Yeni Üyelik
10.
Bölüm

🖤K.9 İtiraflar 🖤

@azamet_29_2

" Valla pes ettim.
Tamam.
Gidip yemek yiyelim. "

Diyerek Narin ile mutfağa geçtim. Şahin ağa gibi yemeklerden bari alayım sinirimi.

İçeri girdiğimizde Civan elindeki kaşık yarı açık ağzında gözleri mutfaktaki televizyonda son dakikada haberine takılmış heykel gibi bakıyordu.

" Hayırdır." Dedi Narin.

" Abla gel, gel! Film gibi operasyon yapmışlar.

İstanbul'dan Mardin'e gelen hırsızlık ve gasp çetesinin başını ve adamlarını yakalamışlar. "

Duyduklarımla anında televizyona döndüm. Ters kelepçe ile götürülenlerin Hıdır, İshak ve adamları olduğunu görünce gözlerime inanamadım.

" Evet!
Evet!
Evet!
Allah'ım! Nihayet! "

Dedim yumruklarım havada. Sevinçten anlayabilirdim.

" Nihayet güzel bir haber. Sana şükürler olsun yarabbim. Yeminle sadaka dağıtacağım."

O kadar mutlu olmuştum ki. İki kardeşin merakla halime bakışlarını umursamadım bile. Neredeyse yere kapanıp şükür secdesi dedikleri şeyi yapacaktım.

Oh olsundu o şerefsizlere. Nihayet kurtulmuştum hepsinden.

" Dicle.
Sen neden sevindim bu kadar. "

" Hiç." Dedim.

Birde bu adileri anlatacak halde değildim valla.

" Önceden de görmüştüm haberlerde de. Ondan sevindim.

Neyse keyfim yerine geldi bak. Hadi yemege geçelim. "

*****

Günün kalanını ağzım kulaklarımda defalarca şükür ederek geçirmiştim. Artık Hıdır derdim kalmamıştı. Birde şu konaktan ve nikahtan kurtuldum mu deymesinler keyfime. Yeni bir hayat beni bekliyordu.

&

Akşam olmuş avluda ki hazırlıklar tamamlanmak üzereydi. Avlunun içi ışıklarla donatılmış gündüz gibi olmuştu. Nikah için kırmızı örtülü özel bir masa, aileler içinde sandalyeler. Havuzun hemen yanınada başka bir masa, ikramlıklar ve içecekler konuyor Selcan ve Gülden telaşla mutfak ve avlu arasında gidip geliyorlar, erkek yardımcılar da onlara yardım ediyordu.

Ben mi? Ben oturduğum sandalyede elim yüzüme, dirseğim korkuluğa dayalı yukardan aşağıdaki hareketliliği izliyordum. Gündüz haberleri ile yerine gelen keyfim nikâh hazırlıkları ile yeniden kaçmıştı. Narin ve Civan üzerlerinde şık birer elbise ile avluya gelirken az sonra Meran hanımın sesiyle kendime geldim.

" Dicle kızım."

Yanıma gelen kadına baktım.

" Hımm! "

" Hadi sende artık hazırlan. Kızlar yardım edecekler sana. Şahin de yolda birazdan burada olurlar. "

Gözlerimi yeniden aşağıya çevirdim.

" Gelinlik giymeyeceğim."

" Kızım gelinliksiz gelin olurmu hiç? Hadi gel. "

" Meran hanım! "

Dedim ayağa kalkarak. Elimi burnumun üzerine koydum.

" Valla burama kadar geldi. "

Anlatıyorum anlatıyorum anlamıyorsunuz. Bu nikah olmaz! Olamaz! Artık gerçekten yoruldum. Söyleye söyleye dilimde tüyü de geçtim hayvan kürkü oldu.

Ama güzel hatrın için bir kez daha söyleyeceğim.
Ben! Dicle değiliim!
Benim adım Umay!
Umay Akseki!

Dicle denen kız kaçıp gitti diye ben neden evleniyorum senin oğlunla yah! "

" Kızım."

Dedi sakin ses tonuyla.

" Senin kafan karışmış.
Sen Dicle'sin.

Korkma yakında düzelecek, herşeyi hatırlayacasın. Biz hep yanında olacağız. Kızlarım neyse sende o sun benim, bizim için. "

Bu kadının çok iyi niyetli biriydi. O kadar ki beni sinirden öldürebilirdi.

" Pes ettim.
Valla pes ettim.
Ben derdimi anlatamıyorum size."

Derken kapıdan giren Şahin'i gördük. Bu asık suratlı adamı gördüğüme hiç bu kadar sevineceğim aklıma gelmemişti.

Yerimden kalktığım gibi ağzım kulaklarımda merdivenlere koştum. Hızlı adımlarla çifter çifter indim taş basamakları. Yine koşarak yanına kadar gelip nefes nefese önünde durdum.

" Nihayet gelebildin."

Şaşkın baktı halime.

" Seni beklemekten ağaç oldum. Az kalsın meyvalar bitecekti dallarımda. Aman! Kollarımda!"

Ne dediğimi anlamadığı için garip ve şaşkın bakmaya devam ederken bir anda koluna girdim.

" Zalim ağam!
Aman işte! Ya-yani Şahin ağam! Sizinle hemen konuşmamız lazım! "

Kolundan çeke çeke merdivenlere sürüklerken bir ara annesi ve kardeşleri ile göz göze gelerek bir ipucu bekledi neler olduğuna dair. Ama cevaplar onlarda değil bendeydi. Herkesin ve onun şaşkın bakışları arasında merdiven çıkarken,

" Ne yaptığını sanıyorsun sen?
Delirdin galiba. Ne bu hal. Yine ne oyun peşindesin? "

" Yürü zalim...
Aman Şahin ağa. Acil diyorum! Konuşmamız lazım diyorum.!
Hadii!"

Uzun ve ağır bedeni zorda olsa çekerek odasına kadar getirdim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimizde elim hâlâ yanımdaki adamın kolunda gözlerim irice açılmış kalakaldım. Odanın içinde gördüğüm şeylerle kocaman bir Hassiktir! çektim.

Sessiz geçen saniyelerin ardından,

" Bu kadar acele etme, aşağısı insan dolu. Sesini duyan olur. Hem daha nikâh bile kıyılmadı."

Diyen Şahin'le bir, pis pis bana bakan adama bir de balayı odası olarak hazırlanmış odaya ve yatağa baktım. Lan ne ara oldu bu?!

" Yinede bekleyemem dersen benim için fatketmez."

Duyduğum son cümle ile tam ellerimi kolundan çekecekken elini çeneme koyup kendine çevirdikten sonra belime sardığı kokuyla beni çekip kendine bastırdı.

Pislik herif. Bilerek böyle konuşuyordu. Üzerime doğru eğilip,

" Sana vaad ettiğim her sözü bir bir yerine getireceğimden emin olabilirsin. Hem acı hem zevk. Demiştim değil mi? "

Derken gözlerinde yine öfke belirdi. Dicle'ye olan kızgınlığı geçecek gibi değildi. Ama böyle giderse olan bana olacaktı. Ellerimi göğsüne dayayıp kendimde uzaklaştırırken,

" Bırak! Aklından bile geçirme!
Ne nikah olacak ne de başka birşey! "

Dedim yüksek sesle. Anında yüzü değişti. Kaşları çatıldı.

" İster gönüllü ister zorla. O nikâh olacak! "

" Hayır olmayacak! "

Bir anda yeniden kolumdan tutup kendine çekti sinirle. Tuttuğu yerden kan geçmiyor beş parmağının izi kalmıştı kesin.

" Bana bak Dicle beni sınama! "

Diyerek geriye savurduğunda kendimi yatağın üzerinde yatar buldum. Anında yanıma gelip ellerini iki yanıma dayayarak üzerime doğru eğildi. Kara gözleri gözlerimde, yüzümde, dudaklarımda dolaştı.

Bu bakışlardan hiç hoşlanmamıştım. Yine tısladı.

" Yoksa canın geceye kalmadan yanar. Hazırlan in aşağı."

Bilerek yapıyordu bence. Bu tıslamanın beni korkuttuğunun farkındaydı. Doğrulup kapıya dönüp yürürken hızla kalkıp kolundan yakaladım. Bu sefer korkma lüksüm yoktu.

" Şahin! " Dedim ilk kez ağa kısmını atlayarak.

Döndü bana baktı.

" Bir kere! "

Sadece on dakikanı ayırıp bir kere dinle beni. Dinlediğinde anlayacaksın herşeyi."

Çatık kaşları ve karanlık gözleri ile bir süre bekledi.

" Lütfen...
Sadece on dakika."

Derin bir nefes bıraktı. İki adımda yatağın yanına dönüp kenarına oturdu.

" On dakikan var."

Derin bir oh çektim. En azından bir şansım vardı şimdi. Dinleyip ikna olacağına inancımda tamdı.

" Dokuz dakika kaldı."

" Teşekkür ederim dinlemeyi kabul ettiğin için."

" Vaktin azalıyor."

" Ama böyle dürtersen konuşamam ki."

" Sekiz dakika."

" Yaaah! "

Bir an önce konuşmaya başlasam iyi olacaktı. Yoksa zamanım bitecekti. Ellerimi yarım şekilde havaya kaldırdım.

" Bak şimdi. Beni iyi dinle lütfen!
Bıktım bunu söylemekten ama ben Dicle değilim! "

Daha ilk cümlede inanmaz şekilde gözlerini devirdi. Aldırmadan devam ettim.

" Benim adım Umay!
Umay Akseki.
Mardin'e gelip senin arabanın altında kalana, ve size yakalanana kadar, kıçımı kurtarmak için İstanbul'dan Mardin'e kaçan, peşinde eli silahlı adamların kovaladığı İstanbul'da bir çok insanı soyan bir hırsızdım. "

Bakışından dikkatini çekebildiğimi anladım. Bu iyiydi benim için.

" Bir gün önce beni on yaşında satın alan ve ödediği paranın yüz katını ödemem için kimliğimi rehin tutan ve beni hırsızlık yapmaya zorlayan adamın işlettiği meyhaneyi başına geçirip o hengamede kimliğimi ondan çalıp İstanbul'dan Ankara'ya oradan da Mardin'e kaçmıştım.

Neden mi? En uzak, en sakin, en sıcak şehirlerden biri olarak düşünmüştüm. Beni burada kimse bulamaz diye düşünmüştüm.

Gerçi şuan sayenizde bin pişman oldum ama neyse.

Otogara indiğimde merkeze gitmek için servislere giderken arkasına bakarak koşan bir kız ile çarpıştık. İkimizde yere düştük. Ben yerden kalkana kadar o çantasını valizini alıp yine koşarak uzaklaştı. Yüzünü bile görmedim. Ama kesinlikle Dicle dediğiniz kızdı. Bundan eminim, çünkü bire bir aynı olan çantalarımız karışmış. Bende hastane odasında kimliğini görünce anladım.

Neyse biraz kendime gelip kapıdan çıkacaktım ki. Adamlarını gördüm. Korktum. Hıdır'ın adamları sandım. Hıdır peşimdeki adamların başı ve vedalaşırken,

" Umaay! Seni bulup öldüreceem!
Sen artık ölüsüünn! "

Diye kıçını yırtıyordu. Şimdi! Dicle benim kimliğimle başka şehirde kıçını yellerken ben onun yüzünden bir berdele kurban gitmek istemiyorum. O yüzden seninle evlenem.

Şimdi niye en başından söylemedin deme çünkü kıçımı yırttım durdum ama dinlemediniz. Dahası ayrıntıları sonradan öğrendim bende.

Mesela Dicle kaçmak için hala kızı Şeyda'dan yardım almış. O gece Şeyda yardım etmiş Dicle'ye.

Oh be! " Dedim.

Nihayet herşeyi anlattım. Karşımdaki adamın sessiz bakışları üzerimde dediklerimi kafasından geçiriyordu sanırım.

Durdu durdu bir anda bir kahkaha attı. İki eli iki yanında başını geriye atmış bildiğin katıla katıla gülüyordu. İlk kez gördüğüm bu hâli yüzüne yakışan gülüşü yüzünden beni oldukça şaşırtmış, alay edişi yüzünden sinirimi bozmuştu.

Ayağa kalkıp ellerini ceplerine soktu. Hayal kırıklığına uğradım.
Senden daha yaratıcı bir şeyler duymayı bekliyordum.
Ama anlata anlata bu saçma sapan hikâyeyi anlattın.

" Her neyse. Verdiğim süre doldu. Oyalanmadan hazırlan in."
Diyerek kapıdan çıkıp giderken ben olduğum yerde kıpırdamadan neden inanmadığını sorguluyordum.

Sinirle çıkıp arkasından bağırdım.

" Bana inanmanız için daha ne söyleyeyim ben ya! "

Dönüp bakmadı bile. Bu haline dahada sinir oldum. O kadar ki ayağımdaki spor ayakkabıyı çıkarıp arkasından fırlattım. Sırtına gelen ayakkabıyla olduğu yerde durdu. Yumruklarını sıktığına şahit olurken öfkeyle bana döndüğünde bu kez öldürecek gibi bakıyordu.

İşaret parmağı havada üzerime doğru bir adım atmış ağzını açmıştı ki. Aşağıdan Şahin ağa! diye bağıran birinin sesi duyuldu.

Beni bırakıp ikimizde avluya çevirdik bakışlarımızı. Herkes aşağıdaydı. Diclenin annesi babası abisi ve karısı Gülşin bile. O halde dışarda bağıran kimdi.

" Mahir! " diye bağırdı terasın kenarına gelip.

Kapıdan giren Mahir,

" Buyur ağam. "

" Kim lan o kapımda ölmek için adımı söyleyerek uluyan it."

" Abi bi gelsen iyi olur. "

Hızlı adımlarla aşağı inerken ayağımda tek ayakkabı ile peşine takılıp bende indim. Merakla bekleyenlerin arasından geçip kapının önüne geldiğimizde bir daha bağırdı dışardaki kişi.

" Şahin ağa!
Çık dışarı!
Seninle konuşacaklarım var. Çık!"

" Aç kapıyı."

Dedi Şahin. Yere sırt üstü düşüşünden kapıya dayalı beklediği belli olan adam önce bir küfür savurdu haline. Zil zurna sarhoş olduğu her halinden belliydi.

Karga dediğim adam yakasından tutup kaldırdığında geriye sendeledi.
Bir küfür daha geldi kayarak konuşan ağzından.

Şahin elleri yumruk adama bakıyordu. O sırada arkadan Süleyman ağa geldi. Telaşlı hali gözümden kaçmadı.

" Senin ne işin var lan burada defol git hemen bu konaktan. "

Şahin Süleyman'a döndü.

" Tanıyorsun belliki. Kim bu ağa?! Kim ki kapımda uluyor?!"

Süleyman ağa bir karşısında pis pis gülen adama, bir Şahin'e, bir de bana baktı.

" Bizim köyün köpeklerinden ağam. Ferattır adı. Kafadan kırık. Ne dediğini ne yaptını bilmezin biri. Keyfini kaçırır. Tutma ağa kapından kov gitsin. "

" Ne o ağa." Dedi adam.

" Eteklerin tutuştu."

" Defol git Ferat. Yoksa ayağımın altına alırım seni. "

Ferat mı?
Dicle'nin sevgilisi Ferhat mı?

" Hayır konuşacağım vardır ağa."

Derken bana baktı. Da. Ben ne alaka bana niye bakıyor bu içki şişesi kılıklı ayyaş. Diye düşünürken hali hazırda Dicle'nin ben olduğumu hatırladım.

Esselaaaa!
Buyrun cenaze namazına.
Kabak yine bana patlayacak gibi bir his vardı içimde.

" Senden sevdiğimi almaya geldim ağa." dediğinde buz gibi bir hava esti sanki avluda. Hepimizin kaşlar havada gözleri fal taşı şaşkınlığımız hat safhada baka kaldık.

Gözler bir bana bir Ferat'a kayarken en dikkat çeken Şahin'in bana olan bakışıydı.

Başıma gelenler işlediğim suçlara kâfi gelmemiş olacak ki. Bu Ferat piçini yollamıştı Allah bu kez de başıma.

Biz hâlâ kendimize gelemezken Behram girdi araya.

" Ağam sen bu kıt akıllı ya bakma. Sarhoş! Aklı başında değil. Belliki istemeyen biri yollamış bu piçi. "

Behram da en az benim kadar salaktı onun da hiçbir şeyden haberi yoktu anlaşılan.

" Bana ne bakıyorsunuz ya tanımıyorum ben bu piçi. "

Dedim hâlâ üzerimdeki gözlerin sahiplerine.

Behram Ferat'ı. Tutup dışarıya doğru sürüklerken Ferat bir kez daha bağırmaya başladı.

Dicle benim sevdiğim.

" Çüş! Oha! " Dedim sinirle.

" Lan geri zekalı ayyaş. Gider ayak Dicle diye beni yakacaksın.!"

" İnanma ağam." diyen Süleyman ağa ile fırtına öncesi sessizliğe bürünen Şahin arasında gidip geldim. Şahin şuan patlamaya hazır bombadan farksız sinirinden elleri ve çenesi titriyordu.

Az sonra burada bir katkiam yaşanacak bu herif önce beni o iti sonra beni vuracaktı kesin.

Behram adamı kapının dışına koyarken Ferhat son ve o ölümcül cümlesini söyledi.

" Başka bir erkeğin kadını ve çocuğunun anasıyla mı evleneceksin ağa! "

Arkadaki kadınların Aaa!! Sözlerine düşüp bayılan Dilan hanım eklendi.

" Allah da senin belanı versin!"

Dedim sinirle. Gözleri hâlâ üzerimde olan Şahin bir anda yakamdan tutup öfkeyle solurken,

" Doğrumu lan! "

Diye bağırması avluyu inletti. Neden kurtulmaya çalıştıkça bataklığın dibine doğru sürükleniyordum ben.
Kendimi ellerinden zorla kurtarıp bir adım geriledim.

" Yeter ya yeter. Bana niye soruyorsun. Gidip Dicle'ye sorsanıza!"

" Al kendin bak.!

Diyen adam bir kağıt çıkardı cebinden. Behram'a uzatırken Şahin çekip aldı. Elindeki kağıt neydi bilmiyorum. Belki de hamilelik raporuydu ya da ultrason görüntüsü falan ama okuyunca bana döndü. Delirmiş gibiydi bakışları. Doğruydu demekki.
Dişlerini öyle bir sıkıyordu ki gıcırtı sesini duydum.

" Bu nasıl bir oyun lan! Nasıl? "

" Gerçekler ağa."

Dedi Ferat ağzını yaya yaya.

" Dicle benim.
Beni seviyor.
O yüzden kaçtı sizden. "

Demez mi birde.

İşte orada oldu olan. Şahin Mahir'in belindeki silahı çekip aldığı gibi Ferat'a çevirdi namluyu. Saniye düşünmeden tetiğe bastı. Silah sesiyle avludaki kadınları tiz çığlıkları duyulurken Ferat'ın bedeni yerde kaldı. Ardından bana döndü namlu.
Arkamızdan sesler yükseldi.

" Abi yapma! "

" Oğlum yapma! "

" Şahin ağa yapma! "

Gördüğüm namlu ucuyla korkuyla dilim tutulurken yutkundum. Bu zalim ağa Ferat'dan sonra benide vuracaktı.

Yolun sonunda hissettim kendimi. İstanbul'da ki ölümden kaçarken Mardin'de ki ölümle buluşacaktı galiba bedenim. Korkuma engel olamazken dolu gözlerimi karalarına çevirdim. O bana ben ona bakıyorduk. Ferat'ı acımadan vuran adamın tereddütünü gördüm kısa bir an.

" Sana herşeyi anlattım yukarıda. Yemin ederim ben o değilim."

Gözlerimi kapattım.

" Bana inanmıyorsan bas tetiğe. Şerefinide de kurtar beni de. "

Bir kaç saniye geçti geçmedi duyduğum silah sesi ve hissettiğim acıyla açtım gözlerimi. Elinde silah, namlu ve kara gözleri üzerimde hâlâ bana bakıyordu. Vurmuşmuydu beni. İnanamadım.

*****

ŞAHİN'DEN

İş için gittiğim Midyat'dan döner dönmez önce bize ait otele uğradım.

Kendi odama çıktım. Ilık bir duş alıp çıktıktan sonra kendimi yatağın üzerine bırakarak gözlerim kapattım. Düşünmeye başladım. Bu akşam olacak olan nikahı ve bir kaç gündür yaşananlar olayları. Herşey tekrar tekrar geçti zihnimden.

Sevdim dediği adama kaçan kardeşimin yüzünden hayatımda yapmam dediğim bir şeyi yapmış Süleyman ağanın berdel olsun teklifini kabul etmiştim. Nasıl kabul ettiğime hâlâ inanamıyorum.

Yapmazdım. Gerekirse kıyamam dediğim bacımı bile vurur o adamın karısı olmasına izin vermezdim. Ama işin içine daha doğmamış bir sabi girince yapamamıştım. Kıyamamıştım. Ne bacıma ne doğmamış bebeğine kıyamamıştım.

Bu yüzden, bu topraklarda eskiden beri var olan bir âdeti istemeye istemeye ben de kabul etmiştim. Ama bedenimi ve ruhumu saran öfkem o kadar yoğunduki dinmek bilmiyor bütün damarlarımı yakıp kavuruyordu. O kadar ki şuursuzca bir karar almış, bütün sinirimi, öfkemi, intikamımı Behram'ın kardeşi ve Süleyman ağanın kızı Dicle'nin ruhundan ve bedeninden çıkaracaktım. Onlar nasıl benim canımı yaktılarsa bende kızlarının canını yakacak her geceyi her gündüzü ona zehir edecektim.

Benim yanımda olduğu her gece her gündüz kendi ailesine la*etler okutacaktım ona.

Böyle düşünüyordum...

Tâki düğün gününe kadar! O akşam herşey hazır nikâh için memuru bekliyorduk. Dicle gelinliği ile yanımda otuyordu. Sevmediğim ve hiç bir zaman sevmeyeceğim bir kızla nikah masasına oturmak hiçte beklediğim birşey değildi. Karşımda oturan Gülşin ve Behram'a çevirmiştim gözlerimi. Behram'ın kafasına sıksam daha iyiydi diye bile düşünmüştüm.

Başımı kaldırıp bir kere bile bakmadım Dicle'ye ama elleri dikkatimi çekmişti. Titriyordu. Korkudan mı heyecandan mı diye düşünmüştüm.

Korkudandı, emindim. Mardin'de benden korkmayan insanlar bir elin parmağını geçmezdi.

Babam gibiydim. Öfkeli. Sinirli. İnat. Bazen de acımasız... Bu halimden şikayetçi olmayan tek kişi de bendim zaten. Ama iş hayatımda da özel hayatımda da memnundum kişiliğimden. Bir çok ortamda kolaylık sağlardı kişiliğim.

Ama o akşam kişiliğimi bile kenara koymaya hazırdım. Dicle'nin hâline üzülmüştüm çünkü. Ben onunla evlensem bile istersem özgür davrabilirdim. Buna gücümde kudretim de yeterdi. Kimse karışamaz, başka kadınlarla bile birlikte olabilirdim. Yani bütün ceza bu kıza kesilmişti aslında.

Bu yüzden düşünmüş sevmesemde kıymet veririm demiştim. Yeterki bana, kurallarıma, isteklerime uysun ben ondan başkasına bakmam diyordum. Ama beni bu düşünceme de pişman etmiş kendi düğününden kaçmıştı. Böylece acımasızlığımın merhametimin önüne geçmesini sağlamıştı.

Bu hareketi ile açıkça beni istemediğini belli ederken gururumu da şerefimi de ayaklarının altına almıştı. Ve bu bardağı taşıran son damla olmuş, bundan sonra benden iyi olan hiçbir şeyi göremeyecekti.

Kaçarsa kaçsın ne hâli varsa görsün demeyecektim tabi. Onu bulup yaptığına pişman edecek korktuğuna uğramasını sağlayacaktım.

Aklıma ilk olarak havaalanı ve otogar gelmişti. Kendim Çetin ile havalanına giderken Mahir'i de her ihtimale karşı otogara yollamıştım. Lakin ben havaalanına gider diye düşünürken o otogar da almıştı soluğu. Mahir'in tanıdıklarından biri olan Cemo'nun Dicle'yi otogarda gördüğünü duyunca otogarın yolunu tutmuştuk. Tam otobüslerin olduğu girişe gelmiştim ki bir anda karşıma çıkan Dicle'yi görmemle çarpmam bir olmuş neye uğradığımı şaşırmıştım.

Hızla araçtan indiğimde kesin ezdim kızı diye düşünürken Dicle'yi aracın altında ve sağ görmüş rahat bir nefes almıştım. Yanımıza gelen Mahir'inde yardımıyla Dicle'yi çıkarmış küçük bir muayeneden sonra yavaşça kucağıma almış söylene söylene hastaneye götürmüştüm.

Üç gün kendinden bir haber uyumuştu. Doktoru iyi olduğunu bedenen yorgun olduğunu bu yüzden uyuduğunu söylemişti. Her gün yanına gelip biraz kalıp dönerken anne babası sürekli yanında kalmıştı.

O gün yine hastaneye gelirken babası Süleyman ağa aramış, Dicle'in aklı gitmiş hiç birşey hatırlamıyor.

Diyince çok şaşırmış fakat inanmamıştım. Bir oyunla düğünden kaçan Dicle'in oyunuydu emindim. Hastaneye gelince sorguya çeker konuştururum derken geldiğimde kapıdan çıkan Dicle'yi yalın ayak kaçarken yakalamıştım. YİNE !

Bir posta dışarda, bir posta hastane odasında bana sinir harbi yaşatmış sonunda doktorun da onayıyla Dicle'yi hastaneden çıkarmış eve doğru yola çıkmıştık. Nikâha kadar bizim konakta kalacaktı.

Fakat aklıma takılan birşey vardı. Düğünden ve bir süre önce hastaneden kaçmaya çalışan Dicle şuan uslu uslu benimle geliyordu. Neden? Pes etmiş kaderine razı mı olmuştu.

Hayır! Hayır! Kaçma planlarına devam edecekti. Ama bu kez izin vermeyecektim.

Konağa geldiğimizde,

" Nereye geldik. "

Dediğinde cevap vermemiştim.

" Ego yığını! " dediğini duyduğumda da umursamamıştım. Bizi annem ve kardeşlerim karşılamış, Narin'e Dicle'yi misafir odasına çıkarmasını söylemiş sonra da Mahir'e kapılara adam dikmesini, Dicle'nin bu konaktan dışarıya adım atmayacağını eğer çıkmak için teşebbüs veya ısrar ederse bacaklarından vurmalarını söylemiştim.

Bunu söylerken bilerek Dicle'ye bakmıştım. Korkmalıydı benden. Ki, uslu dursun! Tabi bununla da yetinmemiş,

" Annesi yada babası gelirse onlarıda aynı şekilde vurmalarını istemiştim.

Süleyman ağanın Dicle'yi tehdidi yüzündendi buda. Dahası Dicle'nin yanına gelip kollarından tutarak,

" Sana hâlâ inanmıyorum.
Ne sana! Ne söylediklerine! Ayağını denk al.
Yada alma.
Sen bilirsin."

Demiş, ardından dinlemek üzere odama çıkarken,

" Olanlar hakkında tek kelime konuşulmayacak. O konu kapandı."

Diye uyarmayı da ihmal etmemiştim.

&

Akşam yemeğine kadar odamda kalarak dinlenmiş yemek saati masaya oturduğumda Dicle'yi görmeyince Narin'den Dicle'yi çağırmasını istemiştim. Narin tamam diyerek Dicle'nin kaldığı odaya gitmiş ama yanında o olmadan geri dönmüştü.

Aç olmadığını söylemiş hanım efendi.
Sanki beni daha fazla sinirlendirmek için yapıyordu. Masadan kalkıp doğruca misafir odasına yönelip kapıyı bile tıklamadan odaya dalmıştım.

" Napıyorsun ya!
Ne biçim giriyorsun.
Kapı tıklama diye bir şey var! "

Bu kız kafasını çarpınca dili uzanmıştı anlaşılan. Korkudan ağzını bile açamayan Dicle herşeye çemkirir olmuştu.

" Ben çağırınca geleceksin! "

Dört gündür her işimi bırakıp senin peşinde dolandım durdum. Bir de hasta olup başıma bela olma. Yürü yemeğe.

Dicle! " Demiştim işaret parmağımı uzatarak.

"Hatırla yada hatırlama. Bu konakta Şahin ağa ne derse o olur.

Sinirle tuttuğum kolunu fazla sıkmıştım farkında olmadan. Bir duygusal bir agresifdi. Dengesizdi her hareketi. Bu hali daha da şüphelendirmişti beni.

" Numara yapıyorsun değil mi?Hafızanı falan kaybetmedin. Yarım akıllı Dicle ile uğraşmayacağımı bildiğin için yakalanınca bu oyunu buldun. Bütün o söylediklerinin hepsi yalan değil mi Dicle? İtiraf et."

Diye çıkışmıştım.

" Yalan değil! "

" Hadi!
Yürü yemeğe! "

Diyerek odadan çıkacakken yatak üzerindeki askıyı görmüş geri dönüp baktığımda,

" Takamadım. Arkama dönmüyor ne gözüm ne kolum! "

Demişti. Kaşlarım çatılırken bu kez,

" Madem buradasın yardım et."

Dediğinde başı önünde masum bir çocuk gibiydi kolunu eliyle tutan hâli.
Şuan yardıma ihtiyacı vardı. Buradan çıkıp Narin'i yollayabilirdim. Fakat yine aç değilim diyerek gelmez yeniden gelmek zorunda kalırdım. Bu yüzden kendim yardım edip yanımda gelmesini sağlayacaktım. Askıyı alıp takmasına yardım etmek için tam önünde durmuş askıyı takarken saçlarından burnuma yükselen şampuan kokusunu duyunca bir an içimde garip bir his uyanmıştı.

Duş almış oluşu aklımı karıştırırken o da huylanmış olmalı ki geriye kaçmaya çalıştı fakat kollarım yüzünden gidemedi. Her hâli kuşku uyandırıyordu bende. Omuzlarından tutup kulağına doğru eğildim.

" Eninde sonunda yakalayacağım yalanını. O zaman ne yapacaksın bakalım."

Sadece yutkunmuştu.

" Yürü şimdi."

Loading...
0%