@azamet_29_2
|
" Hırsız vaaar İmdaaat! Allah belanızı versin! " Başımı şuan çalmakta olduğum arabanın camından çıkarıp üç kat yukarıda kıçını yırtan kadına baktım. " Hay ben senin sesini ssiiii! " Diye tısladıktan sonra kafamı içeriye çekip, " Kes sesini be kadın kes! Kör karanlıkta nasıl gördün beni. Dürbün mü yuttun?" Derken bir yandan da arabayı düz kontak yaparak çalıştırmaya çalışıyordum. " Çalış be oğlum çalış! Yardım et! " Sonunda kablolardan çıkan minik kıvılcımlarla araba çalışır çalışmaz, " Aslanım beeh! " Diyerek bir kahkaha attım. " Atla Suzi. " Arkadaşım Suzan sağ kapıdan girer girmez gaza yüklendim yeniden. Son hız uzaklaştım kenar mahallenin dar sokağında ilerleyerek. " Nerdeyse yakalanacaktım korkusunu dibine kadar yaşattı o vakitsiz öten horoz kılıklı karı. " Bugüne kadar yüzü görünmeyen, parmak izi bulunmayan ben, cırtlak bir kadın yüzünden geceyi kodeste geçirme korkusu yaşamıştım. " Sen mi, ben mi? " Dedi Suzan. " Köşede devriyeleri kollarken mahalleliye yakalanacaktık az daha." " Vura vura tozumuzu alırlardı kız vallaha. Neyse çıkmayı başardık ya ona bakalım biz. Ama aynasızlar peşimize düşmüştür. Uygun bir yere çekelimde şu plakayı halledelim. Sonrada arabayı Niyazi'ye bırakıp arazi olalım." Mahalleden çıkıp inşaatların çok olduğu kuytu araziye girip sağa çektim. Arabadan inip Suzan'ın tuttuğu el fenerinin ışığında aracın plakalarını daha önceden hazırladığım şekilde değiştirdim. Böylece mobeseler görse bile zaman kazanacaktım. Aferin zeki ben. Hahaha! " Hadi Suzi bin de gidelim." Yeniden arabaya binip ben direksiyona Suzi yan koltuğa geçtiğimizde gerisin geri dönüp ana yola çıktık. Sonrada araba kasabı dediğim Niyazi'nin hurdacı adı altında çalışan araba parçalama yerine doğru ilerledik. Bu Niyazi arabaları parçalar her bir parçayı isteğine satardı. Yada Niyazi'yi tanıyanlar özellikle marka model ister, oda bizim gibiler üzerinden temin ederdi. " Umay..." Hımm! dedim bir yandan trafikte ilerleyip dört göz olmuş polisleri kollarken. Hani polisi geçtim mahalle bekçisi görsem son hız kaçacak derecede gergindim. " Bizim bu borçlar ne zaman bitecek sence. " " Borç mu? Şimdiye kadar on kere biterdi ama o yavşak herif her seferinde bir bahane ile paramızı kesiyor. " Dedim. Ama başka bir sebebim daha vardı benim. Kimselere belli etmeden gizli gizli para biriktiriyordum. Bulduğum ilk fırsatta kimliğimi de alıp kaçacaktım buralardan. Kimbilir nerede saklıyordu o domuz. En son yaşımız büyüdüğü için değiştirmek zorunda kaldığımızda görmüştüm kimliğimi. Kimlik olmayınca da hiç birşey olmuyordu tabi. Anlık şekilde geçmişe gidip gelince, " Şerefsiz pislik! Seni gördüğüm günede la*et olsun! " Diye hırlarken zihnim bu kez on iki yıl öncesine gitti. Beni çocuk kaçakçısı ve dinlendirici olan adını Simsi olarak bildiğimiz o şerefsiz ayyaştan satın almıştı Hıdır. Daha dokuz on yaşlarındaydım o zaman. Gerçi o herifin yanına nasıl geldim onuda hiç bilmiyordum ya! Kendimi bildim bileli oradaydım ben. Belkide bebekken bir yerlerden alındım yada çalındım. Yada gayri meşru bir bebektim. Her neyse. Bu saatten sonra çokta bir önemi yoktu zaten. Açlık, susuzluk ve dayakla geçen yıllar... Hemde ne dayak! Soğuk suyla ıslaya ıslaya hortumla döverdi o adi şerefsiz mahluk. Hayvan terbiyecisinden hiç bir farkı olmayan Simsi, neden istiyorsun bu kızı Hıdır diye sormuş, meslek öğreneceğini söylemişti Hıdır. O kadar erkek çocuk varken bu çelimsiz kıza mı öğreneceksin? Diye sormuştu Simsi. Erkekler her yere giremez salak! Bu kız büyür kadın olur. Göz doldurur. Geleceğe yatırım bu olsa gerekti. Hıdır, insanların gözlerinin içine baka baka girer çıkar her yere de haberleri bile olmaz. Dediğinde Simsi'nin yanında kalmaktan daha iyidir diyerekden kurtulmak için keşke Simsi satsa da Hıdır da alsa duaları ederken Hıdır yanına aldıktan sonra yeri gelmiş Simsi'yi bile aratmıştı bana. Benden sonra da Suzan'a. Benden bir yıl sonrada Suzan'ı getirmişti çünkü. Size tomarla para saydım. O paranın yüz katını getirdiğinizde özgür olacaksınız demişti. O parayı getirdiğiniz gün kimliklerinizi de alıp gidebilirsiniz.. Güya gönüllü hırsız yapmaya çalıyordu, gerçi başarmıştıda. Şimdi pişman olsakta sonuçta iyi bir anlaşma sanıp çocuk aklımızla kabul etmiştik. Hırsızlığın âlâsını ondan ve hırsız abilerimizden öğrenmiş o günden beri yarı aç yarı tok yaşıyor ve tek bildiğimiz hırsızlık yapmaktı. Özgürlüğümüz için para gerekiyordu çünkü. Bu yüzden çalıyorduk. Başka yolumuz yoktu. Normal yollarla ödenecek bir miktar değildi üzerimize yıkılan borç. Cüzdan yürütmekten araba çalmaya kadar herşeyi yapıyorduk. Tek tesellim vardı hiç kimsenin canını yakmamıştık. Ve kimseye yüzümüzü göstermedik. Hiç bir yerde parmak izi bırakmadık. Bu çok önemliydi çünkü ilerde temiz bir sayfa açmak istiyordum. Allah'ım burdan bir kurtulayım hamama gidip kırk tas su dökünüp tövbe edecem. Sen yeterki bana fırsat ver. Çok amin! Ne diyordum ha! On iki... Tabiki pes etmedik bir kere ve bir kere daha teşebbüs edip yine yakalandık. Yine dayak yedik. Son seferde de dövecek korkusuyla beklerken elini bile sürmedi bu kez. Onun yerine daha kötüsü ile tehdit etti. Kimliklerimizi polise vermekle ve bizi ihbar etmekle tehdit etti. Hapse gitmekten o kadar korktuk ki çaresiz, kalmaya devam ettik yanında. Ama o son kaçış ve yakalanış günü kesin bir karar verdim. Suzan kalsın yada kalmasın ben burada durmayacaktım. Hemen üç beş kuruş bile olsa para biriktirmeye başladım. Sonunda buradan kaçağım gün için tabiki. Ve bir söz verdim kendime. Yirmi üç yıl sonra bile olsa hayata yeniden başlayacaktım. " Umay! " " Ha! Ne? Dalmışım! " Arabayı bırakınca Ali dayıya çorba içmeye gidelim mi? Diyorum." " Olur valla. Açlıktan midem kendi kendini sindirecek yoksa. " Sabahtan beri bir şey yememiştim. Midem resmen bir kuru ekmek diye ağlıyordu. Biraz daha bastım gaza. Yarım saatte Niyazi'nin sanayiideki yerine geldik. Arabayı dükkanın içine sokup bıraktıktan sonra çıktık. Niyazi'nin adamları kapıyı arabanın üstüne kapatırken bizde Hıdır'ın iş günlerinde verdiği motorun yanına yürüdük. Malûm vasıta lazım. Eskide olsa bu motor iş görüyordu. Motorun üzerine oturup kaskımı takarken Suzi'de kaskını takıp arkama geçti. Niyazi yanımıza geldi. Arka cebinden çıkardığı dolgun zarfı bana uzattı. " Al bu da sizin payınız.. Yoksa Hıdır'ın mı desem! " Zarfı alıp eski deri montumun iç cebine koyarken, hırladım. " Niyazi! " Ne kızıyorsun be kızım. Hem bak ne diyeceğim. Gelin benimle çalışın. Sizi ben satın alayım." Yakasından tuttuğum gibi kendime çekerek hırladım. " Adi herif açta bi tarafınla alay et sen. Piç! " Geriye doğru savurdum. " Bir gün hepinizle alay edecem Niyazi, hepinizle!" Hiç umursamadan gülerek üzerini düzeltti. " Ha! Umay birde sipariş var. Az önceki konuşmanın üzerine bir de bu! Kaskın içinden saniyelik bir bakış attıktan sonra bir anda gelen gülme isteği ile kendi kendime gülmeye başladım. Sinirlerim bozulmuştu. " Kırmızı! Dedim gülmeye devam ederken. " Lan burası Türkiye. Sileceklerine balonda bağlayim miii? Yada kurdele mi taksam. Şöööyle hediye paketi tarzında. Hatta hayırlı olsun diye yazalım üstüneahahahah!" Bir yandan gülüyor bir yandan konuşuyordum hâlâ. Bu sırada arkamdaki Suzi'yi duydum. " İyi halt ettin Niyazi. Al! Koptu yine bu durmaz artık. " " Dalga geçme kızım. " He Niyazi he.! Dedim hâlâ gülerken. Gülme krizim bitene kadar güldüm. Sonunda derin nefesler alarak sakinleştikten sonra motoru çalıştırıp gazladım. Yönümü merkeze çevirip daha fazla gaz verdim. Motorlar araba gibi değildi. Trafiğe takılmadan ilerleyebiliyorduk. Kısa sürede geldik çorbacı Ali dayıya. Motoru dışarıdaki park yerine bırakıp içeriye girdik. " İyi geceler Ali dayı." " İyi geceler." Dedi ihtiyar. Gördüğümüz ilk boş masaya geçip oturduk. Sık sık geldiğimiz bir yerdi Ali dayı. Öyle etli sütlü yemekleri bulamayınca çorbacı kankalarımız oluyordu haliyle. Ali dayı da çorba ustasıydı hani. Her çeşit çorbayı âlâ yapar kendi parmaklarınızı yedirdi size. " Ali dayı. " Geliyor şimdi." Bir kaç dakikada geldi çorbalarımız. Enfes kokuyla midem dahada bir guruldadı. Açlıktan ölecekmişim ya. Sıcak çorbaları kaşıklarken, " Umay." " Hımm." " Hâlâ kaçmayı düşünüyor musun?" Başımı kaldırıp gözlerine baktım. " Neden sordun. Sen artık düşünmüyor musun? " Dedim yemeğime devam ederek. " Kaçsam da gidecek yerim yok. Borcum çok. Bilmiyorum... " Ne var? " " Şey... " Ney Suzan ney? Derken bir yandan da hızlı hızlı çorbamdan içiyordum. O kadar açıkmıştım ki sonunda çorba kasesine ekmekleri doğrarken, " Ali dayı bir çorba daha! " Diyerek bir tane daha sipariş verdim. Elim karnımda geriye yaslanıp gözlerimi Suzan'a çevirdiğimde elindeki kaşıkla çorba içinde girdap yapmaca oynuyordu. " Nimetle oynama bir daha vermez Allah." Dedim alaycı. Gelen ikinci çorbayı görünce yerimde doğrulup kaşığı daldırırken, " Ee hadi kız. Diyerek dolu kaşığı ağzıma attım. " Ben Atakan'a aşık oldum. " Duyduğum cümle ile ağzımdaki çorbayı yana doğru püskürtürken bir anda öksürük krizine girdim. Öksür öksür gözlerim belerirken bir bardak suyu doldurup önüme koydu Suzan. " Ay Allah'ım yah! Uzattığı bardağı kafama dikerken hâlâ gelen öksürüğümü bastırıyordum. " Ki-kim? Derken sol elimin tersiyle dudaklarımı sildim. " Atakan mı? Başını eğip salladığında elimdeki yarım bardak suyu kızın suratına boca ettim. Boğulacak gibi derin bir nefes alırken hırsla ayağa kalktı. " Ne yapıyorsun yah! Manyak! " " Seni kendine getiriyorum balık beyinli. Senin ne işin var onunla! Bize yapılanları ne çabuk unuttun." Elini yüzünü silkeleyerek temizleyerek yerine geçip oturdu. " Şu halime bak yaah! Unutmadım! Unutamam! Ama Atakan değildi onları yapan. Hıdırdı. Dahası gönül de söz dinlemiyor ki. " Birde arabesk patlat tam olsun." " Dalga geçme ya! Hem oda bana aşık. Bir süre sonra Hıdır'ın yanından ayrılıp başka şehre İzmir'e gidecekmiş. Sen de gel benimle diyor." " Ulan az önce gidecek yerim yok diyordun, şimdi kocaya kaçacam diyorsun! Bir de bana manyak diyorsun. Sende de bir kaç tahta eksik. Hem ne belli Atakan'ın ciddi olduğu? " Elini boynuna atıp bir zincir çıkardı. Zincirin ucunda bir yüzük vardı. Kaşlarım havada gözlerim büyüdü. " Hassiktiiir. Biz seninle aylardır aynı evi paylaşıyoruz. Madem böyle birşey vardı neden daha önce söylemedin?" Gözlerini devirdi. " Suratıma bir bardak su atıp balık beyinli dersin diye korktum." Dedi imalı bakışlarla. Gözlerim bir yüzünde bir hâlâ elimde duran bardakta omuz silktim. Üste çıkacak değildim. Haklıydı. Yapardım. " Ee ne diyelim, hayırlı olsun o zaman. Ama düğüne falan bekleme beni gelemem söyleyim. Sen balayından sonra bir ara bana yazarsın." Sesli şekilde güldü. " Ne düğünü ne balayı. Hangi parayla. Hıdırdan kaçsak kâr sayacağız." Kırık bir gülümseme belirdi yüzümde. " Doğru! " Sen... " Ben mi? Ben kalan hayatımı temiz şekilde sessiz, sakin, sıcak havanın, sıcak insanların olduğu bir yerde, huzurlu bir şehirde huzur içinde geçirmek istiyorum. Anlayacağın erken emekli huzurlu hayat." " Neresi ora? Derken bir yandan da soğuyan çorbasını içiyordu. Gözlerimi küçük esnaf lokantasının içinde gezdirerek düşünürken duvarda gördüğüm büyük takvime takılı kaldım. Mardin evleri yazan resime baktım bir süre. " Imm... " Mardin mi? " Neden olmasın kız? İstanbul'dan bir ülke uzakta. Dedim gülerek. Mesafe uzak yani. Üstelik Türkiye'deki en güzel yerlerden biri deniyor. Bir çok kültürün bir arada olduğu bir şehir. Sıcak hava ve sıcak insanların olduğu bir yer. " Ciddi olamazsın. Gözleri benim gibi takvimdeydi. " Çöl olsun olmasın. En azından Hıdır yok." Bir anda aklıma gelen fikirle gideceğim yere anında karar vermiştim. Ama güzel bir seçim yapmıştım bence. Evet evet. Gayet güzeldi. Yerimden kalkıp hesabı ödedim. " Hadi gidelim, ayakta uyuyorum ben." " Tamam. Bi lavaboya gireyim gidelim." O yerinden kalkıp lavaboya giderken bende cebimdeki zarfı çıkarıp içinden saymadan bir miktarını aldım. Zarfı cebime koydum. Sonrada masadaki peçeteden iki tanesini açıp üst üste koyup elimdeki parayı içine sarıp belimden içeriye çamaşırımın içine gizledim. Suzan gelince birlikte çıkıp eski motora binip evin yolunu tuttuk. Biraz uzakta kalıyordu ev. Kirası daha uygun olduğu için mecburen dışardaki mahalleden bir ev tutabilmiştik ancak. Malûm para biriktiriyordum. Gece trafiğinde küfürleri saydıra saydıra eve geldiğimizde saat gece biri geçmişti artık. Küçük gece kondu evin bahçesine girerek motoru evin arkasına çektim. Önce Suzan sonra ben indik motordan. Kaskları çıkarıp kolunuza geçirerek evin önüne geldik. Cebimden anahtarı çıkartıp kapıyı açatak içeriye girdim. Arkamdan da Suzan girdi. O kadar yorgundum ki hemen zıbarıp uyuyacakım. Oturma odası olarak kullandığımız odaya gelip anahtara bastığımda açılan ışıkla bir anda karşımda Hıdır ve İshak'ı görünce korkuyla geriledim. Korkudan elim kalbimin üzerinde nefes nefese, " Allah belanızı versin! Diye bağırdım. Hıdır yavaşça yerinden kalkarken İshak istifini bile bozmadan cebinden sigara paketini çıkarıp bir sigara yaktı. Ne oluyordu neydi bu saçma hâlleri. " Ne oluyor? " dedim Hıdır'a dönüp. Gözleri gözlerimde soğuktu bakışları. " Neredesiniz bu saate kadar? " " Sorma ya balodaydık. Dedim alaycı. Soğuk bakışları hâlâ üzerimdeydi. Espirimi komik bulmadığı belliydi. De! Bunların başka bir derdi daha vardı sanki. " Meraklandırdığımız için kusura bakma artık. Eh gözlerinle gördüğüne görede gidebilirsiniz. Hadi naş! " " Daha değil Umay. " Dedi Hıdır bir adım daha öne gelip gözleri gözlerimde. " Bana yapman gereken bir açıklama var. Küçük Fare! " Küçük Fare? Evet kesin bir derdi var bu pislik herifin. Hemde seninle. Diyen iç sesimle daha da ikna oldum. " Ne? " Benden çaldığın paralar..." Duyduğum şeyle anlamaz şekilde davranmaya çalışsamda beynimin içinden korku ve şaşkınlık dolu bir şok dalgası geçti. Ahanda şimdi ayvayı yedin Umay. Çaldığın paralar dediği benim biriktirdiğim paralar olabilir miydi? Evet olabilirdi. Aynı paradan bahsediyorsa nerden biliyordu. İşte asıl soru da, sorun da buydu. Hemen yalana başvurarak, " Neden bahsettiğini anlamıyorum." " Bundan! " Diyen İshak'ın sesini duydum. Adi pislik torbası koltuğun yanından çıkardığı ve bana gayet tanıdık gelen siyah çantayı kucağına koydu. Gayri ihtiyari gözlerim odadaki baca deliğine gitti. Kimliği olmayan biri olarak banka hesabım olamadığı için biriktirdiğim paraları baca deliğine saklamıştım. Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüş kimsenin aklına bile gelmez demiştim ama öyle değilmiş işte. Salak ben! Peki nasıl bulmuşlardı paraları. Anlaşılan gerçek farelerin takibi altındaymışım. Bu farelerden biri de İshak'ın ta kendisiydi. Şansımı sikeyim ben. Bir anda Hıdır'ın bir elini saçımda bir elini boğazımda hissetmemle bedenimi arkamdaki duvara çarptı. Dudaklarımdan bir Aah! Çıkarken boğazımdaki eli ve duvarla arasında kaldığım koca göbeği nefesimi kesiyordu. Ellerimle bileklerinden kavradım. Kendimden ayırmaya çalışıyordum ama ayının elleri sanki pençeydi. Elinden kurtulsam koca göbeği ile duvar arasında kalıp ezilerek ölecektim galiba. |
0% |