Yeni Üyelik
13.
Bölüm

🖤 K.12 Senin ne işin var burada🖤

@azamet_29_2

Yeni bölümden merhabalar canlarım.
Keyifli okumalar dilerim.
Hatalarım varsa affola 😍

☀️☀️

Gözlerimi açtığımda çoktan sabahı geçmiş öğlen oluyordu ve dakikalardır aynı şekilde yatakta tavanı izliyordum.

Bugün altıncı gündü. İki yerde sadece günlük eleman olarak işe girip çıkmış ardından yeniden iş aramış ama bulamıyordum. Kaldığım otele yakın olması ve vasıta sorunu yüzünden çok uzak yerden de iş bakamıyordum. Çünkü param sınırlıydı ve hâlâ iş bulamamış cepten yiyordum, hem zamanı hem parayı... Bir an önce yeni iş bulamazsam sonunda beş parasız ortada kalacaktım. En azından bir ay çalışsam alacağım parayla daha rahat iş bakar yada iş değiştirebilirdim. Dakikalardır düşünmekten başıma ağrı girmişti artık.

Nasıl oluyor ya!

Diye bağırarak doğruldum yatakta. Ulan ülkenin başkenti koca Ankara da nasıl iş bulamıyorum ya! Nasıl?

Sadece ben değil başkaları da bulamıyordu aslında. Bunu iş ararken bizzat kendim de görmüştüm.

Bulaşık işi vardı.

Dedi içimdeki Umay.

Hıı tabi.
Ben ne anlarım bulaşık işinden yah! İnsanları deterjan artığı ile zehirleyip hırsızdan sonra bir de katil mi olayım?

Garsonluk vardı.

Adamın tipini beğenmedim. Ayrıca gözleri fıldır fıldır, hem müşterilerin hem de çalışanların götünü izliyordu.

Kasiyer işi vardı.

Sağır mısın? Tecrübeli dedi ya kadın. Ne anlarım kasiyerlikten. Parayla olan tek munasebetim çalarken ve harcarken ki.

Metro altı ayakkabı mağazasında yardımcı arıyorlardı.

Mağaza sahibinin konuştuğu dili ben anlamadım sen anladın mı? Adamın uyruğu belli değil beh! Tipini söylemiyorum bile.

Bir an durdum.
Ne yaptığımı farkedince anında kendime geldim. Resmen kendi kendime tartışıyordum.

Ellerimi yanaklarıma vura vura, kendine gel Umay. Kafayı yemenin sırası değil.

Dedim.

Kalk git elini yüzünü yıka.
Bugün de iş bak. Yeni bir gün yeni bir şans hadi göreyim seni.

Diye diye yataktan kalkıp banyoya yürüdüm.

Kendini gazlayan ben... Banyo da rutin işlerimi halledip elimi yüzümü yıkayıp kurulanıp çıktım. Başımı yukarıya kaldırdım.

Allah'ım bugün bana yardım edeceğine inanıyorum. Yoksa valla içimdeki hırsız kız gece işine çıkalım diye dürtecek.

Lan. Tövbe tövbe. Allah'ı tehdit eder gibi oldu hâşâ.

Haşa. Sümme haşa! Allah'ım vallaha daraldım ondan saçmaladım. Affet. Çok amin. Diyip ellerimi yüzüme sürerken içimdeki sesi duydum yeniden.

İyice saçmalamadan çık git işine bak Umay. Böyle saçmalamaya devam edersen çarpılacan sonunda. Ağzın götüne dönecek dilencilik yapacan.

Tövbe de beh!

Desemde valla hak verdim bu kez içimdeki o geveze sese. Hızlı şekilde üzerimdekilerden kurtulup kirli çamaşır yığını üzerine attıktan sonra valizden, açık mavi kot ve siyah dantelden kısa kolları olan badi çıkarıp giyindim.

Hızlı şekilde üzerimdekilerden kurtulup kirli çamaşır yığını üzerine attıktan sonra valizden, açık mavi kot ve siyah dantelden kısa kolları olan badi çıkarıp giyindim
Ayna karşısına geçip sırıtarak şöyle bir baktım kendime. Bir sağa bir sola dönüp baktım birazda. Eh! Fena değil işte. Hatta çok bile. Altada aynı spor ayakkabımı ve koluma da aynı kırmızı çantayı takarım. Oh mis!

Dün akşam yatağın yanına park ettiğim ayakkabımı giyip çanta mı da aldıktan sonra odadan çıkıp kapıyı kilitledim. Derin bir nefes alıp vererek merdivenlerden inip otelden çıktım. Hızlı adımlarla otobüs durağına yürürken yol üstü seyyar simitçiden de bir simit ve su aldım.

Allah'ım bir simit bir su aldım altı üstü. Ne bu fiyatlar yaa!

Diye söylenirken bir yandan kemire kemire otobüs durağına kadar geldim. Kalan simiti durakta yemeye devam ederken bir yandan da telefondan internete girmiş bugün gideceğim yer için otobüs ve güzergahı öğrenmeye çalışıyordum.

Bugün Ankara'nın en lüks semtlerinden birine gidip birazda orada takılacak eleman arayan varmı diye bakacaktım. Ben bunun hesabını yaparken nihayet otobüsde gelmişti. İnsan kalabalığına karışıp otobüse binmeyi ve kartı basmayı başarıp arkalara doğru ilerledim.

Yaşlı, genç, çoluk çocuk... Lan ne bu kalabalık böyle ya. Kendileri yetmiyor gibi sırtlarında kocaman çanta ile binen gençlere çevirdim gözlerimi. Otobüsün içi zaten balık istifi gibi birde bu gereksizler vardı.

Hayır oldukları yerde döndüklerinde arkalarındaki şanssız çantadan bir darbe yiyordu ama sahibinin umru değildi. Ben içten içten giydirirken binmeye devam edenlerle daha da kalabalık oldu içerisi. Arkadan gelenler ilerleyelim lütfen derken resmen boğasım gelmişti. Nereye gitmemizi bekliyordu acaba? Sonunda dayanamadım.

" Burada yer kalmadı prenses sen otobüsün üstünde git."

Yanımdakiler kıkırdarken o sinirle baktı bana. Aramızda yirmi kadar kişi olmasa kesin üstüme atlardı. Sessizce yer bulunca kendine hanım abla, otobüs de ilerlemeye devam etti. Şu şoförleri de hiç anlamıyorum zaten. Utanmasalar Hindistan'da ki gibi otobüsün üstüne bile yolcu alacaklar ha! Kendi rahat yerde ya nasıl olsa. Direksiyonda oturan ben olsam ben de unursamam kim kime sürtünmüş ayağına basmış. Sonunda kendimi orta kapının yanına attım.

Allah'tan her durakta bir iki yolcu döküldü de otobüsün içi rahahlarken bende arada bir de olsa temiz hava çektim karbondioksit, ter ve ayak kokusu çekmekten büzüşen ciğerlerime. Yoksa yeminle ölecektim şuracıkta.

*****

Bir saatin sonunda nihayet inerken önce bi çok şükür. Dedim. İndikten sonra da derin bir nefes çektim. Ciğerlerim bayram etti resmen.

Allah'ım oksijen. Ölecekmişim lan!
Dönerken dolu otobüse bineni sikeyim. Bu ne arkadaş.

Diye diye yürümeye başladım. Bir yandan yürüyor bir yandan da etrafı kolacan ediyordum. Bu arada keşke bir şapka falan alsaymışım ya. Diye hayıflanmadan edemedim. Bu ne sıcaktı arkadaş. Daha yeni Ağustosun ilk haftası ama asfaltın sıcağı yerden yükselip insanın yüzüne vuruyordu resmen.

Kızım Umay iyice kızarmadan adımlarımı hızlandır. Ana caddeden ayrılıp ara caddelere doğru yürüdüm. Burada özel bir hastane ile birlikte kafe, restoran, pastane, üç ayrı lüks otel vardı. Bir iş bulabileceğimi umut ederek yürümeye devam ettim. Mantıken bu kadar lüks bir semtte eleman ihtiyacı olurmuydu bilmiyorum. Eminim işten ayrılan olmazdı. Ne de olsa zenginlerin yeriydi ve iyi kazandıran yerlerdi ama yinede şansımı deneyecektim.

Zaten başka şansım mı vardı?

&

Karşıma ilk çıkan bir restorant oldu. Nezih güzel büyük bir mekândı. Buradan başlayabilirim diye düşünerek ilerledim. Kapısının önüne gelip ieriye girmeden önce durup şansıma seslendim.

Sana bir hak daha veriyorum şansım. Bu sefer benden yana çıkmanı umuyorum.

Diyip bodoslama daldım içeriye. Hızlı adımlarla yürüyerek garsonlardan birinin yanına gelip sorumlu kişinin kim olduğunu sordum. Genç çocuk önce şaşırdı tabi. Sanırım beni müşteri ve şikayette bulunacağımı sanmıştı.

" Merak etme müşteri değilim."

Dedim sırıtarak.

" Sadece iş arıyorum."

Diyince rahatlayıp,

" İş miş yok."

Dedi. Sinirle baktım yüzüne. Ardından yukarıdan aşağıya süzdüm.

" Sorumlu kişi sen misin? "

" Hayır."

" O zaman sen karışma. Sorumlu kimse o söylesin iş yok diye."

Söylediğim şeyle bir müşterilere bir bana baktı. Rezillik istemiyordu. Ardından gözlerini devirirerek daha geride ayakta etrafı denetleyen şiş göbek adamı gösterdi. Gördüğüm adamla gözlerim büyüdü. Yeminle Mardin'de ki penguen kılıklı adamı hatırlatmıştı bana. Süleyman ağayı. Ne kadar benziyordu. Adamlar ruhuma mı işlemiş ne?

Zihnimin içinde saniyelik bir Mardin turu yaptıktan sonra kendime gelip tombik adama doğru yürürken bir yandan da umudumu taze tutmaya çalışıyordum.

Tam yanına gelip iyi günler. Dedim. Bana şöyle bir baktıktan sonra,

" Buyrun ne istemişsiniz."

İş aradığımı söyleyince yukardan aşağı küçümseyen bir bakış attıktan bu kez. Az önceki kibar puff...

" Maalesef. Eleman aramıyoruz. Dışarı! "

Dedi. Emin misin? Diye üsteleyecek değildim. Zaten tipimi bile beğenmediği, elemana ihtiyacı olsada beni almayacağı bakışlarından belliydi.

Burnumu dikleştirerek baktım yüzüne. Penguen. Dedikten sonra da mekândan çıktım hırsla.

Biri olmazsa diğerleri olur belki.

Kaç gündür gurur yapmadan insanlardan iş istiyor, alaycı ve iğneleyici bakışlarına rağmen zincir vurduğum karakterimi tutarak ağız burun dalmadan sabrediyor, yine de iş bulamıyordum.

İş ilanlarını arıyor cevap olarak, eleman bulduk! Cevabı alıyordum. Buna rağmen pes etmeden sabrediyor, dayanabildiğim yere kadar dayanıyordum.

Ama zor oluyordu bee! Böyle giderse bütün zincirlerimi çözecek eski Uyma'yı salıverecektim Ankara'nın ortasına. Sonra onlar düşünsündü. Ama bunun için azıcık daha sabredebilirdim. Çünkü hemen pes etmeye niyetim yoktu. Daha yeni başlamıştım dolaşmaya.

Umarım sabrın sonu gerçekten selamettir.

Diyerek devam ettim yürümeye. Buradaki bir kaç mekanı daha dolaşacaktım. Otellerde de iş bulabilirdim. Ama en fazla oda yada tuvalet banyo temizlikçisi olarak alınırdım. Düşüncesi bile zorladı beni. Bu yüzden en sona bıraktım otelleri.
Kendi kendime,

Yürü Umay yürü. İnşallah siktiğim şansım döner. Yoksa elimde fırça otel tuvaletleri beni bekler. Öğğh!

Diyerek yürümeye devam ettim.

*****

Saatlerce yürüyerek dolaştıktan sonra kendimi kaldırım kenarına bıraktığımda akşam oluyordu artık. Açlık, susuzluk ve yorgunluktan ölmek üzereydim. Bu semtte ne kadar yer varsa her birini dolaşmış yine de iş bulamamıştım. Kaderimde helal kazanç yok galiba diye düşünmeden edemedim.

Artık ayaklarımın altı acıyor karnım açlıktan zil çalıyordu. Sabah yediğim simit ve içtiğim sudan sonra sadece aldığım ikinci ve üçüncü suları içerek gezmiş olduğum için üstüne bir de midem bulanmaya başlamıştı.

Kaldırımın üzerine doğru sırt üstü bıraktım kendimi. Ankara'ya geldiğim günden beri ilk kez bu kadar çok yürümüş, bu kadar çok yorulmuştum. Gözlerim kapalı kollarım iki yana açık bedenim sıcak kaldırım taşında öylece bekledim bir süre.

Düşünüyordum. Neden bu kadar zordu daha iyi bir hayata geçmek. Gözlerimi açıp bir anlık sinirle bağırdım.

" Neden ya! Nedeeeeeeen!
Neden bu kadar zor! Haa!
İlla hırsız mı olalım lan!
Çalalım çırpalım mı!?
Yol mu keselim!?
Adam mı kaçıralım!?
Banka mı soyalım!?

Neden edebimle yaşayamıyorum!

Diye bas bas bağırdım. Yoldan geçenlerin uzaylıymışım gibi olan bakışlarını görünce yerimde doğrulup oturduktan sonra,

" Ne?! "

Dedim öfkeyle.

" Ne?! Ne?!
Hiç mi sinir krizi geçiren insan görmediniz!
Ne yapalım!
Sizin gibi tuzumuz kuru değil! "

Diye bağırdım üstünede. Aralarından kim olduğunu göremediğim birinin,

" Gidelim buradan deli galiba."

Dediğini duyunca daha da sinir oldum. Hırsla kalktım ayağa.

" Hanginiz dedi lan onu. Ha! Hanginiz?! "

Etrafımdakiler hızla uzaklaşırken sinirle soludum arkalarından.
Sonra da olduğum yere oturdum yeniden.

" Sikerim böyle işi. İnsan olmak, kibar olmak yaramıyor anasını satayım. "

Diyerek yeniden uzandım yere.

Akıllı olup dünya ile uğraşacağına deli ol dünya seninle uğraşsın.

İş miş aramıyorum amına koyayım! İşi olan beni bulsun! Asıl Ankara'ya gelen kafamı sikeyim ben. Döner giderim İstanbul'a. Ne demişler Ankara beğenmezse İstanbul elimi öper.

Söylediğim şeyi farkedince bir anda gelen gülme isteğiyle kendi kendime gülmeye başladım. Bu sözü az önce kendim uydurmuştum.

Bir süre yattığım yerde sokaktan geçenlere aldırmadan gülmeye devam ettim. Gözlerim yaş dolana kadar güldüm. Sinirlerim bozulmuştu artık. Ardından derin bir nefes çektim ciğerlerime. Geri verdikten sonra gökyüzüne çevirdim gözlerimi.

Antalya'ya mı gitseydim acaba.

Dedim bu kezde. Yok ya ne Antalya'sı sikeyim Antalya'yı. Bir de orada mı uğraşacağım ya. Zaten cebimdeki para da bitmek üzereydi. O sırada Zalim ağa geldi aklıma. O parayı zalim ağa vermişti. Ya cebimde üç kuruşla gelseydim ne olacaktı.

Aklıma gelen şeyler canımı sıktı iyice.
Neyse. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıymış. Dön kızım İstanbul'a sen. Kaderinde ne varsa o.

Kendi kendime konuşmam bitince gözlerimi yeniden kapadım. Yattığım yerde biraz dinlenip otele geri dönecektim. Sonrada ilk otobüsle İstanbul'a...

Bir süre daha öyle yatıp sonunda ayağa kalktım. Yorgunluktan ağrıyan ayaklarımı ana caddeye doğru çevirdim. Valla hiç otobüs çekemem. Diyerek cadde kaldırımına oturup geçecek bir taksiyi kollamaya başladım. Aşağı yukarı yarım saat sonra gördüğüm boş taksiye el kaldırdım. Yavaşlayıp yanımda duran araca binerken şoför,

" Hasta mısınız? " diye sorduğunda,

" Yorgunum. " Dedim.

" Hayat yordu. "

Sormadım sayın bakışı attıktan sonra,

" Nereye gidiyoruz."

" Hamamönüne. "

" Yalnız çok yazar."

" Yazsın anasını satayım. Hiç çekemem konserve otobüs falan."

Adam gaza bastığında başımı geriye bıraktım. Yol boyunca son on beş gün sahne sahne geçti zihnimden. Nasıl bir şanssızlıktı benim ki?

*****

Nihayet taksi küçük otelin önünde durduğunda akşam olmuştu. Yorgun bedenimle inmeden önce yüklü miktardaki taksi ücretini ödedim ve indim. Araçtan indiğimde cüzdanımın dibi görünmeye başlamıştı artık. Biraz nakit biraz da bozuk para kalmıştı sadece. Bıkkın bir iç çektikten sonra otele girmeden önce etrafıma bakındım. Daha da acıkmıştım çünkü. Bu yüzden biraz ilerideki küçük büfeye doğru yürüdüm. Vitrinde kalan son bir kaç börekten ikisini istedim. Bir de küçük su.

Ücreti verip kese kağıdını aldım. Otele doğru yürürken eski bankı görünce akşam yemeğimi burada dışarda yemeye karar verdim. Banka oturup bağdaş kurdum. Böreklerden birini kağıdın ucundan çıkarıp bir ısırık aldım. Ağır ağır çiğnerken yine düşünmeye başladım.

Hem kahvaltılarda hem akşam yemeklerinde yalnızdım uzun zamandır. Evet. Yalnız kalmak iyidir bazen. Ama uzun süren yalnızlıklar insanın ruhunu bozuyor. Mesela benim gibi kendi kendine konuşurken buluyor insan kendini.

Etrafta gezdirdiğim gözlerimle İstanbul'a döndüğümde hatırlamak için bulunduğum ortamı zihnime alırken diğer konaktan gelen sesler çekti dikkatimi. Kadının biri elinde faraş kapıdan dışarıya doğru kedi süpürüyordu. Zavallı kedi baya baya faraşın önünde dışarıya doğru atıldı.
Arkasından bağırdı kadın.

" Bir daha gelirsen kafana yersin bu faraşı! "

Hayvan korkuyla bulunduğum yere doğru kaçarken bir kadına bir kediye baktım. Zavallı açıkmıştı sanırım. Bu yüzden girmişti konağa. Üzerime doğru gelen kedi önce yavaşladı sonra da tam karşımda durarak miyavladı.

Elimdeki börekteydi gözleri. Açtı gerçekten. Böreğimden bir parça koparıp bankın yanı başına yere bırakırken beni izledi.

" Gel hadi. Ye! "

Böreği görsede yaklaşmadı. Korkuyordu.

" Merak etme bende faraş yok. Sana zarar vermem."

Böreğin kokusunu almış ama tedirgindi. Hâlini görünce bankın üzerinde yavaşça sol tarafa doğru kaydım. Gözlerimi önüme çevirip görmezden geldim. Numarama inanıp yaklaştı yaklaştı sonrada arka ayakları üzerine oturup böreği tek lokma da yedi. Tadı damağında kalmış olmalı ki bana döndü. Tekrar miyavladı. Gülümsedim.

" Biraz daha mı istiyorsun? "

Yine miyavladı. Börekten bir parça daha bölüp bu kez bankın üzerine bıraktım. Hemen banka çıkıp yemeye başladı. Benden korkmuyordu artık. Biraz daha böldüm ve önüne koydum yine.

" Akşam yemeğime ortak oldun."

Dedim elimi başının üzerinden sırtına doğru kaydırarak severken. O sırada farkettim boynundaki kopmak üzere olan tasmasını. Bu kedi evcildi. Tasmanın ucundaki rozetine bakarken kopup elimde kaldı. Bir şey yazıyordu ama karanlıkta okunmuyordu. Böreği kucağıma koyup çantamdan telefonumu çıkardım. Fenerini açıp tasmaya çevirdim. Tasma üzerinde isim olarak Kediş. Yazıyordu.

Kediş mi? Ammada yaratıcı bir isim. Sahibinin hayal gücü de baya baya darmış.

Diyerek ismin altındaki küçük yazıyı okudum.

Kayboldum. Sahibimi arar mısın?

Ve bir numara. Akıllı yazılı tasmalardandı.

Sen, sen evden mi kaçtın yaramaz.

Sanki anlamış gibi miyavlayarak bana sürünmeye başladı.

Tamam tamam. Arayalım sahibini.

Dedim böreğimi sol elime alarak. Bir yandan yemeye devam ederken bir yandan tasmada gördüğüm numarayı tuşladım.

Çaldı, çaldı, çaldı. Ben telefonun açılmasını beklerken Kediş de fırsat bu fırsat bana sürünüyor kendi kendine sevilme isteğini gideriyordu. Tatlı bir şeydi doğrusu.

" Senin yüzünden ilerde bir gün bende kedi besleyebilirim bak."

Derken açıldı telefon.

" Alo..."

İnce bir ses karşıladı beni. Bir kızdı.

" Alo iyi akşamlar."

" Buyrun. Kimsiniz tanıyamadım."

" Kısa öz konuşacağım.
Ben bir kedi.."

Demiştim ki,

" Aaaaaa! "

Diye bir çığlık koptu diğer tarafta.
Anında çınlayan kulağımdan çektiğim telefonun yerine parmağımı bastırırken resmen beynim titriyordu.

" Ne oluyor lan!? "

Bağıran yüksek sesi tekrar duydum uzaktan.

" Ay! Ay buldunuz mu?
Kedişi'mi mi buldunuz? "

Kediş demişti. Evet kesinlikle sahibi bu kızdı.

" Lütfen nerdesiniz söyleyin hemen gelip alayım."

" Hamamönünde bir otelde kalıyorum. Buradan alabi..! "

" Ne? Hamam. Önü mü.? Nerede orası?

Bir dakika bir dakika. Yoksa siz İstanbul'da değil misiniz? "

" Yoo Ankara da." Demiştim ki bir,

" Neeh! " Koptu bu kez.

" Ciddi olamazsınız. İnanmıyorum yaah! Kediş nasıl oraya gelir. Kesin buldular ve Ankara'ya götürdüler."

Ne anlatıyor bu diye düşünürken karşımda hâlâ bana sırnaşan kediye baktım. Ne yani bu kedi ta İstanbul'dan buraya mı gelmiş. Ama nasıl?

" Bakın.
Pardon isminiz neydi? "

" Umay."

" Benim adımda Ayça.
Öncelikle çok teşekkür ederim beni aradığınız için. Günlerdir kedimi arıyordum. Kedim benim için çok değerli. Hem maddi hem manevî. Ankara'ya nasıl gitti onu da bilmiyorum ama bulunduya yeter bana. Ben şuan İstanbul'dayım ve Ankara'ya gelmemin imkanı yok."

" Eee nasıl alacaksın o zaman kedini?"

" Şey. Erkek arkadaşım Ankara'da. Ama şuan ona ulaşamam. Siz kedime bir gece bakabilirmisiniz? Yarın sabah erkek arkadaşım sizden alır olur mu?"

" Olur."

Dedim el mecbur. Ne demişler. Yaptın bir hayır bacağını ayır. Gerçi saçma bir sôzdü ya. İyiliğin bacağını niye ayırıyoruz. Ya neyse.

" Tamam anlaştık. Siz bana otelin konumunu atın yeterli. "

" Tamam." dedim ve kapattım.

Yanımdaki kediye baktım sonra.
Gözü elimdeki son lokma börekte kalmıştı.

" Al bunu da ye bari."

Diyerek uzattım. Tabi ki itiraz etmeden iki lokmada yuttu. Önce bulunduğum yerin konumunu Ayça denen kıza attım. Sonra da yanımdaki kediyi gel bakalım diyerek kucaklayıp otele yürüdüm. Kapıdan girerken geldi aklıma otele hayvan alınıp alınmadığı.

İçeri girip resepsiyondaki kıza dışarda buldum. Evcilmiş. Sahibi yarın gelip alacak. Yarına kadar benimle kalabilir mi? Diyerek yalvar yakar rica edip kabul ettirdim. Tek şartı ses çıkarmasın oldu.

" Müşterileri rahatsız ederse atarım dışarı."

Dedi.

" Tamam." Dedim inşallah uslu durur diye umarak. Sonrada kucağımda kedi odama çıktım. Yaramaz kucağa falan alışkın gıkı çıkmıyordu. Odama girip yatağın üzerine bıraktım.

Bir elimdeki tasmaya bir kediye baktım
Bir elimdeki tasmaya bir kediye baktım. Yavruydu belli. Bana leoparları hatırlattın. Öylece bakmış dinliyordu. Neyse benden daha toksun. Yatalım uyuyalım ölüyorum yorgunluktan.

Diyerek üzerimdekileri çıkarıp kenara attıktan sonra banyoya girip işlerimi halledip sabah çıkardıklarımı yeniden giyerek yatağa bıraktım kendimi. Allah'ım sırtım yer gördü şükür. Diyerek gözlerimi kapatırken Kediş de yanıma kıvrıldı. Bu hayvan baya baya yatağı yorganı biliyordu.

" İyi geceler."

Dedim ve gözlerimi kapattım.

&

Geceyi ölü gibi uyuyarak geçirdikten sonra kapı tıklama sesiyle yerimden sıçrayarak uyandım. Duyduğum sesle afallamıştım resmen. Kim neden kapımı çalsın diye düşünürken yanımda sünen kediyle akşam olanları ve beklediğim Ayça hanımın sevgilisi adamı hatırladım.

Yerimden kalkıp sürüdüğüm adımlarla kapıya geldim. Tekrar kapıya vurmaya başladığında sinirle,

" Geldim ya. Ne acelen var? "

Diyerek açtım kapıyı. Ama karşımda gördüğüm adamla şok oldum.

" Zalim ağa! "

Dedim hayretle. Aynı anda konuştuk.

" Senin ne işin var burada? "

Loading...
0%