Yeni Üyelik
4.
Bölüm

🌺 V. 3 Vasiyet

@azamet_29_2

Babannemin evinden ayrılıp ana caddeye inerek bulduğum ilk taksiye binip Ankara sikaklatinda yaptım saat dolaşarak otelime döndüm. İlk iş odama çıkıp üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtulup sıcak bir duş almak oldu. Ardından eşofmanlarımı giyip akşam yemeğimi odama istedim. Yanınada tatlı ve içecek.

Bir yandan yemeğimi yerken bir yandan da babamı arayıp olanları anlattım. Tabi ayrıntı vermeden. Benim buraya gelişimin asıl sebebini babam bilmiyordu. Ona göre ben babannemin evini merak edip görmeye gelmiştim o kadar. İki gün sonra da geri dönecektim. Babam telefonu anneme vermeden önce yine uyardı. Başına iş açma küçük hanım. Fazla kalma dön. Sonra da anneme verdi telefonu. Annemle de de kısa bir konuşma yapıp kapattım. Soğuk ve yorucu günün yorgunluğunu uyuyarak atmak için erkenden yatmaya karar verdim.

*****

Sabah olup erkenden uyandığımda saat sekizi biraz geçiyordu. Uykumu almış dinlenmiş hissediyordum. Yerimden kalkıp önce banyoya yöneldim. Rutin işlerimi halledip elimi yüzümü yıkayıp kurulayarak çıktım. Önce bir kaç esneme hareketi ile kısa bir spor yapıp kendime geldikten sonra üzerime siyah termal taytımı dizlerimin üzerine kadar olan uzun kazağımı ve diz altına kadar olan siyah çizmelerimi giydim. Saçlarımı tarayıp serbest bıraktım. Siyah beremi, cüzdanımı, telefonumu ve şarj aletimi sırt çantamı montumla birlikte alıp odadan çıktım.

Sırt çantam tek omuzumda montum kolumda asansöre yöneldim. İlk iş restoran bölümüne inip sıkı bir kahvaltı yaptım. Üzerine bir de kahve içtikten sonra momtumu giyip çantamı taktıktan sonra otelden çıkıp bir taksi çağırdım.

Babannemin evinin olduğu sokağın adresini söyleyerek geriye yaslanarak yolu izlemeye başladım. Dünün aksine bugün gökyüzü parçalı bulutluydu. Ama esiyordu ve soğuktu.
Ankara bana Almanya'yı aratacak gibiydi. Kapattığım gözlerimle eve gittiğimde yapacağım şeyleri kafamın içinde sıralarken yine yarım saatin sonunda yol bitmiş dün taksiden indiğim noktaya gelmiştik. Bu kez inmeyip daha ileriyi tarif ederek köşe bakkalın önünde durup indim. Ücreti ödeyip taksiyi yolladıktan sonra dükkana girdim. Kendime bir kaç atıştırmalık, içecek ve son anda gördüğüm kestanelerden de bir kilo aldım. Ücretini ödeyip tam kapıdan çıkacakken içeriye giren Mehmet ile karşılaştım. Bir kaç saniyenin sonunda elimdeki poşete çevirdi gözlerini. İyi günler diyerek yanımdan geçip içeri girdi.

Yine yapmıştı işte. Yine yüzüme bakmadan konuşmuştu. Arkasından hareketlerini izledim. Kasadaki adamla konuşurken gayet samimi ve yüzüne bakarak konuştuğunu görünce gıcığının bana olduğunu anlamış oldum.

Gıcık! Dedim dışarı çıkarken. Ardından sinirli adımlarla çıkmaya başladım eve giden yokuşu. Nihayet eve geldiğim de aradan dakikalar geçmiş olsada canımın sıkıntısı geçmemişti.

Kapının önünde derin bir nefes alıp verdikten sonra demir kapıyı açıp içeriye girdim. Kapattım ve kilitledim. Basamakları inip giriş kapısını da açarak içeriye girdim.

Ben geldim babaanne. Dedim onu içerde otururken hayal ederek. Ruhu buraya gelebilir miydi bilmiyorum ama onun burada olduğunu düşünmek hoşuma gitmişti. Sanki ziyarete gelmiş gibi olmuştum böyle.

Her neyse, direk mutfağa geçip elimdeki poşeti eski tezgahın üzerine bıraktım. Geri dönüp salona geçtim sonra. Sırt çantamı çıkarıp kanepe üzerine bıraktım. Evet şimdi üzerimdeki vasiyeti yerine getirmeye gelmişti sıra. O gün babaannem bana,

" Ben öldükten sonra Ankara'ya evime git. Son kez ocağımın bacasını tüttür."

Demişti. Sonra devam etmişti gözleri dalarak.

" Sobanın hemen yanında bir minderim vardı benim. Ben hep oraya oturup eşimi, çocuklarımı, geçmişi düşünür bu yaz gelirler belki hayali kurardım."

Demişti. Ben annemin yada babamın bu yaz da anneme gidelim dediğini hiç hatırlamam. Babaannem üzülmekte haklıydı belkide ama keşke bu kadar üzmeseydi kendini.

Başımı sobanın yan tarafına çevirdim. Gerçekten bir minder vardı kalın ve kırmızı kadife kumaştan yapılmıştı. Bir an babaannemi orada otururken gördüm sanki. Gülümseyerek derin bir nefes çektim soğuk odada. Ardında sobanın önünde yerde duran kibriti alıp sobanın kapağını kaldırdım.

Ee! Nasıl yakacaktım ben bunu. Kibriti çakıp altı kömür üstü odun ve kağıt parçaları dolu olan kovanın içine bıraktım. Umarım yanarsın demeye kalmadan yanan kibrit söndü tabiki. Başım önüme omuzlarım aşağı düştü. Derin bir nefes daha çekip yerimde doğruldum. Bir kibrit daha çaktım ve içine attım. Bu kez kağıtların bir kısmı yanarken sobadan çıkan dumanlar odaya dolmaya başladığında ne yapacağımı bilemedim. Hızla kapağını kapattım dumanların çıkamaması için. Ama bu kezde söndü.

Neyi yanlış yapıyordum. Ceptelefonumu çıkardım hemen. Google amca bilir bu işi diyerek internete girdim. Saçma sapan bir çok soruya cevap veren Google amca bunada verirdi yani. Hızlı şekilde arama motoruna soba nasıl yakılır yazınca anında geldi cevap. Youtube da çıkan videoyu açarken kendi kendime güldüm. Cahillik başa bela. Almanya'da en iyi okullarda oku ama soba yakama.

Videoyu güzelce izledikten sonra çıra kullanmanın en kolay yol olduğuna karar verirken kovanın ortasındaki çırayı farkettim. Babaannem bunu bile hesap etmişti aslında. Gözlerimi devirirken telefonumu cebime sokup kovanın içindeki çırayı aldım. Bir kibrit daha yakıp önce çırayı tutuşturdum. Uç kısmı iyice yanmaya başladığında video da izlediğim gibi tam ortaya kuru odunların arasına yerleştirip kapağı kapattım. Duman geçiş yerlerini ve borularıda kontrol edip açarak beklemeye başladım. Üst deliktende ara ara kontrol ediyordum.

Tutuşan odunlarla,

Ha ha ha! Oldu yanıyor!

Dedim sevinçle. On dakika sonra soba gürül gürül yanmaya başlamıştı. Altındaki hava girişini kısarak yanışını yavaşlattım.

Babaanne bunu neden istedin bilmiyorum ama vasiyetini yerine getirdim. Umarım huzurlusundur.

Dedim ellerimi kalbimin üzerine koyarak. Sonrada babaannemin minderini sobanın yanından önüne çekip oturdum. Önce ellerimi sonra bedenimi ısıttım. Baya üşümüşüm aslında. Salon ve ben iyice ısındıktan sonra mutfağa geçip getirdiğim poşeti bir de bıçak alıp döndüm. Montumu çıkarıp kenara attım. Kestaneleri poşetten çıkarıp yıkamaya gerek duymadan bıçakla zorda olsa bir çizik atarak sobanın üzerine bıraktım tek tek. Kışın kestane yemek en sevdiğim şeylerdendi.

Bütün kestaneler sobanın üzeriyle buluşurken ben ilk olanları elime alıp üfleye üfleye soymaya başladım. Nihayet ilk soğuyanı ağzıma atmıştım ki kapı zilinin sesiyle irkilirken yerimde sıçradım. Elim damağımda bir ayh! dedim.

Kim di bu? Kim gelmiş olabilirdi?
Aa tabi ya.. Bay ego! Kesin oydu. Başka kim biliyor burayı ve beni. Aldırmadım. Elimdeki diğer kestaneyi ağzıma atarak yerken oturmaya devam ettim. Tam üçüncüyüde ağzıma atacakken kapı yeniden çaldı. Bu kez rahatsız edecek şekilde arka arkaya çaldı ama.

Sonunda sinirle kalkıp montumu omuzlarıma alarak solondan çıkıp dış kapıya kadar geldim. Çizmelerimi ayağıma geçirip merdivenleri çıkarak demir kapıyı ne var ya! diyerek açtığımda gördüğüm insanlarla kala kaldım.

Yaşlı teyzeler, genç kadınlar... Ne oluyordu lan! Her biriyle tek tek bakışırken en arkada Mehmet ve Ali'yi de gördüm. Bir de bir kadın ve bir kız vardı yanlarında.

Kendime gelir gelmez yapıştırdım soruyu.

" Ne oluyor yahu!
Ne bu böyle baskın gibi? "

" Bacadan duman çıkıyor! " Dedi en öndeki yaşlı teyzeler.

" Eee! Hava kirliliği yasağı mı var? Ne yapalım? Neyse cezamız öderiz."

En arkadaki Mehmet, Ali ile birlikte kadınların arasından geçip öne geldi.

" Sobayı sen mi yaktın? "

" Evet ne oldu?
Soğukta oturacak değildim ya!"

" Makbule öldü mü? "

Dedi en öndeki teyze üzgün ve dolu gözlerle.

" Haydee! Nereden anlamışlardı ki bu teyzeler."

" İnna lillahi ve inna ileyhi raciun."

Dedi en yaşlı olan. Sonra da başı önüne düştü. Neden böyle söylemişti? Söylediği şey ne anlama geliyordu anlayamamıştım. Gözlerinin dolduğunu hatta aktığını gördüm.

" Bu şapşalın bir şeyden haberi yok."

Diyen Ali girdi araya. Kapının önünde ki kalabalık üzgün suratlarla dağılırken,

" Ne diyorsun sen be!? "

Diye yükselince Mehmet kolumdan tutarak içeriye yönlendirdi.

" İçerde konuşalım." Diye diye beni aşağıya indirerek eve sokarken dışardaki kadın ve kız da peşimizden girdiler.

" Sizin bu yaptığınız haneye tecavüz! "

diyecek oldum. Mehmet,

" Şşiitt."

Dedi kolumu bırakarak. Kapının önünde ayakkabıları çıkarıp içeriye girdik. Nihayet yanan sobanın olduğu odaya doluştu herkes. Bir adım geri çekilerek,

" Öncelikle başın sağolsun."

Dedi Mehmet. Ardından da Ali. En son da yanındaki kadın.

" Başın sağolsun kızım.
Benim adım Firdevs. Mehmet'in annesiyim. Bu da kızım Elif. Dumanı görür görmez gelelim dedik."

Başörtülü kadına ve yanındaki on altı on yedi yaşlarında olan yine başörtülü olan kıza bir bakış atıp tekrar kadına döndüm. Şaşkınlığım geçmeyince Firdevs hanım anlatmaya başladı.

" Bu mahallede soba sadece evde cenaze varsa yanar kızım."

" Ne? "

Anlamamıştım gerçekten. Burası nasıl bir yerdi böyle. Hayır köy âdeti mi diyeceğim ama köy de değil ki..

" Makbule teyze gerçekten vefat mı etti şimdi." diyen kızına çevirdim gözlerimi yeniden.

Bu kız nasıl hatırlıyor babannemi hayret.

"Evet! " dedim üzgün.

Ama kafam karma karışıktı. Mehmet girdi araya.

" Buradaki herkes birbirini tanır ve yıllardır bu mahallede otururlar. Ve eski bir adeti devam ettirirler. Bir cenaze olduğunda o evde soba yanar ve dumanı gören herkes cenaze olduğunu bilir."

Saf saf baktıktan sonra tek kaşım havada konuştum.

" Çok saçma.
Dahası kış boyunca soba yanmıyor mu buralarda. Eskimo gibi soğukta mı yaşıyorsunuz? "

Diyiverdim. Şimdi hem Firdevs hanım, hem Elif hem Mehmet hem Ali saf saf bakıyordu bana.

" Dolabın içindeki kombiyi görmemiş olabilir mi bu kız. "

Diyen Ali ile gözlerim büyüdü. Bu evde kombi mi vardı. Ee petek falan yoktu ki. Etrafıma göz gezdirdiğimi farkeden Mehmet,

" Yerden ısıtmalı sistem. Ev küçük olduğu için petek koymamışlar."

" Ne? " Dedim kaşlarım havada.

" Bu kız gerçekten şapşal."

Diyen Ali'yi Mehmet uyardı.

" Ali! "

Başımı önüme indirerek düşündüm bir süre. Şimdi anlamıştım her şeyi.

" Ben buraya babannemin."

Dedim üzerimdeki gözleri hissederken.

" Vasiyeti üzere geldim. Bana ben öldüğümde Ankara'ya evime git sobamı yak. Son kez tütsün evimin bacası diye vasiyet etmişti.

Nedenini anlamamıştım. Ama vasiyeti diye gelip yaptım işte. Demek bu yüzden istemiş. Mahallesindeki herkesin öldüğünü duymasını istiyormuş."

" Aynen öyle yapmış kızım."

Dedi Firdevs hanım.

&

Bir süre üzgün yüzler ve ağlak gözlerle geçen zamandan sonra Firdevs hanım,

" Yarın sela verdirelim. Birde bu evde bir Kur'an okuyalım rahmetlinin ardından."

" Ne?
Kur'an mı?
Neden? "

" Sevabına kızım! Makbule hanımın sevabına! "

" Hiç gerek yok.
Zahmet etmeyin."

" Olur mu kızım?
Ölü öyle selasız kur'ansız gönderilir mi Allah'ın huzuruna? Arkasından en azından bir Yasin okuyalım rahmetlinin. "

" Ben öyle şeylere pek inanmam."

Karşımdaki insanların bakışları değişirken gözleri büyüdü.

" Babaannem iyi insandı toprağı bol olsun."

" Toprağı bol olsun değil, Allah rahmet eylesin denir."

Diyen Mehmet'in cümlesiyle gözlerimi devirdim. Ne farkı vardı? Yine de cümlemi,

" Allah rahmet eylesin."

Diye düzelterek devam ettim.

" Babaannem zaten öldü ve bu dünyadan ayrıldı. Bütün sıkıntılarından hastalıklardan kurtuldu zaten. Yani bundan sonra yapacağımız şeyin ona ne faydası var? Gerek yok! Ben vasiyetini yerine getirmek için gelmiştim zaten buraya. İsteğini yerine getirdim ve yarın otele, oradanda Almanya'ya döneceğim.
Sizlerinde ayağına sağlık. "

Kibarca güle güle demiştim. Firdevs hanım ve kızı ayağa kalkarken yüzleri asıldı. Söylediklerimi beğenmemişlerdi sanırım. Ama kimin umrunda.

Anne kız yinede sarılıp başın sağolsun tekrar. Dedikten sonra çıkarken arkalarından da Ali,

" Başın sağolsun." Dedi ve çıktı. Karşımdaki Mehmet'ten başka kimse kalmamıştı evde.

Sen gitmiyor musun? bakışı atarken gözlerini gözlerime dikti.

" Sen Mars'ta mı büyüdün? "

" Ne? "

" Ne demek ben öyle şeylere inanmam. Dinimizde ölünün arkasından rahmet ve kuran okumak güzel adetlerdir. Allah rahmet eylesin yerine toprağı bol olsun, evinde kur'an okuyalım diyen kişiye gerek yok diyorsun. Örf ve adetlerimizden uzak olman bir yana hafife alman hoş değil."

Kollarımı göğsümde birleştirerek,

" Mahallenin imamı sen misin yoksa."

Dedim.

" Ne? "

" Böyle savunmaya geçince cami imamını görür gibi oldum. Üstelik dinimizi hafife almıyorum. Söylediklerinizi abartılı buldum.
Zaten vaktim de yok. Hem fazla tepki gösteren de sizsiniz ben değil."

Alık alık baktı önce. Sonra bir adım öne gelirken gözlerime dikti gözlerini. İlk kez bu kadar uzun şekilde bakıyordu.

" Sen babaannenin vasiyetini anlayamamışsın Alânur. Babaannen uzun yıllar bu mahallede yaşamış biri. Buradaki insanlar onu, o da burada yaşayan insanları tanıyordu. Seni buraya göndermiş çünkü ölümünü duyurmanı istemiş. Belliki çocuklarından umudu olmadığı için buradaki insanların arkasından bir sela bir kuran okumasını, bir rahmet okumasını istiyormuş.

Mademki buraya kadar geldin görevini layıkıyla getir yerine."

Düşündüm. Doğruydu. Babaannemin çocukları ne sela ne kuran nede her hangi bir şey yapmamışlardı. Demek ki gerek yoktu işte.

" Bu kadarını yaptığıma şükrediyorum ben. "

Dedim sobanın üzerinde fazlasıyla pişen kestanelerden alıp soyarken.

" Normalde bir bardak su vermem insana."

Mehmet'in kaşları havaya kalkarken yine gözlerime bakıyordu.

" Sen şimdi bununla mı övünüyorsun!? "

" Egonu nerde bıraktın? "

Dedim konuyu değiştirerek.

" Ne? "

" Beni gördüğün andan beri yüzüme bile bakmazken şuan dikine dikine bakarak akıl veriyorsun. "

Tek kaşını havaya kaldırdı bu kez.

" Konuyu değiştirme.
Allah rızası için söylüyorum ben dediklerimi. Babaannen kabrinde huzurla yatsın diye."

" O zaten huzurlu merak etmeyin Mehmet bey. Vücudunda ne ağrı kaldı ne sızı. Ne iğne ne ilaç acısı. Kapiş..."

" Ya ruhu.
Ruhunun ihtiyacı. "

" Ruhunun ihtiyacı mı? "

" İnsanların dünyada olduğu gibi ahirettede ihtiyaçları vardır. Kur'an ve duaya muhtaçtır ruh. Maddiyat dünyada kalır maneviyat ahirete gider. Allah senin buraya gelmeni istediyse.."

" Ben istedim buraya gelmeyi."

Diyerek araya girdim. Öyle ya istemesem gelmezdim. İstemiştim ve gelmiştim kimse müdahale etmemişti bana.

" Allah istemeden kul isteyemez. Canlı veya cansız hiç bir varlık kendi başına hareket edemez."

Dedi kırık bir gülümseme ile.

" Babaannen Allah'ın sevdiği bir kulmuş ki Allah senin buraya gelip öldüğünü duyurmanı sağlamış. Şimdi bu gece bütün evlerde Yasin ve Mülk suresi okuyacaklar onun için. Ruhuna hediye edecekler. Babaannenin ruhu huzur bulacak. Böylece sevabı sanada olacak. Sende üzerine düşeni yap ve evinde Kur'an okunmasına müsade et. Kendi evinin içinde de okunmasını isterdi oda eminim. "

Söylediği şeyler sadece kafamı karıştırmıştı o kadar. Yine de sonuna kadar dinledikten sonra,

" Öyle şeylere ihtiyaç duysaydı babam ve kardeşleri yapardı zaten!

Hutben bittiyse güle güle! "

Gözlerinde hayal kırıklığı gördüm.
Derin bir nefes alıp verdi.

" Allah akıl fikir versin sana."

Dedi kapıya yönelirken.

" Senden başlasın Allah! En son bana gelsin! "

Dedim sinirle. Ayakkabılarını giyip merdivenlerden çıkarken geçmeyen sinirimle peşinden çıkıp arkasından seslendim.

" Madem buraya gelmemi Allah sevdiği kulu makbule hanım için istedi, madem senin söylediklerini yapmamı istiyor o zaman beni burada tutar değil mi? Gitme mi engeller. "

Geri dönüp bir tilki bakışı attı. Sinirle devam ettim.

" Allah beyin vermiş beyin!
İrade vermiş. Arada sende kullan beynini memnun kalırsın."

Mehmet kendi kendine birşeyler söyleyerek dışarıya çıkarken hızla çıktığım merdivenle kapıyı arkasından çarparak kapattım.

***************************

3. Bölüm bitti.
4. Bölümle devam.

Loading...
0%