@azediala
|
BS 176 CALEBORN Rüzgâr çılgınca bir güçle esiyor, önüne gelen her şeyi fırlatıp atıyordu. Nefes keser* kadar keskin kanatları, derin yaralar açıyordu ay ışığı kadar beyaz teninde. Çıplak ayaklarının taşa, toprağa değe değe gitmesine, yara ve kanlar içinde kalmasına aldırış etmiyordu zira yaraları, o güzel ayakları altında ezilen canlardan daha acı verici değildi. Uzakta ama ulaşabileceği kadar da yakında, tepede duran tahtla arasındaki mesafeyi kat ederken batıp duruyordu ayakları döktüğü kanlardan kana kana içen toprakta. Arkalığı uzun, tepesine kurt oymaları işlenmiş tahta ulaşmak zorundaydı. Tüm hayatı boyunca bunun hayalini kurmuş, sevdiği adamı ilk gördüğünden beri onun olabilmek için önüne çıkan her engeli aşmaya çalışmıştı. Şimdi ise önündeydi. Nihayet. Ayağının altında bir şeyler hareketlenip bileğini kavradığında başını yere eğdi. Yeşim yeşili gözleri, ayak bileğini tutan kişinin bizzat kendisi olduğunu anladığında dehşetle soldu. Hafiften kırışıklıkları belli, olgun bir yüzdü gördüğü. Bir an için öylece durup kendine bakmak istedi fakat tahta ulaşmak zorundaydı. Kuzey tahtına gidip oturmalıydı. Ayağını kurtarmaya çalıştı ancak tam arkasından, bir başka el daha sol ayak bileğini kavradığında dengesini kaybedip yere düştü. Başını oraya çevirdiğinde ise gördüğü yüz yine kendisiydi. Daha genç haliydi. On yaşındaki haline benziyordu. İkisinden de kurtulup ayağa kalkmaya çalıştı fakat hem küçük kendisinin hem de olgun kendisinin yüzleri gözlerinin önünde erimeye başlayıp derileri erimiş bir altın gibi ama korkutucu bir biçimde akarken kanlı ve çamurlu toprak da bir anda bedeni altında kaymaya başladı. Tüm vücudu batıyordu artık. "Hepsi senin yüzünden..." "Hırs gözünü döndürmeseydi..." "Neden, kardeşim?" "Prenses Daena... Prenses Daena!" Rüzgârla sallanan yapraklar altındaki bedeni aniden titredi ve gözünü açtı. Uykudan uyanmanın verdiği sersemlikle kaşları çatılmış, gözleri kısılmıştı. Beni neden rahatsız ediyorsunuz, dercesine bakıyordu şimdi hizmetkârlarına. "Ne var?" dedi kabaca, birazcık bile nezaket tınısı barındırmadan. Bu kadar değildi fakat ne zaman uykudan uyansa bir şeyler pek umurunda olmazdı. Özellikle de öğle aralarında kısa bir süre kestirirken. Sarayın bahçesindeki dev akçaağacın altına uzanıp biraz rahatlamak istemişti sadece. Uyuyakalmak planında yoktu her zamanki gibi. Leydi Marga ciddiyetle eğildi. "Rahatsızlık verdiğimiz için bizi bağışlayın, prenses, lâkin majesteleri Kral, kardeşiniz Prenses Meara'nın dönüşü için sizi bekliyor." Kardeşi Meara'dan yakın zamanda gelen mektupta, Saraydan uzak kaldığı yıllar ardından dönmeye karar verdiği yazıyordu. İki haftalık bir yol ardından geleceğini biliyorlardı ama tahmin ettikleri gün bugün değildi. "Bu kadar erken mi?" Hemen ayağa kalktı. Kardeşinin gelişinin haberiyle uyku sersemliği uçup gitmişti. Uyurken bozulmuş veya dağılmış olacağı ihtimaline karşılık elleriyle saçlarını düzeltmeye çalıştı. "Nasıl görünüyorum?" "Her zamanki gibi güzelsiniz," dedi leydi Sarah neşeyle. Daena'nın en sevdiği hizmetkârları arasındaydı. Bütün leydilerini severdi prenses ancak neşesi ve güler yüzü nedeniyle Sarah'ı özel olarak, daha çok seviyordu. Hizmetkârı değil de arkadaşı gibiydi. "O halde hemen yüzümü yıkayayım, oradan da babamın yanına gideriz." Kendisi önde, hizmetkârları hemen ardında saraya doğru ilerledi. Uzun koridorlardan, avludan ve saray yönetiminin bulunduğu kalabalık kattan geçerken onu gören bütün asiller ve çalışanlar eğilerek saygılarını ve selamlarını bahşetmişti. Gördüğü ilgi ve saygı üzerine Leydi Sarah'ın koluna girip kıkırdadı. Odasına geldiğinde vakit kaybetmeden elini yüzünü soğuk suyla yıkayıp iyice kendine geldi. Aynasının karşısına geçtiğinde hizmetkârları elbisesini ve saçlarını düzeltti. Eli, boş olan boynuna gittiğinde aklına, babasının ona on ikinci yaş hediyesi olan mücevher takımı geldi. "Amber takımımı getirin," dedi bu sefer pek de kaba olmayan br tonda. Aynı takımı o zamanlar ikizi de istemiş ve birlikte kullanmayı önermişti ancak kabul etmemişti Daena gıcıklık yapmak için. Zaten ondan kısa bir süre sonra da kız kardeşi, bir nevi, eğitim görmek adına Rothkalden'e gitmişti. Şimdi onu karşılarken de bu takıları takacaktı. Durumu, yani karşılaşmalarını tatlı bir hale getirme şekli olacaktı bu. Hizmetkârları, amber takımını getirdiğinde Sarah kolyeyi, Marga küpeleri ve Anna da bilekliğiyle ilgilendi. Takımlar artık incecik bedeni üzerinde parıl parlarken Sarah Daena'nın son zamanlarda en beğendiği hoş kokuyu boynuna sürdü. Koku limon ağaçları gibi kokuyordu ve Prenses için özel olarak Myrth'li bir tacirden getirttirilmişti. "Hazırım," dedi Daena kendinden emin bir şekilde. İyi göründüğüne o kadar emindi ki aynada kendine son kez bakma ihtiyacı duymadı bile. Hizmetkârlarıyla birlikte odasından çıkıp sarayın ana giriş kapısına doğru, özgüvenli bakışları ve kendinden emin duruşuyla ilerledi. Nihayet vardığında birçok bakış yeniden ona odaklandı. Asil lortlar leydiler saygıyla eğilirken onlara kısa bir tebessüm sunup hızlı adımlarla babasının yanındaki yerini aldı. "Sonunda gelebildin," dedi Kral Auron. "Neredeyse kaybolduğunu sanacaktım." Daena, Kral babasının önünde saygıyla eğilip hiç gecikmeden, hoşlanmadığını bile bile sulu bir öpücük kondurdu yanağına. "Akçaağacın altında keyifli dakikalar geçiriyordum, kusuruma bakma lütfen." Kral çarpık bir gülüş sundu kızına. "Uyukluyordun yani bir yerlerde," diye fısıldadı. "Bazen bir prenses mi yoksa tembel bir prens mi yetiştirdiğimi çözemiyorum." Daena gülme ihtiyacını bastırmak için dudaklarını birbirine bastırdı. Bu yönünü birçok asilin bildiğine emindi, yine de herkese açık şekilde belirtmelerine hiç gerek yoktu. O asillerin asiliydi, öyle durmalıydı. "Yetiştirdiğin 'prens' Meara olsa gerek. O varken bir erkek evlada ihtiyacın olamaz." dedi şakayla karışık bir ciddiyetle. Ellerinde, babasının tahtını bırakabileceği bir erkek varisi olmaması gibi bir sorun vardı ve bu konu her geçen gün konseyin ve özellikle de babasının baş ağrısı olup duruyordu. Ne var ki Meara geliyordu. O, babasını varis derdinden kurtarabilirdi. En azından Daena böyle düşünüyordu. Kız kardeşinin erkeklerden farkı yoktu. O ve Irinessa dikiş nakış saatlerine katılıp yaşıtları ve diğer leydiler ile oturup kek yerken Meara eğitim alanlarında dersler alır, kılıç ve yaylarla oynardı. Bir prenses olmasına karşın lortların oğullarıyla şovalye olup savaşlara katıldıklarını hayal ederdi. Kız kardeşi destanlar ve şiirlerde bahsedilen cesur şovalyelerden ya da krallık adına çalışan kaptanlardan biri, oynadığı lort çocukları ise onun ya yaverleri ya mürettebatındaki adamları ya da düşmanı olurdu. Birbirlerinden uzak kaldıkları yıllarda kardeşinin arzularının daha farklı bir yöne evrilip evrilmediğinden emin değildi ancak bir değişim olmadıysa, gerçekten de babasının bir varise ihtiyacı olmayabilirdi. Geleneklerin aksine krallıkları babadan oğula geçmeyecekti belki ancak en azından Meara da bu krallığı çok daha yükseklere taşıyacak bir yürek olmalıydı. Daena ikizinde o yürek ve arzuyu görürdü zaman zaman. Kraliçe olmak ve halkının refahını daha da yükseltmek isteyen türden bir prensesti. Üstelik çok da sakin ve soğukkanlıydı. Bazı zamanlar onun duygularının olmadığını düşünürdü. Eğer tahta gerekecek varisler çok büyük sorunlara yol açarsa, belki aile içinde bir evlilik düşünülebilirdi. Belki... Dalgalanan sancaklar, gelen atlıların sesleri kulağına iliştikten saniyeler sonra, muhtemelen, kız kardeşini taşıyan at arabası bakış açısına girdiğinde gülümsemesine engel olamadı. Küçükken, aralarındaki bariz farklardan dolayı onunla alay eder ve kızdırırdı. Asil bir prenses gibi değil de, taşralı bir çocuk gibi hareket ettiği ve erkek çocuklarından pek de farkı olmadığını yüzüne söylemekten kaçınmazdı. Tüm bu anılar şimdi yüzünde tebessüme dönüşmüştü. O günleri geride mi bıraktılarını yoksa hâlâ devam mı edeceğini gösterecek anlar gelmişti. Önde kız kardeşinin muhafızları Berrick Brewer ve Arne Fischer aygırlarını durdurup attan indiler ve Kral Auron'un önünde diz çöktüler. "Majesteleri!" "Majesteleri!" İki şovalye de ayağa kalkıp at arabasına ilerlerken arabacı kapıyı açtı. Önce Berrick Brewer'in uzattığı eli tutan zarif el, ardından da tamamen Meara herkesin görüşüne girdi. Yüzünde sakin bir ifade vardı. Ağır adımlarla babasına yaklaştı ve tam karşısında diz çöktü. "Majesteleri." Kral Auron herkesin aşina olduğu o yumuşak ve sevgi dolu bakışlarıyla elini kızının çenesine götürdü ve özlem duyduğu gözlerin ona bakmasını sağladı. Meara ayağa kalktığında gülümsemesi genişledi ve ne bir prensesten beklenmeyecek ne de saray halkının arasında davranmaması gereken şekilde babasının boynuna atladı ve sıkı sıkı sarıldı. "Babacığım," evden uzak kaldığı günler Meara için deneyim ve keyif doluydu ancak babasının direkt yanında olmayışı ve kötü bir senaryoda hemen birbirlerine ulaşamayacakları gerçeği nedeniyle de hep özlem içinde olmuştu. Kendini özgür bir ruh olarak tanımlardı fakat evden ayrı kaldığı yıllarda aslında yuvasına ve ailesine ne kadar bağlı olduğunu ve tek başına yol almanın zorluğunu bizzat görmüştü. Lâkin tanrılara şükür, zarar görmemiş ve gayet sağlıklı bir şekilde geri gelmişti. Evindeydi. Kral Auron, boynuna atlayan kızıyla birlikte yarattığı görüntünün dışarıdan abartı durduğuna emindi ancak saray halkının ne düşündüğüne kafayı takmadı. Konu aile bağları ve birbirlerine olan sevgi olduğunda kızlarının hiçbir şekilde çekinmesine izin vermezdi. Bu konuda daha sert bir imaj çizmenin ve çocuklarını korkutmanın dışarıdaki aç kurtlar için bulunması zor fırsatların kapılarını aralayabileceğini düşünüyordu. Meara ondan ayrıldığında kızını alnından öptü ve alnından düşen saçları kulağının arkasına attı. "Evine hoş geldin, güzel prensesim." Meara en çok da babasının sevecen ve huzur veren gülümsemesini özlemişti. Artık yeniden o gülümsemeyi sık sık görebilecekti. Baba kızın hasret dolu, uzun uzun bakışmasını bölen kişi, ablasını karşılamak için sırada bekleyen Irinessa oldu. "Tanrılar aşkına, Irinessa!" dedi Meara sessizce. Herkesi geride bırakıp gittiğinde kız kardeşi sadece dokuz yaşındaydı. Şimdi ise epey büyümüştü. Boyu uzamış, hatırladığı o çocuksu sima kendini biraz daha kaybetmişti. "Şu güzelliğe bak!" "Henüz senin kadar güzel değilmişim ama!" dedi Irinessa da ablasına sıkı sıkı sarılırken onun da hâlâ güzelliğini koruduğunu belirtmek isteyerek. "İleride senden bile güzel olacağına eminim," dedi hemen Irinessa'nın yanına geçen Daena. Meara bugüne kadar aralarında en güzeli olmuştu her zaman ve bunda hemfikir olmayan yoktu fakat Daena, sadece birkaç yıl içinde Irinessa'nın Meara'dan da güzel olacağını düşünüyor ve bu konuda seve seve iddialara giriyordu. O ve Meara daha çok babasına benzerken babalarının tasvirlerine göre Irinessa ve Lysandra, artık yüzlerini bile hatırlamadıkları merhum annelerine benziyordu. Annelerinin güzel ve saf bir güzelliği olduğu söylenirdi ne zaman bahsi geçse. Bu yüzden Daena'ya göre Irinessa hepsinden çok daha güzel olacaktı. Kızın yüzündeki saflık ve duru güzellik ona bunu söylüyordu. Meara, Irinessa'dan ayrılır ayrılmaz Daena'yla uzun uzun bakıştılar. Onlar ikizdi. Sadece konuşmadan bile birbirlerini anlamaları mümkündü. Birbirlerine olan gizli özlemleri, iki kardeşin gözlerinde varlığını belli ederken Daena Meara'nın ellerini tuttu. "Alay etmek yerine itiraf edeceğim, seni gerçekten özledim." Meara için Daena ile olan kavgalarını unutmak ne mümkündü. Eskiden kardeşleri arasında en az onu sevdiğini düşünürdü ama geride bıraktığı yıllarda onu da çok sevdiğini ve asla diğerlerinden ayıramayacağını, aralarında geçenlerin çocukça kavgalardan başka bir şey olmadığını fark etmişti. Onu sadece kız kardeşi gibi değil, arkadaşı, sırdaşı gibi de görmeye başlamıştı. Bazı zamanlarda, özellikle ayna karşısına geçtiği ve kendine baktığı zamanlarda ise resmen onun ta kendisi olduğunu görmüştü. İkisi sadece fiziksel anlamda değil, karakter olarak da aynıydılar. Bu yüzdendi aralarında çıkan tüm o kavgaların nedeni. "Eminim ben seni daha çok özlemişimdir." "Eve adımını atar atmaz yine benimle yarışmaya mı başlıyorsun? Önce bi' dinlenseydin keşke." İkizler aynı anda, gözlerindeki parıltılarla kıkırdadılar ve hiç beklemeden birbirlerine sarıldılar. Kardeşinden biraz daha uzun olan Meara o kadar sıkı sarılmıştı ki Daena kemiklerinin kırılabileceğini düşündü en sonunda. Meara'nın bu yönüne hep bayılmıştı. Sakin ve sessiz birisi olarak kolay kolay sevgisini belli etmezdi ancak gerçekten değer verdiği birine sarıldığı o anda onun kalbini görmek mümkündü çünkü hiç bırakmayacakmış gibi sarılırdı. Hislerini, sarılışına ve dokunuşlarına yansıtırdı. Birbirlerinden ayrıldıklarında Daena, "Evine hoş geldin, ikizim." dedi herkesin aşinası olduğu sıcacık gülümsemesiyle. En son küçük kardeşi Lysandra ile sarıldıktan ve onu karşılayan lordlar ve saray halkının selamlarını da aldıktan sonra babasından izin isteyerek dinlenmek üzere odasına çekilme kararı aldı. Yol uzun ve yorucuydu fakat onu asıl yoran şey o at arabasının içinde saatlerce tıkılı kalmaktı. Önce güzel bir banyo yapmalı, ardından da akşam ailesiyle yapacağı güzel ve sıcak bir akşam yemeğine hazır olmak adına biraz dinlenerek enerjisini toplamalıydı. Ailesiyle geçireceği samimi ve keyif dolu anlarda özellikle bol bol gülmek için yorgun olmamalıydı. Onlarla yeniden geçirmeye başlayacağı her anın tadını çıkarmak istiyordu. Odasına giderken ona, hemen ardından gelen leydilerinin yanında kız kardeşleri de eşlik etmişti. Sağ koluna Daena, sol koluna Irinessa ve onun yanında da Lysandra vardı. "Sen geleceksin diye odana hiç dokunmadık. Tıpkı bıraktığın gibi," dedi Daena ona hazırladıkları sürprizi tamamen gizleme ihtiyacını bastırarak. Büyük ya da gösterişli bir sürpriz yapmamışlardı aslında fakat hepsi için anlamı büyüktü, tıpkı Meara'ya da olacağı gibi. "Odanda yalnız kaldığında geçmişi epey yad edeceğine eminim." diye ekledi Irinessa Daena ile birbirlerine gülümseyerek bakarken. İkisi de Lysandra'nın ağızından sürprizlerini kaçırmamasını diledi ancak küçük kardeşleri sanki bu anlaşmanın çoktan farkındaymış gibi tek kelime etmemişti. Henüz unutmadığı koridorlardan geçerken anılar işgal etti geri dönmüş prensesin zihnini. Kardeşleriyle saklambaç oynarken saklandığı, şövalye olduğunu hayal ederek tahta kılıcını hayali düşmanınınkiyle çarpıştırdığı ve yine çeşitli oyunlar oynarken koşturduğu bu koridorlar... Çocukluğuna duyduğu özlemle gelen heyecan önce dudaklarının kıvrılmasına neden oldu, ardından ise kız kardeşlerinin kollarından sıyrıldı ve sanki o günleri yad edercesine hoplayıp zıplayarak, dans ederek ve dönerek koridorlarda koşuşturdu. Daena ve Irinessa bir anda oldukları yerde durdular ve şaşkın gözlerle kardeşlerinin bu çocuksu halini izlediler. "Burayı tahmin ettiğimden fazla özlemişim." dedi yeni dönmüş kardeşleri kıkırdayarak. Daena ise Meara'nın bu çocuksu hallerini kaybetmediği için sevinmişti. O an büyümek istemediğini ve hep bu zaman diliminde kalmayı arzuladığını fark etti. İkizinin gelmesi onu gerçekten mutlu etmişti. Hizmetçileri ve leydi arkadaşlarının yanında yeterince kendi olamıyordu. Meara'nın yanındayken olabilirdi ama. O varken kimseye ihtiyacı yoktu. İyi ki geldin, diye iç geçirdi. Kardeşleri ve arkalarındaki leydiler ile Meara'nın peşinden gittiler. Meara ise çoktan odasına girmişti bile. Hâlâ yeterince hava almamış odada başka bir anı dalgası hücum etti Meara'nın zihnine. Odasında kayda değer bir anısı yoktu aslında ama bazı geceler ikizi Daena'yı yanında ister ve sabaha kadar onunla konuşur, gülüşür, eğlenirlerdi. O zamanki sohbetleri önemsizdi belki fakat barındırdığı huzuru düşününce paha biçilemezdi de. Odasının her bir köşesine dikkatle bakarken tıpkı kardeşlerinin dediği gibi en ufak bir değişime rastlamamıştı. Her şey gerçekten de bıraktığı gibiydi. Tek bir şey, tek bir yer hariç. Yatağının karşısında, şöminenin hemen üstündeki boş duvar bir tabloyla süslenmişti. Meara'nın, üzerindeki tanıdık yüzleri anca yaklaştığında fark edebildiği bir tablo... "Bunlar biz miyiz yoksa?" diye sordu şaşkınlıkla. Herhangi bir cevap alamadığı için arkasına döndüğünde kardeşlerinin ve şeydilerinin gülen yüzleriyle karşı karşıya kaldı. Evet, öyleydi. Tekrar tabloya döndü. Bu bir aile resmiydi. En solda ayı andıran gümüş saçlarıyla Daena vardı. Daena'nın yanında duran kişi ise, resimdeki en küçük kişi olması nedeniyle Lysandra'dan başkası değildi. En sağdakinin dalgalı saçlarına bakılacak olursa, o da kendisi olmalıydı. Zaten kardeşleri arasında saçları dalgalı olan tek kişiydi. Hemen kendi yanındaki de Irinessa'ydı. Ortadaki altın sarısı saçları olan güzel kadın da... "Annemiz," dedi Daena elini ikizinin omuzuna yerleştirmeden önce. "Babam çok güzel olduğunu söylerdi. Güzel bir yüzü vs kül ve altın sarısı saçlar olduğunu, sessiz ve ağırbaşlı duruşuyla asil durduğunu... Olabildiğince tariflere uymaya çalıştım ama kesinlikle yansıtamadım." "Hayır, çok güzel olmuş," Meara hem büyülenmiş hem de hiç olmadığı kadar duygulanmıştı. Annelerini fazla tanıma fırsatı bulamamıştı hiçbiri. Irinessa'yı doğurduktan kısa süre sonra yakalandığı ateşli bir hastalıkta kaybetmişlerdi onu. Ona dair anlatılanlar ve akıllarında kalan tek tük görüntülerin anılarıyla biliyorlardı sadece. "Hepimiz giderek büyüyoruz. Annemiz de burada olsaydı seninle çok gurur duyar ve dönüşüne sevinirdi, ikizim." Daena hariç üç kardeş de bu sözler ve annelerinin tablodaki görseliyle derin bir sessizliğe gömülürken çok geçmeden sessizliği Meara bozdu. Daena'ya sıkı sıkı sarıldı. "Teşekkür ederim, kardeşim. Çok teşekkür ederim." İkizi sayesinde buradaki günleri çok daha huzurlu geçecekti. Belki yüzünü artık zar zor hatırladığı annesini rüyalarında görmeye başlayabilirdi bile. Irinessa artık kardeşlerini yalnız bırakmaları gerektiğini hatırlatmak için, "Daena, arzu edersen Meara'nın dinlenmesi için yalnız bırakalım. Uzun bir yoldan geldi, yorgun olmalı. Üstelik bu akşam ve yarın akşam da hareketli geçecek." "Ah, evet!" dedi Daena Meara'nın dönüşü adına yapılan hazırlıkları hatırlayarak. Akşam yemeğini hep birlikte, ailecek yiyeceklerdi. Muhtemelen hatırlanacak birçok anı, birikmiş sohbetler ve yokluğunda kaçırdığı, öğrenmesi gereken yeni konular vardı. Hepsini bir akşam yemeğine sığdıracaklarını düşününce gerçekten de Meara'nın enerjiye ihtiyacı olacaktı. Yarın ise gelişine özel bir davet verilecek ve akşamında da toplu ziyafet yapılacaktı. Daena şimdilik gitmeleri gerektiğini söyleyerek Irinessa ve Lysandra ile birlikte ayrılırken Meara derin bir nefes aldı ve odasını tekrardan süzdü. Yapılacak çok iş vardı fakat hepsinden önce güzelce dinlenip üzerinden yol yorgunluğunu atmalıydı. Hizmetine verilmiş, emirlerini bekleyen yeni leydilerine döndü. "Güzel bir banyo yapmalıyım, küveti hazırlayın ve geceliğimi de. Banyodan sonra da uyuyacağım biraz. Rahatsız edilmeyeceğimden de emin olmak istiyorum," Akşam yemeğini neredeyse unutacaktı. "Ah, bir de akşam için elbisemi ve takılarımı da hazırlayın." Küvetinin hazırlanması, çok olmasa da, biraz vakit alacağı için odada beklemek yerine terasına çıkıp ciğerlerini temiz havayla doldurabilirdi bir süre.
⊱ ♛ ⊰ Banyo yapmak için hazırlattığı küvette temizlenip rahatladıktan sonra yol yorgunluğunu atmak ve akşam yemeği için enerji bulmak adına biraz uyumuştu Meara. Saraya geldiği saatlerde güneş tam tepedeydi. Şimdi ise yeni uyanmış sayılırdı ve güneş de batmaya hazırlanıyordu. Planladığından fazla uyumuştu fakat bunu o kadar da dert etmedi. Nasıl olsa bu gece uyumak yerine kız kardeşleriyle sabaha kadar birlikte kalıp sohbet edecek, dedikodu yapacak ve eğleneceklerdi. Uyanık olmasına rağmen bir süredir, içinde boş boş yattığı yataktan, odasına leydilerinin gelmesi üzerine çıkma gücünü buldu. Üzerindeki takımı kaldırdı ve olduğu yerde doğrulup ayaklarını aşağıya sarkıttı, bir süre boyunca boş gözlerle yere bakarak kendine gelmeye ve üzerindeki uyku sersemliğini atmaya çalıştı. "Sizin için turkuaz renkli ipek elbisenizi seçtik, prenses hazretleri." Sevdiği elbiselerden birinin seçilmiş olmasıyla memnun oldu Meara. Elbisenin kolları huni şeklindeydi, fistanı krem rengiydi ve üstünde sarmal ve güz desenleri vardı. Gümüş renkli metal zincirlerden oluşan kemeriyle vücut hatları gösterişli bir biçimde kendini öne çıkarıyordu. Yatağından kalkıp leydilerinin yanına gitti. "O halde ay taşı kolyemi ve yüzüğümü de çıkarın. Bu elbiseye yakışacaktır." Emri üzerine yeni leydilerinden Emma, hemencecik ay taşlarıyla süslenmiş takımını getirirken diğer leydileri de Meara'nın geceliğini çıkarıp elbisesini giymesine yardımcı oluyordu. Bu kadar şık giyinmeyeli uzun zaman olmuştu. Krothenstadda kaldığı süreç boyunca özel ve önemli misafirleri olmadıkça daha basit ve gösterişten uzak bir stil benimsemişti. Bunda gördüğü kılıç eğitimlerinin payı büyüktü. Ortada henüz verilmiş bir söz yoktu lakin bir leydi olmaktan ziyade hep şovalye olmayı hayal etmişti. Rüyalarında bir erkekti ve girdiği savaşları kazanarak halkına ve krallığına zafer şarabını tattıran gururlu bir şovalyeydi de. Ne kadar hayal kursa bile cinsiyetinin değişmeyeceğini de, penisi olanlarla eşit olamayacağını da anladığında rüyalarına bir son verdi. Babasının tahtını bırakabileceği bir varisi olmadığı dedikoduları kulağına ulaştığında ise gördüğü rüyaları gerçekleştirebileceğini fark etmişti. Penisi yoktu ama olanlar kadar güçlü olduğu sürece krallık ayakta kalırdı ve krallığı ayakta tutabilecek kabiliyete sahip olması da varis olabileceği anlamına gelirdi. Böylece kılıç eğitimleri almaya başladığı andan itibaren farkına varmadan hayatında birçok değişiklik olmuştu. Giyimi de buna dahildi fakat şu an evindeydi ve burada bir varis değil, prenses olarak bulunuyordu. Eski adetlerine tam şu anda geri dönüyordu. Tabi bundan rahatsızlık duyduğu da söylenemezdi. Üç yıl önce büyümeye ve vücudunun değişmeye başladığını fark ettiğinde kendisiyle, kendi varlığıyla bir iç çatışma yaşamaya başlamıştı. Memelerinin olmasından büyük utanç duyuyor ve yaşıtı olan erkek çocuklarını kıskanıyordu çünkü bu birçok şeyi değiştirirdi. Tüm düzenini. Artık koridorlarda koşturup mürettebatındaki korsanlarla yeni maceralara atılamaz, savaş alanlarında düşmanlarıyla çarpışamazdı. Bir erkek olarak doğmadığı, erkek olarak yaşamadığı her gün için tanrılara isyan ediyordu. Şimdi ise o iç çatışmalarından tamamen kurtulmuş durumdaydı. Krothenstadda sadece kılıç eğitimleri değil, din ve felsefe başta olmak üzere çeşitli eğitimlerden de geçmişti ve orada kendisine dini eğitimler veren Kutsal Ana* sayesinde kendi benliğiyle barışmayı öğrenmişti. Eğitimin etkisi dışında da duygularında bir takım değişmeler olmuştu elbette. Bir kadın olmaktan korkmuyor, aksine gurur duyuyordu artık. Bedenini seviyor ve elbiselerini giymekten de, bir kadın olmaya başlamaktan da büyük keyif alıyordu. Üzerine giydirilen elbise göz rengiyle uyum içinde dururken sevdiği ay taşı kolyesi uzun, ince boynuna; ay taşı yüzüğü de ince parmaklarına takıldı. Saçlarına, elbisesiyle uyumlu olacak ve güzelliğini özellikle ortaya çıkaracak bir örgü modeli yapılırken boynundan elmacık kemiklerine kadar lavanta kokuları sürüldüğünde gerçekten aynada gördüğü görüntüyle neşelendi Meara. "Çok güzel oldunuz, prenses hazretleri." "Büyüleyici görünüyorsunuz, prensesim." Aldığı iltifatlar yanaklarının allaşmasına sebep olurken babasının yemek odasına gitmek için heyecanla odasından çıktı. Kapısının önünde bekleyen muhafızı Berrick Brewer eşliğinde, neredeyse zemindeki taşlarını bile özlediği koridorlarda yol aldı. Şu an büyümüş durumdaydı, epey şıktı ve aldığı eğitimler sayesinde kendisini akıllı ve güçlü hissediyordu. Tüm bu hissettikleri yüreğinde öyle bir harmanlanmıştı ki, koridorlarda ilerlerken kendini bir prenses değil de kraliçe gibi hissetmesine yol açmıştı. O zaman gelecek bir gün, kesinlikle, diye iç geçirdi. Yemek odasının kapısı muhafızlar tarafından açıldı ve içeriye girdi. Babası dışında herkes odadaydı. Daena, Irinessa ve Lysandra... Kız kardeşlerine içten bir gülümseme bahşedip ona ayırılmış yere, babasının hemen sol tarafına oturdu. "Çok hoş duruyorsun, ablacığım." dedi Irinessa, ablası girer girmez ne kadar güzel olduğunu düşünerek. "Biz de senin geç gelmene neyin sebep olabileceğini düşünüyorduk. Süsleneceğini düşünmemiştik," dedi Daena ise tatlı bir alayla. Biraz ciddiyet barındırmadığı da söylenemezdi tabi. İkizini olması gerektiği gibi, daha kadınsı görmeyi beklemiyordu. "Kendi adına konuşmalısın, Daena abla." dedi Irinessa, Daena'yla aynı fikirde olmadığını belirtmek için. Daena buna şaşırmadı. Meara'nın üç yıl önce neye benzediğini, ne olmak istediğini gayet iyi biliyordu ve Irinessa'nın hatırlamasını beklemiyordu. "Kendi aramızda şakalaşıyoruz, güzel kardeşim. Ciddiye alma, lütfen." dedi kıkırdayarak. Tam olarak neyin konuşulduğunu bilmeyen ama ablalarının mutluluğu ve yeniden bir arada olmalarına nedeniyle onları gülerek izleyen Lysandra da dahil olmak üzere kız kardeşler gülüp eğlenirken kapının açılıp içeriye babalarının girmesiyle saygıyla ayağa kalktılar. Kral Auron masanın başındaki yerine oturduğunda tek tek kızlarına baktı. Mavi gözleri, tamamladığı eğitiminden yeni dönmüş kızında uzun uzun gezinirken dudakları yukarıya doğru şefkatle kıvrıldı. "Oturabilirsiniz," diyerek kızlarına izin verdi. Bu esnada yemeklerin devamı da hizmetçiler tarafından hâlâ servis ediliyordu. Masanın tam ortasındaki kızartılmış tüm domuz başta olmak üzere baharatlı sebze çorbası, etli ve sebzeli börek, şarapta haşlanmış armut, elmalı zeytin yağlı sülün eti, kızartılmış balık ve çeşitli meyvelerle donatılmıştı kralın sofrası. Servis son bulduğunda kralın işaretiyle akşam yemeği başladı. Bir süre boyunca en ufak bir ses bile çıkmadı. Uzun yoldan gelmiş olan Meara'nın acıkmış olduğu düşünülünce önce yemeklerini yemek çok daha iyi olmuştu. Sükunet içinde her biri lezzetli olan yemekler yenmeye devam ederken Kral, kızına sorduğu soruyla geceyi tam anlamıyla başlatmış oldu. "Sürekli haberlerini alıyordum lakin yine de sana yüz yüze sorabilme fırsatını bulmuş olmak çok daha iyi. Eğitimlerinin iyi geçtiğini duydum," Ağızındaki lokmayı yutarken başını salladı Meara. "Kesinlikle gittiğime değecek türden bir eğitimdi. Birçok harika bilgiler öğrendim ve hepsinden önemlisi de, kılıçta iyiyim. Benimle bir düelloya girmek isteyeceğine eminim, babacığım." Kızında dolup taşan özgüven Kral Auron'un yüzünde geniş bir gülümsemenin yer edinmesini sağladı. "Kızıma bir zarar gelmemesini daha çok isterim." "Zarar? Seni yenemeyeceğimi söylüyorsun yani?" Kral başını iki yana salladı. "Belki evet, belki hayır. Tek ilgilendiğim şey sana zarar gelip gelmemesi." Baba kızın karşılıklı konuşmasına, "Eğer kılıç kullanmayı bilseydim seninle düelloya ben girerdim," diyerek dahil oldu Daena, Le Toudun şarabından keyifle bir yudum aldıktan sonra. "Şanslısın ki bilmiyorum." "O halde şanslı olan sen olmalısın, sevgili ikizim." İkizler birbirlerine gülümsediler. Karşılıklı konuşmaları, aralarındaki eski, tatlı rekabete kaldıkları yerden devam edecekleri anlamına geliyordu. Irinessa, kardeşler olarak kaos dolu günlerin onları beklediğini söylerken ablalarıyla, hatırasında uzun süre kalacak anıları yeni yeni edinecek olan Lysandra ise onlara gülüyor ve komik, çocukça yorumlarıyla masadaki neşeye tatlılık katıyordu. Kral Auron kendi aralarında gülüp eğlenen kızlarını izlerken bu anların keyfini mümkün olan en iyi şekilde çıkardığından emin oluyordu. Çok da uzak olmayan gelecekte bir daha böyle bir akşam yemeği yiyebileceklerini sanmıyordu. Kızlarını izlerken farkına varmadan yüzü düştü. Önce sevgili eşi, kraliçesi ayrılmıştı aralarından. Şimdi ise sıra kızlarındaydı... İkizlerden birinde. Siyaseti bir kenara koyup gülümsemeye çalıştıysa da pek başaramadı. Üzerine çöken sessizliği gizlemek adına ekmeğinden bir parça koparıp ağızına attı ve tabağındaki bölünmüş balıktan da bir parça aldı. Kuşların yuvadan uçma vakti gelmişti ve Meara da tam olarak bu yüzden çağırılmıştı. Kızlarının yaşları gelmiş durumdaydı. Bir takım konuları konuşup karara varmaları gerekiyordu. Kral olarak onun kararı hükümdü ve kızlarının itirazlarını duyma zahmetine bile girmeden halledebilirdi bu işi. Ne var ki yumuşak kalpli biriydi ve tüm bunların da ötesinde kızları onun yegâne varlığı, hazinesiydi. Annesiz büyümüş ve büyümekte olan bu dört kadının yanında hep o olmuştu ve dışarısı tehlikelerle doluydu. Canavarlarla, hırsızlarla, hainlerle ve sahtekarlarla dolu koca bir cehennem... Kızlarına bir babadan da öte anne olmuş, arkadaş olmuştu. Eğer söz konusu bir krallığın yöneticileri ise, tüm güç ve kuvvet karşılığında bazı duygulardan mahrum kalmak zorundaydılar. Krallar, kraliçeler, prensler ve prensesler güç ve iktidar uğrunda sevgi ve aşk denen duyguyu kurban etmek zorundaydılar. Kızlarının zaten pek de istemeyeceği bir durum söz konusuyken, onları zorlayarak son anlarını kötü anılarla bırakmaktansa konuşup anlaşmayı tercih ederdi. Gece komik şakalar, Meara'nın anıları ve deneyimleriyle birlikte dolu dolu geçmişti. Uzun zaman ardından birlikte yaptıkları ilk akşam yemeğinin bu kadar huzurlu geçmesi Kralda bu huzuru ömrünün sonuna kadar, hatta sonrasında bile devam edecek şekilde sürdürme isteğini güçlendirmişti. Gelecekte olacaklardan habersiz olan kızların ise bir gün geriye dönüp baktıklarında özlemle hatırlayacakları bir geceydi.
1.* = Nefes Keser, efsanevi savaşçı ve Kraliçe Nyxtia'ya ait olduğu iddia edilen bir kılıçtır. Kılıç o kadar keskindir ki sadece dokunulduğunda bile kesmesiyle ünlüdür. Kılıç şu anda Meşe Sarayındadır ve kullanılmamaktadır. Sadece gelenek nedeniyle tahta geçecek Kassalbarg kralları taç giyme törenlerinde bu kılıcı tutar ve ellerini üzerinde gezdirirler. Bunun nedeni, kılıcın ellerini kesip kesmeyeceğini görmektir. Kılıç ellerini keserse kral olmaya layık olmadıkları, ellerini kesmezse de kral olmaya layık oldukları anlamına gelir.
「 🌿 」 Herkese merhaba! Hâlâ kullanan varsa kurguma wattpad ve inkspired üzerinden de ulaşabileceğinizi belirtmek isterim öncelikle. Kitappad'de yeniyim ve her anlamda alışmaya çalışıyorum. Karakterleri tanıtacağım bir bölüm yayınlamak niyetindeyim fakat görsel ekleme kısmında galerime ulaşmıyor, direkt kamerayı açıyor. Bu kısımı pek anlayamadım o yüzden şu an karakter tanıtımları ekleyemiyorum fakat çözer çözmez ekleyeceğim ve idareten minik bir bölüm oluşturup karakterler için kimleri referans aldığımın bilgisini vereceğim. Herkese tekrardan teşekkür ediyorum! 💘
|
0% |