@azamet_29_2
|
" Yardım edin peşimde bir sapık var." Dedim nefes nefese karşımdaki adama bakarak. Yerinden bile kalmayan adam şaşkın bana bakıyordu sadece. " Ne sapık mı? " Dedi nihayet konuşarak. Montumun şapkasını geriye attım. " Bana yardım edin. Gerçekten peşimde bir sapık var! " " Ne diyorsun kızım sen? Ne sapığı? Diyerek masasının yanındaki sandalyeyi işaret etti Gösterdiği sandalye geçip otururken kalbim hâlâ korkuyla ve deli gibi çarpıyordu. Yanı başında bulunan küçük pet sulardan bir tane alıp bana uzattı. " Al kızım. Biraz su iç kendine gel." Elindeki suyu alıp bir adama bir kapıya baktım. " Korkma iç." Kapağı açıp bir kaç yudum içtim. Nefesim yavaş yavaş düzene girerken kuruyan boğazım yumuşadı. " Daha iyi misin? " Gözüm kapıda başımı salladım. " Sen buralardan değilsin galiba." Başımı iki yana salladım bu kez. " Şimdi, anlat bakalım ne oldu? " Derken tepeden tırnağa süzdü gözleri. " Kimsin kimlerdensin? " O konuşurken gözlerim hâlâ kapıda bir hareket görmeyi bekliyordum. Sanki o sapık her an içeri girecek gibi geliyordu çünkü. Ama olmadı. Belki de korkup kaçmıştı. Derin bir nefes alıp gözlerimi muhtar olan adama çevirdim. " Kusura bakmayın. Paldır küldür girdim içeriye. Ama peşimde biri vardı. Bende korkunca..." " Peşinde biri mi vardı? " Gerçekten biri vardı. Kaç dakikadır peşimden geliyor. Neredeyse yakalayacaktı beni. Kendimi buraya zor attım." Gözlerini dışarıya bakan küçük pencereye çevirdi. " Allah Allah. Buralarda öyle bir şey olmaz ama... Her neyse sen hiç korkma burada güvendesin. " Sessiz geçen saniyelerde beni süzdü yeniden. " Kimsin kızım? Kimlerdensin? " " Şey öncelikle buranın muhtarı gerçekten sizsiniz değil mi? " Gülümsedi. " Evet benim. Adım Ömer Kocabey. Ama herkes Ömer Ağa der. Otuz senedir bu mahallede oturuyorum ve beş yıldır da bu mahallenin muhtarıyım. Söyle bakalım sen kimsi?" " Benim adım Alânur. Bir anda bakışları değişirken kaşları çatıldı. Kusura bakmayın böyle paldır küldür girdim. " Kordağ mı? " " Evet." Demiştim ki açılan kapı ile rüzgarla birlikte içeriye biri girdi. Oydu peşindeki adam. Ben korkuyla ayağa fırlarken o içeriye girip kapıyı kapattı. Ben korkuyla muhtar amcanın yanına doğru gerilerken o da üzerindeki karları silkelemeye başladı. " İşte bu! " Dedim işaret parmağımı üzerine doğrultayarak. " Peşimdeki sapık buydu! " Diye bağırdım. Hem muhtar hem o sapık donuk şekilde önce birbirlerine sonra bana baktılar. " Kim? " dedi muhtar. " Mehmet mi? " " Ne? Dedi kapının önündeki deve boylu. " Seni temin ederim oğlum bir sapık değil." Anında muhtara çevirdim bakışlarımı. Oğlum mu demişti o? " Oğlum. " Evet oğlum Mehmet." " Sapık değilse, o halde neden beni takip ediyordu." " Sizi takip ettiğim falan yoktu küçük hanım. " Hâlâ yere bakarak konuşuyordu. Duyduğum cümlelerle Muhtar amcanın masanın arkasında kalan bacağına baktım. Şu ana kadar farketmemiştim ama gerçekten alçılıydı. Bu yüzden ben girdiğimde yerinden kalkmamıştı. Yani bu deve doğru söylüyordu. " Pardon." dedim sadece. " Konu anlaşıldığına göre otur lütfen. " Kordağ mı? " Adının Mehmet olduğunu öğrendiğim genç önündeki başını anında kaldırırken kocaman açtığı gözleri gözlerimi buldu saniyelik. " Mehmet... O an buraya geliş sebebimi hatırlayınca kalktığım sandalyeye oturdum yeniden. Ama hâlâ tereddüt ediyordum. Mehmet de tam karşıma geçip otururken gözleri iki sandalye arasındaki sehbadaydı. " Buraya bugün geldim. Yani öncesinde Almanya'dan Türkiye'ye geldim. Buraya da iki saat falan oldu geleli. Bulmak baya zor oldu. Meğer adı değişmiş mahallenin." " Buralı olmadığın her halinden belliydi zaten. Peki neden buradasın bu bir. Ve Makbule Kordağ ile bir bağın var mı bu da iki." " A! Babaannemi tanıyorsunuz. Çok iyi bu. " Dedim.. " Sen Makbule teyzenin torunu musun? " Dedi Mehmet. " Evet." " Ali'nin kızı mısın? " Dedi muhtar. " Evet. Beni babaannem gönderdi buraya. Evime git bi bak dedi." " İnanamıyorum. Rahmetli babaannemi düşünüp gülümsedim. " Şuan çok iyi." Dedim. Çünkü iyiydi. Ne ağrı ne sızı ne hastalık ne özlem ne gelmeyen çocuklarının üzüntüsü. Ölüp kurtulmuştu hepsinden. " Hiç bir ağrısı, sızısı yok derdi kalmadı." " Şükürler olsun. Kadıncağız çok zorlanıyordu burada. İyi olmasına çok sevindim." " Şey ben...Babaannemin evine geldim ama adresi kaybettim. Tam yerini hatırlamıyorum. Bana yardımcı olabileceğinizi umuyorum." " Tabi ki kızım.." " Mehmet seni götürür." Mehmet'in gözleri bir anda babasını buldu. " Ben mi? " " Tabi sen oğlum. " Doğru." Dedi keyifsiz. " Ama seni eve bırakacaktım." " Ben biraz beklerim oğlum misafirimizin işini halledelim önce değil mi? " Gözlerim Mehmet'e döndü. " Ben sizi oyalamayım. Tarif edin yeter, bulurum kendim." Demiştim ki ayağa kalktı. " Kolayca bulamazsın. O önden kalkarak kapıyı açıp çıkarken bende önce Ömer beye teşekkür ettim. Sonra da Mehmet'in arkasından çıktım. Dışarıda bekleyen Mehmet beni görünce, " Şapkanızı örtseniz iyi olur." Derken kendide örtüyordu. Hâlâ kar yağıyordu zira. Ben de örttüm. " Buyrun gidelim." Ellerini montunun ceplerine sokarak önden yürürken bende ellerimi ceplerime sokup arkasından takipdeydim. Gittikçe dikleşmeye başlayan ara yolda yürümeye devam ettik. Hiç konuşmaması sinirimi bozarken dayanamayıp ben konuştum. " Çok uzak mı? " " Hayır. Bir kaç dakika sonra orada oluruz." & Dediği gibi aradan bir kaç dakika geçmişti ki aniden durdu. " İşte geldik. " Bir durduğum yere bir de Mehmet'e baktım. " Burası mı? " " Evet." Şuan karşımda gördüğüm şey sadece demir bir kapı. Kapının iki yanında iki metre kadar yükseklikte duvar, duvarın üzerinde kiremitler vardı. Çok saçma bir yerdi. " Babaannemin evi yerin altında falan değildir umarım." " Tabi ki değil. Kapıyı açarsan sende göreceksiniz." İşte o an salaklığıma yandım. Anahtar! Anahtarım yoktu. Bir anda dank eden bu düşünce ile ellerimi başıma koyarken gözlerim kocaman açıldı. " Sakın anahtarı evde unuttum deme!" Gözlerim Mehmet'e kayarken ellerim hâlâ başımın üzerinde başımı salladım. " Ciddi olamazsın! " Ee ne olacak şimdi? " Dedim gayri ihtiyari. " Yapacak tek şey var o da çilingir çağırmak." Cebinden telefonunu çıkarıp bir arama yaptı. İkinci çalışta açıldı telefonu. " Alo Ali. Neredesin?" Kısa bir sessizlik oldu. " Yanına aletlerini, iki tane de göbek kilit al ve atacağım konuma gel." Diyerek kapattı. Sonra da hızlıca konum attı ve cebine koydu telefonu. " Birazdan burada olur." Kollarımı kendime sararak teşekkür ederim dedim zoraki. "Üşüdüysen babamın yanına dönelim. Ali kapı işlerini halledince geri geliriz." " Gerek yok beklerim." " Geldim." Dediğinde o bana ben ona baka kaldık bir iki saniye. Aynı anda, Seeen! Dedik. " Ali! Tanışıyor musunuz? " " Bu aptal arabasıyla beni eziyordu." Dedim sinirle. " Hiçte bile. Tarla da yürür gibi yürüyen sendin bir kere. Bütün yolu kaplamış ortada dikiliyodun." " Tartışmayı bırakın. Ali hemen elindeki çantadan küçük bir alet çıkardı. Anahtar deliğine soktuğu alet diş diş dönerek kapıyı açınca hızlı adımlarla içeriye girdik va kapıyı örttük. Önümde aşağıya doğru uzanan aşağı yukarı on beş basamağa baktım. Babaannemin evi gerçekten değişik bir yapıydı. Basamakların sonunda solda bir kapı devamında bir kapı daha vardı. Üzerimideki karları silkeleyerek kurtulup basamakları inince evin giriş kapısı olduğunu anladığım kapıya girişti Ali. Bir yandan kapıyı açmaya çalışırken bir yandan Mehmet'e döndü. " Mehmet kimin oğlum bu ev? " " Sen bilmezsin eski bir komşunun. Torunu bakmaya gelmiş, ama anahtarı yokmuş." " Haa. " Dedi bana bir bakış atarak. " Tamam. Şu göbekleri değişeyim. Anahtarıda olacak. " Onlar kendi aralarında konuşurken ben diğer demir kapıya yöneldim. Bu kapının anahtarı üzerindeydi. Anahtarı tutup çevirip yavaşça açtım. Karşımda tek basamakla çıkılan küçük terası görünce şaşırdım doğrusu. Nasıl bir evdi burası böyle? İki adımla yan tarafa geçtim birikmiş kara aldırmadan. Yerden iki metre yüksek şekilde yapılı biiir... Bahçenin tam ortasında bulunduğu yere uyumsuz bir o kadar da uyumlu kocaman bir dut ağacı vardı. Ağacın yaşlı olduğu kalınlığından belliydi. Zira gövdesini kollarımla sarmak istesem ellerimi birleştirmezdim. Başımı kaldırıp yüksek dallarına baktım. " Bu ağaç bu mahalledeki en değişik ağaçtır." diyen Mehmet'in sesiyle geldiğim kapıya döndüm. " Değişik derken." Dikkatli bakarsan bu ağacın üç kalın kolu var. Üç farklı renkte dut verir bu ağaç. Bu şekilde aşılanmış. Bir dalı siyah, bir dalı beyaz ve diğer dalı kırmızı çilli beyaz olurdu. Küçükken makbule teyze bizi sık sık çağırır dut toplardık." Gözleri ağacın dallarında geziyordu konuşurken. O günlere dönmüş gibiydi hâli. Bir an babannemin eski günlere daldığı gözlerini gördüm Mehmet'te. " Bizim işimiz bitti." diyerek döndü arkasını. İçeriye girerken bende terastan inip peşinden girdim. Kapıyı kapatıp kilitledim. Malzemelerini toplayan Ali'nin yanına geldim. " Borcum ne kadar? " dedim çantamı sırtımdan indirip. " Borcunuz yok." " Kabul etmiyorum. Ali bir bakış atıp çantasını da alarak merdivenleri çıkarken, " Borcun yok!" diyip çıkıp gitti.. Arkasından alık alık bakarken Mehmet'i duydum yeniden. " Bu benim numaram. Buradayken ihtiyaç duyarsan yada birşey gerekirse arayabilirsin." Dedi. Ben elindeki kartı alınca basamakları ağır ağır çıkarken, " Babam aradı. Akşam yemeğine bekliyormuş annem." Dedi bu kez. Karşılaştığımızdan beri benimle konuşurken ya önüne ya havaya ya sağa sola bakıyordu. Bu hâli ve egosu sinirime dokunmaya başlamıştı artık. Dedim içimden daha da bir sinirle. Sonra da, " Teşekkür ederim zahmet etmesin annen. Otele döneceğim ben." Diyerek konuyu kapattım. " İyi akşamlar o halde. Kapını kitlemeyi unutma." Diyerek demir kapıyı çekip çıktı. " Ay iyi ki bi iyilik yaptın ha! Elimdeki karta çevirdim gözlerimi. Site Mobilya. Mobilya işi ile ilgileniyormuş. Yıllardır kullanılmayan ev buz gibiydi. Girişteki üç adımlık holün sağında olan kapıyı açtım önce. Küçük bir mutfak karşıladı beni. Sağ tarafta üzeri fayanslarla kaplı eski model mutfak tezgahı, tezgahın sol köşesinde set üstü ocak, ocağın olduğu taraftaki duvarda bir pencere dışarıdaki küçük bahçeyi görüyordu. Sol taraftaki duvarın önünde eski bir buzdolabı yanında eski bir masa dolabın diğer tarafında boş bir sebzelik gözüme çarptı.geri çıkıp Babannem herşeyi önceden düşünmüştü anlaşılan. Almanya'ya gelirken bir gün birini buraya göndermeyi vasiyet edeceği belliymiş. Misafir odasından çıkıp yatak odası olduğunu düşündüğüm odaya girdim. Büyük bir yatak temiz kaneviçe işlemeli bir yorgan ve yatak örtüsü üzerinde burasıda babannemi bekliyordu sanki. Odada ki dolaba yöneldim. Kapağını açıp baktım. Bir kaç kazak ve kıyafet bir kaç gömlek kalmıştı geriye. Sandığını gördüm sonra. Üzerindeki dört yün yorgan iki yastık iki de battaniye katlı duruyor üzerine çekilen örtüsü yere düşmüştü. Kim bilir ne hevesle yaptırmıştı bu yorganları. Çocuklarım ve torunlarım gelir kullanırlar diye. Ama olmadı. Buraya gelmek bir yana aynı şehirde bile yanına gelmediler Almanya'da. Sadece cenazesinde bulundular. Zavallı babaannem kendi evlatlarına ve torunlarına hasret öldü. Yerdeki örtüyü kaldırıp yerine örttüm. Ardından odadan çıkıp salona oradanda hole geçtim. Babaanne şimdi gidiyorum ama yarın geleceğim. Diyerek kapıdan çıkıp kilitledikten sonra giriş merdivenlerini çıkıp demir kapıyı açtım. Kendimi dışarıya atarak demir kapıyı çekip kilitledim. Buralarda taksi bulamayacağımı bildiğim için. Montumun şapkasını başımın üzerine örtüp ellerim ceplerimde ana caddenin yolunu tuttum. |
0% |