Yeni Üyelik
17.
Bölüm

S.16 Kehanet kitabı

@azamet_29_2

*****

Gözlerim karşımda duran adamda dikkatle incelerken yüzündeki maskesini indirerek öfkeyle bir adım öne geldi ve bağırdı.

" Beni öldürdüğüne inanamıyorum!"

Kahkaha ile gülmeye başladım.
Karadağlı karşımda dikiliyor ve asil şekilde yaşama dönmüştü.

" Bir melez ölür bir asil doğar..."

Derken yorgun bedenimle arkamdaki ağaca yaslanarak olduğum yere çöktüm.

Frank ile dövüşmek beni fazlasıyla yormuştu. Bedenim ve görünüşüm normal Melinda oldu. Oturduğum yerde derin birkaç nefes aldıktan sonra başımı önümden kaldırıp karşımda dikilen karadağlı'ya çevirdim. Onu yaşarken ve gerçek kimliği ile görmek onu öldürdüğüm gerçeğini değiştirmesede vicdan azabımı azaltmıştı.

" Önce, yaşama dönmek için önce ölmek gerekir. Dedin.
Ardından, bir melez ölür, bir asil doğar. Dedin. Sonrada beni arsızca öperken elini kalbime sapladın.
Hemen anlatmaya başla.
Neler oluyor? "

Söylediği şeyler bir bir gözümün önünden tekrar geçerken nefesimi düzenlemeye çalıştım.

" Neler olmuyor ki!" Dedim mırıltılı.

" Uzun uzun anlatamam ama ortada iki dünyaya da zarar verecek bir yıkımın sahibi olan birinden bahsedilen bir kehanet ve peşimizde bu kehanetin sahibi olduğunu söyleyen bir avcı var."

Demiştim ki bulunduğumuz noktaya bir ateş topu düştü. Ne oluyor diyemeden ben bir tarafa Volkan diğer tarafa savrulduk.
Güçlü patlama yüzünden kafamın içinde bir sarsıntı hissederken kulaklarım sağırlık derecesinde uğulduyordu.

Zorlukla kendimi toparlamaya çalışıyor, bir yandan da etrafıma bakınıyordum. Ortalık toz duman olmuş etrafımızdaki ağaçların bir çoğu parça parça etrafa savrulurken bazıları alev alev yanmaya başlamıştı. Hemen Volkan'a çevirdim gözlerimi. Âsâsından destek alarak benim gibi yerden kalkıyordu.

O sırada gri dumanların ve alevlerin arasından ağır adımlarla gelen kişi yine oydu.

Frank
Frank... Hem ben hem Volkan karşımızda dahada iri görünen iğrenç suratlı avcıya bakıyorduk.

Bedenini saran alevler yüzünden bastığı her yer ve dokunduğu her şey alev alıyordu. La*et yağası bu vampir nasıl bir melezdi.
Peki ya bu gücü?
Onun bir melez olduğuna inanmak çok zordu. Bu vapmir bir melezden çok, çok güçlüydü çünkü. Bu gücü nereden geliyordu.

Yattığım yerden doğrularak ayağa kalkmaya çalıştığımda bacağımdaki keskin acı yüzünden yapamadım. Kısa bir an dengem bozulurken gözlerimi acıyan sol bacağıma çevirdim. Parçalanan ağaçlardan birinin kopan dal parçası bacağıma saplanmış, etimi parçalamış kanıyordu.

Bütün la*etler seni bulsun. Dedim acıyla. Aksayarak geri geri adımlarken ellerimi iki yana açtım. Tam bedenimi alevlerle sarmaya hazırlanıyordum ki bu halimi gören Frank bir anda hızla bana doğru koşmaya başlarken diğer taraftan daha hızlı davranan volkan saniyelik farkla yanıma gelip aynı şekilde bana sarıldı ve âsâsını yere vurduğunda ikinci bir ışık patlaması ile bir anda yine başka bir yerde bulduk kendimizi.

Gözlerimi yeniden açtığımda bu kez eski sönmüş bir yanardağ olan Kandağı'nın eteklerindeydik.

Bulunduğumuz yerden çok uzağa ışınlanmıştık. Ayakta duramadığım için halen volkan'ın kollarının arasındaydım. Acıyla inleyerek,

" Sen baya yetenekli çıktın." Dedim. Hâlâ kollarının arasında. Ardından önüme dönerek,

" O vampir kokumu her yerden alabilir ama buradaki kül ve lav kokusu beni bulmasını engeller.

Doğru bir seçim yaptın Volkan.

Bir dakika! Bunu nasıl yapabiliyorsun? Tamam bir bekçisin ama buraya ait değilsin! Bu dünyada yaşayan biri değilsin, nasıl biliyorsun buraları, gideceğin yerleri."

" Yapan ben değilim zihnim ve bedenim.
İyimisin? "

Gözlerimi devirdikten sonra bacağıma çevirdim.

" Bacağımdakini saymazsak iyiyim. "

" Gel." Dedi. Bir elinde âsâsı kolumun altına girdi. Dişlerimi sıkarak ve aksaya aksaya yürüyerek dağın eteğinde bulunan küçük mağaraya doğru ilerledik.

Zar zor bir kaç metre tırmandıktan sonra mağaradan içeriye girerken üzerimizden geçip giden yarasalara aldırmadan yürüdük. Zifiri karanlık olan mağaraya girdikten sonra elindeki âsâsını yine yere vurduğunda üst kısmı parlamaya ve bir meşale gibi etrafı aydınlatmaya başlayınca daha rahat yürütmeye başladık.

Derinlere doğru biraz daha ilerledikten sonra durduk. Elim bacağımda kendimi olduğum yere küçük bir kayanın üzerine bıraktım. Bu sırada Volkan elindeki âsâyı yere sapladı.

O ayakta durmuş beni izlerken ben bacağımdaki kana ve dal parçasına bakıyordum.

" İyi görünmüyor."

Diyen Volkan yanıma gelerek,

" Ne yapabilirim?" Diye sordu.

" Senin yapacağın.." Demiştim ki,

" Önce bacağındaki dalı çıkar. Sonrada bedenini tamamen alevlerle kapla. Bunu yaparken iyileşmeye konsantre olmalısın!"

Diyen Melinda'yı duydum yine.
Bu kez kafamın içinde falan değildi üstelik. Sesi alalen duyuluyor, Volkan bile duymuş, etrafına bakarak sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu.

" İhtiyar!"

Dedim heyecanla etrafıma bakarak. Aynı anda Volkan'ın bakışları beni buldu. Devam ettim.

" Ama nasıl?
Ben seni öldürdüm! Şimdi nasıl duyuyorum seni?
Neler oluyor cadı?
Herşeyi bir bir anlatacaksın bana!
Hemde hemen şimdi!"

" Seni aptal cadı önce kendini iyileştir. Sonrada kulübeye geri dönmelisiniz! "

" Kulübe mi? Ne kulübesi?
Kulübe falan kalmadı.
Son gördüğüm de cayır cayır yanıyordu."

Dedim dişlerimi sıkarak.

" Şimdi sorduğum soruya cevap ver ihtiyar!"
Diye ekledim.

" Önce dediğimi yap sonra konuşuruz."

" Ölsende hâlâ aksi ve sinir bir ihtiyarsın."

Dedim dişlerimin arasından inleyerek. Elimle bacağıma saplanmış olan dal parçasını tuttum sonra. Ardından yavaşça çekmeye çalıştım. Ama kendim yaparken zor oluyordu.

" Bırak ben yapayım." Dedi yanımdaki Volkan.

Başımı kaldırıp gözlerine baktım.

" Seni öldürmemin intikamını mı alacaksın? "

"Aynen!
Bir daha bu fırsatı bulamam."

Dedi pis bir gülümseme ile.
" Hanginiz daha sinir bozucusunuz bilemiyorum.
O ihtiyar cadı mı yoksa sen mi?"

Evet bu muameleyi haketmiştim ben. Ellerimi çektim ve,

" Tek seferde çek! " Dedim.

" Tamam." Dedi dalı sıkıca kavrayıp.

" Hazır mısın? "

Başımı salladım.

"Üç diyince."

" Tamam."

" 1-2... 3! " Dedi ve aniden dal parçasını bir seferde çekti ve geriye adımlayarak yere fırlattı. Aynı anda ellerimden başlayarak bütün vücudumu alevlerle sarmalarken konsantre olmaya çalışıyordum. Az sonra vücudum lav karışık alevlerle kaplıydı.

Birkaç saniye bu şekilde kaldıktan sonra tekrar normale çevirdiğim bedenim ve zihnim yorgun olsa da vücudumdaki bütün yaralar iyileşmişti. Bu da cadı olmanın iyi taraflarından biriydi. Kendi kendimi iyileştirebiliyordum demek ki.

Bedenim yeniden Melinda'ya dönüşmüştü. Volkan, ağır iki adımla gelip tam karşıma yere oturdu. Bende kayanın üzerinden önüne doğru kayıp sırtımı kayaya dayayarak oturdum.

Yorgun hissediyor gözlerim kapanmak için bahaneler arıyordu. Mırıltılı şekilde,

" Bizi burada bulamaz biraz dinlenelim." Dedim.

" Beni nasıl acımadan öldürebildin?"

Dedi aniden. Yine başa dönmüştük işte. Histerik bir gülümseme ile karşılık verdim.

" Başka şansım yoktu.
Zehir adındaki o aşağılık safkan beni dişleriyle zehirleyince ölmemek için buraya dönmem gerekiyordu.

Tek yol da geçit olan havuzdu ve dönüş için olan geçitler sadece bekçiler tarafından açılabilirdi.

Maalesef elimdeki tek bekçi sendin." Dedim bir omuzumu silkerek. Tabi melez olan bir bekçi. Bu melez halinle kapıyı istesende açamazdım. Ama taşıdığın asil kanın açabilirdi."

" Benim melez bir bekçi olduğumu sen biliyordun yani."

" Evet."

Şaşkın ve sinir yüklü gözlerle baktı bana.

" Ne zamandan beri?

" Bağ evindeki sabahtan beri. Sırtındaki dövmenin altındaki izi anladığımdan beri yani. Kanının tadı bu yüzden değişik gelmiş bana derken dilimle dişlerimi yaladım. Ne yalan söyleyeyim canım çekti. Kanının tadı çok güzel."

Dedim sırıtarak. Ardından,

" Peki sen nasıl bilmiyordun.
Sırtındaki o izden habersiz olamazsın."

" Babam hiç bahsetmedi annemden. İzi doğuştan olan bir şey olarak düşündüm hep. Ergenliğime kadar kafa bile yormadım. Sonrasında bir ejder dövmesi ile kapattırdım."

" Annen sen doğarken öldü değilmi?"

" Evet, sen nereden biliyorsun? "

"Melez doğum yapan safkanlar ölerek öder o doğumun bedelini. Tıpkı benim annem gibi...

Derin bir nefes alıp verdim.

" Neyse işte, ihtiyar cadı seni öldürmemi söyleyince önce istemedim. Ama bana güven dedi. Tenebrous da üstünü bir melez ölür bir asil doğar diyerek tamamlayınca yapmak zorunda kaldım.

Hem sadece benim için değil senin içinde iyi oldu. Bekçi bedenine kavuştun."

" Peki neden öptün? "

Sorduğu soruyla baka kaldım.
Gözleri gözlerimde, cevap bekliyordu.

" Cevap bekliyorum."

" Aklını karıştırmak içindi. "

" Yalancı." Dedi.

" Yalan falan değil.
Şimdi rahat bırakta biraz dinleneyim. Sonra cadınında söylediği gibi gidelim."

" Önce herşeyi anlat.
Anlatmadan tek adım dahi atmam. "

Kapatmış olduğum gözlerimi tekrar aralayarak yüzüne çevirdim.

" Önce sen söyle." Dedim aklıma gelen şeyle.

" Kehanetin tamamlayıcısı sen misin? "

" Ne!?
Ben mi?
Anlamadım!?
Ben ve kehanet? "

" Aynen...

Volkan Karadağlı. Söylesene bir bekçi olduğunu nasıl anladın. Buraya gelmen gerektiğini nereden bildin. Buraya gelebildiysen kehanetin parçası olduğun doğru olmalı."

Başını önüne eğdi alnını ovarken. Kollarını dizlerine dayarken bedeni öne doğru kavis aldı.

" Tamamen iç güdü." Dedi.

" Kendime gelip uyandığımda ilk olarak katilimi hatırladım ve nasıl öldüğümü. Yani seni!"

O sırada saniyelik bir bakış attı bana. Devam etti.

" Yerimden kalkıp etrafıma bakarken beynim bir bilgisayar gibi yeniden yüklendi sanki. Bilmediğim hatta öğrenmeye bile çalışmadığım bir çok bilgi zihnimdeydi. Sonra bölük pörçük anılar ve görüntüler gelmeye başladı zihnime. Bir süre sonra da kim olduğumu idrak ederek sanki her zaman bu kimlikteymişim gibi hissediyordum.

Yerde yatan kardeşimi gördüm yeniden. Önce onu alıp eve götürdüm. Oradaki yatağıma bırakıp üzerini örttüm. Fikret ortalarda yoktu. Bedenim ve zihnim kendiliginden hareket ediyordu. Bahçedeki havuza kadar gelip kendimi içine bıraktım. Havuzun bu kadar derin olduğunu bilmiyordum. Dibe doğru çekilirken önce elimde bu âsâ belirdi."

Dedi önündeki âsâya bakarak.

" Ardından kıyafetlerim değişti. Sonra bir anda çıkışta buldum kendimi. Sudan hızla çıktığımda seni ve o avcıyı gördüm. Kalanını biliyorsun.
Şimdi sen anlat!

Her şeyi, en baştan ve eksiksiz olarak anlat. Bilmek istiyorum."

Başımı önüme eğdim az önce onun yaptığı gibi. En başa döndüm zihnimde. İstenmeyerek buradan sürüldüğüm o zamana döndüm. Derin bir nefes alıp bıraktım yeniden.

" Hikayenin çoğunu biliyorsun zaten. Sana daha önceden dünyanızda anlatmıştım. Kalan kısmını bende yeni öğrendim. Yaşlı cadı Melinda beni buradan bilerek insan dünyasına sürgün etmiş. Amacı yarısını bildiği kehanet yüzünden beni buradan uzaklaştırmakmış. Hikayenin kalanının bir kısmı ise şöyle. İşin saçma tarafı ise bu kehaneti Avcı Frank'tan öğrenmem.

Histerik bir şekilde güldüm yine. Sonra,

" Kehanet de bir vampirden bahsediliyor. Tam ölecekken kendi soyundan biri tarafından kurtarılan melez bir vampirden.

Bu kehanete göre iki dünyaya da yıkım, kan ve ölüm getirecek bu melez. Amaç hakimiyet.
Bu yüzden peşime düşmüş o safkanlar. Cadı Cleo ki.. Aynı zamanda beni sevmeyen cadı akrabalarımdan biri olur kendisi... Safkanlarla anlaşarak bu kehanetin gerçekleşmemesi için peşimden yollamış. Gelen safkanlardan hiçbiri bana bu kehanetten bahsetmediler. Sadece sen ölmesi gerekensin diyip durdular.

O zamanlar anlam veremediğim her şey Avcı Frank'ın sözleri ile anlam kazandı.

Ben ölmesi gerekenim çünkü kehanetteki yıkımı getirecek olan melezim.

Yani onlar öyle biliyor. Ama Frank'ın dediğine göre işin aslı öyle değil.

Frank kehanetin asıl sahibinin kendi olduğunu söyledi. Korku panik ve yıkımla iki dünyayada hakim olmak istiyor."

" Kehanette bahsedilen melez vampir, Frank ise neden hâlâ senin peşinde ve seni öldürmek istiyor o zaman? "

" Kehanetin tamamını biz bilmiyoruz ama korkarım Frank biliyor bu yüzden benim peşimde."

Volkan gözlerini üzerimde gezdirirken,

" Çünkü kehanette bir değil iki melezden bahsediliyor olabilir. Hatta üç."

Duyduğumuz ses yine yaşlı cadı Melinda'ya aitti.

" İhtiyar cadı!
Demek buradasın!
Artık anlatacak mısın şu hikayeyi bana!"

" Anlatacak bir şey yok küçük cadı. Zaten her şeyi biliyorsun artık. Anlattığın her şey doğru."

" Yani senin beni bilerek insan dünyasına gönderdiğin doğru! Kehanetle ilgili herşeyi bildiğin doğru!
Benim ölmesi gereken olduğum doğru!
Ve sen bunlardan bana bugüne kadar bahsetmedin öyle mi?"

" Öyle!"

" Seni la*et, ihtiyar bunak, kırışık suratlı cadı!
Nasıl bunları benden gizlersin?"

Diye bağırdım.

" Yaşıyor olmam tamamen tesadüf olabilir. Orada o safkanların elinde ölebilirdim.

Yani sen..." Dedim ve durdum.

Sonra devam ettim öfkeli.

"Ölseydim göz yumacaktın...
Öyle değil mi? "

Bir kaç saniye bekledim ama cevap vermedi ihtiyar bunak onun yerine,

" Şimdi yapmanız gereken benim kulübeme geri döneceksiniz! "

" Artık seni öldürdüğüm için vicdan azabı çekmiyorum ihtiyar biliyor musun? "

İhtiyar bunak sözlerimi umursamadan konuşmaya devam etti.

" Araştırmalarımdan sonra kadim kitapların olduğu kütüphanemde binlerce yıldır orada olan kitapların arasında çok eski bir kitaba rastladım.
Bütün kehanetler lan*tler ve cezaların hepsi o kitaptaki kayıtlarda vardı. Fakat Frank kulübeye saldırınca açıp okuma fırsatı bulamadım. Şimdi sizin kulübeye dönüp kütüphaneden o kitabı almanız ve kehanetini sonunu okuyup öğrenmeniz gerekiyor."

Gözlerimi devirerek cevap verdim.

" Unutkan olduğun için yeniden hatırlatmakta fayda görüyorum. Kulübe diye bir şey kalmadı cadı! O Frank senin kulübeni cayır cayır yakmıştı.

" Sözlerime itiraz etmeyi bırak artık! Ne söylüyorsam onu yap küçük cadı!

Farkında değil misin? "

Dediğinde sesinin tonunda acı hissettim.

" İki dünyaya da ölüm saçılacak. Hem cadıların hem de vampirlerin hayatı tehlikede. Şimdi hemen harekete geçip kulübeye dönün!

Kehanetin tamamlayıcısı olan insan melez, sen de ona yardım edeceksin. Bu kehanette üç melez var."

Yavaşça yerimden kalkarken Volkan'la birbirimize bakıyorduk.

" Tamam." Dedim.

Sözleri doğruydu maalesef bu kehanet kan akıtmadan bitirilmeliydi bir an önce. Bunun için bir an önce kehanetin sonunu öğrenmeli ve ortadan kaldırmalıydık. Her ne kadar ne cadılar ne de vampirler beni istememiş olsalarda ben onlar gibi zalim olmayacaktım.

Volkan da benim gibi yerinden kalktı. Önce yavaşça asasını sapladığı yerden çıkardı. Ardından yanıma geldi. Gözleri gözlerimde sol kolunu arkamdan belime sararak beni yavaşça kendine doğru çekti. Bir anda kendimi yüzünü ve dudaklarını incelerken bulurken, bana sıkıca sarıldıktan sonra,

" Gidelim.." diyerek elindeki asayı bir kez daha yere vurdu.

Aynı anda gözlerimi kapattım yine aynı ışık patlaması yüzünden.

Gözlerimi yeniden açtığımda bu kez cadının kulübesinin önündeydik.

Önce etrafımıza baktım. Frank hâlâ buralarda olabilirdi. Sonra arkamdaki hâlâ yanmakta olan kulübeye doğru döndüm. Yerle bir olması küllere karışması gereken kulübe halen alevler arasında yanıyordu. Anlamaya çalışarak birkaç adım öne doğru yürüdüm. Daha dikkatli baktım ihtiyarın eski evine.

Hayır, hayır!

Kulübe yanmıyordu. Bu bir büyüydü. Bizim ihtiyar cadı kulübesine büyü yapmıştı. Kulübe alevler arasında yanıyor gibi görünsede aslında sadece büyüden ibaretti görüntü.

Yanımdaki Volkan'a bakarak,

" İçeri girelim."

Birlikte yürüyerek alevlerin arasından geçip kulübenin içine girdik. Dediğim gibi her şey yerli yerindeydi. Cadının masası iksirleri kaynamakta olan kazanı şöminesi her şey... Kütüphanesinden bahsetmişti ama görünürde yoktu.

Peki neredeydi bu kütüphane. Seslendim,

" Hey ihtiyar cadı! Kütüphane dediğin şu iki raf olamaz herhalde!"

" Tabii ki değil küçük cadı.! Şöminenin yanındaki demir halkayı çek."

Arkamda Volkan'la birlikte demir halkanın yanına gelip asıldım.
O esnada duvarda bitişik olduğunu düşündüğüm büyük taştan şömine öne doğru açıldı. Şömine aslında bir kapıydı. Açıldığında gördüğüm oda ise, kütüphaneydi gerçekten.

Hayretler içinde bakındığım oda demek için bile tereddüt ettiğim yer olan kütüphaneye birde Volkan'a baktım. En az benim kadar şaşkındı. Ağır iki adımla içeriye doğru girdiğimde sanki uzay boşluğunda asılı şekilde yürüyorduk. Kütüphane dediği yer aslında uzay boşluğundan farksız bir yerdi. Etrafımda binlerce kitap, ortadaki bir kürsünün etrafında ağır ağır dönüyorlardı. Arkamdaki Volkan'ın ıslığı eşliğinde boşlukta yürüdüm, yürüdüm, kürsünün hemen önünde durdum ve başımı yukarıya doğru kaldırdım. Gördüğüm ve inanamadığım şey zaman ve mekanın olmadığı sonsuz bir boşlukta dönen kitaplardı.

" Demek geldin genç cadı."

Duyduğum sesle hızla önümdeki kürsüye çevirdim gözlerimi. Arka ayakları üzerinde durmuş, üzerinde eski bir cübbe ve elinde küçük bir baston tutan bir fare görmek kesinlikle beklediğim bir şey değildi. Şaşırmak ile gülmek arasında kaldım.

Ellerimi dizlerime dayayarak kürsüye doğru eğildikten sonra önümdeki fareyi cübbesinin ensesinden tutarak kedi gibi havaya kaldırdım.

" Sen kimsin? "

Dedim yüzüne bakarak.
Gözlerini kısarken kaşlarını çattı.

" Adım Mistik.
Ben bu kütüphanenin bekçisiyim. Burda olduğuna göre yaşlı cadı Melinda öldü değilmi? Sende genç cadı Melindasın."

" Beni tanıyor musun? "

" Ben herkesi tanırım.
En çokta Melindaları. Yaşlı cadı Melinda ölür yerine kadim bilgilerin varisi genç Melinda gelir. O ölünce de diğer genç Melinda. Kadim bilgiler bu şekilde aktarılır.

Herşeyi bilirim.

Senin kehanetler kitabını aradığını bildiğim gibi."

Şaşırarak baktım yüzüne. Cadının evi sürprizlerle doluydu.

Merakla sordum.

" Sen kaç yaşındasın? "

İnce, tel tel bıyıklarının altından gülümsedi.

" Yaşlı cadı Melinda dan daha yaşlıyım."

Dediğinde kala kaldım.

" Şimdi beni bırakırmısın artık."

Dediğini yaparak kürsüye bıraktım fareyi.

" Sen kitabı istiyor olabilirsin ama onunda seni istemesi gerekiyor. Buradaki kitaplar biraz inatçıdır. Gelmeleri zaman alır. Yani ikna et onu."

Bir fareye bir Volkan'a baktım.
Kollarını göğsünde birleştirmiş gözlerime baktı.

"Vampir ve Cadı olan ben değilim. "

Sonra fareye döndüm.

" Nasıl yani? İstediğim kitabı okumak için onu ikna mı etmem gerekiyor?"

" Aynen öyle genç cadı."

" Eğer kadim bilgilerin gerçek sahibi olacak yeteneğin varsa senin isteğine uyacaktır."

"Bu çok saçma. Kitap dediğin rafta durur alır okursun. "

Karşımdaki farenin ruhsuz bakışları gözlerimi bulurken pes ettim.

Gözlerimi kapatarak zihnimi toparlamaya çalıştım. O sırada Melindanın fısıltılı sesini duydum.

" Emret! Sana gelmesini emret. Sesinin tonu itaat ettirmeli."

Elimi yavaşça havaya kaldırdım. Zihnimle sadece o kitaba ve içindeki bilgilere konsantre oldum. Ben Melinda.! Kadim bilgilerin varisi. Emrediyorum! İtaat et ve bana gel!"

Bir anda boşlukta asılı olan bütün kitaplar hızla dönmeye başladılar. Bir kaç saniye sonra ortada kalan bir kitap hızla havadaki elimin içine düştü. "

Başımı kaldırıp kitaba baktım. Olmuştu işte.

" Oldu işte." Dedim önümdeki fareye dönerek.

Elindeki âsâyı kürsüye vurup bir dizinin üzerine çöktü.

" Bundan sonra emrindeyim kadim bilgilerin yeni efendisi."

***************************

Loading...
0%