Yeni Üyelik
26.
Bölüm

🦋H.K 26 Kaçış 🦋

@azamet_29_2

"Gerçekten özür dilerim isteyerek olmadı. Senin yüzünden, sen öyle beni kızdırınca..!"

Demiştimki birden yerinde doğrulup
ellerimi bileklerimden tuttu, arkamda birleştirerek beni kendine çekti.

Gözlerini gözlerime dikerek baktı.

"Şimdi verebilirsin cevabını.

Söylediklerinin anlamı neydi?
Gerçek duygularınmı yoksa yalanların mı?"

Bedenim bedenine yaslı şekilde hafiften geriye eğilmek zorunda kaldım. Hazar'ın yüzüyle başka türlü muhattap olunmuyorduki.

Gözlerindeki anlamını çözemediğim bakışlara takıldım. Bir gözlerime bir dudaklarıma bakıyordu.Cevap bekliyordu.
Peki, sanki hayatı bu cevaba bağlıymış gibi bakması normalmiydi.
Sahi cevap olarak neyi bekliyordu.

Doğruydu dediklerim. Dememi mi? Yoksa yalan söyledim. Dememi mi?
Ne diyecektim şimdi.
"Allahım yardım et Gece kuluna." dedim içimden çaresizce.

O sırada kapı tıklayınca dünyalar benim oldu desem yeridir.
Hazar ağzının içinde küfürler ederek beni bıraktı. Fırsat bu fırsat geri geri giderken kolumu tutan eli beni yeniden engelledi.

"Geel!" Dedi sinirle.

"Hazar Bey." Diyen adamına,

"Ne var lan! Dediğinde yerimde sıçradım.

Adam korkuyla,
"Mehmet Hoca ve Michael Bey sizinle konuşmak için sizi çağırıyorlar."

"Michael kim! "
Dedim kendi kendime.

Adam kaçar gibi çıkarken Hazar bana döndü.
Beni yanına çekip birden kucağına alınca tiz bir çığlık attım istemeden.

"Ne yapıyorsun ya?"

Beni yatağa bırakıp omuzlarıma bastırarak zorla yatırdı.

"Konuşmamız bitmedi dönünce devam edeceğiz. Ben gelene kadar dinlen."

Dedikten sonra hızlı adımlarla odadan çıktı.

Neden bu kadar acele ediyorsa.
Sanki sonucu bilmiyoruz.

Peki Michael kimdi? Oda doktordu sanırım. Ama yabancı bir doktor. Nerden gelmiş, kim çağırmış.
Hazar'ın bu doktorla alakası varmı? Belkide o çağırdı.
Sorular kafamın içinde attığım yalanlarla yarışır hale gelince merakıma yenik düşerek, yataktan kalktığım gibi odadan çıkıp Hazar'ın peşine takıldım.

Ama o koca gövdesi saniyede kaybolmuştu. Tabi kaybolur adamda 2 metre bacak var.

O değilde şimdi bende merak ettim o aptal MR'ın ne söylediğini.
Bir yanım aynı şeyleri yaşamaktan korksada diğer yanım öğrenmelisin diyordu. Küçücük bir ümit kırıntısı Hazar'a vereceğim cevabı temelinden değiştirirdi.

Hemen Mehmet hocanın odasına gitmeliydim.
Ama odasının yerini bilmediğim için koridorda gördüğüm ilk hemşireye sordum. 2.katta olduğunu söyleyince anladım Hazar'ın neden bu kadar hızlı kaybolduğunu. Asansör beklemektense merdivenden inmiştir.

Bende hemen merdivenlere yönelerek bir kat aşağı indim.
Koridorda gezerek odasını buldum.
Sessizce kapıya yaklaşıp içeriyi dinlemeye çalıştım ama kapı kapalı ve konuştukları duyulmuyordu.
Ben nasıl duyabileceğimin hesabını yaparken kapı aniden açılınca anında yan duvara sindim. Sekreter kız odadan çıkarken ayağımı kapını önüne koyup kapanmasını engelledim.
Şimdi 2 parmaklık aradan bütün konuşulanlar duyuluyordu.

Mehmet:

"Burdada görüldüğü gibi Hazar o tümör büyüyor ve etrafındaki sinirlere ve damarlara baskı yapmaya başlayacak yakında." Dediğinde içimde bir sızı oluştu.
Zaten biliyordum ama bir doktor tekrar ettiğinde aynı üzüntüyü en baştan yeniden yaşıyor insan.

Eminim şuan ekrana yapışmıştı Hazar. Arkadan gelen ingilizce cümleler dikkatimi çekince kelimelere odaklanarak anlamaya çalıştım.

Okuldayken ingilizcem iyiydi, güya olimpiyatlarda kullanacaktım. Kader işte olimpiyatlarda arkadaş edinirken kullanacakken beyin doktorunu anlamaya kullanıyordum.

Michael denen adam devam ederek tümörün nasıl birşey olduğunu ve beni nelerin beklediğini tıpkı yaşlılar evindeki o doktor gibi bir bir anlatmaya başladı.

Aynı şeyleri tekrar tekrar dinlemek midemi bulandırdı. Üstüne birde

"Bu halde 3-4 ay ancak yaşar."

Dediğinde bende film koptu. Dizlerimin bağı çözülünce kendimi yere bıraktım.
Aklımdan aynı anda geçen şeylerin sınırı yoktu.
(290) günüm bile yokmuydu artık.
Şuan Hazar içerde ne hissediyordu bilmiyorum ama ben sonunu dinleyemeyecek kadar kötü hissediyordum.

Sendeleyerek yerimden kalktım. Hızlı adımlarla Hazar gelmeden önce kendi odama doğru çıktım.
Odaya girip kapıyı kapattım.
Sırtımı kapının arkasına yaslayarak yere çöküp ağlamaya başladım.

Aylardır tuttuğum gözyaşlarım artık benden izin istemiyordu.
Uzun zamandır aynı gün içinde hiç bu kadar ağladığımı hatırlamıyordum.

Başımdaki boynumdaki vücudumdaki bütün damarlarımın gerildiğini hissettim.
Hastalığımı öğrendiğim o ilk günkü duygularım tekrar tekrar yokladı beynimi.

Mutfakta nasıl sinir krizi geçirip elimdeki bıçağı nasıl kendime salladığımı hatırladım.

Keşke o zaman Ahu gelmemiş olsaydı.
Şimdi böyle acı çekmek zorunda kalmazdım.
Eski,yeni bütün düşüncelerim bir duman halinde etrafımı sardıkça zavallı ciğerlerim nefes alamaz oldu.
Kalbim yine duracak gibi hissediyordum. Aslında hemen şimdi dursaydı belkide daha iyi olurdu.

Kapının yanındaki duvardan destek alarak başım önde yavaşça kalkarken yerdeki beyaz fayansa düşen büyük kırmızı damlayı gördüm.

Ben ilk damlaya bakarken ikinci üçüncü ve dördüncü düştü yanına, yere. Bir elimle burnumu diğer elimle göz yaşlarımı silerken,Hazar dönmeden burdan gitmeliyim. Dedim.

Onun gözlerine bakacak,ona bir cevap verecek gücümde ömrümde yokken onun daha fazla üzüldüğünü görmek istemiyordum.

Odadaki dolabım önüne geldiğimde başım dönünce elimi dolaba yaslayarak bir süre bekledim.

Biraz toparlanınca dolap kapısını açtım. Kıyafetlerimin ve Hazar'da kalan çantamın burada olduğunu görünce sevindim.
Üzerimi değiştirerek çantamı ve ayakkabılarımıda alıp odadan çıktım.

Olabildigince hızlı şekilde asansöre gelerek düğmeye bastım.
Gündüz olmasa camdan atlardım belki. Ama hem gündüzdü hemde bahçe kalabalıktı.
Asansör geldiğinde içeri girip insanlara aldırmadan ayakkabılarımı giydim.

Sonrada çantamı karıştırıp telefonumu buldum. Neyseki hâlâ şarjı vardı. Telefonu arka cebime koyup çantamı sırtıma aldım.
Nereye gideceğimi bilmiyordum ama ne eve nede Ahu yada İbo'ya gidemezdim.
Kendime kalacak bir yer bulmalıydım. Bunun için Emin'den yardım istemeye karar verdim.

Beni kıyıda köşede bir pansiyona bırakabilirdi.
Bu düşüncelerle binadan çıkacakken aklıma Alpay geldi.
Şuan kapının dışında olma ihtimaliyle acil girişine yöneldim.
Acil kapısından çıktığımda aklıma gelen şeyle geriye dönüp bir süre baktım.
Elimi belli belirsiz yarım şekilde kaldırarak salladım.

"Senin için senden uzağa gitmek zorundayım. " Dedim gülümseyerek.

Sonrada arkamı dönerek bahçe çıkışından dışarıya doğru yürüdüm.

🦋🦋🦋

Gece'yi yatağa bırakıp Mehmet ile görüşmeye gittim. Ne söyleyeceklerini çok merak ediyordum. Umudum onca zamandan sonra çekilen MR dan iyi birşeyler çıkmasıydı.

Mehmet'in odasına geldiğimde kapıdan girer girmez,

"Mehmet iyi birşeyler söyle." Dedim.

Gel Hazar.
Michael'de burda, konuştuğumuz gibi birlikte baktık görüntülere.

"Gel sende bak.."

"Ben doktormuyum ne anlarım."

Dedim ama aldırmadan devam etti.

"Burdada görüldüğü gibi Hazar o tümör büyüyor.
Ve etrafındaki sinirlere ve damarlara baskı yapmaya başlayacak yakında."

"Bunu zaten biliyorum."

Doktor Michael devam etti konuşmaya. Tümörün nasıl birşey olduğunu anlattı tıbbi terimlerle.

Sonrada yaşlılar evindeki o bunak doktorun söylediklerini söylemeye başlayınca.

"YETER!! "

Diye bağırdım.
Elimi alnıma bastırarak derin bir nefes alıp kendimi koltuğa bıraktım.

"Mehmet.
Michael.
Bunları zaten biliyorum.
Ben bir umut varmı onu duymak istiyorum."

"Sesim sinirli ve dişlerimin arasından çıkmıştı."

Mehmet kaşları çatık geriye yaslandı.
"Keşke sabrında vücudun kadar büyük olsa."

Dediğinde iyi haber var diye umdum bir an. Anında yerimde doğruldum.

"Var."Dedim

Bişey var.

Ne? Söyle!"

Önce Mehmet'in sonra Michael'in yüzüne baktım umutla.

"Michael birşey fark etti.
Nedir nasıl olmuştur araştırmak gerek ama..."

"MEHMET!!"

Michael girdi söze.

"Hazar Bey.
Bu tümörün çaresi yok. Kötü bir şekilde ölümle sonuçlanır her zaman."

"Lann!" Dedim sinirle ayağa kalkarak.

"AMA!"

Anında geri oturdum koltuğa.

"Ama ne!? "

"Ama bu kızdaki tümörün şu anki hali bir kaç milim küçülmüş hali. Bunu MR la görebiliyoruz.
Yani tedavisiz ne oldu, nasıl geriledi bilmiyorum ama biraz bile olsa küçülmüş.

Kızla,onunla bizzat görüşmek muayene etmek isterim. Farklı olarak ne yaptığını sormak isterim. Yada normalde neler yapar.
İyileşirse bu tıpta bir ilk olabilir."

İçimde bir umut doğmuştu.
Gece için küçücük bile olsa bir ihtimal vardı.
Bu bana yeterdi. O küçücük ihtimale tutunabilirdim.

Mehmet:

"Hazar senin bir bilgin varmı.
Bu kızdaki tümör nasıl küçülmeye başlamış olabilir.

"Hayır yok."

Mehmet birden michael'e döndü.

"Bu kız iki gün önce yüksek voltaj elektirik çarpması ile geldi.
Sebep bu olabilirmi.?

Michael:
"İki günde olacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Ama araştırmadan bilemeyiz."

Dedi saçlarını elindeki kalemle karıştırarak.

Mehmet'in dediği şeyle benim aklıma daha ötesi geldi.
Mehmet benim yalanımdan bahsediyordu ama benim aklıma Gece'nin kendi gücü gelmişti.

Ya Gece'deki güç, aslında kendini iyi edebilecek tek şeyse.
Ama bunu bu iki doktora nasıl söyleyecektik. Bir anda kendimizi manşetlerde bulabilirdik.

Gerekirse bunuda göze alırdım söylerdimde ama önce Gece'ye bu haberi verip işbirliği yapmasını istemeliydim.

Hemem yerimden kalktım.

"Michael lütfen bir süre Türkiye'de kalın.
Bu konuda bize yardım edin."

"Elimden geleni yapacağım. Belkide bu sayede bir tedavi yöntemi bularak başka hastalarda faydalı oluruz."

Teşekkür ederek kapıya yöneldim.

Mehmet:

"Hazar nereye."

"Gece ile konuşmaya." Diyerek çıktım.

Hızlı adımlarla üst kata çıktığımda hemşirelerden biri,

"Hazar Bey.
Sizden sonra hastanızda Mehmet hocayı arıyordu buldu mu.?"

Dediğinde içime bir kurt düştü.
Cevap bile vermeden odaya döndüm.
Kapıyı,"Gece." Diyerek açıp girdiğimde gördüğüm ilk şey kapının önündeki kan birikintisi oldu.

"Hassiktir."

O an içimdeki kurt bir ateşe dönüştü.
Korkuyla odaya baktım.

"Gece." Dedim.

"Gece nerdesin?"

Dolabın kapağında gördüğüm kan lekesi ile korkum bir kat daha arttı.

Hızla kapakları açtığımda Gece'nin eşyalarının olmadığını gördüm. Kıyafetleri çantası ayakkabıları her şeyini almış kanayan burnuna rağmen yine kaçmıştı.

"Seni aptal kız.
Neden neden?
MR bile çekmişken niye kaçarsın.."

O anda aklıma gelen şeyle.
Hızla odadan çıkıp koridorda
bana doğru gelen İbo ve Ahu'ya aldırmadan koridoru izleyen kameralara baktım.

İbo yanıma geldiğinde,

"Hazar Bey hayırdır. " Diye sorunca tepemin tası attı.

İbo'yu yakasından tutup.

"Değil lan,hayır değil." Dedim.

Ahu:

"Hazar Bey ne oluyor ne yapıyorsun?"

"Manyak arkadaşınız yine kaçmış."

"Gece'mi?"

"Delirtme ben Ahu.
O salak tamda hastalığına bir umut ışığı bulmuşken yine kaçıp gitmiş."

"Gerçekten bir umut varmı.?"

"İbo gel benimle kamera odasına gidiyoruz.
Bulalım şu salağı."

Birlikte kamera odasına inerken arayıp Alpay'ı ve bir kaçta adam çağırdım.

İbo bilgisayarların başına oturup bütün katlardaki bütün kameraları bir bir açtı aynı anda.

İlk görüntüde benim arkamdan odadan çıkmıştı Gece.
Sonra Mehmet'in odasının katında göründü.
Kapıyı gizlice dinlerken kendini yere bırakışı içimi eritti. Halinden ne kadar üzüldüğü ve etkilendiği belliydi.
Sonra sendeleyerek ayağa kalkıp yürüdü. Her şeyi duymuştu. Michael'in dedikleri hariç.

"Aptal." Diye bağırdım önümdeki masaya vurarak.

"Dinledin bari sonunuda dinle.." Dedim.
Sinirle bir kez daha vurdum masaya.

Sonraki görüntüde yine kendi odasına girip eşyalarıyla çıkıyordu.
Ayakkabılarını bile elinde götürüyordu.

Bir sonraki görüntüye geçtiğimizde asansörden inip acil yönüne döndü. Son görüntüde ise dışarıdan kameraya bana bakıyordu sanki.
Kaçtığını farkedecegimde kameraları izleyeceği biliyordu.

Elini hafif kaldırıp el salladığını görünce yüreğim koptu sanki.
Yanımdaki Ahu görüntüye bakıp,

"Dönmeyecek." Dedi ağlayarak.
Anında Ahu'ya döndüm sonrada ekrana. O kadarınıda yapmazdı heralde.

İbo:
"Birşey söylüyor ama anlaşılmıyor."

Dediğinde ekrana yaklaştım.
Büyüt Dedim. Görüntü büyüdükçe dahada kötüleşti.

"İbo görüntüyü temizleyebilirmisin?"

"Evet ama bunlarla olmaz."

"Görüntüyü al şirkete gidince hallet.
Şimdi devam et nereye gitmiş."

"Bu son görüntü.
Bahçeden çıkıp gidiyor."

Kolundan tutup kaldırdım İbo'yu.

"Yürü, şirkete gidiyoruz.
Şahin itinin yedi ceddini bulabiliyorsan arkadaşınıda bul.
Sende Ahu...
İkinizde benimle geliyorsunuz."

Dışarı çıktığımızda Alpay ve adamlar bizi bekliyordu.

"Alpay şirkete dönüyoruz."

"Tamam abi."

Diğer adamlara döndüm.

"Bu hastanenin her yerini ve etrafındaki her taşın altını arayın. O kızı gören duyan varmı bakın. En ufak iz bulursanız beni arayın."

"Emredersin abi."

İbo ve Ahu ile şirkete gider gitmez İbo'yu en iyi bilgisayarların olduğu odaya görürdüm.

Bilgisayarları gördüğü anda uzun bir ıslık çalarak masaya geçti. Hemen elindeki görüntüyü bilgisayara yükleyip temizledi.
Okuma programı ile birleştirip yazıya döktü.

"Senin için senden uzağa gitmek zorundayım."

Okuduğum şeyle kendimi arkamdaki tekerlekli koltuğa bıraktım.

Donup kalmıştım. Okuduğum cümle beynimin duvarlarına çarpa çarpa yankılanıyordu adeta.

"Cavabını giderkenmi verdin." Dedim mırıltıyla.

O cümleler gerçek duygularıydı ama duyduklarından sonra benim için gittiğini söylüyordu.

"Seni aptal!"

Dedim yine.
Ahu hâlâ ağlıyordu.

"Ağlayacağına nerelere gidebilir onu düşün."

"Gidebileceği tek yer evi. Orayada gitmez."

"Buldum."

Diyen İbo'a döndük anında.

"Ne buldun?"

Hastanenin dışını gören kamera görüntüsü buldum.

Gece çıktıktan sonra bir telefon konuşması yapmış.

"Kiminle, nereyle konuşmuş."

"Onu hemen bulamam ama gelen kişinin arabasını bulurum."

"Bizden başka arkadaşı varmıydı Gece'nin." Dedi Ahu.

İbo:
"Benim bildiğim yok."

"Arabayı bul hemen."

Mobese kameralarına bağlanarak arabayı trafikte takip ederek nereye gittiğini görünce yine başa döndük.

Metro.
Gece metroda inmişti.
Burdan şehrin 4 bir tarafına gidebilirdi.
Nasıl bulacaktık. Dahası kılık değiştirip çıkacaktı büyük ihtimalle.

"Arabanın plakasından sahibini bul hemen."

İbo elindeki klavye ile bir iki dakika uğraşıp adamı ekrana çıkardı.
Araba Selami Alıcı adında 40 lı yaşlarda birine aitti.

"Tanıyormusunuz." Dedim Ahu ve İbo'ya bakarak.

İkiside kafa salladı " Hayır." Diyerek.

" İbo bilgilerini çıkar.
Alpay! "

"Buyur abi."

"Bulup getirin şu iti."

"Tamam abi."

"İbo'nun verdiği kağıdı alan Alpay adamlarla birlikte fırladı gitti.
Bizde odadan çıkarak ofise geldik."

İbo ve Ahu koltuklara bende masama geçtim.

Ahu:

"Hazar Bey gerçekten bir umut varmı Gece için." Dedi gözleri dolu.

"Küçükte olsa bir ihtimal var. Dedi Michael."

İbo:

"Michael?"

"Davetimle geldi hastaneye. Çok iyi ve yetenekli bir beyin cerrahı vede tanınmış.
Mehmet'le birlikte Gece'nin sonuçlarını incelemişler.
O tümör nasıl olduysa bir kaç milim küçülmüş.

Nasıl diye tartışırken Mehmet'in bilmeden söylediği birşey dikkatimi çekti.

"Ne?"

"Gece'nin kalbini durduran o gücü tümörü geriletmiş olabilir.
Ama bunu ona söyleme fırsatı bile vermeden kaçtı yine Aptal."

Dedim yumruklarımı masaya geçirerek.

"Onu bi bulayım zincire vuracam."

Ahu:
"Şimdi ne olacak."

"Selami kimse onu bulacağız.
Ona birşey söylemiş olabilir.
Hem siz Gece'nin arkadaşlarını nasıl bilmezsiniz?"

"O adamın arkadaşı olduğunu sanmam. 19 yaş, 40 yaş. Hiç arkadaş yaşı değil.
Acaba...
Acaba akrabasımı desem bana söylerdi."

"Alpay'dan haber bekleyeceğiz. Şimdilik başka çare yok.

İbo telefon ne oldu?"

"Telefon kapalı.
Zaten takoz telefon.
Konuşma süreside 10 saniye.
Yani takip dışı. Ama açtığı anda görecegim."

Dedi İbo kendi telefonunu göstererek.

🦋🦋🦋

Bir saat falan geçmişti.
Ahu olduğu yerde ıslak gözlerle sızıp kalmış bizde Alpay'ı bekliyorduk.
Kapı tıklayınca ayağa fırladım.

Alpay içeri girdi.
"Abi adamı aldık.
Küçük ofiste."

"Gidelim." İbo ile birlikte diğer ofise geçtik.

Selami iki adamımla içeride bekliyordu.
Bana korkuyla bakan adamın burnu kanıyordu.

Alpay'a döndüğümde,

"Abi kaşındı." Dedi.

Yanına yaklaştım,

"Selami senmisin lan.!"

"E-evet..!"

"Gece Çakır adındaki kızı tanıyormusun."

"Onlarada söyledim.
Tanımıyorum."

"Nasıl tanımıyorsun lan!
Bugün senin arabana binmiş."

"Benim arabama mı?
Benim arabam bende değilki.
Adam gibi sorsanız söylerdim."

Yakasından tutarak gürledim.

" Sendenmi öğrenecem lan adamlığı. Kimde lan araban."
Diyerek döşemeye fırlattım adamı.

"Emin.
Emin'de. Araba." Dedi korkuyla.

"Emin kim lan!?"

"Arkadaş.
Taksicilik yaparken tanışmıştık. Araba lazım. Dedi verdim."

"Nerde bu Emin."

"Götürürüm abi."

Yakasından tutarak kaldırıp Alpay'ın önüne savurdum.

"Yürü lan!
Alpay al bunuda gidiyoruz. "

Selami'yi de alıp çıktık.
Yarım saat sonra kenar mahallelerden birinde bir bina önünde durduk. Araba gerçekten burdaydı.

"Girelim abi." Diyen Alpay'a,

Selami:
"Abicim Emin'in anası hasta, yaşlı.
Kadın korkar dışarı çağırayım gelsin."

"Tamam lan çağır.
Uyarayım deme beynini patlatırım."

"Ta-Tamam."

Selami arayıp Emin denen adamı dışarı çağırdı. Dışarıya çıkan genç adam bizi görünce bir bana bir Selamiye bir arkamdaki adamlarıma baktı.

"Selami abi ne oluyor kim bu arkadaşlar."

"Sıçtırma lan arkadaşına.
Kız nerde nereye götürdün."

Dedim üzerine yürüyerek.
İbo anında koluma yapıştı.

Adam yukarıdan aşağı süzerek,

"Sen... Hazar mısın.?"

Şaşırarak baktım adama.

Elini uzatarak,

" Adım Emin Çağlayan.

Deli'nin sayesinde doktor adayıyım.
Deli'nin tarifine uyduğuna göre sende
Hazar Gökdemir olsan gerek.

"Ne oluyor lan. Deli kim? Sen kimsin? Beni nasıl tanıyorsun anlat yoksa elimde kalacaksın."

"A pardon ben Deli diyorum diye herkes öyle diyor sanıyorum."

"Deli, yani Gece.
Gece'den bahsediyorsunuz değilmi.
Bugün hastanenin ordan aldım onu.
Beni arayıp gelmemi istedi."

İbo:

"Sen kimsin nerden tanıyorsun onu."

Dedimya adım Emin. Aylar öncesine kadar gece vardiyası taksiye çıkıyordum.
Bir gece Deli bindi taksiye. Evine bıraktım.
Bana neden gece taksisine çıktığımı neden okula gitmediğimi sordu.

Çalışmam lazım yokluk falan muhabbeti yapınca bana çıkarıp tomarla para verdi. Delimisin sen demiştim o zaman. Adını sormayı unuttuğum için Deli kaldı adı.
Paranın piyangodan çıktığını söylemişti o zaman."

"Nerde şimdi nereye gitti birşey söyledimi. Onu bulmam lazım."

"Metroya kadar görürdüm. Bir daha da görmedim.
Lan görmediysen beni nasıl tanıdın.

Belliki hakkımda konuşmuş tarif etmiş."

"Tarif etmedi. Adını söyledi. Birde dev dedi."

Sinirden yarılmak üzereydim.

"Birde.
Buralardan çok uzağa gidecem Dedi. Bana teşekkür edip vedalaştı."

"Şimdi siz anlatırmısınız. Neler oluyor."

Loading...
0%