Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@azamet_29_2

Hazal sinirle solumaya devam ederken bende son verdiğim kararla merdivenleri çıktım yeniden. Hemen bir ayna bulup kısa yoldan bedenimin olduğu hastaneye gidecektim. Bunu nasıl yapacaktım bilmiyorum ama bir yolunu bulurdum. Tabi önce bir ayna bulup o kapıdan geçmeliydim.

Banyo!
Evet en garanti olan yer banyo tabi ki. Her banyoda bir ayna kesin vardır değil mi?

Hemen geldiğim odaya doğru yürürken içimde beni durmaya zorlayan bir istek oluştu. Dinçer'in şuan bulunduğu odaya gitme isteği.

Neden birden böyle bir his duydum bilmiyorum ama aldırmadan odaya dönmek istesem de yürüyemedim. Ayaklarım şu an Dinçer'in olduğu odaya doğru çekiyordu beni.

Merakıma yenik düşüp ayaklarıma uydum. Pati pati adımlarla odaya kadar gelip aralık olan kapıdan içeriye bir göz attım önce.

Büyük odada yatağın üzerinde yatan yaşlı bir adam vardı. Babasıydı, belliydi. Yanı başında ayakta duran adam doktoru olmalıydı. Dinçer ise yatağın kenarına oturmuş elini babasının elinin üzerine koymuş yüzünü izliyordu. Üzgündü.

Yaşlı adamın yüzünde oksijen maskesi, kolunda serum yanı başında solunum cihazı vardı.
Dinçer'in babası çok hasta ve yatalakmıydı? Zavallı adam. Üzüldüm haline.

Bu sırada yatağın üzerinde garip dalgalanmalar çekti dikkatimi bir görünen bir kaybolan. Gri bulutumsu dalgalardı.

Gözlerim o dalgalarda yavaş adımlarla içeriye girerek yatağın ayak ucuna kadar gelip durdum. Neydi ki bunlar.
Ben gördüğüm şeyin ne olabileceğini düşünürken,

" Çok zamanı yok! "

Diyen ve bayadır sessiz olan Kita'yı duydum kafamın içinde. Dakikasında bastım azarı.

" Neredesin sen saatlerdir?
Neden yalnız bırakıyorsun beni? Senden sonra başıma daha neler geldi haberin var mı? "

" Ölüm adım adım yaklaşıyor."

Dedi sözlerimi umursamaz şekilde.

" Ne? "

" Babası ölüyor."

Babası...
Ölüyor muydu?

Sol yanımın ezildiğini hissettim bu kez. Bu çok üzücüydü.

" Tarık, sen benim arkadaşımsın."

A, arkadaşıymış!

" Bana doğruyu söyle.
Ne kadar zamanı var? "

Tarık dediği adama döndüm. Sessizdi.
Neden konuşmuyor demiştim ki.

" Her şeye hazır ol Dinçer. Babanın bu dünyada ki zamanı çok az."

Diyen sesini duydum. Ama nasıl?
Dudakları hiç kıpırdamamıştı ki!

" Bunu yalnızca Allah bilir? "

İşte şimdi hem yüksek sesi hem kıpırdayan dudakları vardı.
Bu nasıl oldu. Ben...n-e.

" Sen az önce onun düşüncelerini duydun. "

Bir " Evet. Allah bilir." Diyen Dinçer'e bir Tarık'a bakıyordum.

Bu inanılmaz bir şey.
Ben zihin okuyabiliyorum.

" Hayır şapşal Miu!
Duyuyorsun o kadar!
Okumak ayrıdır duymak ayrı."

Doğruya. Okumaya çalışmamıştım ki. Sadece duymuştum.

" Ben birazdan çıkacağım.
Hastaneye geçip işlerimi hallettikten sonra akşam yine gelirim."

" Tamam.

Tarık.."

" Efendim."

" Çok sağol. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım."

" Keşke elimden fazlası gelse Rıdvan amca için ama maalesef. "

Derken gözleri beni buldu.

" A! Bu ne? "

Yeni farketmişti orada olduğumu.

" Eve kedi mi getirdin? "

Konu bana geldiğine göre gitme zamanı gelmişti. Buradan hemen çıksam iyi olacaktı. Dinçer,

" Dün gece bir köpekten kaçarken arabamın önüne atladı. Neredeyse eziyordum. Alıp eve getirdim bende."

Derken ben kapıdan çıkmıştım bile.
Koşarak Dinçer'in odasına ilerledim. Niyetim banyodaki aynayı kullanmaktı ama o sırada hol duvarında gördüğüm büyük boyutlarda ki aynayla ağzım kulaklarımda gülümsedim.

Kulun istediği bir göz Allah verdi iki göz.

Diyerek bütün hızımla aynanın yüzeyine atladığımda son salise de aklıma çarpan ya olmazsa düşüncesiyle arada kalırken paniklesem de geçmeyi başarmış sadece kısa bir an kalp muayenesi olmuştum.

Ne yalan söyleyeyim bir an sinek gibi aynanın yüzeyine çarpıp düşeceğim diye korkmuştum.

&

Geldiğim yer Kita'yı gördüğüm ilk yerdi. O karanlık ve havada süzülerek beklediğim boşluk.

" Neden buraya döndün biliyorum."

Yine Kita'ydı konuşan.

" Aynaların dünyanın her yerine gidebildiğin kapılar olduğunu söylemiştin bana. Bunu hatırlayınca, bu yolu kullanmaya karar verdim.

Nasıl ama iyi öğrenmiş miyim."

" Öğretmeye çalışmıyordum."

Dedi asabi bir sesle.

" Çok aksi birisin bekçi Kita.

Şimdi buradan kendi bedenime ve dedeme nasıl ulaşabilirim onu anlat bana."

Dedim etrafımda ki aynalara bakarak.
Burada birden fazla ayna vardı.

" Bu aynalardan biri bedenine ve dedene en yakın yere açılan kapı. O aynayı bul ve içine gir. Hepsi bu."

" Hangisi ama? "

" Gözlerini kapat konsantre ol ve yürü. Ayakların seni o ayna kapıya götürecek."

Zamanım azdı. Bu yüzden hemen Kita'nın söylediğini şeyi yapıp gözlerimi kapattım ve yürümeye başladım. Ayaklarım benden bağımsız yürüyerek saniyeler sonra durduğunda gözlerimi açtım ve karşımdaki sırmalı aynaya baktım.

İşte buydu. Yavaşça aynanın içine doğru adımladım. Karanlık kısa bir koridordan geçerken bir anda bir boşluktan düştüm yine. Acıyan bedenimle,

Kendime not. Şu inişleri öğren.

Dedim kendi kendime.
Bu kez kendimi bulduğum yer bir lavabonun içiydi.

Öğğ! Allah'ım ne olur tuvalet olmasın lütfen.

Dedim gözlerimi daha da açarken. Yerimden kalkıp etrafıma bakındım. Neyse ki tuvalet falan değildi. Hemşire odasıydı sanırım.

Dışardan gelen ayak seslerini duyduğumda lavabodan aşağı atladığım gibi önümdeki masanın altında aldım soluğu. Olduğum yere pısıp başımı yere yatırarak gözlerimi dört açarken önümde dolaşan ayakları izlemeye başladım.

Gelebileceğim en uygun yer burayken beni farketmeleri halinde anında dışarıya atarlardı. E tabi haklılar.
Hastanede kedinin ne işi vardı? Ama başka türlüde gelemezdim buraya. Hangi hastane olduğunu bile bilmediğim buraya kuyruğumu sallaya sallaya girmeme izin vermezlerdiki.

Hemşire kadınlardan bir tekrar çıkarken diğeri ilerleyip lavabo önüne geldi. Ellerini yıkıyordu.

İyi ki o elini yıkarken gelmemiştim buraya. Direk kızın kucağına düşer o attığı çığlıkla korkudan bayılırken beni kapı önüne atarlardı. Yani şanslıydım.

&

Odadan çıkan hemşirenin açık bıraktığı kapıyı görünce hemen olduğum masa altından çıkıp kapıya yöneldim. Aralık yerden kafamı çıkarıp etrafa bakmaya başladım. Koridorda ki hemşirenin arkası dönük yürüdüğünü görünce rahatça çıktım odadan. Bedenime en yakın aynadan çıktıysam bu katta olmalıydı bedenim. Derken koridorda oturan dedemi gördüm.
Zavallı dedecim beni beklerken uyuya kalmıştı. Da. Neden dışarda bekliyordu. Neden odada yanımda değildi.

Bunu düşünürken tavanda takılı küçük levhayı okudum.

Yoğun bakım!
Yoğun bakım yazıyordu.
Ne!? Yoğun bakıma mı almışlar bedenimi? Of yaa!

Zavallı dedem, kimbilir nasıl üzülmüştü. Korkmuştu. Keşke dede üzülme ben iyiyim. Beş gün sonra kalkacağım diyebilseydim ama mümkünü yoktu.

Duvar dibinden sin sin koşar adım ilerledim. Bir yandan da etrafıma bakarak yakalanmamayı umarak dedemin oturduğu koltuğun yanına kadar gelip durdum. Etrafı bir kere daha kontrol ettikten sonra tek hamlede koltuğa, oradanda yoğun bakım odasının koridora bağlı olan penceresinin önüne atladım. İçeriye çevirdim gözlerimi. Beyaz saçlarım ve tenim dahada beyazlamış sanki tam bir hayalet olmuş gibi yatakta yatan bedenime, başımda sarılı sargı bezine baktım.

Dedem bu halimi görüp nasıl üzülmesin. Kendimi böyle görünce ben bile üzülmüştüm.

Tam, bana bunu yapanların cezasını çekmesini sağlayacağım. Diye yükselmiştim ki koridorda duyulan kapı sesiyle korkup hemen aşağı inip koltuğun diğer tarafına saklandım. O sırada dedem uyuyandı. Ben yine yere yatar vaziyette olduğum yere pıstım.

" Doktor bey."

Diyerek ayaklandı dedem.

" Hüsnü bey."

" Nasıl.
Torunum nasıl.
İyi olacak değil mi?
İyileşecek değil mi? "

" Merak etmeyin Hüsnü bey.
Durumu sandığımız kadar kötü değil.
Başına aldığı darbe yüzünden bir süre uyutacağız. Tedbir amaçlı. Bu sayede daha hızlı iyileşecek."

" Oh be iyiymişim! "

" Sizde eve gidip biraz dinlenin. Akşam yine gelirsiniz.
Bakın yaşlısınız. Sizde hasta olacaksınız. " Dedem,

" Tamam doktor bey.
Kızımın arkadaşını bekliyorum. O gelsin gider gelirim. "

Ne Berra mı? O da mı buradaydı?
Canım arkadaşım benim, can arkadaşım. Beni burada da yalnız bırakmamış.

" Hah! Geldi işte."

Derken baktığı yöne çevirdim gözlerimi. Canım arkadaşım koşarak geliyordu. Nefes nefese durdu yanımızda.

" Geldim Hüsnü amca. Hadi sen git dinlen."

Minnetle baktım arkadaşıma. Bu iş bittiğinde kocaman kocaman sarılacaktım ikisinede.

Doktor işine dedem camın önüne geri döndüler. Bulunduğum yerden yukarıya doğru çevirdim gözlerimi. Dedemin yaş dolan gözlerini gördüm. O an yine aynı şeyi yaşadım.

Ah kuzum ne olur aç gözlerini.

Diyen dedemi duydum ama dudakları değil düşünceleri konuşuyordu. Etrafımdaki insanların aklından geçenleri duyabiliyordum ben.

Ne derim ben annene. Nasıl derim emanetine sahip çıkamadım diye.

Dedeme iyi olduğumu nasıl söyleyebilirim diye düşünürken,

" Kedi!! " diye cırlayan hemşire kızla yerimde sıçradım.

" Kaç şapşal Miu."

Kita'nın sesiyle kendime gelirken yeniden duydum kızı.

" Kedi girmiş kata!"

Fena yakalanmıştım.

" Adem yetiiş! "

Adem kim diye düşünecek hâlim yoktu. Bir yandan dedeme ve Berra'ya bakarken bir yandan tabana kuvvet yada pati diyelim biz ona, geldiğim hemşire odasına doğru koştum.

Tam kapıdan girecekken hızla önüme indirilen paspasın altında kalmaktan son anda kurtuldum. O hademenin acıması yoktu.

Geri zekalıya bak ya, böcek öldürüyor sanki!

Diğer tarafa doğru kaçınca bir tur daha koşmak zorunda kalırken koridordaki doktorun,

" Bir kediyi tutamadınız. Her yeri kirletecek bu mikrop yuvası! "

Nidası kulaklarım da çınladı. Adamın kedi sevmediği barizdi. Mikrop yuvası demesi de gerçekten kalbimi kırsada bu alanın temiz olması gerektiği gerçeğiyle hak verdim.

Önümde üzerime atlamaya hazır bekleyen üç kişini ikisini sollayıp birini sağladıktan sonra kendimi nihayet hemşire odasına attım. Hemşire kız,

" Ay! Ay odaya girdi!
Yakala şunu Adem! "

Dediğinde ben son hız lavaboya sıçrayıp oradan da aynanın içine attım kendimi.

Aynanın arkasına geçtiğimde nefes nefese kalmıştım.

" Seni aptal. Şuandan itibaren aynalara girmeni istemiyorum.
Senin yüzünden bedenim zarar görecek yoksa."

" Ne yapayım kendimi ve dedemi görmem gerekiyordu."

Evet dedemi ve bedenimi görmem gerekiyordu ve görmüştüm. Şimdi kalan günlerimi daha huzurlu geçirecektim. De!
Nerede geçirecektim.

" Nereye gideceğim şimdi ben."

" Nereye olacak geldiğin eve.
Gidecek başka bir yerin mi var."

" Yok! " dedim başım önümde boşlukta süzülen üzerime zimmetli emanet duran bedenimle.

" Hepsi senin suçun."

" Başlama yine.
Hadi dön. "

" Hayır istemiyorum. Beş gün burda kalsam olmaz mı? "

" Yürü artık seninle mi uğraşacağım."

Derken istemediğim halde başka bir aynanın içine çekilirken buldum.

" Bugünü sayma kaldı dört gün."

" Bir gün kaldı desen olmaz ya! İstemiyorum o adamın evinde kalmayı! Ben kendi evime gideyim bu aynalardan biriyle olmaz mı."

" Olmaz. Çünkü o aynayı buraya gelirken kırdın şapşal."

" Kusura bakma. Kafama yediğim darbe yüzünden düşerken bakamadım." Dedim sinirle.

" Hem başka aynalar da var evde. "

" Olabilir ama senin sandığın kadar kolay değil o işler. Üzerine düşerek kırdığın o ayna diğer aynaları kapattı. Yani senin evine olan boyut kapandı."

&

Ne yapsam olmamış kendimi önce aynadan geçerken ardındanda yine yüksek bir yerden düşerken bulmuş ama bu sefer dört ayak üzerinde düşmüştüm.

" He heyt başardım."

Dengemi bozmuştu bu kedi olma işi. Ruh halim iki ileri bir geri gidiyordu.

" Aferin sana şapşal."

Diyen Kita'ya gözlerimi devirdikten sonra bu kez hangi aynadan nereye geldim diye baktım.
Tanıdık gelen oda ve gördüğüm adam... Hassss!
Dinçer'in babasının olduğu odaya gelmiştim.

Olamaz! Ne işim var benim burada. Hemen çıkmalıyım burdan.

Kapıya yönelecekken durdum. Gerime yaşlı adama baktım uzaktan. Ardından başımı yukarıya kaldırıp o bulutumsu dalgalara baktım yeniden.

" Böyle mi geliyor ölüm. Böyle mi oluyor ölüm hâli."

" Her insan farklı karşılar ölümü."

Diyen yine Kita'ydı.

" Yaşarken yaptığın iyilikler ve kötülüklerin şekline bürünür ölüm."

Bu adamcağız nasıl yaşamıştı acaba sorusu kafamın içinde dolanmaya başlayınca daha fazla durmak istemedim odada. Korkmuştum çünkü.

Ölüm meleğini görme korkusuyla anında kapıya yönelip zorda olsa açarak odadan çıktığımda kulağıma Dinçer'in sesi geldi.

" Geeell...Pisi pisi pisi! "

Pisi mi?
Kim? Ben mi?

" Nerdesin nereye kayboldun.
Gel kızım! "

Kızım?
Allah'ım sana geliyorum!

" Gel sana biftek vereceğim. "

Öğğ. Dedim dilim dışarda. Ne bifteği? İstemiyorum biftek falan.
Çiğ çiğ nasıl yiyecem ben onu?

O aşağı salonda dolana dursun ben sessizce üst kattaki odalardan birine gidip oturmaya yada yatmaya niyetliydim.

Parmak uçlarımda sessiz sessiz yürüyerek odalara doğru ilerlemeye başladım. Tam merdiven hizasına gelmiştim ki karşıma çıkan Hazal'ı görünce, irkilerek kulaklarım geriye yatarken panikle geriledim.

" Ay pist!
İğrenç hayvan."

Duyduğum sözler bütün sinirlerimi gerim gerim gererken,

" Sensin pist! "

Dedim tıslayarak.
O anda korkuyla çığlık atmaz mı birde? Sanki yılan görmüş gibiydi hâli.

Ay ne kadar da kibar ve hassasmışsın haspam. Bu arada iğenç de sensin.
Sana bir tırnak takarım var ya feleğin şaşar.

Diyerek o sinirle üzerine atılmıştım ki. Son saniyede yine Dinçer tarafından yakalandım hemde yine ensemden.

" Uzak dur ondan mikrop kapacaksın sonra."

Diyerek yine kollarının arasına aldı beni. Sonra da göğsüne yasladı tutarak.

" Ben değil o bana yaklaştı
Mikrop kapmamı istemiyorsan benden uzak tut onu. "

Merdivenleri inen Dinçer,

" Seninle konuşmuyordum Hazal. İnci ile konuşuyordum."

Duyduğum şeyle şaşırarak baktım Dinçer'in omuzu üzerinden geride kalan Hazal'a. Bir kahkaha atmak istedim çünkü suratında ki ifade çok komikti.

" Ben mikrop mu saçıyorum yani.
Bunu mu demeye çalışıyorsun? "

" Aynen.." Dedi. Kısık sesini yalnızca ben duydum. Kucağında benimle mutfağa indik.

" Akşam yemeği hazır Dinçer bey.."

" Bir iki saat sonra hazırla masayı. "

" Peki efendim."

" İstediğim şeyi hazırladın mı? "

" Burada." diyerek tezgâh üzerinden aldığı tabağı Dinçer'e uzattı.

Bu arada, kadının düşüncelerini duydum.

" Bir kedi eksikti bu evde. "

Yine olmuştu işte.
Bu kez Emine karısının düşüncelerini duymuştum.

Hiç hazetmedim senden de. Tipin çok kalleş.

Dedim içimden. Bu arada mis gibi biftek kokuyordu gerçekten. Ama pişmiş. Bir elinde ben bir elinde tabak salona geldik. Etin kokusu o kadar güzel gelmişti ki burnuma. Resmen midem guruldamıştı. Koltuğa geçip oturdu. Beni sehbaya tabağıda önüme bıraktı.

Ne yani suratımı tabağa gömüpte mi yiyeceğim. Hayatta yapamazdım. O yüzdende önümdeki yemek bana ben yemeğe bakıyordum.

" Aç değil misin?
Yoksa yemeyi mi bilmiyorsun? "

Gözlerimi yan tarafımda oturan adama çevirdim. Gerçek bir kedi değildim ve bunu bilmiyordu. O yüzden de beni anlamıyordu. Diğer koltuğa oturan Hazal'ın sesini duydum.

" Elinle yedir istersen."

Dedi alaycı. Bir anda Dinçer'in öfkeli gözleri kendi kendine gülen Hazal'ı buldu. Anında sustu kız. Ardından tabaktaki etten bir parça bölüp bana uzattı. Yaptığı hareketle gözlerim kocaman oldu.

Büyük iş adamı kasıntı Dinçer Doğaner eliyle bir kediye yemek mi veriyordu.

*****************************
6. Bölüm bitti.
7. Bölümle devam.

Loading...
0%