Yeni Üyelik
4.
Bölüm

🖤K.3 İstanbul'dan Mardin'e 🖤

@azamet_29_2

" Umaay! Seni bulup öldüreceem!
Sen artık ölüsüünn! "

*****
Aradan saatler geçmiş o kadar yorgun, o kadar bitkindim ki ölmek üzere hissediyordum. Elim ayağım tutmaz olmuş yürüyecek halim kalmamıştı otobüsün merdivenlerini dün geceyi düşünerek inerken.

Hıdır'ın meyhanesini savaş yerine çevirmiş, polisler gelirken elimdeki giysi çantasını bile unutup sadece kol çantam ve bir silahla kaçmış, yol üstünde elimdeki silahı yoldaki logara atıp kurtulmuştum.

Ardından gördüğüm ilk taksiye binip havaalanına gitmiştim. Çünkü gece gece meyhane de kızılca kıyamet kopmuş daha fazla duramazdım İstanbul'da. Hıdır polisten kaçabildiyse çoktan peşime düşmüş olmalıydı. O yüzden hemen ayrılmalıydım o şehirden.

Havaalanına gelen yol boyunca düşünüp planda küçük bir değişiklik yaparak önce Ankara'ya sonra Mardin'e gitmeye karar vermiştim. Hıdır'ın veya adamlarının beni bulmasını istemiyordum çünkü. İzimi kaybettirmeye çalışacaktım yani.

Sabahın ilk uçuşuna bilet almış sonrada Hıdır ve adamlarına yakalanmamak için uyumayıp köşe bucak saklanarak etmiştim sabahı.

Uçağın kalkış saati gelir gelmez de hemen uçağa binip bir oh çekmiştim. Lakin yine de huzursuzdum. Sanki adım adım arkamda beni izliyorlar gibime geliyordu.

Bir küsür saat uyuyarak geçirdiğim zaman sonunda sabah saatlerinde Ankara'ya inmiş bir taksi tutup Aşti'ye gitmek istediğimi söylemiştim. Otobüs terminaline gelir gelmez de Mardin'e bir bilet almış kalkış saatini beklerkende yine gözlerim etrafımda dikkat kesilerek bir şeyler atıştırmıştım.

Yoksa kaçmak için harcadığım güç ve adrenalin yüzünde tükenenen gücüm yüzünden birşeyler yemezsem açlıktan ölecektim.

Perona giren boş otobüsü görür görmez anında kendimi otobüse atmış bir oh çekmiştim. Gözlerim kapanıyor uyumak istiyordum ama Hıdır yada adamlarını görme korkusundan uyuyamıyordumki. Resmen paranoyak olmuştum.

Nihayet kalan yolcularda binince otobüs hareket etmiş Terminalden usul usul çıkmıştı otobüs. Ve benim son gücüm de bitmiş uykusuzluktan kıvranan gözlerime istemeye istemeye izin vermek zorunda kalmıştım.

Yol boyunca cama dayalı yüzümün tenine bir sıcak güneş, bir serin hava dalgası misafir olmuş, bazen şoförün açtığı türküleri bazen slow bir müziği uyku arası dinlerken buluyordum kendimi.

Bir ara zar zor uyanmış bir çay ve hazır kek ile bir öğün yemiş, bir sonra ki öğünü mola saatinden bir simit ve çay ile geçiştirmiştim. Çünkü param az idareli kullanmak zorundaydım. Mardin'e ulaştığımda sokakta kalmamak için para gerekiyordu. Bu yüzden dikkatli oluyordum.

Akşam karanlığı çökerken tedirgin uykularla uyu uyan, sonunda sızıp kalmış, arada gördüğüm kabuslarla yerimde sıçrayarak uyanmış, bir süre yine uyuyamamıştım.

Yorgunluk, açlık, uykusuzluk, stres, korku! Zihnim karışmaya bedenim yorulmaya başlamış her an bir yerde düşüp kalacak gibi hissederken kollarımı kendime sararak,

Dayan..! Demiştim.
Dayan Umay!
Az kaldı.
Bu yol bir bitsin yeni bir şehir yeni bir başlangıç ve güzel bir hayat seni bekliyor.

*****

Ve nihayet bitmişti işte yol. Az önce Mardin'e gelmiştim. Gece olmasına rağmen sıcaktı. Elimde çanta muavine yaklaştım.

" Şehir merkezine taksi yada servis varmı? "

" Var abla.
Yolcu çıkış kapısının hemen sağında."

" Sağolun."

Diyerek yorgun adımlarla yürümeye devam ettim. Servise binip merkeze gelince şoföre kalacak bir pansiyon falan varmı diye sorarım hesabı yaparken aklıma gelen şeyle durdum.

Belki de geceyi burada geçirip yarın sabah daha aklı başında karar almalıydım. Buralarda biryerlerde bir koltuğa kıvrılır uyurdum. Doğru düzgün uyumayınca doğru düzgün kararda veremiyordum haliyle. Sabah olunca da en doğru kararı uygulardım.

Neyse ne, önce bi çık şuradan da temiz bir hava al.

Diyen iç sesime uyup, gerisine sonra bakarız.

Diye tamamlayıp yürümeye devam ediyordum. Ki bir anda arkasına bakarak koşan kızı görmemle bana çarpması ve kendimi onunla birlikte yerde bulmam bir oldu. Elim yere çarpan başımın arkasında,

" Önüne baksana geri zekalı! "

Desemde beni duymadı bile. Yerden kalktığı gibi çantasını ve valizini alıp koşarak otobüslerin olduğu çıkış kapısına doğru uzaklaştı.

" Seni de mi Hıdır kovalıyor?
Ne bu acele beh!
Yada tabakhaneyemi yetişiyorsun! "

Diye bağırdım arkasından. Tabi duyan kim. Sinirle yerimden kalkıp yerde yatan çantamı da alarak omuzuma çapraz geçirip üzerimi çırptım.

Yolcu çıkış kapısına dönüp yürümeye devam etmek istedim ama olmadı. Sendeldim. Dengem kayboldu. Kafamın içi uykusuzluktan deniz gibi dalga dalgayken bir de yere çarpınca beynim kısa devre yapmış uzuvlarımı kontrolünü bırakmıştı galiba.

Hemen yan tarafındaki koltuklara yönelip oturdum. Ben böyle hayatın gelmişini geçmişini.. Diyerek gözlerimi kapattım.

Daha önce hiç gelmemiştim bu şehire. Ama çok duymuştum. Ve Merak ediyordum. Yaz aylarında turistlerin çok geldiği bir şehirdi. Ve niyetim uzunca bir süre burada kalmak. Şimdilik düşünmemiştim nasıl olacağını ama bir yol bulurdum nasılsa.

Millet bu ayda ya tatile ya balayına gelir buraya, ben canımı kurtarmak için kaçtım. Böyle hayat mı olur ya!

Kendimi daha iyi hissetmeye başlayınca. Derin bir nefes çektim içime.

Hadi bakalım yolcu yolunda gerek.

Diyerek kalkıp yürümeye devam ettim. Terminalden çıkmak için bir kaç adım kalmış, açık kapıdan giren sıcak esintiyi hissederken yanyana dizili otobüslerin arkasından arka arkaya üç siyah araç girdi alana. Gecenin bu saatinde bir değil üç araç ve arka arkaya! Hiç hayır değildi. İçinden çıkan adamlarla,

Anasını avradını! Hatta sülalesini!

Diyerek korkuyla geriledim. Eli silahAraçlardan inenlerden biri bağırdı.

" Az önce burada görülmüş. Onu bulamazsanız hepiniz ölürsünüz! "

Aklıma ilk gelen Hıdır oldu. Kahretsin buldular beni. Ne çabuk lan!

Adamların bir kısmı etrafa dağılıp bir kısmı içeriye girerken, ben gerisin geri döndüm.

Şimdi sıçtın Umay, kaç!
Peşinde zebaniler varmış gibi kaç.

İç sesimi dinleyip arkama bile bakmadan tabana kuvvet koşmaya başladım. Yanyana olan firma yazhanelerinin önüne geldiğimde en yakınımdaki kapıdan içeriye attım kendimi. Kapının yanına dizlerimin üzerine bıraktım kendimi. Elim kalbimin üzerinde körük gibi inip kalkan göğsümle nefesler alırken, etrafıma bir göz attım. İçerdeki tek kişi koltuğunda uyuyordu.

Allah'ım...
Allah'ım bana yardım et. Şu cendereden bir çıkayım on fakir doyuracam yeminle..

Kapının önünde bağıran adamın sesiyle yerimde sıçradım.

" Her yeri arayın. Bulun şu kızı! "

Kız demişti.
Kesin bendim aradıkları. Allah'ın belası Hıdır doğru söylüyormuş. Her yerde adamı varmış. O sırada telefonu çaldı. Bulunduğum yerden başımı yavaşça uzatıp baktım. Takım elbiseli ve arkası dönük adam telefonunu çıkardı ve açtı.

" Alo abi..
Evet bilgi doğruymuş.
Cemo görmüş, buradaymış.

Tamam. Bulursak sen gelmeden bir şey yapmayacağız. Sen nerdesin abi. Yakınsın anladım."

Telefonu kapatıp bağırdı.

" Şehmuz! Otobüslere de bakın! "

Uzaktan gelen ses tamam. Derken kapı önündeki adamda peşinden gitti.

Hemen kaçmalıyım!
Hemen kaçmalıyım!

Diyerek yerimden kalktığım gibi kapıdan çıkıp etrafı kolacan ederek çıkışa yöneldim.

Allah'ım yardım et!
Allah'ım yardım et!
Biliyorum hırsızın tepkiyim çok kişinin ahını aldım. Ama iyi tarafından bak. Kimsenin canını yakmadım.

Bir yandan koşuyor bir yandan resmen Allah'la pazarlık yapıyordum.

Allahım tövbe haşa pazarlık falan yapıyorum sanma ne olur.
Ama valla isteyerek yapmadım. Hepsi Hıdır ve Simsi'nin suçu. Sen şahitsin kaçmak için çok uğraştım. Her seferinde yakalandım dayak yedim.
Bu kez yardım et! Ne olur yardım et!

Diyerek kapıdan dışarı fırladım. Çok yorgundum. Uykusuzdum. Ayakta zor duruyordum ama duramazdım.

Boş alan ve loş ışıkların arasında yakalanmamak için kalan son gücümle koşuyordum. Nihayet otobüslerin arasından geçip yola çıktım.

Allah'ım sanırım kurtuldum. Diye düşünürken kader bir kez daha taktı çelmesini.

Karanlıkta hızla üzerime doğru gelen o koca Jeepi gördüğümde artık çok geçti. Duyduğum fren sesi ve hissettiğim acıyla birlikte kendimi yerde buldum.

Bir kaç saniyelik bir bilinç kaybından sonra kendime geldiğimde bedenimin sağ tarafında ve başımın sol tarafında müthiş bir acı vardı. Hissettiğim ıslaklık başımın kanadığınını söylerken canım yanıyordu. Hemde çok.

" Allah kahretsin!
Seni aptal!

Çetin! ışık tut! "

Baş ucumda kim olduğunu bilmediğim kişinin duyduğum sert ve öfkeli sesi bir yandan.
Çalışan motor sesi bir yandan.
Abi! Diye bağıran o az önceki adamın sesi diğer yandan, kafamın içi pazar yeri gibiydi.

Başımı geriye esnetip gözlerimi zar zor araladığımda ilk gördüğüm üzerime tutulan bir ışık ve ışıkla karanlık arasında öfkeli bir yüz oldu.

" Mahir arabayı geriye al hemen! "

" Abi olmaz!
Ya lastiğin altında kalırsa!? "

Lastiğin altında kalmak?
Ne diyordu lan bu adam?

Gözlerimi yüzüme doğru gelen sıcaklığa çevirdim. Gördüğüm şey.. Motor!

Kahretsin! Şansımı siksikler!

Bana çarpan büyük aracın altındaydım. Araç beni altına almış ve bu adam beni çıkarmaya çalışıyordu. Çarpan kişide bizzat kendiydi sanırım.

Ölmemek için İstanbul'dan kaç. Sonra gel Mardin'de lüks bir Jeepin altında kal. Allah'ım sen benim belamı verme. Ben kendim buluyorum zaten. Bari öleydim de kurtulaydım.

Kader dedikleri şey, koşa koşa ölmeye gelmekti belkide.

Ben bulanık düşünceler arasında gidip gelirken o sert sesi duydum yine.

" Dediğimi yap lan! Çabuk!
Kız boşta!"

Adamdaki gür ses ölüyü bile hortlatırdı. Az sonra duyduğum,

" Tamam." Ve kapı sesi ile birlikte yerden oldukça yüksek olan araç yavaşça hareket ederek üzerimden kıl payı çekildiğinde etrafımda bir kaç erkek, hemen yanı başımda ise o sert yüzün ve sesin sahibi adam vardı.

Yorgun ve acıyan bedenimi kıpırdatamazken sadece uyumak isteyen gözlerimi kaldırıp izledim hareketlerini. Bedenimi kontrol ederken,

" Şansına küs ölmedin! "

Dedi çantamı üzerimden çıkarıp yanındaki adama uzatırken.

İntihar ettiğimi falan mı sanmıştı. Konuşacak gücüm olsa şansımı sikeyim ben. Şansım olsa doğmazdım. Derdim. Başımı yavaşça çevirip acıyan yere baktı.

" Aptal!
Kanıyor! "

Ölüm kalım savaşı verirken birde laf yedik iyi mi? Yok ya valla ben ölsem daha iyiydi. Bu dünyayı sevmiyorum arkadaş. Gömün beni gitsin.

Yanımdaki adam beni yavaşça yerden kaldırıp kucağına alırken hırlayarak konuştu.

" An itibariyle ölüpte elimden kurtulmayı başaramadın Dicle. Bundan sonra yaptığının hesabını ödetmeden ölmene izin vermem. Yemin ederim sana ölümü mumla aratacağım. Sana da! Abine de! Babana da!"

Dicle? Bana mı diyordu?
Ne Dicle'si benim adım Dicle değildi.
Ne oluyordu?
Neden bahsediyordu bu adam?
Benim adım Umay.

Kafamda uçuşan sorular neler olup bittiğini anlamazken, kucağında benimle araca bindi. Dolaşan dilimle,

Ben Dicle değilim.

Demeye çalıştım. Ama anlaşılmayan bir kaç mırıltıdan başka birşey çıkmadı dudaklarımdan.

" Mahir bas gaza hastane gidiyoruz!"

Tavan ışığını açtığında daha net gördüğüm kara kaşlar ve kara gözlerin sahibi, yaka cebindeki mendili çekip alıp başımdaki yaraya bastırdı. Gözlerime çevirdi gözlerini. Üzerime doğru eğildi sonra. Tıslayarak konuştu bu kez.

" Benim adım Şahin ağa.
Şerefimle oynayan kim olursa olsun acımam. Şimdi seni kurtarıyorsam bu bizzat hesap sormak için Dicle."

Kayan gözlerime engel olamazken yine onu duydum.

" Uyu Dicle. Uyandığında keşke hiç uyanmasaydım diyeceksin! "

Son kez tekrar ettim.

" Ben Dicle değilim.."

*****

İKİ GÜN ÖNCE

...Gümüşdoğan konağının yüksek taş duvarları arasındaki taş avluda sessiz bir bekleyiş vardı. Fırtına öncesi sessizlik. Tedirgin bekleyiş sürerken avlunun büyük kanatlı kapısı hışımla açıldı. Kapının kanatları gürültüyle iki yana çarptı.

Öfke dolu gözlerle ve burnundan soluyarak giren kişi Şahin ağa'ydı. Şahin Gümüşdoğan...

Bu büyük konağın sahibi, her sözü emir kabul edilen Mardin'in ileri gelenlerinden Şahin ağa!
Sayılan ve korkulan, hatta fazlasıyla korkulan Şahin ağa!
Öfkesiyle, sertliğiyle acımasızlığı ile meşhur Şahin ağa!

Avlunun orta yerinde elleri arkasından bağlı dizleri üzerine çökmüş kişi ise Behram Bozoğlu'ydu. Süleyman ağanın tek oğlu.

Nihayet aradığı adamı önüne getirmişlerdi işte. Şahin ağanın kız kardeşini kaçıran, iki aydır kız kardeşi ile birlikte kayıplarda olan Behram...

İki aileyi birbirine düşman eden, savaş çıkmasın diye.
Kan akmasın diye.
Bu iş kan davasına dönüşmesin diye jandarma komutanının her gün uyarı vermesi gereken eylemin sahibi Behram...

Şahin ağanın öfkeden ateş düşmüş kara gözleri Behramda, konaktaki herkes avluda ve gözleri ikisindeydi. Olacakları korkuyla izliyordu evin hanımından, kardeşlerinden, hizmelisine kadar herkes.

Acıması yoktu Şahin ağanın. İki kaşının ortasından vuracaktı iki aydır her taşın altında aradığı bu adamı.

Nasıl yapardı. Canı gibi sevdiği kardeşini, sadece bir kaç gün yurtdışına gitti diye yokluğundan faydalanıp nasıl alır giderdi. Bunun hesabı sorulacaktı elbet.

Şahin ağanın kundurasının sesi duyuldu taş avluda. Yürüdü, yürüdü Behram'ın önüne kadar geldi durdu.

" Anne! " Diye kükredi.

Kadın bir adım öne geldi.

" Buyur oğul."

" Gülşin nerde?! "

" Yukarda.
Odasında.
Ağlar oğul."

Dedi kadıncağız. Sesi acizdi.

" Biz birbirimizi çok sevdik. Ağa abeyim affetsin bizi diye ağlar."

Ana yüreğiydi işte. Dayanamıyordu olanlara. Ne kızına kıyabiliyordu, ne ağa oğluna haksız diyebiliyordu. Kadıncağız iki ara da kalmış sessizce kızı gibi ağlıyordu. Hani affedeceğini bilse kızı için oğlunun ayağına kapanacak haldeydi.

İki adım öne geldi.

" Ağa oğlum. "

Dedi babasının ölümünün ardından genç yaşta ağa olan oğluna. Ama havaya kalkan sert elle durmak zorunda kalıp geri çekildi. Çocukları arasında en serti Şahindi. Ciğeri yanmaya kaldığı yerden devam etti.

Şahin'in gözleri Behram'ı buldu yeniden. Başı önünde burnundan akan kan yere damlıyordu. Buraya gelirken adamı Mahir'in elinden geçtiği aşikardı.

Şahin bir anda yakasından tuttuğu adımı yerinde doğrultup bütün gücüyle bir yumruk attı suratına. Behram aldığı darbe ile taş avlunun tabanında buldu kendini. Sesi çıkmadı yinede. Bir dizi üzerine çöküp yeniden tuttu yakasından Şahin ağa. Hiç acımadan vurmaya başladı. Hem vurdu hem kükredi.

" Kimsin lan sen!
Sen kimsin de benim kardeşimi kandırıp kaçırdın lan. Benim gülüme canıma nasıl dokunursun lan. Nasıl koparır alırsın yerinden. Öldün lan sen! Öldün!
Öldün! "

Arka arkaya geçirdi yumrukları tekrar tekrar. Zerre acımadı vururken. Kardeşi sevdik desede inanmıyordu. İnanmak istemiyordu. Bu iti nasıl sevebilirdi. Yalandı. Kadını olduğu için namus belasına yalan söylüyordu. Bu adamı korumak için yalan söylüyordu. Başka türlüsü mümkün değildi.

Avluda ki herkes Şahin'i korkuyla izlerken adamın siniri daha da alevlenmiş bir yumruk daha atacağı o anda içerden canı gibi sevdiği kardeşi geldi koşarak.

Gülşin yerdeki adama baktı. Yüzü gözü kan içinde zor aldığı nefeslerle öylece yatıyordu. Tam yanına koşacakken Mahir engel oldu, tuttu kollarından geri çekti. Fısıldadı.

" Gülşin bacım yanaşma sanada zarar gelir. "

Kız Mahir'in elleri arasında,

" Abi! " Dedi feryat ederek.

" Abim!
Ağam!
Yapma!
Kurban olayım yapma affet! "

Öfkeyle ayağa kalkıp geriye döndü Şahin. Bacısının çırpınışlarını izledi. Ağlamaktan şişen gözlerine, perişan hâline baktı. İçi sızladı ister istemez. Ne hâle gelmişti gül goncası kardeşi.

Haline acısada kızgındı. Nasıl yapardı. Nasıl giderdi. Abisinin onurunu, gururunu nasıl hiçe sayardı.

Kız kollarını Mahir'den kurtarıp abisinin ve Behram'ın arasına geçip yerdeki adamı üzerine kapandı.

" Affet abi.
Affet! Biz birbirimizi çok sevdik. Bile isteye gittim onunla."

Bir kükreme koptu avluda.

" Nasıl yaparsın? Nasıl?! "

" Söylesek izin vermezdin."

Abisinin gözleri dahada karardı. Bunu farkeden Behram,

" Gülşin git buradan."

Dedi zorlukla.

" Canın yanar git ne olur.."

" Mahir! "

Diye kükredi Şahin yeniden. Mahir hızla gelip Gülşin'i kollarından tutarak kaldırdı, geriye çekti zorla. Aynı anda avlu kapısından nefes nefese Süleyman ağa girdi.

İki aydır herkesten sakladığı oğlu yakalanmıştı. Evet oğlu bir hata yapmış Şahin ağanın bacısına sevdalanmış, kaçırmıştı. Süleyman ağanın haberi olduğunda önce öfkeden delirmiş oğluna çok kızmış lâkin oğlunun öldürülme korkusuyla kimselere söyleyememiş gizlemişti onları. Ya! Ne fayda Şahin ağanın elinden kurtaramamıştı. Adamları geç de olsa bulmuşlardı oğlunu.

Behram Süleyman'ın tek oğluydu. Canı kadar değerliydi. Oda ölürse soyadları yok olur giderdi. Ne yapardı o zaman.

Hızlı adımlarla geldi Şahin'in karşısına. Yüzü yoktu af dilemeye. Şahin ağanın kardeşi kimdi Süleyman ağanın oğlu kimdi? Gerçi af dilese ne olacaktı ki. Affeder miydi acıma duygusu olmayan bu adam. Yine de,

" Şahin ağa."

Dedi yaşı ileri adam eli kalbinde.
Telaş ve korkudan kalbî sıkışmıştı yolda.

" Şahin ağam affet oğlumu.
Bir hata yapmış bilirim. Ama sevdalanmış bacına... Sevmiş...
Gönül dinler mi yasak, ağa, paşa. Behram benim tek oğlum kıyma, bağışla onu bize.

Affetmek büyüklüktür ağam. Büyüklük sende kalsın. "

Şahin'in alev alev bakan gözleri Süleyman ağayı buldu.

" Bu itin nerede olduğunu biliyormuydun Süleyman Ağa?! "

Sert soruyla durdu, yutkundu adam. Ne diyecekti. Kıyamadım ben sakladım dese oğluyla aynı mezara sokmazmıydı Şahin Süleyman'ı.

" Be-ben.." Demişti ki Behram girdi araya.

" Kimse saklamadı.
Kimse bilmiyordu yerimizi."

Ama anlamıştı Şahin. Süleyman'ın da parmağı vardı bu işte. Ve sorulacaktı hesabı. Acı sorulacaktı hemde.

" Ağam bir suçlu varsa o da benim.
Gülşin'e kıyma ağam. Vuracaksan beni vur. "

Zaten bir kıvılcıma bakan Şahin bir anda silahını çekip Behram'a çevirdi.

" Şehadet getir lan!
Önce seni sonra babanı vuracam. İbreti alem ikinizi aynı çukura gömecem! "

Elindeki silahın horuzunu geriye çekti. Tam tetiğe basacakken yine Gülşin'in ağlayarak bağıran sesi yükseldi avluda.

" Abi!!
Abim ne olur yapma!!
Bebeğimi babasız bırakma!!"

Loading...
0%