Yeni Üyelik
43.
Bölüm

💎Y.E 42 İspat et Kurtoğlu💎

@azamet_29_2

 

💎💎💎

 

Neredeyse yarım saattir üzerinde battaniye örtülü şekilde kucağımda uyuyan Elmas ile birlikte yatağın kenarında oturuyor sevdiğim, hasretinden delirecek hâle geldiğim kızın yüzünü izliyordum.
Kucağımda öylece yatıyor, arada bir dişlerini sıkarak titriyor sonra yeniden dalıyordu. Bu hâlini görmek beni deli edecek kadar üzsede elimden bir şey gelmiyor bu da beni daha fazla üzüyordu.

 

Elmas'ı yavaşça kaldırıp alnımı alnına yaslarken benden istediği şey yüzünden bana aciz şekilde nasıl yalvardığını yeniden hatırlayınca sanki kalbime hançerler saplandı bu kez ardarda. İşaret parmağımı boynuna bıraktığı tırnak izlerinde gezdirdim. Nasıl bir şeydi ki yaşadığı kendi canını yakmaktan bile çekinmemişti. Elmas'ı bir gün bu halde göreceğimi söyleseler hayatta inanmazdım. Ne olmuştu?
Neler yaşamış, bu hale nasıl gelmişti? Sevdiğim, öldüğünü sanarken yaşadığını öğrendiğim Elmas'ı yeniden gördüğüme sevinirken bu hâli canımı yakıyordu.

 

" Elmas."

 

Dedim geri çekilirken.

 

" Elmas'ım.
Sana bunu kim yaptıysa andolsun parça parça edecem onu."

 

Yeniden mırıldandı. Ne dediği anlaşılmıyordu. Ama hızlı nefesi ve iniltileriyle hissettiğim acıya acı ekliyordu. Yine kâbus görüyordu. Acaba soğuk kabuslarına şimdi kriz geçirdiği kabuslar mı eklenmişti.

 

Yeniden titremeye başladığında dişlerimi birbirine, sevdiğim kızı sıkıca sarılıp kendime bastırdım.

 

" Özür dilerim."

 

Dedim kısa saçlarını öperek.

 

" Özür dilerim hepsi benim suçum. O gece olanlara engel olamadım. Affet beni. Sana söz veriyorum herşeyi düzelteceğim."

 

Kapı tıkladığında,

 

" Nihayet."

 

Diyerek ayağa kalktım. İçeriye giren İdris ve Sefa'ydı.

 

" Nerdesiniz lan!? "

Sefa,

 

" Abi trafik yüzünden."

 

Derken İdris hızlı adımlarla yanıma geldi.

 

" Ne oldi uşak."

 

" Uyuşturucu krizine girdi."

 

" Ne?
Nasul?
Emin misun uşak? "

 

" Eminim. O la*et haplar için bana nasıl yalvardığını görmeliydin. Sonra da kriz geçirdi, aynı titremeleri yine oldu. Sonra da yığıldı kaldı."

 

" Allah, Allah! Nasul olur?
Yatağa bırak. Bi bakalum."

 

Diyince Elmas'ı kucağımdan yatağa bıraktım. İdris Elmas'ın yanına gelerek üzerindeki battaniyeyi açarken Sefa,

 

" Abi ben dışardayım."

 

Diyerek çıktı.

 

İdris, Elmas'ı göz bebeklerinden başlayarak kalp atışlarına, tansiyonuna kadar tepeden tırnağa muayene ederken endişeyle onu izliyordum. Sonunda muayene bittiğinde koluna bir damar yolu açarak önce bir kaç tüp kan aldı. Sonrada serum takıp ilaç ekledi.

 

" Ne verdin."

 

" Sakinleştirici.
Krizden sonra rahatlatıcı bir ilaç. Kan da aldım. Tahlile yollayacağım. Bakalım ne kullanıyormuş Umarım kliniğe yatacak derecede değildir."

 

Kliniğe yatırmak?
Düşüncesi bile damarlarımı germeye yetmişti. Ben duyduğum şey yüzünden bir kez daha hissettiğim azap ve acıyla dahada kıvranırken, elini Elmas'ın alnına koydu.

 

" Vücut ısısı iyi."

 

Dedikten sonra bu kez elini kısa saçlarının üzerinden gezdirirken,

 

" Nasul pulaşmış bu pisluğe."

 

" Bilmiyorum ama sebep olan kimse kırk parçaya ayıracam onu." diye hırlarken İdris'in yüzündeki değişen ifade çekti dikkatimi.

 

" Ne oldu? "

 

Eli Elmas'ın saçında bir kaç kez daha dolaştı. Sonra elleriyle saçlarını araladı. Eğilip bakarken,

 

" Bu yara yeni."

 

diyince afalladım.

 

" Yara mı ne yarası? "

 

Bir adımda yanına gelip saçlarının arasındaki yeni farkettiğim yaraya baktım.

 

" Bilmiyorum yeni gördüm. Nasıl olmuş bu."

 

" O gece olmuş olmalu.
Dikuş atulmuş."

 

Aklıma gelen şeyle İdris'in kolunu tuttum. Gözlerine diktim gözlerimi.

 

" İdris!
Dün ilk gördüğüm andan beri bir tuhaf Elmas. Bana Elmas deme diyor. Beni tanımıyor! Benden kaçıyor! Bıçaklayan kişide o! "

 

" Ne?
Ne deyiusun? "

 

" İdris.
Elmas...

 

Elmas'ın hafızası falan gitmiş olabilir mi? Yani o gece denize uçarken yada sonrasında bir şekilde başını çarpmış olmalı. Bu yüzden hafızasını kaybetmiş olabilir mi? "

 

İdris bir Elmas'a bir de saçlarının arasındaki yaraya baktı.

 

" Olabilir."

 

" Peki, öyle bir durum varsa ne zaman, nasıl düzelir."

 

Elini çenesine dayayarak gözlerini önüne indirdi.

 

" Hafuza işi biraz karuşuk uşak. Heman da gelebilur. Hiç gelmeyabilurda."

 

" Nasıl yani. Hep böylemi kalacak."

 

" Bilemeirum. Uyanınca konuşmak gerak. Anlamak içun."

 

" Ne zaman uyanır? "

 

" Akşami bulur.
Belki da sabahi. "

 

Gözlerimi kapatırken dişlerimi sıktım. Elmas'ın bu durumu beni üzsede tek tesellim şuan yanımda olmasıydı.

 

" Bu işi çözene kadar burdasın İdris."

 

" Ne?
Et ma uşak!
Benum hastaneda işlerum var. "

 

" Ara haber ver. Burdasın bir kaç gün."

&

 

Aradan saatler geçti. Akşam olmasına rağmen Elmas hâlâ uyuyordu.

 

İdris'e neden bu kadar uyuyor diye sormuş cevap olarak o illetin vücudun dengesini nasıl bozduğunu dinlemiştim. Verdiğim ilacı vücudu o haplar gibi kabul edip sızıp kalıyor. Demişti.

 

Bir süre daha benimle kalıp sonunda bir kahve içmek için mutfağa inerken ben hâlâ odada ki berjerde oturmuş onu izliyordum.

 

Ne olmuş olabilirdi o gece.
Gözlerimi kapatıp düşünmeye başladım. Kendimi o gece o uçurumun kenarında buldum yeniden. Elmas araba uçurumdan aşağı düştükten sonra suya çarparken başını çarpmış olmalıydı. Yada belkide açılan kapıyla dalgalara kapılıp başını kayalara çarptı. Yada araç suya gömülürken soğuk suyun etkisiyle uyandı ve yüzerek çıkarken bir şey oldu.

 

Peki ya sonra. Sonra nasıl kurtuldu. O soğuk sudan çıkıp yürüyerek gitmiş olamazdı. Hemde o yarayla. Büyük ihtimalle birileri onu bulup kurtardı. Belki bir gemi. Balıkçı teknesi mesela. Sonra da hastaneye götürdüler.

 

Hayır hayır. Günlerce hastanelerde nöbet tuttu adamlarım. Hastanelerden birine gelse anında haberim olurdu. O halde nasıl?

 

" Kahretsin! Nasıl lan nasıl? "

 

Sinirimin alev almasına, beynimin yanmasına ramak kalmıştı. Ellerimi saçlarıma geçirip çekerken sinirle soludum. Sonunda yerimden kalkıp cebimdeki paketten bir dal sigara çıkarıp dudağıma bırakırken diğer cebimdeki çakmağıda çıkarıp odanın balkon kapısına yöneldim. Kapıyı açıp kendimi balkona attıktan sonra kapıyı örttüm. Önce derin bir nefes alıp verdim. Ardından sigaramı yakarak derin bir nefes çektim.

 

Elmas bir uyansın her şeyi anlayacaktı. İster gönüllü ister zorla. Ama sabaha bu konuyu çözmüş olacaktım.

 

Elimdeki sigarayı hırsla içmeye devam ettim. Bittiğinde odaya dönüp Elmas'a baktım tekrar. Hâlâ uyuyordu. İkinci sigarayla yeniden çıktım balkona. İkinci üçüncü derken dördüncü sigaramı da içtikten sonra odaya döndüm. Uyumaya devam ediyordu. Yanına geldiğim berjerin üzerine bıraktım kendimi. Dirseğimi kolcağa dayayıp elimi alnıma bastırarak ovalarken bir süre daha öylece yüzünü izledikten sonra tekrar ayağa kalkıp yatağın yanına geldim.

 

" Anlaşıldı sabaha kadar uyuyacaksın. Tamam uyu güzel karam uyu. Hayattasın ya yanımdasın ya bana döndün ya. Razıyım, beklerim. Bir ömür beklerim."

 

Dedim.
Daha fazla dayanamadım. Yanındaki boşluğa uzanıp bir kolumu başının altından geçirerek kollarımın arasına alıp sıkıca sarıldım. Sevdiğim kokusunu özlemle ciğerlerime çekerken kalbimin titrediğini hissettim. Sandığımdan çok daha fazla özlemiştim meğer.

 

Ben Derman Kurtoğlu. Herkesin dilinde deli, acımasız, piskopat Kurtoğlu. Ama bu kıza gelince kalbi titreyecek kadar seven bir adam.

 

" Elmas." Dedim gözlerimi kapatırken.

 

" Teşekkür ederim. Bana döndüğün için teşekkür ederim."

 

💎💎💎

 

Zifiri karanlıkta üzerime yağan yağmurla yürürken buldum kendimi. Üşüyen ayaklarım çıplak ve ıslaktı. Bir yandan yürüyüp bir yandan nerede olduğumu anlamaya çalışırken kollarımı kendime sardım biraz olsun ısınmak için.

 

Üşüyordum çünkü. Hem de çok. Karanlıkta zar zor yürümeye devam ederken uzaktan gelen ayak seslerini duyduğumda irkilerek döndüm arkama.

 

" Denizkızı!"

 

Duyduğum bu iğrenç alaycı sesi tanımıştım. O adi şerefsizin sesiydi. Hayatımı mahveden, beni bataklığına tutsak eden pisliğin sesi. Hızla önüme dönerek koşmaya başladım. Arkamdan gelen ayak sesleri benimle birlikte hızlanırken asfaltta ki şu birikintilerine bata çıka koşuyordum nefes nefese. Korkuyordum. Beni yakalayacak yine canımı yakacaktı. İstemiyordum. O iğneleri istemiyordum. Canımı yakmasını istemiyordum.

 

Artan korkumla koşmaya devam ederken birbirine dolaşan ayaklarım yüzünden yere düştüm. Ellerimin ve dizlerimin acısını hissederken oturduğum yerde arkama döndüm.

 

Bana doğru gelen karanlık suretle yerde geriye doğru sürünerek kaçmaya çalıştım.

 

" Uzak dur benden adi herif.
İstemiyorum. Ne o iğneleri nede sana çalışmak istemiyorum. Dokunma bana! " Diye bağırdım.

 

" Dokunma! Dokunmaa! "

 

Bir anda boğazımda hissettiğim ellerle nefes almaya çalışırken Ökkeş'in sesini duydum.

 

" Ben ne dersem onu yapacaksın Denizkızı. Yoksa acı çeke çeke, yalvara yalvara ölürsün."

 

Ağlayan gözlerime eklenen sıkışan kalbimin hissiyle açtım gözlerimi. Ellerim boğazımda kanter içindeydim. Hızla yerimde doğrulup oturdum.

 

Kâbus. Yine kâbus üstüne görmüştüm. Yine o orospu çocuğunu görmüştüm. Asya'nın evinde uyandığım ve hafızamı kaybettiğimi farkettiğim o günden beri hemen her gün kabuslar görüyordum. Farklı yerler farklı insanlar ama hiç birinin yüzü yok. Sadece adi orospu çocuğu Ökkeş. Ve bana Denizkızı diyişi. Gerçek adımı bilmediğim için bana Denizkızı adını takmıştı. O Denizkızı derken Asya Deniz diyordu. Kabuslarımdan her uyandığımda zihnimde sadece Ökkeş'in sikik suratı oluyordu.

 

Dolan gözlerimdeki yaşların akmasına izin verirken titreyen ellerime baktım. Ardından üzerime. Üzerimde başka bir pijama vardı. Kırmızı siyah renklerdeki pijamayı incelerken burnuma gelen kokuyu duydum. Dikkat çeken bu koku da neydi. Nerden geliyordu. Öyle ki nerde olduğumu değil kokunun ne olduğunu anlamaya çalışırken bulmuştum kendimi. Önce başımı sağa sola çevirdim havayı koklayarak. Yataktan mı yoksa... Pijamanın yakasını burnuma çekip kokladım. Pijamadan geliyordu. Neydi bu koku bilmiyorum ama zihmimin derinlerinden bir yerden buram buram geldiğini duydum. Geçmişten, hatırlayamadığım anıların arasından yayılıyordu. Sanki daha önceden bildiğim bir kokuydu. İlgilimi çeken kokuyla uğraşırken kolumdaki acıyı hissettim. Koluma baktığım da gördüğüm şey bir serum kelebeğiydi. Neden? Ne olmuştu? Kim yapmıştı?

 

Hâlâ uyumakta olan beynim yavaş yavaş ayılırken bulunduğum odanın içinde gezdirdim gözlerimi. Bu oda, o an dumanlı kafam yüzünden fazla inceleme fırsatımın olmadığı ilk uyandığım odaydı sanırım.
Başımı kaldırıp duvardaki siyah çerçeveli saate baktım. 10 a geliyordu. Gözlerimi yeniden kapatıp düşünmeye başladım. Zihnimin içinde dalga dalga gidip gelen görüntüler eşliğinde neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordum. Sonunda aşırı zorlamaktan ısınan beyin damarlarımla aklıma ilk gelen şey Derman Kurtoğlu oldu. Anında açtım gözlerimi.

 

Hassiktiir! Dedim ölümün soğuk rüzgarının üzerimden geçip gittiğini hissederken.

 

Mafya babası Derman Kurtoğlu'nun evinde olduğum ve onunla olan konuşmalarımız daha doğrusu tartışmamız, benim ona yalvarışlarım, ettiğim hakaretler beynimin duvarlarını yırtarak bir bir geçerken aklımdan omuzlarım çöktü.

 

Ben artık bir ölüyüm. Dedim mırıltıyla. Uyandığım andan itibaren hissettiğim titremeler yüzünden ilk iş odada bulduğum kıyafetlerimin ceplerine bakmıştım ama boştu. İhtiyaç duyduğu haplar yoktu. O mafya herif almış olmalı diyerek kapıdan fırladığım gibi aşağıya inmiş kimseyi göremeyince bütün sinirimle bardaki şişeleri yere fırlatmıştım. Sonra da Kurtoğlu'ndan yalvarışlar ve hakaret eşliğinde ihtiyacım olan şeyi istemiş alamayınca da krize gitmiştim. Ya sonra? Sonrası yoktu..

 

Anasını avradını. Ülkedeki en acımasız mafya babasının evinde hapisim ya lan! Şansımı sikeyim ben. Kesin işkence ederek öldürecek beni. O yüzden şu âna kadar yaşamama izin vermiş olmalı. Tadını çıkara çıkara öldürecek. Allah'ım kim bilir neler yapacak bana.

 

Boku yedin Deniz. Diyen iç sesim devam etti.

 

Tabi öncesinde İlyas dan tut Abbas'a kadar sin sorgusuna çekecek.

 

Kahretsin. Koduğumun şansı. Dedim panikle etrafıma bakarken.

 

Ulan orospu çocuğu Ökkeş. Hepsi senin yüzünden. Koduğumun piçi. Lan senin yüzünden burada işkence ile ölecem. Ama iş oraya kadar gelsin seni de Abbas'ı da satmayanı sikeyim.

 

Ökkeş bana mal almak için İlyas'ın yanına gideceğimi söylemiş zorla yollamıştı. Ne bu işleri nede bana söylediği şeyleri yapmak istemiyordum. Ama o piç resmen beni köpeği yapmıştı. Beni zorla bağımlı yapmış istediği gibi kullanır olmuştu. Dediği şeyleri yapmazsam istediğimi vermeyerek resmen bana işkence yapıyor acı çekerek ve yalvararak nasıl kıvrandığımı izleyerek bundan büyük zevk alıyordu. La*et herif!

 

Sonunda istediğini yapmak zorunda kalıyordum. Şerefsiz piçin benden daha kötü şeyler istemediğine şükrediyorum maalesef. Piçin tek derdi paraydı neyseki. Elinden bir kaç kez kaçmaya çalıştım ama yapamadım. Son sefer de bana yardım eden Asya'yı gözlerimin önünde öldürdüğünde ondan dahada korkar olmuş artık ne isterse yapar hâle gelmiştim. Buna rağmen bütün cesaretimi toplayarak kendimi ihbar edecekken bu kez de bizzat Ökkeş'e yakalanmıştım. Hem bir araba dayak yemiş hemde krize girene kadar beni bir odaya kapatmıştı.

 

Dün gece de yine yanımda bir adamıyla birlikte İlyas'ın mekanına göndermişti beni. Malları al gel demişti. Ama nereden çıktıysa Kurtoğlun'un baskını yoktu hesapta. O karışıklıkta İlyas'ın kaçtığını görünce, fırsat bu fırsat bende kaçıp kurtulmak istemiş ama Kurtoğlun'a yakalanmıştım. Ve sonuç, burda ölmeyi bekliyordum.

 

O an aklıma Kurtoğlun'a söylediklerim gelince ellerimi saçlarıma geçirerek senin kafanı sikeyim Deniz dedim kendi kendime. Söylediğim sözlerden sonra beni iki kere öldürecekti. Hızla yerimden kalktım. Dünkü krizden sonra zorlukla duruyordum ayakta. Ama bir an önce burdan kaçmalıydım. İşkence ile ölmek istemiyordum çünkü. Derman Kurtoğlu'nun nasıl acımasız biri olduğunu, düşmanlarını hiç acımadan nasıl öldürdüğünü defalarca dinlemiştim Abbas'tan ve Ökkeş'ten. Bunu düşünmek bile bedenimin titremesine sebep oluyordu. Yaşadığım ölüm korkusuyla önce odadaki pencere ve balkon kapısına koştum. Ama kilitliydi. Defalarca çekiştirdim ama açılmadı. Ardından banyo olduğunu düşündüğüm kapıya geldim. Kolundan tutup açmaya çalıştım. Ama o da kilitliydi. Kaçmak için pencereyi kullanacağımı hesap etmiş ise sıçtım ben. Buradan hayatta çıkamayacaktım. Tabi ceset torbası hariç. Son çare oda kapısına geldim. Aynı şekilde kolunu tutup yavaşça çektim.

 

" Hassiktir.
Buda kilitli."

 

Bir an önce buradan çıkıp kaçmak isterken bir fare gibi kapana kısılmıştım.

 

Derman Kurtoğlu şuan dışarda ya silahını dolduruyor olmalıydı yada...Yutkundum.

 

Yada bıçağını bileğliyor olabileceği düşüncesiyle bu zalim adama taktığım sustalıyı hatırladım. Hangi akla hizmet öyle bir bok yemiştim. Kafamı sikeyim ben. Tabi bi milyon kafa ile her boku yersin. Yok ya. Ben bu dünyada fuzuli yaşıyorum. Kendi başını belaya, kendi burnunu boka sokmakta benden üstünü olamazdı.
Ne bok yiyecem ben lan. Nasıl çıkacam buradan diye içimdeki beni yakasından tutmuş silkelerken duyduğum ayak sesleriyle gözüm kulağım kapıya mıhlandı.

 

İşte Azrail'in geliyor Deniz. Ölmeye hazır ol.

 

Diyen iç sesim ile bir adım geriledim. Kulaklarıma gelen ayak sesleri daha da yaklaşırken kasılmaya başlayan bedenime inat,

 

" Yok ya!
O kadar da kolay değil! "

 

Dedim içime içime. Hızla odanın içinde dolaşan göz bebeklerim gözüme çarpan çini abajur ile durdu. Pis bir gülümseme ile bir kaç adımda abajurun yanına gelerek hızla lamba bölümünü çıkarıp kenara bıraktıktan sonra elimde çini koşar adım kapının yanındaki sandalyeyi kapının arkasına koyup üzerine çıktım. Adamdaki boy deve gibiydi. Ancak bu şekilde yetişebilirdim. Yaptığım şeyle kısa bir an dejavu yaşarken sanki daha öncede böyle birşey yapmışım gibi hissediyordum. Duyduğum anahtar sesiyle kendime gelirken derin bir nefes alıp verdim. Dışarıdaki zalim içeriye girerken yutkunmama engel olamadım. Evet bu zalim deve bana işkence yapabilir, beni öldüre bilirdi. Ama bende onda bir iz bırakabilirdim. Bir yanım korkudan kasılsada diğer yanım cesaret diyordu.

 

Önümdeki büyük kapı yavaşça açılırken elimdeki ağır çiniyi havaya kaldırdım. İki adım sonra görüş alanıma giren zalimi görünce elimdeki çiniyi bütün gücümle kafasına geçirdim. Başına aldığı darbe ile büyük bir ağaç gibi yüz üstü yere devrildiğinde hızla sandalyeden inip üzerinden atlayıp diğer tarafa geçtim. Önce yerde yatan bedeni inceledim kısa bir an. Bu adam gerçektende uzun ve iri yarı biriydi. Birde tepeden tırnağa siyah giyimiyle insanı kolayca ürkütebiliyordu.

 

Oyalanma salak. Diyen iç sesimin sayesinde kendime gelip kapıya doğru ilerleyecekken farkettiğim silahla eğilip belindeki silahı çekip aldım. Hayatımda hiç silah kullanmamıştım. Yani hatırladığım kadarıyla. Ama gerekirse kullanırdım. Yani sanırım. Öleceksem en azından bir kişiyi yanıma alacaktım.

 

Elimde silah hızla çıktım kapıdan. Aşağı merdivenlere yöneldim hemen. Basamakları sarsak adımlarla hızlı hızlı inip nihayet salon olan yere geldiğimde etrafıma bakındım. Birilerine yakalanmak şuan istediğim son şey bile değildi. Temkinli şekilde çıkış kapısına yöneldiğimde, mutfak olduğunu tahmin ettiğim kapıdan elinde fincan orta yaşlarda biri çıkınca elimdeki silahı anında yüzüne doğrultum. Şaşırmış gözleri üzerimde bir kaç saniye bekledikten sonra,

 

" Sakin ol uşak ben sağa zarar vermam, da!"

 

Diyerek yürümeye devam etti. Çıkış kapısıyla aramda yerini alırken elimdeki silah hâlâ yüzüne dönük,

 

" Çekil önümden." Dedim.

 

Gözleri önce elimdeki silahta sonra gözlerimde dolaştı.

 

" Önce piraz konuşalum mu? "

 

Yukarıdaki zalim uyanmadan bir an önce burdan gitmeliydim. Sinirle,

 

" Konuşmak falan istemiyorum çekil önümden hamsi! "

 

Dedim bağırarak. Söylediğim şeyi komik bulmuş olacak ki gülümseyerek elindeki fincandan bir yudum aldı. Bakışları arkamdaki merdivenlerde,

 

" Benca düşunduğumuzden hizli haturlayacak uşak." Dedi.

 

" Bence de."

 

Duyduğum sesle anında arkamı döndüm. Kocaman gözlerle bakarken,

 

" Siktir! " Dedim.

 

Az önce kafasına abajur geçirdiğim adam hiç birşey olmamış gibi elleri ceplerinde merdivenlerden iniyordu.

 

" Sen...
Ama nasıl? "

 

" Kıytırık bir abajurla beni öldürebileceğini falan mı sanmıştın."

 

Dedi gülümseyerek. O nasıl bu kadar rahat ben nasıl bu kadar şanssız olabilirdim. Adamın kafası taşdan yontulmuş olmalı. Diye düşündüm anlık. O abajuru kafasına yiyen ben olsaydım değil dakika iki gün kendime gelemezdim herhalde.

 

İki elimle tuttuğum silahı bir hamsiye bir Kurtoğlun'a çevirerek geriledim. O ise hâlâ üzerime doğru geliyordu.

 

" Uzak durun benden. Yemin ederim acımadan vururum sizi."

 

" Biliyorum yaparsın."

 

Dedi Derman kısa adımlarla yürümeye devam ederken. O yürüdükçe ben biraz daha geriledim. Titreyen elimdeki silah hâlen ikisi arasında gidip geliyorken yaşlı olan koltuğa geçip oturdu. O elindekini içmeye devam ederken Derman tam karşımda durdu.

 

" Tabi içinde kurşun olsaydı."

 

Dedi. Ellerini ceplerinden çıkarırken gözleri üzerimde geziyordu. Uzattığı eliyle,

 

" Ver hadi." Dedi.

 

" Zaten boş! "

 

Kendinden gayet emindi bakışları. Ama, ona inanacak kadar aptal değildim.
Gülümsedim.

 

" Yemezler Kurtoğlu.
Uzak dur benden yoksa ölürken senide götürürüm yanımda."

 

" Üşüyorsun? " Dedi bu kez.

 

Gözleri ellerim ve titreyen bacaklarım arasında gidip geliyordu. Ve gözleri...
Gözlerindeki ifade görmeyi beklediğim bir ifade değildi. Sanki...
Hayır hayır. Kurtoğlu kim üzülmek kim.

 

" Semra! "

 

Diye bağırdığında korkuyla sıçradım yerimde. Mutfaktan çıkan kadına battaniye getir Dedi. Kadın hızlı adımlarla üst kata çıkarken,

 

" Elmas elindekini ver ve otur. Konuşacağız!
Her şeyi!
Anlatman ve anlaman gerekenler var."

 

Yine Elmas demişti. Takıldığım bu kelimeyi bir kenara bırakıp,

 

" Sana inanmıyorum." Dedim.

 

" Sen acımasız, zalim, piskopat bir katilsin. Beni de öldüreceksin değil mi? İşkence ede..." demiştim ki,

 

" Asla! " Dedi kaşları çatık.

 

" Sana asla zarar vermem! "

 

Son derece ciddi olan sözleri ve bakışlarıyla şaşırsamda inanmadım. Eli hâlâ havada silahı vermemi bekliyordu. Sakince başımı iki yana salladım.

 

" İnanmam."

 

Diyerek çıkış kapısına doğru adımlamak isterken bir anda elimi tutup silahla birlikte havaya kaldırırken bir kolunu belime sarıp kendine çekti. O anda bir şey oldu. Yukarıda duyduğun o tanıdık kokuyu yeniden aldım. Ne oluyor bu koku ona mı ait demeye kalmadan silahı alarak beni bıraktı. Kolundan kurtulup geriye adımlarken dahada titremeye başlayan bedenimi sabit tutmaya çalışıyordum. Elinde silah bana bakıyordu şuan. Hem hissettiğim korku hem karışık aklım hemde gelen üşüme hissiyle gerilerken kendimi arkamdaki koltukta buldum. Kollarımı kendime sararken bacaklarımı kendime çektim.

 

" Beni öldüreceksin değil mi? "

 

Derken Semra denen kadın elinde battaniye ile geldi. Derman silahını belinin arkasına taktıktan sonra kadından aldığın battaniyeyi getirip nazikçe üzerime örttü. Yok yok! Hiç normal değildi bu durum. Sanırım kâbus içinde bir rüya daha görünüyordum. Hâlâ uyuyor olmalıydım.

 

" Semra çay getir! Sıcak olsun! "

 

Dedikten sonra karşımdaki koltuğa geçip oturduğunda ben hâlâ alık alık bir ona bir hamsiye bakıyordum.

 

" Anladım.
Öldürmeden önce son kez iyi davranıyorsun kurbanlarına. "

 

" Birincisi." dedi sert sesiyle.

 

" Öldürmek istediğim hiç kimseye iyi davranmam. İkincisi sana asla zarar vermem."

 

Bunu söylerken sesi aniden yumuşamıştı. Bu sırada Semra elinde küçük bir tepsi, büyük kupa bir bardak ile geldi. Buram buram taze demlenmiş çay kokuyordu. Kadın bana ben bir kadına bir karşımda beni izleyen adama baktım. Başımı iki yana salladım hızlıca. Bu adama güvenmiyordum. İçine zehir dahil herşeyi kattırmış olma ihtimali kafama kafama vuruyordu çünkü. Yerinden hızla kalkıp birden yanımda durunca korkuyla yüzüme çektim battaniyeyi. Bir süre battaniyenin altında öylece bekledim. Hiç bir hareket olmayınca battaniyeyi yavaşça aşağıya indirip elinde bardak beni izleyen zalime baktım. Gözlerinde yine o bakış vardı.
Fırsat bu fırsat,

 

" Bırak beni gideyim."

 

dedim mırıltılı sesimle. Bunu söylerken çokta umutlu değildim açıkçası. Elindeki bardaktan bir yudum alıp yuttu. Sonrada battaniyenin altındaki elimi çıkarıp avucuma verdi bardağı.

 

" İçinde birşey yok. İç."

 

Diyerek gerilerken canı oldukça sıkkındı bu kez. Sanırım bana kızmıştı.
Arkasındaki koltuğa oturdu.
Gözlerini gözlerime dikti. Çenesiyle hadi iç isareti yapınca boş mideme birşeyler girmesi adına bir kaç yudum aldım.

 

" Elmas." Dedi.

 

" Deniz." Dedim.

 

" Adım Deniz."

 

" Hayır.
Senin adın ne Deniz nede başka bir şey.
Adın Elmas Demirsoy."

 

Kıpırdamadan saf saf ve sırayla karşımdaki iki adama bakıyordum.

 

" Gerçekten hiçbir şey hatırlamıyor musun Elmas? "

 

Dediğinde son attığım tur Derman Kurtoğlu'nda kaldı.

 

" 21 yaşında olduğunu, yetiştirme yurdunda büyüdüğünü,
Sosyal bilimler okuduğunu, küçük bir mahallede 2 kız arkadaşınla, Sevgi ve İlknur ile birlikte aynı evde yaşadığını hatırlamıyormusun? "

 

Söylediği şeylerle kaşlarım havada gözlerim sonuna kadar açık baka kaldım yüzüne. Bu adam benimle ilgili benim bilmediğim birşeyler mi biliyordu. Az sonra elini cebine sokup çıkararak bana doğru uzattı.

 

" Ya bunu." Dedi avucunu açarak.

 

Elinde gördüğüm altın yüzüğe bakarken,

 

" Ya beni!?
Evlenme teklifini kabul ettiğin adamı? "

 

Bu son damla oldu.

 

" Neh! " dedim ayağa fırlayarak. Elimdeki bardak yere düşüp sehbahanın altına doğru yuvarlanırken o sadece bana bakıyordu.

 

Bir, karşımda bana dikilen mavilerin sahibi Kurtoğlu'na bir de diğer koltukta oturan adama baktım. Birşeyler dönüyor diye düşündüm. Bilmediğim birşeyler. Yoksa Ökkeş domuzu beni bu herife satmış olabilir mi diye bile düşündüm anlık.

 

" Ne diyorsunuz siz?
Bu nasıl bir oyun. Ne boklar dönüyor burda."

 

Dedim bağırarak.

 

" Elmas sakin ol. Otur yerine. Bugün herşeyi konuşup çözeceğiz. Önce ben anlatacağım sonra sen."

 

" Ne oluyor neden bahsediyorsun hiç bir şey anlamıyorum."

 

" Otur uşak anlayacasun."

 

Yan koltukta ki adama baktım.

 

" Başundaki yara nasil oldu hatirlaimisun? "

 

Söylediği cümle ile elimi başımın üzerine koydum. Hatırlamıyordum. Sadece o değil hiç bir şey hatırlamıyordum.

 

" O yaraya sebep olan şey hafızanı da sildi değil mi? "

 

Derman Kurtoğlu'ydu bu kez konuşan.

 

" Doğru değil mi?
Hafızanı kaybettin. Ama nasıl olduğunu bilmiyorsun. Bu garip hallerin bu yüzden. Değil mi? "

 

Kendimi koltuğa bıraktım. Sıktığım yumruklarımı dizlerime bastırırken gözlerim hâlâ bana bakan mavilerdeydi. Düşündüm. Sadece düşündüm bir süre. Sonunda dayanamayıp kahkahayı patlattım. Bu iki adam sonunda sinirlerimi bozmayı başarmışlardı gerçekten. Ellerim karnımda kahkaha atarak delirmiş gibi gülmeye devam ederken bana çevrilen şaşkın bakışlarla dahada arttı kahkahalarım.

 

" Siz...
Siz beni tanıyor olamazsınız! Yer altı dünyasının ağa babasının tanıdığı biri olamamam. Kesin dalga geçiyorsunuz benimle. Yok okuyor muşum da, yok iki kız arkadaşımla yaşıyor muşum da. "

 

Bir kahkaha daha patlattıktan sonra gözümdeki yaşları silerken konuşmaya devam ettim.

 

" Hafızamı kaybettiğimi nerden öğrendiniz bilmiyorum ama söylediklerinize inanma mı beklemeyin benden. "

 

Bir yandan nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Derin bir nefes alarak,

 

"Kooooskoca mafya babası Derman Kurtoğlu! Ayıp sana ayıp! Kalıbından utan! "

 

Dedim gülmemeye çalışarak. Şuan delirmiş olmalıydım. Bu zalime söylenecek laf mıydı bu?
Anında çatık kaşlarla baktı yüzüme.

 

" Bu kadar mı yokluktasında bana kadar düştün."

 

Dirseği kolçakta elini alnına bastırarak ovalarken kaşlarının altından çakmak çakmak mavilerle bana bakıyordu. Şuan gözümde hiç bir korkutuculuğu kalmamıştı doğrusu.
Yada ben gerçekten hâlâ rüya görüyordum.

 

" Elmasss."

 

Dedi dişlerinin arasından.
Sanırım biraz erken konuşmuştum. Zira tıslayan sesiyle tüylerimin diken diken olmasına engel olamamıştım.

 

Şuan gerçekten çok ciddi bakıyordu. Bir süre o gözlere baktım. Sonra yandaki adama, sonra yine o mavilere. Söyledikleri doğru muydu?

 

" İspat et Kurtoğlu! "

 

Dedim dolan gözlerimle.

 

" İspat edin!" Diye bağırdım.

 

" Çünkü son kırk günde o kadar çok şey yaşadım ki kendimi öldürmeyi bile düşündüm.
Beni tanıdığınızı yada benim sizi tanıdığımı ispat edin! Yoksa yarım aklımı da kaybedecem! "

 

Ayağa kalkıp bir adımda yanıma gelerek oturdu. Koltuktaki battaniyeyi alıp üzerime örterken,

 

" Titriyorsun. " Dedi.

 

O ana kadar farkında değildim ama bütün kaslarım geriliyordu.

 

" Sen hep üşürsün. Soğuğu sevmezsin. Paniklediğinde, korktuğunda yada soğukta kaldığında bir yaprak gibi titrersin. "

 

Dedikleri doğru olsada tekrar ettim.

 

" İspatla."

 

" İspatı yolda gelmek üzere."

 

Demiştiki salon kapısından paldır küldür birileri girdi. İkisi kız üçü erkekti gelenlerin. Öndeki kızlar kocaman gözlerle bize bakıyorlardı.

 

" Elmas." Diye cırladı kısa saçlı olan.

 

" Gerçekten Elmas."

 

Dedi uzun saçlı kız. Derman kalkarken kızlar koşarak yanıma geldiler. İki taraftan sımsıkı sarılırken ağlıyorlardı. Bense hâlâ anlamaz şekilde kaskatı kesilmiş boşluğa bakıyordum.

 

***************************

 

Evet canlarım bölüm sonu.
Gelecek bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın ♥️🌹

 

Loading...
0%