Yeni Üyelik
33.
Bölüm

K.k 32 Yanılmışım

@azamet_29_2

Sonra bir mesaj daha geldi.
Daha doğrusu bir resimdi gelen. İndiriliyor yazısı ile ölecek gibi bekliyordum bu kez. Ne görecektim.
Neyi yada kimi görecektim.

Sonunda netleşen resimle donup kaldım. Resimde bir gece kulübü vardı. Köşe koltuk takımı üzerinde oturan Toprak elinde viski bardağı başı geriye düşmüş.
Ve kucağında bir kadın.
Bacakları iki yanda dizlerinin üzerinde otururken mini eteği yukarıya sıyrılmış kadının elleri Toprak'ın omuzlarında.

Ellerimin titremesine engel olamadım. Elimdeki telefonla birlikte tuttuğum resim yerle buluşurken dizlerimin üzerine düştü bedenim.

Önümde telefonumun ekranında aldatılışımın belgesiyle şoke olurken yanında duran fotoğrafla dahada yıkıldım.
Sedef.

Şirketteki Sedef.
Restorandaki Sedef.
Telefondaki Sedef.
Eski fotoğraftaki Sedef.

Sedef, Sedef, Sedef....

YEŞİM'DEN

Ellerim, ayaklarım, dizlerim hatta kalbimin durduğunu hissettim.
Âciz zavallı ruhumun terk ettiğini hissettigim boş bedenim olduğu yerde kala kalmıştı.
Yere devrilmemek için sırtımı yatağa dayayıp yataktan destek alırken dizlerimi göğsüme çektim. Başım yan şekilde dizlerimde yerdeki telefona ve yanındaki resme bakıyordum.

Resim birkaç yıl öncesine ait olmalı diye düşündüm. Oysa hiç bir önemi yoktu şuan. Ama düşündüm işte. Dışardaki havaya tezat resimde günlük güneşlik ve sıcacıktı hava. İnsanın içini ısıtacak kadar sıcak yada yakacak kadar..
Resimde tanıdığım iki kişi daha vardı. Ersin ve Betül...
Güneşten fazlasıyla etkiledikleri kıstıkları gözlerinden belli oluyordu. Acaba hangi ay diye geçti aklımdan gereksizce.
Yaz ayıydı işte, belliydi.
Deniz kenarında piknik yapılıyordu. Belliki tatilde çekilmişti bu resim. Belkide Antalya'daki otelde kalmışlardı birlikte. Erkeklerin üzerinde şort, kızlar bikiniliydi. Toprak'a baktım. Kaslı vücuduyla resmen hava atarcasına çıkmıştı resimde. Ve yanındaki kız...
Sedef...
Toprak'ın beğendiği gibi bir vücudu vardı.

" Sedef tam balık sever Toprak'a göreymiş."

Dedim sesli gülerken. Sinirlerim bozulmuştu.

Telefonuma bir mesaj daha gelince başımı kaldırırken göz bebeklerim resimden telefona kaydı. O an sadece bekledim. Açmalımıydım. Açıp öldüğünü hissettiğim ruhuma bir kurşun daha sıkılmasına izin vermelimiydim hiç bilmiyordum.

Bir kaç dakika öylece kaldım. Sonra bir mesaj daha geldi. Gözüm hâlâ ekrandaydı ama cesaret edemiyordum açmaya. Sadece kapalı ekrana bakıyordum o kadar.
Sonra bir mesaj daha geldi ve bir tane daha ve bir tane ve bir tane ve birtane daha.

Hayatımı karartmaya azmetmiş olan zât arka arkaya mesajlar ve görüntüler atıyor olmalıydı. Bu kezki resimlerde ne vardı? Öpüşüyorlarmıydı? Yoksa daha mı fazlası? Başımı dizlerime koydum yeniden. Gözlerimi kapattığım anda gözümün önüne o resim karesi geldi.
Ben oturmaya, mesajlar ise gelmeye devam etti.
Zaman ilerliyor bense hâlâ orda oturuyordum.
İşkence gibiydi. Toprak'ın kilometrelerce ötemde başka bir kadınla olduğunu bilmek ikisini öpüşürken hayal etmek işkenceden öte ölüm gibiydi.

Başım önüme düşerken ilk şokla buz kesilen bedenimle donan gözyaşlarım şuan alev alev yanan yüreğimle yeniden çözülürken; Zemheri kışının karlarının çözüldüğü gibi çözülüp bulduğu aralıklardan sızarak kirpiklerimi sonrada yanaklarımı buldu. Sonra durmaksızın akmaya başladılar.
Sessiz ağlayışım bir süre sonra hıçkırıklara dönüştü. Sarsılan omuzlarım ve titremeye başlayan bedenim eşlik etti onlara.

Olduğum yere uzanıp dizlerimi kendime çekerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim. Sonunda huzursuz bir uykuyla uyuya kalana kadar...

Gördüğüm kabuslarla gözlerimi açtığımda hâlâ aynı yerdeydim. Bütün vücudum tutulmuş her yerim ağrıyor ve üşüyordum.
Başımı kaldırıp pencereye çevirdim. Kasım ayının soğuk güneşi bütün kızıllığı ile penceremin camından içeri sızmış halıya rengini vermişti.

Lakin ne doğan güneşi ne baştan başlayan günü istiyordum artık. Yerimden yavaşça doğrulurken belimdeki ve sırtımdaki ağrılarla dişlerimi sıktım. Yer parke olsada soğuk almıştım.

O sırada bir mesaj daha geldi. Gözlerim telefona kayarken kalbim titredi. Yinede bütün cesaretimi toplayarak telefonumu elime aldım. Derin bir nefes alarak tuşa basıp ekranı açtım 2 ayrı numaradan 20 mesaj gelmişti. Biri Toprak'tandı sadece. İlk onu açtım.

* Günaydın Yeşillim.
Uyuduğun için uyandırmak istemedim. Seni çok özledim ama yarında işim çıktı. Maalesef yarın akşam dönebileceğim.
Seni seviyorum. *

Acı bir şekilde gülümsedim. Sedef'in koynundan çıkıp bana mesaj atacak kadar özgüven sahibiydi.
Vücudumu yerden zorlukla kaldırıp yatağa bıraktım. Yeniden dolan gözlerimle ağlamaya başladım yine. Gücümün yettiği tek şey buydu galiba. Elimin tersiyle gözlerimi silerken titreyen parmağımı diğer mesaja dokunduğumda arka arkaya yazılar ve resimler düştü.

Gelen resimlere baktım bir bir.
İlk gelen resmin bir film şeridi gibi olan devamını yollamıştı.
Koltukta dizlerinde Sedef ile oturan Toprak'ın elleri kızın belinde tam gözlerine bakıyordu.
Bir sonrakinde Sedef'in dudakları sadece bana ait olduğunu sandığım dudakların hemen önündeydi.

Gördüğüm bu resim o an parçalara ayrıldı. Her bir parça keskin birer cama dönüştü ve kalbimin her bir köşesine saplandı. Batan her noktamdan kan sızarak ciğerlerime doldu. Kesti attı nefesimi.

Bu kadar kötü birimiyim ben.
Bu koca dünyanın benimle derdi neydi. Neden herkesi her şeyi kabul ediyorduda benim gibi küçük bir zavallıyı kabul edemiyordu.
Neden benimle bu şekilde canımı acıta acıta uğraşıyordu. Çok mu yer kaplıyordum yoksa gereksiz bir fazlalıkmıydım. Neden mutlu olmam bu kadar zordu.

Acıya doymamış şekilde diğer resime baktım bu kez. Bu resimde de Toprak ayağa kalkmış Sedef kucağında mekandan çıkışına gidiyorlardı. Eğlenceyi erken bitirip başka bir eğlenceye gidiyorlardı belliki.

Sonraki resime geçtim. Bu sefer dışarıdaydılar. Yol kenarında Sedef Toprak'ın beline sarılmış başını yine benim sandığım geniş göğüse yaslamıştı.

Resimler bu kadardı diğer mesajlar bu resimlerin arasına yazılmış beni aşağılayan, alay eden, hakaret eden cümlelerden oluşuyordu.
Yollayan kişinin bilmediği bir şey vardı ki oda, yazan hiç bir alay yada hakeret resimler kadar acıtamamıştı canımı.
Ve az önce gelen son mesaj

*Günaydın Yeşim.
Tabi gerçekten aydınsa.*

Anlamıştım.
Benim kısır döngüdeki hayatım burda bitip başa sarmıştı işte yine. Son nefesimi verircesine çıktı dudaklarımdan nefesim.
Orada öylece ne kadar oturdum bilmiyorum. Bir yanım ya yalansa diyor, diğer yanım, daha ne delil arıyorsun ki diyordu.

Koca bir boşlukta kalmış gibiydim.
Ne yapmalıydım. Yada ne yapmamalıydım. Düşündüm, düşündüm ve yerimden yavaşça kalkarak ayakta durdum bir süre. Gözlerimi sildim.

Aceleyle karar vermemeliyim.
Dedim. Bir açıklaması olmalı. Olmak zorunda. Toprak...
Beni her halimle, kör iken bile kabul eden insandı. Herkesten çok seven insan, böyle çok kolay bir şekilde nasıl aldatırdı.
Yapmazdı. Yapamazdı.

Hemen elime aldığım telefonumla Toprak'ın numarasını aradım. Şuan bir toplantıda bile olsa umurumda değildi. Konuşmalı gereken cevabı almalıydım.

Çalan telefonu kulağıma dayadım. 1-2-3-4 5.inci çalışta bile açılmadı. Tam kapatacakken 6. Çalışta açıldı.

" Yeşim..
Toprak şuan müsait değil canım duşta. Çıktığında aradığını söylerim."

Dedi ve sonra yüzüme kapattı.

Bu sözlerin sahibi Sedef'ti.
Koca dünya duvar oldu üzerime yıkıldı ve ben altında kaldım.

Sedef...
Sedef, Toprak'ın ilk aşkıydı belkide.
O an Sedef'ten, Toprak'tan en çokta kendimden, nefret ettim.

O şekilde ne kadar durdum bilmiyorum. Belki demiştim, belki bir açıklaması var. Ama görünen o ki yoktu. Toprak duşta, Sedef onun odasındaysa bir açıklama beklemek benim aptallığımdı.

Üzerime düşen duvarın altından çıkarak kurtulduktan sonra telefonumu açıp gelen resimlere baktım bir kez daha. Ve kararımı verdim. Daha fazla tahammül etmeyecektim bu iğrençliğe.
Saate baktım. 8 e geliyordu.

Elimdeki telefonu hâlâ bozulmamış olan yatağın üzerine bıraktım. Tabi eski resmide. Dün odamın köşesine bıraktığım çantamı elime alarak içinden çıkardığım defterin en arkasını açarak kapağı geriye katladım. Gözlerimdeki yaşları yerinde, titreyen elimi ise sabit tutmaya çalışarak yazacağım şeye odaklandım.

YANILMIŞIM...

İşim bittiğinde defteride resmin yanına açık şekilde bıraktım.
Dersane çantamı elime alıp içindekileri yere boşalttım.
Giyinme odasına girerek beni idare edecek bir kaç kıyafet ve çamaşır alarak çantaya yerleştirdim.
Dolabın üzerinden eski telefonumu, şarj aletimi ve fotoğraf makinemi alarak çantamın dış cebine bıraktım. Odaya dönerek komodinin üzerinden cüzdanımıda alıp içinden bir miktar parayı çantamın dış yan cebine koyarak fermuarı kapattım. Bu süre boyunca durmadan akan göz yaşlarıma aldırış etmedim. Ben onun kadar duygusuz, istenmediğim yerde duracak kadar aciz değildim.

Çantamı yatağa bırakıp giyinme odasına döndüm. Üzerime siyah kot pantolon ve yeşil boğazlı dar kazağımı giydim. Uzun çoraplarımı ve yarım botlarımıda giyerek saçlarımı gelişi güzel bağladım. Montumuda alıp kapıya yönelirken yatağın üzerine bıraktığım şeylere göz gezdirdim. O an fark ettimki bir şeyi unutmuştum. Parmağımdaki yüzük. Elimdeki yüzüğe baktım. Diğer elimle yavaşça çıkarırken göğsümden çeke çeke çıkardığımı sanacak kadar acıdı kalbim. Canım yana yana çıkan yüzüğü resimlerin yanına bıraktım öylece. Sonrada devam ettim. Odadan çıkarak kapıyı yavaşça çekerken bedenim benimle gelsede ruhum orda kalmıştı.

Sulanan gözlerimi tekrar silerken indim merdivenleri. Kapıya yönelirken mutfaktan çıkan Suna teyzeyi görünce durdum.

" Kızım kahvaltı yapmadan mı gidiyordun yine. Akşamda bişey yemedin bak, hasta olacaksın sonunda...

Dur bakayım." Eli yüzümde.

" Yüzünün hali ne böyle. Yoksa sen ağladınmı? "

" Yok Suna teyze.
Sınavım vardıda çalıştım biraz, geç yattım. Uykusuzluktan oldu.
Sen dert etme."

Kadın inanmasada,

" İyi madem.
Ama dikkat et kendine. Toprak oğlum gelip bana kızar sonra, hiç mi bakmadım karıma der ."

Dedi gülümseyerek.

" Hadi gel kahvaltı yap."

" Suna teyze acelem var. Dışarda atıştırırım."

Diyerek sıkıca sarıldım kadına. Bu evdeki en iyi insan olabilirdi Suna teyze.

" Allah'a ısmarladık."

Dedim ve hızla dönüp kapıya yöneldim. Şuan evde kimsenin olmayışı benim şansımdı. Yoksa nasıl anlatabilirdim olanları bilmiyorum. O yüzden bu şekilde olması daha iyiydi.

Kapıdan çıktığımda Sinan beni bekliyordu şemsiye ile. Çünkü yağmur yağıyordu.

Adamın yüzüne baktım. Sonrada birlikte arabaya doğru ilerledik. Ben arka koltuğa geçtikten sonra oda şemsiyeyi kapatıp direksiyona geçti.

Zaten motoru çalışan araç hareket ederek ortadaki havuzu dönerek çıkışa doğru ilerlerken arka camdan eve baktım. Bu son görüşümdü muhtemelen. Bir daha geri dönmeyecektim. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

" Ben bunu haketmedim."

" Efendim.
Bana mı dediniz."

" Hayır."

Derken başım önde iki yana salladım.
Yarım saat sonra dersane önünde durunca,

" Sen inme Sinan." Dedim.

" Teşekkür ederim.
Her sabah beni getirdigin için."

Sonra bana uzanan şemsiyeyi alarak,

" Ben aramadan gelme lütfen."

Diyerek indim.

" Tamam." Diyerek başını salladı Sinan.

Onun gidişinin ardından kendimi bahçeye zor attım. Hayatının en kötü gününü yaşıyordum. Oturduğum bankın ıslak oluşuna aldırmadım bile çünkü ayakta zor duyuyordum.
Sonunda şuana tuttuğum bütün gözyaşlarım boşalmaya başladı. Ellerimi yüzüme kapattım. Hüngür hüngür ağlıyordum.

" Yeşim?"

Yanıma gelen İlayda'nın sesiyle başımı kaldırıp baktım.
Yanıma oturarak elini koluma koyarken.

" Yeşim neyin var?
Neden ağlıyorsun? "

Diye sordu. Nasıl anlatılırdıki bu.

" Çok kötüyüm İlayda.
Hayatının en kötü gecesini geçirdim."

" Ne oldu banada anlat. Nedir seni böyle perişan eden şey."

Başımı iki yana salladım.

" Artık o eve dönmeyeceğim. Toprak...
Toprak beni başka bir kadınla..."

Dedim. Sustum. İçimdeki acı öyle şiddetliydiki ağlamamı durduramıyordum.
İlayda üzgün gözlerle,

" Buna inanamam.
Yeşim, Toprak seni çok seviyordu. Nasıl? Emin misin?
Yeşim yanlış anlamışsındır belki."

" Keşke İlayda.
Keşke yanlış anlasaydım. Ama..."

Hıçkırıklar karıştı ağlamama.

" Kalk Yeşim önce içeri girelim. Yağmurda hasta olacaksın. "

Başımı iki yana salladım.

" Anladım.
Hadi bize gidelim o zaman. Burda böyle durmak olmaz."

Ellerimle gözlerimi silerken yine iki yana salladım başımı.
Burnumu çekerek,

" Sağol İlayda gerek yok.
Şeyma'nın yanına gideceğim. Bir süre onunla kalırım."

" Eminmisin? Bak benimlede..."

" Sağol İlayda eminim."

Dedim. Yerimden kalkarken İlayda da kalktı.

" Yeşim ne desem bilemiyorum. Bi ihtiyacın olursa ara lütfen."

" Sağol İlayda artık gideyim. Senden tek ricam kim olursa olsun beni soran olursa beni görmedin, ben bugün hiç gelmedim tamam mı? "

İlayda başını salladıktan sonra yanından ayrılıp dersane bahçesinden çıktım. Buraya gelişimin tek sebebi vardı. Burdan Şeyma'ya gitmekti. Elimdeki şemsiyeyi üzerime tutarak yürümeye başladım.
Yürürken biraz olsun unuturum diye düşündüm. Sırtımda çanta elinmde şemsiye ıslak caddelerde ilerlemeye başladım. Ama olmuyordu.

Ben ilk kez gri bulutların ısıttığını, yağan yağmurun yaktığını hissediyordum.
Elimdeki şemsiyeyi yere bırakıp yağmurun altında ilerlemeye davam ettim. Hem içim hem tenim yanıyordu. Bir süre yağmur altında öylece yürüdüm.

Caddeye gelip karşıya geçmek için durduğumda başımın üzerinde bir şemsiye hissettim. Önce şemsiyeye sonrada onu kimin tuttuğuna baktım.

Ünal...
Ünal'dı. Elimle iterek,

" Gerek yok çek şunu." Dedim.

" Sırılsıklam olmuşsun. Hasta olacaksın. "

" Seni ilgilendirmez. Yardımını istemiyorum. "

Caddeden geçmekten vazgeçip ondan uzaklaşmak adına yürümeye devam ettim.

Ama benimle gelmeye devam etti.
Hâlâ şemsiyeyi üzerime tutuyordu.

" Ünal rahat bırak beni. Hiç seninle uğraşacak hâlim yok."

" Biliyorum."

Başımı kaldırıp gözlerine baktım.

" Sizi duydum.
Kocan olacak aptal seni aldatmış. "

Duyduğum şeyle gözlerim yeniden yanmaya başladı.

" Şu haline bir bak.
Gözlerin şişmiş. Kıymet bilmeyen biri için bu kadar ağlamamalısın."

" Defol git Ünal! "

Diyerek arkamı dönüp bir kaç adım yürümüştüm ki. Kolumdan tuttu.

" Yeşim.
Seni bu kadar üzen o adamı bırak ve benimle gel. Olmaz mı? "

Duyduğum şeyle şok oldum.
Bu salak benimle alay ediyor olmalıydı.
Kolumu hırsla çekerken,

" Bana bak pislik. O sümük dolu beyninden ne geçirdiğini bilmiyorum ama seni ne etrafımda görmek ne de duymak istemiyorum. Hemen defolup git başımdan."

Bu kez elindeki şemsiyeyi yere bırakıp iki kolumdan tuttu.

" Yeşim...
Ben sana aşık oldum.
O pislik senin gibi birine layık değil.
Eğer istersen hemen şimdi birlikte gideriz buralardan.
Mesela yurt dışına..
Mesela Amerika, yada Fransa hatta Paris. Sonrada ülkenin en iyi avukatını buluruz seni boşar.
Seni ondan daha fazla mutlu ederim inan bana."

Duyduklarıma inanamadım.
Bu aptal kafayı yemiş olmalıydı.

" Saçmalama!
Öyle birşey olmayacak."

Diyerek kollarımı çekerken gitmeme izin vermedi.

" Bırak Ünal.
Bırak yoksa bağırırım! "

" Yeşim lütfen beni dinle."

Derken beni kendine çekti.
Tabiki onu dinlemedim beni tutan kollarından tuttuğum gibi tekmemi kasığına geçirdim.

Kollarımdan ayrılan ellerinden kurtulup son hız koşmaya başlarken bir yandan arkama bakıyordum.

Pislik yerinde doğrulup peşimden koşmaya başladığında kendimi ara sokaklardan birine attım.
Ne yalan söyleyim korkmuştum.
Bu pislik kafayı bana takmıştı anlaşılan.

Durmadım nefes nefese koşmaya devam ettim. Yağan yağmurun işimi daha da zorlaştırdığı yetmezmiş gibi ıslak yolda ayağım kayınca burkulan ayağımla kendimi bir anda yerde buldum.

Kendi kendime küfürler ederek yerimden kalktım hemen. Ama ayağımın üzerine basamıyordum.

Aksayarak bir kaç adım atmıştım ki kolumdaki elle durmak zorunda kaldım.

" Yeşim."

" Bırak beni bırak!
Uzak dur benden! "

Ünal'ın elinden kurtulmaya çalışırken etrafıma bakındım bir gören olur yardım eder umuduyla ama kimse yoktu. Kahretsin ki çıkmaz sokağa girmiştim. Ellerini kolumdan çekerek geri geri yürüyerek uzaklaşırken kendimi duvara yapışık buldum.

Üzerime doğru gelen Ünal'la tam çığlık atacakken elini ağzıma bastırınca korkuyla kala kaldım. Ellerimle koluna yapışarak çekmeye çalıştım ama yapamadım.
Maalesef gücüm yetmiyordu.
Ünal'ın gözlerini gözlerimde gördüm önce, sonra yavaşça yaklaşarak duvarla arasına aldı beni.

Korktum, hemde çok korktum. Gözlerim doldu.

" Yeşim.
Lütfen beni zorlama. Benimle gel."

Gözlerimden akan yaşlar yüzümden akan yağmurlara karışırken Toprak geldi aklıma. Ondanda kendimden de nefret ettim bir kez daha.

O anda bir ses duydum.

" Sikerim lan senin zorlamanı! "

Birden Ünal'ın eli ve bedeni önümden yana doğru kaydı.
Yediği yumrukla bir anda yerde kalmıştı. Başımı yerdeki Ünal'dan kaldırıp yumruğu atan kişiye çevirdim şaşkın bakışlarımı.

Bu- bu olamazdı. O...
Nasıl...

Ben daha ne oluyor anlamadan yerdeki Ünal'ın üzerine atladı. Arka arkaya yumrukluyor nefes aldırmıyordu Ünal'a.

" Sen kimsin lan!
Kim? Ha!
Ne demek lan zorlamak! "

Hem vuruyor hem küfürler yağdırıyordu. Ünal yediği yumruklarla yerde baygın kalırken yanıma gelen Murat'a baktım.

" S-Sen...
O, sun.. Murat. "

" İyimisin? "

Başımı aşağı yukarı salladım.
İyiyim der gibi ama değildim.

Şuan hiç iyi değildim. Bütün vücudum bir anda pelte gibi olmuş ayakta durabilmek için duvardan yardım alıyordum.

" Yalancı iyi değilsin. Gel seni hastaneye götüreyim."

Derken kolumdan tutuyordu.

" Gerek yok ben kendim..."

Demiştim ki etrafımdaki herşey bir anda dönmeye başladı. Dünya ayağımın altından kayarken gözlerim karardı.
Sonrası karanlık. Sonrası yalnızlık. Sonrası yok...

********************************

Evet canlar bölüm sonu.
Sonraki bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın.

Loading...
0%