Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bilinmezlikler

@azra00

Eylül ve Selim'in onlarca kez sorduğu sorunun tekrarını duymamak için ellerimle kulaklarımı kapatmış öylece duruyordum. Ardı arkası kesilmeyecek soruların yağmuruna tutulacağımı biliyordum fakat bu sorulara daha sonra da maruz kalabilirdim. Atakan yüzünden daha ben kendime gelemeden yağmaya başlamıştı sorular üzerime.

 

"Su kulaklarını kapatarak kaçamazsın. Dün neredeydin? Niye gittiğini bizden gizledin?" Gözlerimi devirerek ve ellerimi kulaklarımdan çekerek Eylül'e baktım.

 

"Atakan Bey anlatmıştır size ne olduğunu zaten. Neden papağan gibi tekrar ediyorsunuz?" Selim elindeki su şişesinden suyunu içti ve şişeyi masaya bıraktı. Gözlerini bana dikerek cevap verdi.

 

"Atakan Bey! maalesef sadece dün seni bir yere götürdüğünü, bunu bizden gizlemek istediğini ama orada kötüleştiğini ve bu yüzden de bize bu kadarını anlatmak zorunda hissettiğini söyledi." Eylül, Selim'i başıyla onaylayarak "Ne kadar devamını duymak istesek de bize sana söz verdiğini ve detayları anlatmayacağını söyledi." dedi ve benim oturduğum koltuğun sol koluna oturdu. Ellerimle saçlarımı geriye attım. Çok sağ ol Atakan. Zaten her şeyi söylemiş sadece gittiğimiz yeri söylememişti.

 

"Atakan bugün gözüme gözükürse onu kovacağım hatırlatın olur mu?" Selim ve Eylül aynı anda oflayarak konuyu değiştirmememi söylediklerinde ben de oflayarak karşılık verdim. Ve sorulardan kaçışımın olmayacağını bildiğimden anlatmaya başladığımda dikkatle beni dinlediler. Adreste yazan yerin o mahalleye çıktığını söylediğimde Eylül çığlık attı.

 

"İnanamıyorum Su. Delireceğim oraya bizimle gitmen gerekirdi. Hatta sen hiç gitmemeliydin biz gitmeliydik." Gözleri dolu dolu kurmuştu cümlesini. Oraya Eylül'ün de gitmeye cesaret edemeyeceğini biliyordum. Hemen arkasından Selim de bir şeyler söylemek için ağzını açtı. Fakat sonra biraz düşünerek kaşlarını çatmıştı.

 

"Bir mimar neden o mahallede ofis açar ki?" Daha çok kendisiyle konuşuyor gibiydi. Bilmediğimi belli etmek için omuzlarımı silktim. Eylül hâlâ açık olan ağzıyla bana bakıyordu. Sanırım şokunu henüz atlatamamıştı. Benim ruh halim ise belirsizdi. Şok, sinir, hüzün, burukluk, yarım kalmışlık... Tek bir şey hissetmemiştim: Mutluluk. O mahalledeyken hep hissettiğim şeydi mutluluk. Şimdi bakıyordum da mutluluk hissinin yokluğuna üç senedir alışmıştım aslında.

 

"Benim hayatım biilinmezliklerle doluyken, hayat karşıma yeni soru işaretlerini ekliyor. Hayatın bilinmezliklere gebe olduğunu biliyorum fakat insanların yine de bir çıkar yolu olur. İnsanların loş da olsa önünü aydınlatan ışıkları olur. Zor olur ama bulurlar çıkış kapısını." Selim ve Eylül üzüntüyle gözlerimin içine bakıyorlardı. Ben de hüzünle onlara baktım.

 

"Benim hayatımda ise hiç ışık yok ki. Üç sene önce benim dünyam karardı. Ne Güneş aydınlatıyor yolumu ne de herhangi bir ışık. Eylül, Selim? Ben bu bilinmezlikten nasıl çıkacağım, nasıl kurtulacağım?" Eylül dolu gözlerle bana sarılırken Selim de oturduğum koltuğun sağ koluna oturarak bana sarıldı.

 

"Gerekirse Güneş'in olurum Su. Gerekirse Güneş'in olur aydınlatırım o yolu. Bu bilinmezlik senin değil hepimizin kapanı. Çünkü bizde sen, ben yoktu unuttun mu? Biz her şeyi beraber halledebiliriz." Eylül'ün cümleleriyle gözlerimden daha fazla yaş akmaya başlarken Selim omzumdaki elini sıkılaştırdı ve devam ettirdi.

 

"Gerekirse fenerin olur, ışığın olur aydınlatırım yolunu Su. 18 yıldır olduğu gibi hep yanında olacağım. Hem artık üç kişiyiz baksana Eylül gibi bir cengaverimiz de var. Birimiz düşse geride kalan iki çift el bize yeter de artar bile." Selim sözünü bitirdiğinde burnumu çekerek gülümsedim. Arkadaşlarım benim bu hayattaki tek iyikilerimdi. Bu sefer Eylül'le ikimiz aynı anda burnumuzu çektiğimizde Selim söylenerek ayağa kalktı.

 

"Siz iki sümüklü, her şeyde arabeske bağlamaktan vazgeçin hemen. Ve sen sümüklü 1, sana diyorum Su, artık bizden gizli bir şey yapmak yok. Sümüklü 2 ve bendeniz sümüksavar her zaman yanında bunu bil." Başımı onaylarcasına salladım ve ağlayarak sarıldım bu iki dostuma. Biz ağlaşırken -Eylül ve ben ağlaşırken- kapı tıklatıldı. Hızla gözlerimdeki yaşları sildim ve dışarıda bekleyen kişiye girmesini söyledim. Eylül de yanımda oturmayı bırakıp ayaklanmıştı. Gözlerimiz kapıdayken içeriye yaklaşık 1.60 boylarında, sarışın tatlı mı tatlı iş arkadaşımız Ceyda girdi. Elinde tuttuğu telefonun ekranına tekrar bakarak yanıma yaklaştı. Bu sırada Eylül ve Selim de dikkatle ekrana bakmaya çalışıyorlardı. Bu hallerine gülerek ben de ekrana diktim gözlerimi. WhatsApp uygulamasındaki bir mesajlaşmaydı gösterdiği. "Bu ne?" Dercesine baktım Ceyda'ya.

 

"Su Hanım, şu herkesin konuştuğu meşhur mimarın çalışanlarından birisi mesaj attı. Bugün akşam saat 20.00'de Lorisa Cafe'de bir akşam yemeği organize edilmiş sizin için. AK Mimarlık'ın sahibi bizzat orada olacağını söylemiş. Ne diyorsunuz?"

 

Şaşkınlıkla tek kaşımı kaldırarak dinlemiştim Ceyda'yı. Bu adam gerçekten bir mafya olabilir miydi? Yoksa ben çok mu fazla mafya konulu filmler izliyordum? Kimseye adını bile vermeyen adam benimle konuşmak için bir akşam yemeği mi organize etmişti yani. Bunu neden yaptığı hakkında aklımda türlü senaryolar dönmeye başlamıştı. Senaryoların en basiti şu şekildeydi: Yemek organize edilen mekana gidecektim. Belirlenen masaya ilerlediğimde orada kimse olmayacaktı. Sonrasında arkamdan bir adam gelerek beni bayıltacaktı. Gözlerimi açtığımda kendimi bir depoda bulacaktım. Ve beni orada çeşitli aletlerle hatta belki de diri diri yakarak öldüreceklerdi.

 

"Su ne yapıyoruz? Tabii ki de o yemeğe gidiyoruz değil mi?" Diye araya giren Selim'in sesiyle korkunç ötesi senaryolar yazmayı bırakıp ana geri döndüm. Benden bir cevap bekleyen boş bakışlara döndüm ve net bir şekilde yanıtımı verdim.

 

"O zaman orada olacağımızı haber edin Ceyda." Ceyda başıyla onayladı ve odadan çıktı. Sanki az önce o korkunç senaryoları yazan ben değilmişim gibi kendim gitmek istediğimi belli edercesine melul melul baktım baş belalarıma. Ama nafileydi. İkisi de onaylamazcasına başlarını salladılar. Ve kurtulamayacağımı anlayarak pes ettim. Ve belki de bu sefer gerçekten doğru olan onlarla gitmekti. Bekleyip görecektik neler olacağını. Sonuçta ölümden korksaydık adamın ofisine hiç gitmezdik değil mi?

 

Ateş Karalar'dan...

"Ateş koskoca adam oldun ama hâlâ sabah uyanınca şu camını, perdeni açmayı öğrenemedin. Güneş girsin, ışık girsin şu odaya oğlum." Kahvaltı masasına oturduğumda annem ve söylenmeleri her sabah olduğu gibi başlamıştı. Dün gece sanki hiç tartışmamışız gibi davranıyordu. İstemsizce gülümsedim. Gerçekten de anneler hem söver hem de kıyamazmış evlatlarına. Ha bir de odaya ışık girmediği için söylenirlermiş tabii.

 

Önümdeki domatese çatalımı batırarak yemeye başlamıştım. Annem Ayser Teyzede beraber kahvaltı yaptıklarını söylemişti. Ve sonra her zaman olduğu gibi dert görmeyesice güzel elleriyle bana kahvaltı hazırlamıştı. Daha sonra da temizlik işlerine koyulmuş, evde dört dönmeye başlamıştı. Kahvaltıma devam ederken telefonumdan gelen bildirim sesiyle elimdeki bardağı masaya koyup kenardan telefonumu aldım. Mesaj Çağlar'dandı.

 

Gönderen: Çağlar

"Ateş acil ofise gelmen lazım. Çok acil."

 

Şaşkınlıkla kaşlarım havaya kalktı. Çağlar ilk defa cıvıklık yapmadan ciddi bir şekilde mesaj göndermişti. Gerçekten önemli bir şey olmuş olmalıydı. Hızla masadan kalktım ve portmantodan ceketimi aldım. Ayağıma ayakkabılarımı geçirirken bir yandan kapıyı açtım. Tam kapıdan çıkarken annemin sesini duydum fakat şu an hesap verecek durumda değildim. Normalde ofise araba ile 1 dakikada, yürüyerek ise 4-5 dakikada varılabiliyordu. Ofis, eve uzak olmadığı için yürüyerek giderdim tabii ki. Fakat şu an durumun aciliyeti olduğundan hızla arabama bindim.

 

Ofisin önüne arabayı park ederek içeri girdim. Odamın kapısı kapalıydı. Çağlar içeride beni bekliyor olmalıydı. Derin bir nefes alarak kapıyı araladım. Çağlar dalgınlıkla elindeki telefona bakıyordu. Kapıyı sert bir şekilde kapatmama rağmen geldiğimi fark etmemişti. Yanına yaklaşarak elimi omzuna koydum. Hafifçe irkilerek başı ile bana döndü. Çağlar'ın oturduğu koltuğun karşısındaki siyah deri koltuğa oturdum.

 

"Çağlar, ne oldu oğlum meraktan çatlatmasana insanı." Çağlar yüzündeki alık ifadeyle gözlerime baktı. Bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi daha çok. Birkaç dakikalık bir bakışmadan sonra nihayet konuşmaya karar vermişti.

 

"Ateş, hani S.A Mimamarlık'ın sahibinin kim olduğunu bulmamı istemiştin ya..." Lafını yarım bırakıp onu onaylamamı beklemişti. Ya da biraz daha zaman kazanmak istemişti. Başımı hafifçe aşağı yukarı sallayarak onayladım onu. Devam etmesi gerektiğini anlayınca tekrar söze girdi.

 

"Ben o kişiyi buldum kardeşim. Çok şaşırdım ve hâlâ da şaşkınım. Yani şu an ne desem inan bilmiyorum. S.A zaten adı ve soyadıymış kızın. Nasıl bu aklıma gelmedi bilmiyorum." Kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Adı ve soyadı mı? Ben iç sorgulamama devam ederken Çağlar derin bir nefes verdi ve devam etti.

 

"Su Akçalı kardeşim. S.A Mimarlığın sahibi Su Akçalı." Kafamda Çağların dediği her kelime tek tek dönmeye başlamıştı. Su Akçalı. S.A Mimarlık'ın sahibi Su Akçalı. Su... Bu ismi duyduğumda kaslarım gerilmiş, ellerim birer yumruk halini almıştı. Gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçen ve asla engel olamadığım, kurtulamadığım o anılar, kahkahalar... Yüzü, gözleri, yumuşak elleri, saçlarının kokusu...

 

Aldığım nefes oksijen değil de sanki karbondioksit veriyordu ciğerlerime. Ayağa kalkıp odamdaki iki camı da açtım. Çağlar'ın gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Bir tepki bekliyordu belki ama şu an bu durumun üstümde yarattığı baskı garipti. Konuşsam içimdeki ateş sözcükleri yakıp hepsini birer küle dönüştürecekti sanki.

 

"Bir şey demeyecek misin Ateş? O gelmiş. Hem de tam dibimize kadar. Mahallemize kadar hatta ofisimizin içine kadar girmiş. Gidip konuşalım Ateş. Bize bu kadar yaklaşmışken gidip konuşalım. Ya gidelim hesap soralım gerekirse Ateş. Neden abi neden gittin değil mi? Hiç bir şey demeden her şeyi silip nasıl gittin diyelim." Ben boş bakışlarla ona bakarken Çağlar sinirle ellerini saçlarında ve yüzünde gezdirdi. "Ateş bir şey söyle artık. Yıllardır gelmesini bekledin, açıklama yapmasını bekledin hatta bekledik, beraber."

 

Haklıydı. Beklemiştik ama gelmemişti. O hayatını yaşarken biz hayatımızdaki eksik parçanın geri gelmesini beklemiştik yıllarca. Elimle şakaklarımı ovuşturdum. Çağlar da birkaç saniye elleriyle yüzünü kapattı. Ellerini serbest bıraktığında gözlerinin dolduğunu gördüm. Fakat her zaman yaptığı gibi gözyaşlarını geri gönderdi. Bu içimdeki yanan kelimelerin sinirle küle dönmesine izin vermeme neden oldu.

 

"Ne diyebilirim Çağlar ne? Biz üç sene boyunca burada kafayı yemedik mi seninle? Üç senedir belalarla uğraşmadık mı seninle? O neredeydi? Ulan tek bir açıklama yapmadan mahalleyi terk etmek ne demek. Şimdi bir de gidip hesap mı soralım çocuk gibi? Eğer bize olan sevgisi yalan olmasaydı hiç gitmezdi zaten. Bize gerek kalmadan o anlatırdı her şeyi Çağlar. Şimdi saçma sapan konuşma ve o nasıl yapıyorsa hayatımıza öyle devam edelim." Gittikçe sesim yükselmişti konuşurken ama bu şu an elimde değildi.

 

"Aynen Ateş tıpkı onun gibi hayatına devam ettiğin çok belli oluyor üç yıldır. Ulan yaşayan ölsün daha konuşuyorsun be. Kafanda milyon tane soru işareti ile yaşamaktan sıkılmadın mı Ateş? Ben çok sıkıldım." O da sesini yükselterek konuşmuştu. Sinirle önümdeki siyah deri koltuğu ayağımla tekmeledim.

 

"Söyle o zaman lan. Söyle o zaman ne yapalım? Gidip nerdeydin üç yıldır mı diyelim? Oldu olacak bir de aptal gibi seni bekledik mi diyelim. Malız çünkü biz. Seni bekledik sabah akşam mı diyelim?" Derin bir nefes verdim sakinleşmek adına. Sesimi alçaltarak konuşmaya devam ederken hüsranla omuzlarının çöküşünü izledim.

 

"Ben gidip bunları demem Çağlar. Çok istiyorsan git kendi adına konuş. Ama onun gözünde aptaldan başka bir şey olmayacaksın. Bırak aptallığımız bizim aramızda kalsın Çağlar." Çağlar sanırım bana hak vermeye başlamıştı. Çünkü haklıydım. Hem de hiç olmak istemeyeceğim kadar haklıydım. Yaklaşık on beş, yirmi dakikadır yaptığı gibi derin nefes verdi.

 

"Tamam sen de haklısın. Ama öylece duracak mıyız Ateş? Kız hastane yaptırmak istiyor bu mahalleye. Yani neden bu mahalle onu bile bilmiyoruz. Sen dans kursu yaptırmak istiyorsun. İzin verecek misin hastane yapılmasına?"

 

"Hayır. Benden önce mahalleli izin vermez ama ben de vermem. Evet hastane dans kursundan önemli. Ama o dans kursunun benim için önemi büyük biliyorsun sen de. Ben söz verirsem tutarım Çağlar. Artık bir önemi olmsa da ben yine tutacağım sözümü. Belki de o söz yüzünden üç sene hayatıma bakamadım. Belki o söz olmasa ben de mutlu olabilecektim." Gerçekten doğru olabilir miydi? O sözü vermesem artık yüzü, bakışları aklıma gelmez miydi?

 

"O zaman bu dans kursu fikrinden vazgeçmediğimizi söylememiz gerekiyor. Sen sözünü unutmadan tutmaya çalışıyorsun ama o kendi hayalinin üstüne başka bir bina dikmek istiyor kardeşim. Belli ki unutmuş hayalini. Ve belli ki bu ofisin senin olduğunu bilmiyor. Bilse bu kadar rahat gelemezdi buraya. Yani gelemezdi herhalde değil mi?" Bundan bile emin olamayışına alayla güldüm. Ben bile emin değildim ki. Baştan sona yanlış tanımışız ne de olsa nereden bilelim. Sandığı kadar aptal olmadığımızı gösterebilirdik. Nasıl mutlu olduğumuzu, onsuz da hayatın devam edebildiğini -yalan- gösterebilirdik. -Mış gibi yapmak ne kadar zor olabilirdi ki? Ayrıca bu ofisin benim olduğunu bilerek mi geldiğini anlayabilmenin bir yolu vardı.

 

"Şöyle yapıyoruz Çağlar. Bir kafede bu akşama yemek organize ediyorsun..." Çağlar hevesle ve dikkatle dinliyordu beni. Ufak bir yüzleşme yemeği planından sonra Çağlar sözü devraldı.

 

"O zaman bu akşama 4 kişilik bir yemek organize ediyorum?" Dört mü demişti o? Üç kişi olacaktık sayı saymayı mı unutmuştu bu çocuk?

 

"Çağlar ne dördü oğlum? Yemek diye okey takımı mı ayarlıyorsun? Dördüncü kim oluyor?" Çağlar hevesle açılan gözlerini gözlerime dikti.

 

"Eylül de Su ile hâlâ konuşuyormuş. Onu yalnız bırakmayıp geleceğine adım kadar eminim." Hem şaşırmış hem de şaşırmamıştım. Üniversitede beraber kalıyorlardı ve doğal olarak onlar mahalleden giderken Eylül de gitmiş olmalıydı. Ancak üniversiteden sonra ayrılmışlardır diye düşünmüştüm. Çağlar'ın benim bir şey dememi beklemeden rezervasyonu yaptığını gördüğümde gözlerimi devirdim. Üç yıldır tüm hayatımızı değiştiren bir vedasız gidiş, şimdi hayatımızın ortasına düşen bir bomba misali girmişti yeniden hayatımıza. Her vedasız gidiş bir vefasız geliştir bana göre. Bu saatten sonra bir kalbim olduğunu herkese unutturma vaktiydi.

Loading...
0%