15. Bölüm

14. BÖLÜM

A
azberbatxlw

Yazar'ın Ağızından;

 

22 Aralık 1999, Trabzon:

 

"Watarumma fihi min aiibin siwa

Annahu mara kalamhil bashari

Saddadas sahma wassamma wa rama

Fafu aadii nuhbat ulmuhftarisi

Walladzi ajraa dumuu'ii indaama

İndaama a'radthaa min ghairi sabab

Dha' alaa shadiya yumnaaka famaa

Ajdar alma'a bi'idhfaa' ilahab"

 

Gökhan Demirci daha 40 günlük olan kızı Arya'ya öğlen uyuması için ninni söylüyordu.

 

Ama pek başarılı olduğu söylenemezdi, küçük kızı uyumak yerine yattığı yerde hareket ediyor yeni keşfettiği mimikleri ile babasına gülümsüyordu.

 

Arya bebek sabah uykularını sevmiyordu lakin gece uykusuna asla hayır demiyordu, eşi Feraye ile gece uyutunca sesi çıkmıyor en fazla 2 dakika içerisinde uykuya dalıyordu.

 

Gökhan karısına "Biz onu sabahları uyutmayalım bence, geceleri uyusun" derken

Doktor olan eşi Feraye "Öyle bir şey olmaz canım, bu aylardaki bebeklerin büyümesi için sık sık uyuması gerekiyor" diyordu.

 

Genelde Arya bebeği sabahları annesi uyuturdu ama şu anda eşyaları toparladığı için bu görev babasına kalmıştı.

 

Gökhan Demirci ve Eşi Feraye Demirci tam tamına 3.5 yıldır Trabzon'daydı ikiside görevleri dolayısıyla buraya gelmişlerdi ama şimdi tekrardan memleketleri olan İstanbul'a dönüyorlardı, Trabzon'a 2 kişi gelmişlerdi bu sefer 3 kişi olarak istanbul'a gidiyorlardı.

 

Gökhan karısına benzeyen küçük kızını kucağına aldı "Sende uyumak istemiyorsun değil mi kızım?" diye sordu tatlı diliyle.

 

Kızı anlamsız sesler çıkardı sadece, gözleri buğuluydu 6 aydan sonra açılacaktı eşi öyle söylemişti, ama kokularından anne ve babasını tanıyordu bide tabi seslerinden.

 

Gökhan ve Küçük Arya'nın romantik bakışmalarını sonlandıran şey ise kapının alacaklılar gibi çalması olmuştu.

 

Gökhan derin bir nefes verdi, sakince "Geliyorum!" dedi ve kapıyı açtı.

 

Kapıyı açtığında apartman yöneticisiyle karşılaştı. “Taşınma için gelen nakliyeciler aşağıda bekliyor Gökhan Bey, biraz acele edin isterseniz,” dedi adam aceleci bir ifadeyle.

 

“Tamam, geliyoruz,” dedi Gökhan kısa bir tebessümle, sonra içeri döndü.

 

Feraye, son koliyi bantlarken saçlarını ensesinden gevşekçe toplamıştı. “Her şey hazır,” dedi, “sadece Arya kaldı.”

 

“Onu da ben hallederim,” dedi Gökhan, beşiğe yanaşıp kızını tekrar kucağına aldı. Arya yavaş yavaş gözlerini kapamış, nihayet yorgun düşmüş gibiydi. Feraye ile göz göze geldiler; sessizce gülümsediler.

 

....

 

Yolculuk başlamıştı.

 

Hava pusluydu, Karadeniz’in sisli, kasvetli kış günlerinden biri… Otomobilde bebek koltuğuna yerleştirilen Arya bebek henüz tam olarak uyumamıştı. Gökhan’ın mırıldanarak ninnisini söylemsesi Feraye'nin gülümsemesine sebep oldu.

 

“Bu sefer uyudu galiba,” dedi fısıldayarak Gökhan.

 

“Evet… Ama senin ninnilerini biraz daha pratik dışı, geliştirmen lazım” diyerek kocasına takıldı Feraye.

 

Yokuşları aşarken, Trabzon'un kıyı şeridinden içeri kıvrılan yollar birer birer geride kalıyordu. İstanbul’a dönüyorlardı. Onlar için yeni bir sayfa başlıyordu. Üç kişi olarak…

 

Sonra…

 

Bir fren sesi.

 

Bir far patlaması gibi ani, kör edici bir ışık.

 

Gökhan son anda direksiyonu kırmaya çalıştı ama yoldaki buz çoktan donmuştu.

 

Bir tır, keskin bir virajda kayarak şeride taştı.

 

Çarpışma sesi, metal şeridin bükülmesiyle yankılandı vadide. Arabaları, yol kenarındaki boşluğa savruldu. Birkaç saniyelik sessizlik, ardından uzaklardan gelen bir bebek ağlaması vardı…

 

Kurtarma ekipleri olay yerine ulaştığında arabayı tanınmaz halde buldular. Gökhan Demirci olay yerinde hayatını kaybetmişti. Feraye ise ağır yaralıydı, ambulansla hastaneye kaldırıldı fakat yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamamıştı.

 

Ama kızları Arya… mucizevi bir şekilde, yalnızca küçük çiziklerle kurtulmuştu. Bebek koltuğundaki kemer, doğru takılmıştı. Aracın arka kısmı daha az darbe almıştı. Ağlıyordu. Annesini ararcasına, babasını istercesine… Gözleri hala buğuluydu, ama dünyayı artık başka bir yalnızlıkla görecekti.

 

O günün sabahında Arya bebek, Trabzon’dan İstanbul’a ailesiyle gitmek üzere yola çıkmıştı.

 

O gecenin sonunda, Arya bebek Amcası Bülent ve Teyzesi Zuhal ile İstanbul’a vardığında annesiyle babası onu bir daha görememek üzere başka bir dünyaya göçüp gitmişlerdi…

 

 

İstanbul – 2025

 

Atlas, sinirle duvarları yumrukladı, öfkeli bir şekilde bir sağa bir sola yürüyordu. Parmak eklemleri kan içinde kalmıştı ama acıyı hissetmiyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. O ana kadar içten içe bastırdığı öfke, Arya'nın kaçırıldığını öğrendiği an infilak etmişti.

 

“Boğaç!” diye haykırdı Atlas.

 

Sessizlikte yalnızca Atlas’ın nefesi duyuluyordu. Derin, kontrolsüz, yakıcı.

 

Boğaç yerinden kalktı, gözleri küçüldü. “Sakin ol Atlas, şu an hiçbir şey—”

 

“Sakin mi olayım?” diye kesti Boğaç'ın sözünü Atlas, yumruğunu masaya indirdi. “Bana 'Kartal böyle bir şey yapmaz' demiştin! Ama ne oldu şimdi? Arya yok, Zeynep'ide bayıltp s!kt!r olup gitti! P*z*venk” dedi öfkeyle.

 

Atlas bir adım daha yaklaştı, alçak sesle ama tehditkâr bir tonla konuştu: “Madem öyle Kartal Polat Arya’yı bize getirene kadar Büşra Polat bizim misafirimiz olacak Boğaç Kıraçoğlu.” dedi.

 

Boğaç tereddüt etti.

 

Barbaros "Bak benim kardeşim masum onu bu işlere karıştırma lütfen" dedi sakince.

 

Ama Atlas geri adım atmadı. Gözleri hâlâ kanla bulanmış gibiydi. “Ben artık hiçbirinize güvenmiyorum, ya bize Arya'yı getirin ya da Büşra Polat ömür boyu bizim misafirimiz olsun, tercih sizin Kıraçoğlu!" dedi kendinden emin bir şekilde.

 

Atlas'ın bu sözümden sonra odadaki herkes sessizliğe gömüldü.

 

Büşra Polat ve Barbaros Şahin ne kadar dil dökseler de Atlas Sezgin'i bu kararından vazgeçiremedi.

 

...

 

Bir gün sonra – Eski mezbaha

 

Kartal, bir zamanlar bacanağı Barbaros’u kaçırdığı ıssız mezbahaya gelmişlerdi. Şimdi ise oraya Arya’yı getirmişti.

 

Kız hâlâ şoktaydı. Ellerini çözmeye çalışıyor, zaman zaman çığlık atıyor ama sesini bastıran duvarlardan yankılanan sessizlik her şeyi yutuyordu.

 

Bir gün boyunca yemek vermedi ona Kartal Polat. Su bile... Gabriel Wallace'den aldığı emir buydu, yarın ise ona teslim edecek ondan kurtulacaktı.

 

En azından Kartal Polat öyle zannediyordu ama onun en değerlisine zarar vereceğini henüz bilmiyordu.

 

Sadece duvarlardaki nemli rutubet, Arya’nın soluk alışverişine eşlik ediyordu. Psikolojik baskı bir çember gibiydi, daraldıkça daraldı.

 

Arya bulduğu her fırsatta kaçmaya çalıştı. Duvarlara tırmandı, kapının menteşelerini zorladı, çığlık attı ama Kartal Polat'ın adamları tarafından hep yeniden yakalandı.

 

O gün, Kartal’ın wasıtası ve Gabriel Wallace'in talimatıyla ona zihin bulanıklığına sebep olacak bir serum verildi. Fazlası Arya'nın dengesini bozdu. Göz kapakları ağırlaşmıştı. Vücudu ise titriyordu.

 

 

---

 

Aynı saatlerde – Şehir merkezi

 

Zeynep İzgi, Komutanı Atlas'ın emri ile Büşra’yı sorguya çekiyordu. “Bize kocanın Arya'yı nerede tuttuğunu söyle Büşra. Kız ölebilir!”

 

Büşra biraz düşündü sonra gözlerini kaçırarak. “Kesin bilmiyorum... Ama... Kartal’ın aylar önce kullandığı o mezbaha olabilir... Şehrin kuzeybatısında, ormanlıkta.”

 

Zeynep hemen Büşra'nın anlattıklarını Ölüm timine anlattı ve Arya'yı kurtarmak için harekete geçtiler. Büşra da onlarla birlikte gidecekti. Herkesin vicdanı paramparçaydı, ama Atlas’ın öfkesinden çok kardeşi gibi gördüğü Arya’nın kaybolmasının acısı daha ağır basıyordu.

 

....

 

Mezbahaya varış – Gece yarısı

 

Rüzgar Koraslan el feneriyle etrafı tarıyordu, neredeyse yarım saattir Arya'yı arıyordu ormanda, bir an durdu.“Arya!” diye seslendi.

 

Küçük bir çukurun içinde Arya baygın bir halde yatıyordu. Dudakları kurumuş, yüzü solgun, nabzı zayıftı. Hemen kucağına aldı.

 

Zeynep İzgi ve Atlas Sezgin, öfke ve korku dolu gözlerle etrafı kontrol ederken, Rüzgar ormanın çıkışına gelen ambulansla çoktan en yakın hastaneye doğru yola çıkmıştı. Hastaneye vardıklarında ise Arya'yı acil müdahaleye almışlardı. Tahliller, serumlar ve yoğun bir gözlem...

 

 

İki gün sonra – İstanbul mezarlığı

 

Arya nihayet taburcu olmuştu. Vücudu zayıf ama bilinci açıktı. Sadece biraz halsizdi, ama gözleriyle her şeyi anlatabiliyordu.

 

Rüzgar, Arya, Kağan ve Miran ise komutanları Atlas'ın talimatı ile eve geçmişlerdi.

 

...

 

Zeynep İzgi'nin (Mermi) Ağızından;

 

Atlas'la beraber mezarlıklara gelmiştik.

 

Taş döşeli yolda Atlas'la beraber el ele yürüyorduk. Elinde bir buket çiçek vardı, Karanfil.

 

"Bizim mezarlıkta ne işimiz var Sıddık" diyerek içimden sordum.

 

Sıddık "Hayır yapmaya geldin be Zeyno! Bi

sus be! 3 ihlas 1 elham oku ölmüşlere, en azından bir sevaba girersin"

 

Mezar taşının üzerindeki ismi görünce şok olmuştum.

 

"Barlas Efe Demirci"

"Anne Adı: Feraye

"Baba Adı: Gökhan

"Doğum Yılı: 1996

"Ölüm Yılı: 1996

"Ruhuna Fatiha"

 

Bu Arya'nın abisiydi, belgesinde anne ve babasının ismini görmüştüm çünkü, ama aklımda bir soru vardı: Bizim burada ne işimiz var? ve Buraya ne için geldik?

 

Atlas mezarın başına geldi, mezarın taşını nazikçe okşadı. bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu: "Sende burada ne işim olduğunu soruyorsun değil mi Barlas?" diye sordu.

 

Mezarlıktan bir cevap gelmedi.

 

Atlas "Tamam, tamam söylüyorüm Barlas, sen benim yüzümden burada yatıyorsun rüyalarıma girip 'Mutlu ol ve kendine birini bul' demiştin hatırlıyor musun?, işte o kişiyi buldum ve seninle tanıştırmaya getirdim" Ve bana döndü, montunun iç cebinden bir kutu çıkardı "Ben sana aşığım Zeynep İzgi benimle çıkar mısın? Gözlerinle benim kurak topraklarımı yeşillendirir misin?" dedi romantik bir şekilde.

 

Bir süre şoka girdim, düşündüm durdum, ve gülerek Atlas'a "Evet ! seninle çıkarım, senin kurak topraklarını bir ömür boyu yeşillendiririm Atlas Sezgin" dedim.

 

Aylardır hayalini kurduğum şeyi yapıp Atlas'ı kendime çektim ve dudağını dudaklarımla yapıştırdım, ve bu huzur dolu andan hiç ayrılmamak üzere öylece kaldık.

 

 

~~~

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Umarım beğenirsiniz, neyse 15. Bölümde görüşmek üzere hoşçakalın sağlıcakla kalın 🍀

 

 

 

 

 

Bölüm : 08.07.2025 02:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...