru yürüdüm.

 

Aynı anda kolumdaki el ile durmak zorunda kaldım.

 

"Çıkın!"

 

Adamlar anında hızlıca odadan çıktı. Ammada korkuyorlarmış ha.
Gelmesem gerçekten vuracaktı belkide adamları.

 

"Otur."

 

"İşlerim var."

 

"Otur!"

 

"Hayır!"

 

"Otur dedim." Dedi sesi biraz daha yüksek.

 

"Lütfen..." Diye ekledi sonra. Sabırlı olmaya çalışıyordu sanki.

 

Pes edip kolumu çekerek koltuğa döndüm. Elimdeki botları yere bırakıp oturdum.
Geriye yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdim.

 

Hazar da omuzundaki ceketi koltuğa bırakıp,karşıma geçerek oturdu.
Uzun bacaklarını birbiri üzerine attı. Parmaklarını birbirine geçirip bacaklarının üzerine bıraktı.
Bir süre sessiz bakıştık.

 

"Teşekkür ederim."

 

"İnsanlık görevimi yaptım. Babanın hâlâ zamanı varmış. Allah ömür versin."

 

"Babam değil."

 

"Hı!"

 

"Babam değil. Dayım."

 

Beynimin içinde bir flaş patladı. Tamaam yeni hatırlamıştım. Dayısıydı galericinin babası. O yüzden tanıdık gelmişti.

 

"Oğlu dediler senin için o yüzden."

 

"Dayım beni oğlundan ayırmaz."

 

"Her neyse.
Sen teşekkürünü ettin bende dinledim.
Artık gidebilirmiyim?"

 

Hazar ayağa kalktı.

 

"Sana bir borcumuz var artık." Dedi.

 

"Hayır yok."

 

Dedim ayağa kalkarak. Ama aynı anda gözlerim kararınca dengemi kaybettim.
Gözlerim kapalı düşmek üzereyken Hazar yakaladı belimden.

 

"Gece.
Gece iyimisin?"

 

"İ.İyiyim." Dedim sol elim gözlerimin üzerinde. Sağ elim ise Haza'rı güçlü kolunda sımsıkı yapışmıştım. Anında geri çekerken,

 

"Alpay!" Diye bağırdı Hazar.

 

Anında kapı açıldı.

 

"Doktor çağır." Dedikten sonra
beni kaldırıp koltuğa yatırdı.

 

"İyimisin?"

 

"Tansiyon." Demiştim ki birden kükredi.

 

"Hâlâ yalan söylüyorsun!"

 

" Bana bağırmayı kes.
Bir kaç gündür doğru düzgün yemek yemedim o yüzden tansiyonum düştü. Hastalığımla alakası yok."

 

Dedim yorgun çıkan sesimle.
O sırada kapıdan bir doktor ve hemşire girdi.

 

"Doktora gerek yok."

 

Dedim kalkmaya çalışarak.

 

"Yat.!" Dedi yine kükreyerek.

 

Bu adamın içine bugün Aslan kaçmıştı sanırım. Pes edip gerisin geri yattım.

 

Doktor ölçtükten sonra tansiyon dedi.
Serum ve ilaçla kendime gelene kadar o koltukta yanımdaki devle kalmak zorunda kaldım.
Hemşire serumu çıkardıktan sonra. Kalkıp oturdum.

 

"İyimisin?"

 

"İyiyim.
Bir daha bana kükrersen karışmam."

 

Bir süre bekledikten sonra,

 

"İyiysen kalk gidiyoruz."

 

"Nereye?"

 

Sessiz şekilde önden çıkarak kapının önünde bekledi.
Bugünlük ona uymaya karar verdim. Hastaneden çıkıp bizi bekleyen lüks jeepe bindik. Alpay direksiyona geçip gaza bastı.
Bir süre yol gittikten sonra yine o restauranta geldik. Yakamoz.

 

Arabadan inerek beni bekledi.
Arkasından indiğimde kafasıyla içeriyi işaret etti. Anlaşılan yemeğe gelmiştik.

 

Hazar'a dönerek,

 

"Seni yemeğe götürüyorum demek çokmu zor."

 

Dedim. Sonrada önden gidip içeriye girdim. En güzel yerdeki masaya oturduk ve garsonların getirdiği yemekleri izlemeye başladık.

 

Hiç bir sipariş vermemiştik ama 10 çeşit yemek ve meze gelmişti.

 

"Napıyorsunuz?
Biz bunları istemedik." Dedim genç garsona.
Adam sessizce Hazar'a baktı.

 

Hazar başıyla sen gidebilirsin işareti yapınca garsonda uzaklaştı.

 

"Hadi başla."

 

"Bu kadar şeye gerek yoktu. Bi tantuni falanda olurdu."

 

Dedim.

 

Beni duymazdan gelip kendi yemeye başladı.

 

"İyi madem. " Dedim omuz silkerek.

 

"Bugün listede ziyafette var sayarım. "

 

Dedim ve bende yemeye başladım.

 

Bir kaç lokma yedikten sonra çatal bıçağı tabağımın iki yanına bıraktım.

 

Bu hareketim dikkatini çekti.

 

"Madem buraya kadar geldik. Bari kendini tanıt.
Hazar Gökdemir. Kimdir.

 

***********************************

 

Evet bölüm sonu canlarım.
Oylar ve yorumlar itina ile alınır.


 

Loading...
0%