Gitmesin! Gitmesin ne olur. Oda gitmesin!"
Derken gözlerim bulanmaya başım dönmeye başladı.
Ayaklarımın altındaki taş zemin yok oldu bende içine düştüm sanki. Kararan gözlerim beni düştüğümü sandığım yerin diplerine çekti.
Ne kadar kaldım düştüğüm karanlık kuytularda bilmiyorum.
Gözlerimi araladığımda bindigimiz arabanın arka koltuğundaydım. Hareket halindeydik ama yavaş gidiyorduk.
Başımı cama çevirdim.
Dolan gözlerim usuldan akmaya devam etti.
Doğruydu işte. Kaçmaya çalıştığım gerçeği kulaklarımla duyup gözlerimle görmüştüm.
Artık bu koca dünya da tek başımaydım. Hem annesiz hem babasız.
" Ağlamak ölen babanı geri getirmez."
Kim bilir kaç ölü kaç ölüm gören biri için söylemesi kolaydı.
Ateş Yıldırım'ın bir ölünün ardından ağlama ihtimali bile yoktu.
" Zibidi!"
" Buyur abi." Dedi öndeki adam arka koltuğa dönerek.
O nasıl isimdi öyle.
" Bundan sonra Ela'nın yanından ayrılmayacaksın.
Ödülün, artık benim adamım olmak.
En ufak hatanı görürsem kafana sıkarım."
"Ela. " Dedi Ateş soğuk sesiyle.
Sessizce yanımdaki adama çevirdim başımı.
" Bu zibidi babanın koğuş arkadaşıymış.
Verdiği kanı için borcuma karşılık seni kurtarma mı söylediği mesajı Selim getirdi."
Adam bana bakarak,
" Başın sağolsun Ela kardeş." Dedi.
" Anlat." Dedi Ateş yine buz damlayan sesiyle.
" Ela.
Şey yani..."
Ateş:
" Zibidi!
Geveleme."
Dediğinde Faruk Selim'e uyarıcı bir yumruk vurdu.
" Ziya dayı sana söylemedi ama
hastalığı iyice artmıştı.
Doktor 1-2 ay ancak yaşarsın demiş. Hastalığı kemiklerine kadar ilerlemişti.
Sen görüşe geldiğinde zar zor kendine gelir seni görürdü. Sonra dönüşte yığılır kalırdı.
Bu yüzden bana bir mesaj ezberletti.
Ateş abiye iletmemi istedi.
Sonraki günlerden birinde mahalleden biri geldi.
Nasıl anladıysa artık kızının başına çorap örecekler demiş.
Ziya dayı ne yapacağını bilemedi. Müdürle konuşup yardım isteyecekti. Kendi çıkamasada polis yollayacaktı sana yardıma.
Ama daha koğuşun kapısına gelemeden yığıldı kaldı. Hemen yanına geldim yakasını açtım nefes almasına yardım ederken ama daha da kötüleşti.
Kapıya vura vura, bağıra bağıra gardiyanı çağırdık. Kendinden geçmeden önce son sözü mesajı götür oldu. Ziya dayıyı alıp götürdüler. Sonrada maaalesef..
Çok hastaydı Ziya dayı.
Bunu söylemek istemezdim ama.
Ziya dayı ölerek acılarından kurtuldu."
Dediğinde ağlamam dahada arttı. Bana belli etmemişti. Yanima gelirken heonguler yüzlüydü, umutluydu ama çok acı çekiyormuş.
Neden.
Neden böyle oldu.
Bir gece çalıştığı inşaatta bulunan bir ceset hayatımızı darma duman etmişti. Babam bir iftira yüzünden acı çekerek ölmüştü.
Doğruydu.
Babam ölerek acılarından kurtulmuştu aslında. Guruna dokunan katil damgasından kurtulmuştu.
Başımı tekrar cama çevirdim sessizce. Gözlerimi kapattım.
Ama göz yaşlarım kitpik aralarımdan zorlayarak çıkıp yanaklarımdan süzülmeye devam etti.
Yüzümdeki yaraları yalayıp boynuma kadar indi. Tuzlu sular yarama bir kez daha tuz bastı sanki.
Baba acısı anne yokluğu ve yalnızlık.
*****
"Ela.
Ela uyan.
Senin kadar uyuyan birini daha görmedim. "
Uyandığımda siyah deri bir koltukta yatıyordum. İlk gördüğüm karşımda oturan Ateş'ti.
Elinde yine sigara vardı ve bacak bacak üstüne atmış oturuyordu.
" Neredeyiz?"
Dedim etrafa göz gezdirirken.
Büyük bir oda siyah bir masa siyah deri koktular. Oda penceresi duvarın tamamını kaplıyordu.
"Burası nere?"
Sigarasından bir nefes çekip havaya üfledi yine. Bundan zevk alıyordu bence.
"Burası benim ofisim.."
Dedi ayağa kalkarak, sonra masasına geçip oturdu ve geriye yaslandı.
" Neden buradayım.? "
"Acil işim vardı. Eve uğrayıp seni bırakacak vakit yoktu. O yüzdende seninle gelmek zorunda kaldım. "
Dedi ayağa kalkarak.
Masasına geçtiğinde kapı açılarak bir kadın girdi içeri.
Uzun boylu, siyah mini etekli beyaz, yakası açık gömleği vardı.
Siyah topuklu ayakkabılarının sesi eşliğinde yanımıza kadar gelerek önce Ateş'in sonra benim önüme kupa ile kahve bırakarak çıktı.
Önümde duran kahveye baktım. Siyahtı, simsiyah.
Ben bu kadar koyu kahve içemezdim. Ateş'e baktım.
Dudaklarındaki sigarayı sol elinin parmaklarıyla aldı.
Sonrada masadan aldığı kupayı dudaklarına götürdü.
Büyük bir yudum içti. Hâlâ elinde duran beyaz kupa dikkatimi çekti. Kupa üzerinde siyah bir kuş resmi vardı. Ateş bana bakarak bir yudum daha aldı kahvesinden.
Önüne dönüp eline aldığı beyaz kapaklı bir dosyayı açarak incelemeye başladı.
Ama birden yüzünün değiştiğini gördüm. Kaşları çatıldı. Gözleri büyüdü. Elini boynuna götürüp yaka düğmesini açarken öksürmeye başladı. Arka arkaya artarak devam etti öksürüğü.
"Ne oluyor? "
Demiştim ki öksürükle birlikte ağzından kan gelmeye başladı. Püsküren kan beyaz dosya üzerine sıçradı.
Önce, korkuyla bir çığlık attım ellerimi ağzıma kapatarak.
Sonra yerimden kalkıp hemen yanına geçtim.
"Ateş.!
Ateş ne oluyor? " Dedim korkuyla yüzüne bakarak.
" Ölecek.
Ateş Yıldırım ölecek."
Kafamın içideki ses beynimde uğulduyordu.
Ateş'in yılan yüzüklü eli masaya dayalı, diğeri kalbinin üzerinde gömleğini sıkarken dudağının kenarında kan vardı.
Kapıya doğru bağırdım.
" Yardım edin!
Biri yardım etsin!"
Ben bağırırken Ateş birden yere düştü. Gözleri kapandı öksürüğü kesildi. Dudağının kenarından hâlâ kan sızıyordu.
Yanına çöktüm. Ellerimi göğsünün üzerine koyarak sarstım.
" Ölme.
Ölmee!" Diyerek bağırmaya başladım
*****
" Ela.
Ela. Uyan. Senin kadar uyuyanını da görmedim."
Uyandığımda hâlâ arabada olduğumu görünce derin bir nefes aldım.
" Rüya!
Yine rüya!"
Dedim içimden.
Aynı anda yanımda oturan Ateş'e baktım. Rüyamdaki Ateş'e göre gayet rahat oturuyordu.
Adamı Faruk kapısını açınca kapıdan çıkarken,
" Hadi in."
Dediğinde Selim' de benim kapımı açtı. Önce Selim'e baktım, sonra indim.
Öyle kapılarımın açılmasına falan alışkın değildim.
Arabadan çıktığımda karanlık kapalı bir garajda olduğumuzu gördüm.
Nerdeydik. Nereye gelmiştik.
"Yürü hadi.."
Diyen Ateş'e bakarken Selim arkamdan parmak ucuyla itince yürümeye başladım.
20 adım kadar sonra asansör önünde durduk.
Kapı açılıp binerken 15 e bastı Faruk. Asansörün köşesine geçerek sessizce bekledim. Sonunda asansör durunca açılan kapıdan çıkarak uzun bir koridordan geçip iki kanatlı bir kapıya geldik. Kapının önündeki sekreter kadın kapıyı açıp kenara çekildi.
Önden Ateş, arkasından da ben girdim içeriye.
Faruk ve Selim dışarda kaldılar.
Gördüğüm bu oda rüyamdaki odayla aynıydı.
Yine olmuştu. Yine olacak bir şeyi görmüştüm.
" Otur." Dediğinde deri koltuğa bıraktım kendimi.
Kendide karşıma geçerek bacak bacak üstüne atarken ben hâlâ gördüğüm rüya yüzünden alık alık etrafa bakıyordum.
Ateş yine bir sigara çıkarıp yaktı.
"Burası benim ofisim.."
Dedi ayağa kalkarak, sonra masasına geçip oturdu.
Geriye yaslandı.
Herşey rüyamdaki gibiydi.
" B-ben neden buradayım.? "
"Acil bir işim çıktı.
Seni bırakacak vakit yoktu. "
Dedi.
Rüyamı ikinci kere görüyor gibiydim.
Eğer rüyamı yaşıyorsak şimdi sekreter elinde kahve ile gelmeli. Dedim içimden.
Gözlerimi kanatlı kapıya çevirdim.
Bir iki dakika öylece kapıya baktım.
" Çok mu beğendin."
" Hı.. " Dedim gözlerim kapıda.
" Kapı. Çok mu beğendin. " Dediğinde yüzüne baktım.
" Ne kapısı."
Demiştimki kapının açılma sesini ve topuklu ayakkabı sesini duydum.
Olduğum yerde donup kaldım önce.
Olabilirmiydi gerçekten.?
Olacak birşeyleri gerçekten rüyamda mı görüyordum.
Yok artık.
Tereddütle kapıya döndüm ağır ağır.
Evet kadın elinde iki kahve kupası ile içeri yürüyordu.
Birini ateşin önüne birini benim önüne koydu.
Hâlâ olan şeyin şaşkınlığını yaşarken önümdeki kupaya baktım.
Kahve simsiyahtı.
Sahne aynıydı.
" Efendim başka bir emriniz varmı?"
Diyen kadının sesiyle kendime geldiğimde Ateş'in kupayı dudaklarına götürdüğünü görünce panikle kalkıp,
"Dur içme!" Dedim
" Onu içersen ölürsün!
O kahvede birşey var! "
Sinirle ayağa kalkarak bana bakarken, kadında bana bakıyordu.
"Ne? " Dedi.
"Duydun.
O kahvede birşey var içersen ölürsün!"
Dedim tekrar ederek.
Ateş şüpheli gözlerle baktıktan sonra koltuğundan kalkıp yanıma geldi.
Kolumdan tutarak kendine çekerken dişlerinin arasından konuştu.
Acıyan koluma parmak izleri çıkmıştı kesin.
" Nerden biliyorsun? "
Diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim.
" Biliyorum." Dedim sadece.
Ateş kolumdaki elini hırsla çekip, hızla masasına geçti.
Yanında hâlâ bize bakan kadına dönerek.
Kahveyi alıp önüne bırakarak,
"Kim yaptı? "
" B-ben. Yaptım efendim.
Her zamanki gibi."
" İçmende sakınca yok o zaman."
" N-ne.?"
" İç. Dedim."
" A- Ama. "
" Sana.
İç.
Dedim! "
Kadın bir bana, bir Ateş'e, bir kahveye baktı.
Titreyen eliyle kahve kupasını eline alarak kırmızı dudaklarına götürdü.
Eli dahada titirmeye başladı.
Ateş ellerini ceplerine soktu. Sakin şekilde tekrar etti.
" İçç.! "
Kadın gözlerini kapatıp kahveden bir yudum aldı.
" Hepsini." Dedi Ateş.
Kadın bu kez kalan kahveyi tepesine dikti. Hâlâ titreyen elindeki
kupayı masaya bırakarak ağlayan gözlerle önüne döndü.
İkimizde kadına bakıyorduk.
Bir süre bekledik ama hiç birşey olmadı.
Bir iki dakika sonra Ateş,
"Çık." Dedi kadına.
Kadın,
" Başka bir em.r.."
Cümleyi tamamlamasına izin vermedi.
" Çık. "
"Peki efendim."
Dedikten sonra kadın hızlı hızlı odadan çıktığında, Ateş saniyesinde dibimdeydi.
Kolumdan tutup sarsarak,
" Dalgamı geçiyorsun benimle! "
Diye bağırdı.
Hiç birşey diyemedim.
Ne diyecektim zaten.
Saçma bir rüyaya uyarak onu uyarmıştım ama gerçek çıkmamıştı.
Şuan kendimi tam bir aptal gibi hissediyordum.
" Yine rüya gördün değilmi."
Dedi yine sarsarak.
Sadece önüme baktım.
"Sana bundan sonra rüyalarınla hareket etmek yasak."
" Sakın birdaha benim işlerime, hayatıma katışma.
Mümkünse rüya bile görme anladın mı? "
Başımı salladım evet anlamında.
Beni koltuğa iterek,
" Otur burda yarım saat sonra çıkacağız. "
Dedi kapıdan çıkarken.
Dışardan yine sesi geliyordu.
" Zibidi!
Kızın yanına git."
" Zaman yaklaşıyor Ela."
Duyduğum sesle ellerimi kulaklarıma kapattım.
" Kes sesini artık.
Sus!
Sus Allah'ın belası suuss! "
Dedim bağırarak.
Kapıdan giren Selim halime baktığında benim gözlerim çoktan akmaya başlamıştı.
" Ela.
İyimisin?"
" Değilim." Dedim aciz çıkan sesimle.
Kafamı koltuğun kolçağına koyarak gözlerimi kapattım. Dizlerimi kendime çektim.
Ama uyumadım.
Korktum.
Uyumaktan korktum. Aynı şeyleri görmekten korktum.
Yarım saat kadar öylece yattım.
Sonunda kapı sesiyle Ateş'in sesini duydum.
"Yinemi!" Dedi bıkkın.
Yine uyuyor diye düşünüyordu eminim.
Yerimde doğrulunca. Tek kelime,
" Gidiyoruz." Dedi.
Ayağa kalktım. Önden çıkan Ateş'in arkasından yürüyerek bende çıktım.
Yine aynı asansöre girdik.
Faruk 0 tuşuna basarken yine köşede durup inmeyi bekledim.
Aynı garaja indik.
Önden Faruk ve Selim gidip kapıları açtılar.
Selim'e bir bakış atıp.
"Benim kapımı açma. Kendim açabilirim."
Diyerek bindim.
Eve geldiğimizde akşam üzeriydi.
Kapıdan girer girmez odama çıkmak için merdivenlere yöneldim.
Otorite Yaman Bey yine salondaydı.
Yine elinde sigara ve kahvesiyle bu kez bir kitap okuyordu.
Ateş dedesinin yanına giderken ben odama çıktım.
Kapıdan girdiğimde yatağının üzerinde okul için gerekli malzemeler ve çantalar vardı.
Evet yarın okula gidecektim.
Bugün babamın ölümünü kabul edip yarın okula gitmek...
Zor ama yapmam gereken birşeydi.
Yatağıma oturup karşımdaki aynaya baktım.
Babamla birlikte bir gelecek planlarken şimdi yalnız kalmıştım.
Birlikte kurduğumuz hayallerimiz vardı. Mesela bir karavan alıp yada kiralayıp ülkenin güneyinde gezmedik yer bırakmayacak en beğendiğimiz yere yerleşecektik.
Akşamları deniz kenarına inip güneşin batışını izleyecektik.
Beni bu hayallerle ikna edip bekle beni demişti.
Beklemiştim.
Azap gibi geçen her günüme rağmen söz verdiğim için beklemiştim.
Aysel'e ve Yaşar'a katlanarak beklemiştim. Yediğim dayaklara rağmen beklemiştim.
Ama sonunda tek başımaydım işte.
Dolan gözlerim yine beni bulunca kendimi yatağa bırakarak gözlerimi kapattım.
Uyuyarak öbür dünyaya gidilse hiç kalkmaz anne babamın yanında kalırdım hep.
Anne...
Baba...
Sizi özledim dedim kapanan gözlerime izin vererek.
*****
" Değilsin.
Yalnız değilsin!"
Yine duyduğum aynı sesle ayağa kalktım. Etrafıma bakımdım yine ve korkuyla.
" Nerdesin. Kimsin?
Ben delirmeden bırak peşimi ne olur."
" Aa.
Üzüldüm bak şimdi. Bende arkadaş oluruz diyordum.Rüyamdaki gibi sarılırız. Falan."
Kendimi yatağa bıraktı.m kahkaha atarak.
Yok bu normal değil. Dedim. Hiç normal değil.
" Sen başka bir kişiliğim falanmısın?
Söyle!
Öyle birşeysen onuda kabul edecem artık. Yoksa kafayı yiyecem az kaldı."
" Hayır öyle bir şey değilim ben.
Ela.
Ben senim.!
Senin altıncı hissin.
Her insanın altıncı hissi vardır.
Bazı insanlarda yok denecek kadar azdır.
Bazılarında olmasına ragmen körelmiş, bazılarının ise çok kuvvetlidir.
Bazılarında ise dile getirecek kadar yoğundur.
Yada geleceğine dair işaretler veren rüyalar gösterecek kadar.
O kadar ki bir gözünün rengini bile değiştirir bu ruhunu bile etkileyen güçlü his.
Senin gibi. Annen gibi."
Ellerimi kulaklarıma bastırdım.
" Sen hep böyle kafamın içinde konuşup duracakmısın."
" Hayır..."
" Ya rüyalarım onlar..."
"Onlar sana yol gösterip kendini yada başkalarını korumana yardımcı olacak."
"Hiç sanmıyorum.
Geleceği gördüm sanarak o buz kalıbı Ateş'i uyardım.
O kahveyi içersen ölürsün dedim.
Ne oldu peki?
Kısa bir an bana inanıp kadına içirdi o kahveyi.
Ama kadın yürüyüp gitti. Hiç birşey olmadı. Rüyam tamamen saçmalıktan ibaretti."
" Henüz iyi değilsin yorumlarında ve hislerinde. Zamana ihtiyacım var."
" Bu çok saçma, şuan seninle konuşuyor olmam çok saçma.."
"Konuşmuyorsun zaten.
Şuan rüya görüyorsun sadece."
"O halde dahada saçma."
" Uyanmaya hazır ol."
Tıklayan kapıyla gözlerimi açtım.
Hızla yerimde doğruldum.
Rüyamın üstüne afallamıştım.
İçeri giren Zehra hanımdı.
" Ela kızım aşağıda yemeğe bekliyorlar.
Gelmeyince beni gönderdi Yaman Bey."
" Teşekkür ederim Zehra hanım.
Ben aç değilim. "
Kadın birazda çekinerek,
" Kızım in bence sana kızmasınlar.
Hem böyle aç aç yaşanmaz. Hasta olursun, yine hastanede kalman gerekir.
Yemekten sonrada elinin pansumanı yaparız."
Haklıydı aslında.
"Tamam Zehra hanım. " Dedim.
"Elimi yüzümü yıkayıp iniyorum."
Kadın çıkınca banyoya girip işimi görüp elimi yüzümü yıkadıktan sonra aşağı indim.
Mutfağın önüne geldiğimde Ateş ve Yaman beyin konuşmaları duyuluyordu.
" Demek arkamdan iş çevirmek istiyorlarmış."
" Kurt senden sonra bir kaç kişinin daha ağzını yoklamış."
" Kimse benim arkamdan iş çeviremez.
O kurt itini pazarıma sokmam dedim sokmam. Ne bok yerse başka yerde yesin.
Diğerlerine gelince.
Kurt'la bir olup iş yapmaya cesaret edemezler.
Büyük patron benim. Benim hayır dediğime kimse evet diyemez. Diyenide yaşatmam bilirler."