@azamet_29_2
|
" Önce otele gideceğiz. Sonrada yola çıkacağız." " Tamam. Da! Neden bana bu kadar yardım ediyorsun. " " Neden mi? " Haa? " Saf saf yüzüne baktım önce. Sonra, " Hoşuma gittin derken? " " Yani azmin. Hırsızlığı bırakıp temiz bir hayata başlamak istemen hoşuma gitti. Bu yüzden yardım ediyorum." Bu kez o bana baktı göz ucuyla. " Sen ne anladın? " " Hiç." Dedim toparlayarak. " Hiç bir şey. " Ne anladığımı bilse kıçıyla gülerdi eminim. Omuz silkerek dirseğimi camın kenarına, avuç içimi yanağıma dayadım. " Son zamanlarda yaşadıklarımdan sonra yerinde olsam bana çok güvenmem. Ben bile güvenmiyorum. Can çıkarmış da huy çıkmazmış." İçimdeki şeytan, İşte benim Umay'ım. Derken onunla hem fikir ellerimizi havaya kaldırıp birbirine vurarak Çaakk! nidası attık. Zira beynime taht kurmuş osura osura oturan düşüncelerin sahibi bizzat kendisi ve beni etkiliyemeye başlamış ha bire, " İstanbul'a dönünce bildiğini oku. Simsi ve Hıdır da yok nasılsa." Diyip duruyordu. O an bir bana bir önüne baktı. " Saçma sapan konuşma. Seni İstanbul'a götüreceğimi ve işin olacağını söyledim. Daha ne istiyorsun? Buna rağmen öyle bir şey yaparsan seni ben ihbar ederim polise." " Ne, yok artık! Öyle bir şey yap bende seni..." Devamını getirmedim. Alaycı bakışlarından önüme dönerek kurtuldum. Ne diyecektim. Sende birini vurdun ben de seni şikayet ederim. Mi? Öyle desem ne olacaktı ki. Bu konuşmayı bir posta yapmıştık zaten. Güya o değil adamı vurmuştu Ferat'ı. " Zalimsin işte. Zalim Ağa!" Diyip cama döndüm bu kez. " Sözlerimi ciddiye almanı öneririm. " Hıı! Hele bir İstanbul'a döneyim de düşünürüm. Dedim içimden. Dışımdan ise, " Kaldığın otel nerede? " Diyerek konuyu değiştirdim. " Az kaldı. Üzerimdeki kıyafetlere bir kez daha baktım. " Beni orada tutarlar mı sence? " " Bir şey söyleyen olursa Şahin Gümüşdoğan'ın misafiriyim dersin." "Vaaoo! Doğruya. Araya ismin girince halloluyor du değil mi?" Kısa bir bakış attı yine ama bu sefer bir bıkkınlık vardı. Sen de hiç bir şey beğenmiyorsun gibiydi. Bir nefes bırakıp sürmeye devam etti. Dakikalar sonra Ankara'nın en iyi otellerinden bir olduğu her halinden belli olan otelin önünde durup indik. Gelen valeye, aracın burada kalmasını çıkış yapacağını söyledi. Çocuk geri dönerken biz de birlikte büyük dönen kapıya ilerleyerek içeriye girdik. Şahin Ağa direk asansöre doğru yürürken bende lobiye doğru ilerledim. Koltuklardan birine geçip oturacakken yanımdan geçen çiftin kendi aralarında, kafeye geçelim. Dediğini duyunca kulaklarım anında dikilirken canım tatlı birşeyler çekti resmen. Hemmen bir u dönüşü ve aynı çiftin peşinden yürüyen ben... İki dakika sonra pasta, börek ve çörek kokusuna enfes kahve kokusu karışan kafedeydim. Derin bir nefes çektim burnumdan. Allah'ım kokuya bak. İnsanın ayaklarını yerden kesiyordu resmen. Şahin Ağa gelene kadar bir şeyler sipariş verebilirim. Nasılsa o öder. Dedim kendi kendime. Bayadır lezzetli birşeyler yememiştim. Tabi kahvaltı hariç. O kahvaltıya kötü diyeni Allah çarpar. Kendime kocaman bir dilim pasta, yanına büyük bardakta içecek, bir kaç tabak dolusu da kuru pasta çörek ve börek çeşitlerinden alıp masaya geçerek bir güzel giriştim. O sırada yanımdan geçen küçük çocuğun gözlerinin böreğimde olduğunu görünce bir peçete ile bir dilim de çocuğa verdim. Tabi annesi gözetiminde. Onlar teşekkür edip çıkarken ben yemeye devam ettim. O kadar kaptırmış ki kendimi yarım saatin sonunda ellerim göbeğimin üzerinde uyukluyordum. Sanırım hızlı yemiştim ve şeker içerikli olan gıdalar şekerimi çıkarmıştı. Gözlerimi kulağımın dibinde duyduğum öksürük sesiyle açtığım da Şahin Ağa'nın kara gözleri üzerimdeydi. " On dakikadır seni arıyorum." Bir masa üzerindekilere bir bana baktı. " Bunların hepsini sen mi yedin? " Önümdeki tabaklara baktım. " Yooo." Anlamaz şekilde baktı. " Yanımdan geçen çocuğa da bir dilim börek verdim. Göz hakkı..." Bıkkın devrilen gözleri hâlâ inanamaz bakıyordu. " Ayıp ayıp. Bu kez gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. Arkasını döndü. " Hadi gidiyoruz. Ödeyip çıkalım." Yerimden kalkıp bir adım atmıştım ki tabağın yanına düşen son kurabiyeyi farkedince dönüp onuda alıp ağzıma teptim. Arkamdan ağlamasın değil mi? Ve önümde yürüyen adamın arkasından ilerledim. Önce kafenin hesabını ödedi. Sonra da çıkış işlemlerini yaptı, sonrada otelden ayrılıp dışarda bekleyen büyük aracın yanına geldik. Mahir aracın hemen yanında bizi bekliyordu. Bir anda yavaşlayan Şahin Ağa kolumdan tutup arkasından önüne geçirdi beni. Mahir'in açtığı kapıya doğru yönlendirirken, " Bin. " Dedi. " Sağ ol ben arkada değil ön de gitmek istiyorum." Kolumu elinden kurtarıp ön kapıyı açarak, şoför koltuğunun yanındaki koltuğa biniverdim. Benden bir kaç saniye sonra o da arka koltuğa geçip oturdu tek söz söylemeden. Bizden sonra da Mahir direksiyona geçip aracı çalıştırdı ve hareket ettik. Sahi kedi neredeydi. " Mahir, Kediş nerede? " " Tabi ki arkada. Yanımıza alacak değildim ya! " Dedi çatık kaşlarla. Kedilerden ne kadar hazetmiyorsa artık. Gerçi bana ne oluyorsa. Şahin Ağa'nın sevgilisinin kedisiydi ama o bile merak etmiyordu. Gözleri yolda başını geriye çevirdi Mahir. " Ağam İstanbul yoluna çıkıp direk basıyorum." " Tamam. " & Bir süre trafikte sonra da İstanbul yolunda ilerledik. Yola çıktığımız andan beri arabada ölüm sessizliği vardı. Sonunda arkamı dönüp Şahin ağaya baktım. Gördüğüm şey elinde kalın bir dosya inceleyen bir CEO Ağaydı. Elindeki dosya ne kadar önemliyse artık yoldaki zamanın değerlendirilmesi gerekiyordu galiba. " Araba çok sessiz, müzik mi açsak. " diye mırıldandığımda arka koltukdaki beni duymazken Mahir'in gözleri ve dahi havaya kalkan kaşları beni buldu. " Ağam çalışiii..! " demeye getiriyordu. Bu yol nasıl geçecekse. Kollarımı göğsümde birleştirip gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. Araçlar, insanlar, binalar derken bir süre sonra yediğim tatlılarında yardımıyla üzerime çöken ağırlık yüzünden gözlerim kayarak kapanmaya başlayınca kendimi uykunun kollarına bıraktım. ***** Gözlerimi açtığımda kendimi arka koltukta yatarken bulunca önce anlamadım ne olduğunu. Ön koltuğa çevirdim gözlerimi. Şahin ağa önde oturuyordu. Ön koltukda olan ben değil miydim, nasıl arka koltuğa geçmiştim? Yani uyurken beni arka koltuğa yatırıp kendisi de öne mi geçmişti. Ben bu adamı anlamıyorum arkadaş. " Ağam birazdan karşıya geçeceğiz. Önce nereye, eve mi otele mi? " " Önce eve Ayça'nın yanına gidelim. Kedisini verelim. Sonra da otele geçeriz." " Peki ağam." Yattığım yerde gözlerimi arabanın tavanına dikerek düşündüm. Kız arkaşı ile aynı evde kaldığına göre araları baya iyi olmalıydı. Pöh! dedim içimden. Adama bak! Mardin'de evlenmekten kıl payı dönüp anında kız arkadaş bulmuş. Bir de aynı eve taşınmış birlikte yaşıyor. Dur bir dakika! Belki de öncesinde tanışıyorlardı. Buna rağmen benim... Aman! Dicle ile evlenecekti. Belki de Dicle'yi kuma olarak düşünmüştü.. Yok! Dicle'ye resmi nikâh yapacaktı. O zaman Dicle Mardin'de ki karısı, Ayça İstanbul'da ki metresi mi olacaktı? Az önceki düşüncelerimi geri alıp nefretle baktım ön tarafta yolu izleyerek oturan adama. Pislik Ağa! Aklımdan geçenlerden sonra sinirle kalkıp yerime oturdum. O sırada camdan köprüyü geçmekte olduğumuzu görünce yeni dank etti bana. " Ne?! Nasıl bu kadar çabuk gelebiliriz İstanbul'a? Ben o kadar uyumadım. Lan! Yoksa kestirme yol mu buldunuz? " Dedim ellerim camda denize bakarak. " Oo uyuyan horultu da uyanmış nihayet." Bıkkın çıkan ses ağanındı. " Horultu? " " Ayrıca çabuk gelmedik. Dört saattir uyuduğun için sana öyle gelmiş." " Neeyy! " " Bir insan nasıl dört saat boyunca horlayarak uyur anlamıyorum." " Horlamak mı? Ben mi? " Dedim sinirle. " Ben horlamam! " " Tabi tabi! Bir ara durup seni aşağı atmayı bile düşündüm." " Neeh! " " Sırf seni duymamak için arka koltuğa geçirdim sonra. Öyle bir uyuyordun ki duymadın bile." Bir an düşündüm. Lan! Yoksa gerçektende horluyor muyum ben? Yok ya! Ne horlaması! Ben horlamam! Kesin gıcığına söylüyor bu Zalim Ağa. O an aklıma gelen şeyle koltuklardan tutarak kafamı öne doğru çıkardım. Pis pis sırıtarak, " Duymamak için arka koltuğa geçirmişmiş. Yalanını sikeyim." Bir anda Mahir'in sinirli bakışlarını gördüm. Söylediğim cümleyi beğenmemişti zaar. "Arka koltuk arabanın dışı mı? Dedim gıcığına. " Zalimliğine leke sürülmesin diye de itiraf etmiyorsun değil mi? " Çatık kaşlarla bir anda bana dönünce burun buruna geldik. Bir kaç saniyelik bakışmanın ardından iki kalın parmağını alnıma dayayarak resmen geriye doğru ittirerek, " Saçma sapan konuşma." Dedi. " Yok öyle birşey. Kış uykusunda ki ayı gibi horluyorsun gerçekten." Bu kez gıcık atma sırası ona geçmişti sanırım çünkü sinirlerimi bozmayı başarmıştı. " Gerçekten hem gıcık hem zalimsin." Beni duymazdan gelerek cebinden telefonunu çıkarıp bir aramaya yaptı. " Alo Şahin! Nerdesin? " Oturduğum yerden bile duyduğum şen sesle gelen cümle ile kulaklarım dikildi. Daha önce de duyduğum o kadının sesiydi. Ayça... " On dakika ya oradayım." " Tamam bekliyorum. " Telefonu kapatıp cebine atıp geriye yaslandı. Dediği gibi sessiz geçen on dakika sonra yüksek duvarlarla çevrili büyük bahçeli iki katlı lüks bir villanın demir kapısından içeri girdikten sonra girişin önüne doğru ilerlerken kapıdan koşar adım bir kız çıktı. Boyu benden biraz daha uzun, arkadan bağlı siyah uzun düz saçları, ela yada yeşil öyle bir şey gözleri, doksan altmış doksan hatları vardı. Ayça bu kız olmalıydı. Bir kendi ölçülerime bir kıza baktım. Şahin ağa ağzının tadını biliyormuş. Diyen iç sesime hak verdim haliyle. Gerçekten kız arkadaşımı acaba diye düşünürken Şahin ağa arabadan inip üç adım atmıştı ki kız daha da hızlanıp boynuna atlayarak dudaklarından öptü. İşte sorumun cevabı. Sinirle önüme döndüm. Şu hallere bak ammada rahatlar. Sonrada bizim ağa ile birlikte aracın arka tarafına geçip bagaj kapısını yukarıya doğru kaldırıp kedisinin kafesini aldı. Fazlasıyla mutluydu. Ön tarafa eğilip işaret parmağımla Mahir'i dürttüm. " Hişt Mahir! " " ANANI!" Demez mi?! Duyduğum şeyle kocaman oldu gözlerim. Lan! Adamın tiki varmış ya! " Senin tikin mi var!? " Dedim hayretle. İşaret parmağımı yeniden uzatmıştım ki bir anda elimi tutup geriye savurdu. " Ne var?! " Cevap vermeyeceğini anlamıştım. Sorguyu sonraya bırakıp, " Nedir bu kedideki keramet de hem koskaca Şahin ağa tarafından alınıyor hem de bu kız bu kadar mutlu oldu. " Öyle de diyebilirsin." Derken gözlerinde gitti de kurtuldum ifadesi vardı. " Anlamadım." " Bu kedi bir hafta önce burada çalışan biri tarafından çalınmış." " Çalınmış mı?" Güldüm. " Çalıpta ne yapacakmış. Evinde fare varsa ilaç kullansaymış. " Diyerek daha da gülmeye başladım. " Fare için değil satmak için aptal. Nasıl olduysa elinden kaçırmış demek ki." " Bu tekire kim para verir beh! Sokaklar bunlarla dolu." " Tekir sandığın bu yavru kedi Ashera cinsi bir kedi. Güncel olarak yüz yirmi beş bin dolarlık bir kedi." " Nööeeeyy! " Duyduğum şeyle bir arkada kedisine sarılan kıza bir Mahir'e baktım. "Bu kedi gerçekten altın sıçıyor desene. Lan ben İstanbul'a gelene kadar kediyi de alıp ortadan kaybolsaymışım ya! Resmen altın madenîni elimle bu ağaya vermişim. Yok ya. Şansımı sikeyim ben. Gökten altın yağsa benim başıma bok düşer." Bıkkın şekilde yanlamasına koltuğa bıraktım kendimi. Gözlerim tavanda hayıflanmaya devam ettim. " Kültür ne kadar önemli bir kez daha anlamış olduk Umay. Keşke kediler hakkında daha fazla birşeyler bilseymişim. Yada olanlardan haberim olsa ödül falan isterdim." Kapı açılıp koltuğuna oturan Şahin bana bakıp, " Sen neden yatıyorsun?" Sanane demek yerine, " Şanssızlığım bedenime ağır geliyor artık." Dedim. Gözlerini devirip adamına döndü. " Mahir otele çek." " Tamam ağam. " " Umay! " " Hııımm! " " Şimdi kulağını aç iyi dinle beni." Yavaşça kalkıp oturdum. " Otelin resepsiyon bölümünde çalışacak gelen müşterilerin giriş çıkışlarına yardım edeceksin. Şuan çalışan Selda hanım deneyimli biri. Sana neler yapacağını öğretir. Küçük odalardan birine de yerleşip kalırsın. Kabul ediyor musun? Gerçi başka şansın yok. " Bir süre sessizlik oldu aramızda. " Beni duydum mu, anladın mı? " " Evet duydum da, anladım da." Başka seçeneğim yoktu gerçekten. Ankara hayal kırıklığı olmuştu benim için. Hiç bir şey başaramamıştım. Hiç olmazsa bir süre burada çalışıp yolumu çizmeliydim. " Tamam patron ağa gidelim." ***** Şahin ağa ile İstanbul'a geri döndüğüm günden beri bir ay geçti. O gün beni otele getirip Selda hanım ile tanıştırıp bildiklerini öğretmesini artık bu otelde çalışacağımı söyleyip gitmişti. O gün alt kattaki küçük odalardan birine yerleşip akşama kadar dinlemiş akşam yemeğini personel ile birlikte yemiş, bu sırada ayak üstü bir kaç kişi ile de tanışmış, gece ölü gibi uyumuş, ertesi gün de sabah saat yedide Selda hanımın benim için getirdiği siyah pantolon, beyaz gömlek ve bordo renk yelekten oluşan takımı giyip yerimi almış ve ilk iş günüm olarak Gümüş otelde işe başlamıştım. O günden sonrada gerektiğinde resepsiyon da gerektiğin joker olarak lazım olan her yerde çalışmaya çalışıyorum. Hafta içi bir gün de iznim var. Bu sırada Zalim ağa da bir kaç kez otele gelip özel süitinde kalmış sonra yine ayrılmıştı. Selda hanımdan öğrendiğime göre bazen evinde bazen de burada kalıyormuş. Zenginlik böyle bir şey anasını satayım. Bu sabahta erkenden kalkıp üzerimi giyip soluğu resepsiyonda aldım. Saat dokuza kadar aç karnına ben durdum. Dokuzda kahvaltısını yapıp gelen Selda ile yer değişip ben kahvaltıya gidiyorum. " Tamam Umay. Gidebilirsin." Tamam diyerek önce lavaboya doğru koşturdum. Tut tut nereye kadar. Kapıdan içeriye girip kendimi bölüme attığımda bir Oh be! Demiştim. Bu sırada dışardan ayakkabı seslerini ardından iki kızın sesini duydum. " Sus Sibel! " Dedi biri uyarıyordu. " Bi duyulursa işinden olursun." " Amaan Şule kim duyacak? Hem duyulsa ne olacak? Yalan mı?" " Gözünle görmediğini konuşma derdi babaannem." Kovulma falan! Ne anlatıyor bunlar, diye iyice meraklanıp dedi kodu moduna girerek kulaklarımı diktim. " Doğru olmasa o kız burada durmaya devam eder miydi? Baksana biz gece yarısı şehrin öbür ucundaki evimize gidip gelmeye uğraşırken hanfendi lüks otel odalarında kalıyor. Şahin bey buraya her geldiğinde kızın odasına gidiyormuş." Şahin bey mi? " Kızda birşeye benzese bari." Dedi Sibel olan. " Sen gördün mü kızı? " " Her gün görüyorum ayol. Şu resepsiyondaki kız. " " Kim..? Nee?! Selda mı? Selda mı dedi o! Dedim hayretle. Lan kafayı mı yemiş bu ağa bozuntusu. O kadın evli. Tam ağzımı açmış sıçıp sıvayacakken Sibel girdi araya. " Çok salaksın Şule. Ne Selda'sı? Yanındaki çirkin tahtadan bahsediyorum. Umay denen o kızdan. İsme bak. Adı bile birşeye benzemiyor." " Öyle yakışıklı birinin böyle çirkin bir kıza bakması. Hayret! Ne buluyormuş onda? " " Ay ne bulacak. Bir kaç gecelik eğlence işte. O kız ona yeter mi? Adam yakışıklı, karizmatik. Tam bir erkek. E tabi çapkın olur böyleleri. Onlara bir kadın yetmez. Bir kaç çerez de bulundururlar ellerinin altında. " Şaşkınlığım bir kat daha artarken bana atılan iftiraya mı yoksa çirkin tahta demesine mi kızsam bilemedim. Hızla kalkıp pantolonumu çekip kapıya yapıştım. Ama şanssızlığım burada da buldu beni. Kabinin kilidi sıkışmış açamıyordum. Kapının koluna yapışıp, Açıl, açıl seni la*et kapı açıl! Diye diye sonunda kapıyı açmayı başardım. Ama ne fayda, kimseler yoktu. Koşarak dışarıya çıktım bu kez. Yine kimseler yoktu. O iki zilli çoktan ortadan kaybolmuştu. Yumruklarımı sıkıp sinirle bağırdım. Aaahh! " Siz bir elime geçireyim tavuk gibi yolmazsam benim adım da Umay olmasın! " Geri dönüp ellerimi yüzümü yıkayıp çıktım. Hızlı adımlarla Selda'nın yanında aldım soluğu. Amacım o iki zillinin kim olduğunu sorup bulmak, bulup adam akıllı dövmekti. Ama tam o anda onların da burada çalışan insanlar olduğunu hatırlayınca durakladım. " Umay! Ne oldu ne bu halin? Sadece sustum. Olanları anlatsam Şahin'in kulağına gidecek belkide o ikisini işten çıkaracaktı. Sonuçta benden çok onun adı kirlenirdi. Yada bilmiyorum belkide kirlenmezdi. Namı artardı belki de. Çapkın Şahin ağa. Derledi. O da kasıla kasıla gezerdi. Ama yine de bir anda işsiz kalma ihtimallerini düşününce ve Ankara'da ki halimi hatırlayınca cevap da veremedim. İş bulamadan nasıl dolaşıp durduğumu hatırlamıştm. O iki zillinin dilini kesmek istesemde sustum. Sırf işsiz kalmasınlar diye hemde. Ama saç baş yolmayı aklımın bir kenarına not ettim tabi. " Yok birşey Selda. Koşturarak geldim ondan." Diyerek yerime döndüm. " Ha! Selda. " Ben buradaki herkesi tanırım. Temizlik ve oda düzenlemesinde çalışanlardan ikisi. Ne oldu ki? " " Hiiçç! Çoğu kişiyi tanıyorum ama onları tanımadığımı farkettim. Sadece meraktan birşey yok yani." ***** Bütün gün gelen müşterileri kaydedip odalara yerleştirirken bir yandan olanları düşünüyordum. Hata sende Umay. En başından bu otelde kalmamalıydın. Diyen iç sesime hak verdim. Doğru söylüyordu. O zaman göze batmazdım. O halde giderim bende. Zaten böyle devam edemezdi. ***** Bu gün hem çalıştım hem de bütün gün internette ev aradım. Kendi evime çıkma zamanım gelmiş de gelmişti bile. İyi kötü bir ev bulmalıydım mecbur. Bakarken bakarken nihayet bir tane buldum. Kirası biraz fazlaydı. Birazda uzaktı ama yapacak bir şey yoktu. Metro ile hallolurdu. Eylül ayındaydık. Eğer hemen bir ev kiralayamazsam bir daha bulma şansım yok denecek kadar azdı. Öğrenci akını oluyordu İstanbul'a bu ayda. Saate baktım. Akşam üzeri beş buçuğu görünce hiç beklemeden emlakçıyı aradım. Telefonun meşgul olduğunu duyunca canım sıkıldı. Moralim bozuldu. Ya başka biri aynı ev için arıyorsa korkusu düştü içime. İlk çalışta açıldığında bir oh! dedim. Tamam. Diyince şaşırsamda işte! dedim şansım dönüyor. Adının Adnan olduğunu söyleyen adamla bir saate anlaştık. Evin önünde bulunacaktık. " Hayırdır. Erkek arkadaşınla mı bulunacaksın." Oyalanmamak için, evet diyip başımdan savdım. " Tamam hadi git. Ben idare ederim." Sağol. Diyip hızlı adımlarla otelden çıkıp otobüs durağına yürüdüm. Taksi tutacak hâlim yoktuya. Neyse. Balık istifi otobüste bir saat yol gidip nihayet adresi bulup üç katlı eski binanın önüne geldim. Bina önünde yaşlı tonton pos bıyıklı bir adam birde genç bir kız vardı. Emlakçı ve sekreteri olmalıydı. Bu arada bu amca rahmetli Hulusi Kentmen'e benziyordu ya. Koşar adım gelip, " Merhaba." Dedim. " Siz emlakçı Adnan amca olmalısınız. Bende Umay. Bir saat önce görüşmüştük." " Neeh? " dedi karşımdaki kız. " Dalga mı geçiyorsunuz benimle? " Ne oluyordu ya. Adam parmakları ile saçlarının dibini tırmıklarken koşarak gelen bir kız daha yanımızda durdu. " Kusura bakmayın Adnan bey geciktim biraz." Karşımdaki kızla birlikte bir yeni gelen kıza bir de Adnan'a baktık. " Üçümüzede aynı evin önünde randevu mu verdiniz? " Diyen kızla bir aydınlanma gelip anladım herşeyi. " Kusura bakmayın kızlar yaşlılık işte unutmuşum." " Seninki yaşlılık değil bunak amca senin ki direk uyanıklık." Diye çıkıştım. " Bakmaya önce ben geldim." dedi ilk gördüğüm ve sekreter sandığım kız. " Olabilir ama benimde acilen bir eve ihtiyacım var." Derken üçüncü kız, " Hop hop. Ben on gün önceden randevu aldım demez mi? " Zaten zar zor bulduğum evi iki kişiye daha söz vermişti bu adam. Kollarımı sıvayıp sinirle yakasından tuttum. Burnunun dibine girip, " Seni sahtekar domuz! " Ben bunu birde Hulusi Kentmen'e mi benzetmiştim. Yanından dahi geçemezdi. " Sakin olun kızlar." dedi korkuyla. " Tamam kabul ediyorum. Hile yaptım. Ama size iyilik olsun diye." " Bu ne biçim iyilik lan. Başlatma iyiliğine." " Bu aylarda ev bulmak sıkıntı kızlar. Şehir dışından çok öğrenci geliyor siz de biliyorsunuz. Hem siz de 3 bekar kızsınız tutun işte bu evi. Birlikte oturun istedim hem kirayı da bölüşürsünüz, masrafları da fena mı." " Lan dingil sanane bizim bekarlığımızdan kiramızdan." " Kızlar haklı olabilir. " Eli gözlüğünde konuşan üçüncü kıza baktık. Adam haklı. Bu evi bile zor buldum ben. Görünen o ki siz de zor bulmuşsunuz. Başka ev bulma imkanımız da sınırlı. Ya da yok mu demeliyim." " Ne yani bu pos bıyığın dediği gibi ortak mı tutalım." " Yaaani. Bana uyar. Bizim burada bir araya gelmemiz belki de kaderdir." Pos bıyık ellerimi yakasından aşağı indirerek, aklın yolu birdir. Hadi tanışalım dedi. Üç kız birbirimize baktık önce. İlk konuşan ilk gelen kız oldu. Adım Sude. SUDE PİRMAN ☝️ " Benim adım da, Çiğdem. ÇİĞDEM MERTER☝️ Anlaşılan artık bu kızlarla aynı evde yaşayacaktım. Hem öğrencilermiş. İyi geçiniriz. Yani öyle sanıyorum. " Bende Umay İstanbul'un en iyi hırsızı. Demedim tabi ki. " Sadece Umay. Yeni bir hayata başlamak isteyen Umay." " Eee kızlar tanıştığınıza göre şu kontratı yapalım mı? " Üç kız birbirimize baktık önce. Sonrada Adnan'a dönüp, " Tamam." Dedik. |
0% |