@azra00
|
Masamın üzerindeki kalemleri kalemliğe koyarken önümdeki henüz çizmeye yeni başladığım hastane tasarımına gözüm takıldı. Çizime başlayalı henüz bir hafta omuştu. Hiçbir ayrıntıyı gözümden kaçırmak istemediğim için çok yavaş ve dikkatli ilerliyordum. Bu yüzden bitirmem uzun bir zamanımı alacak gibi görünüyordu. Ama her ne olursa olsun bu hastaneyi yapacaktım. Hep aklımda olan bir plandı bu fakat bir hafta öncesine kadar çizmeye de düşünmeye de cesaretim yoktu. O görüntüler gözümün önüne geldikçe nefesim daralıyordu, kalbimin ritmi bozuluyordu, başım dönüyordu. Kısacası yeni bir kriz kapımda beni bekliyordu. Hayat denen kavram artık benden çok uzaktı. Yaşayan bir ölüydüm aslında. Artık kendim için değil sadece başkaları için yaşıyordum. Kendimi hayattan soğumayan insanlara adamıştım, hâlâ umutları olan insanlara. Hayat önümüze daha neler çıkarır bilinmez ama hayat bana bir tokat savurarak çoktan yenilgiye uğratmıştı beni.
Birden başım dönmeye başladığında elimle masanın kenarına tutundum ve sandalyenin yanında asılı olan çantamdan ilacımı çıkardım. Titreyen ellerimle kendime bir su koydum ve ilacımı içtim. Beş dakika sonra kendime gelmeye başladım. Çizimimi dikkatlice resim çantasının içine yerleştirirken kapım tıklatıldı. Eylül elinde dosyalarla yanıma geldi.
'Güzel haber olduğunu söyle Eylül lütfen.' Derin bir nefes aldı ve elindeki dosyaları masamın üzerine bıraktı.
'Bir haberim var ama güzel olup olmadığını zaman gösterecek. Hastaneyi yapma şansımız var ama...' Eylül'ün sözünü bitirmesine izin vermeden araya girdim.
'Aması ne Eylül? Ben kararlıyım o hastaneyi yapacağım.' Masamın önündeki koltuklardan birisine oturdu ve devam etti.
"Su, o binanın bir alıcısı daha çıktı. O da bir mimarmış ve binanın yerine bir dans kursu açmak istiyormuş." Ne diyordu bu kız böyle, kafayı mı yemişti? O mahallede bir hastane yoktu ve en yakın hastane oraya kilometrelerce uzaktaydı. Mahalle çok eski zamanlardan kaldığı için kimse o mahalleyle ilgilenmiyordu. Beş yıldır görmemiştim o mahalleyi fakat yaptığım araştırmalar sonucunda orada hâlâ bir hastane yapılmadığından haberim olmuştu. Bizim şu an oturduğumuz yer oraya yaklaşık iki buçuk-üç saat uzaklıktaydı. Hem gidecek cesareti kendimde bulamadığımdan hem de aradaki mesafe yüzünden araştırmamı evden yapmıştım.
"Eylül, bu şahıs hastane yaptırmak istediğimizi biliyor mu peki?" Eylül sıkıntılı bir nefes aldı. 'Biliyor Su. Mahallede başka bir değişikliği kimse istemiyormuş. Dans kursunu da kabul etmemişler. Bu mimar da mahalleliyi ikna etmeye çalışıyormuş. Ve o da biz gibi bu işte kararlı olduğunu söylüyormuş.'
Bu tam anlamıyla bir delilikti. Kim bir hastaneye karşı dans kursu fikrini savunurdu ki. Bunun mantıklı hiçbir yanı yoktu. Fakat mahallelinin ikna olmamasına pek de şaşırmamak gerekirdi aslında. Hâlâ eskisi gibi kalan, neredeyse artık tarihi bir mahalle denilebilecek türden bir yerdi orası. Doğal olarak kimse o mahalleyi modernleştirmek istemiyordu. O mahalle, içinde yaşayanlar hariç herkes tarafından unutulmuş bir meskenken neden ısrarla orada bir dans kursu açılmak istenmişti? Kafamda sürekli çoğalan soru işaretleri beni delirtmek üzereydi. Eylül kafamda dönen soruları anlamış olacak ki bana söz ile sormadığım sorunun cevabını verdi.
"Neden ısrarla orası olduğunu ben de anlamadım Su. Ve adını bilen kimse yok. İşinde kimseye isim vermezmiş. Ve şaşırılacak bir şey ki insanlar isim vermeyen birisiyle çalışmaya devam ediyorlar. Bu işte bir güven yokken bunu nasıl yapıyorlar biz de bilmiyoruz. Sadece erkek olduğu biliniyor. Yaklaşık bir sene önce ilk tasarımını bir hayır kurumu için yapmış. Sadece kendisi üstlenmemiş. Birisiyle ortak yapmış bu işi. Ortağın adı Can Köse. Dans kursu onun ikinci işi anlayacağın. Bu sefer işi kendisi üstlenmiş. Onun hakkında bildiklerimiz bu kadar." Elimdeki dosyayı incelerken bir yandan da Eylül'ün anlattıklarını dinliyordum. Dosyada onun anlattıklarından farklı bir şey yoktu. Elimdeki dosyayı sinirle masaya fırlattım. Tüm bunlar neydi böyle? Adam resmen mimar değil mafyaydı. İnsanları hayatım boyunca hiç anlayamadım şimdi de anlayamıyordum. Bu adamla kim çalışmak isterdi ki? Eylül endişeli gözlerle yanıma gelerek koluma girdi.
"Su, sakin olmalısın. Kriz geçireceksin yine." Sakinleşmeye çalışarak sandalyeye oturdum. "Eylül, yalnız kalmak istiyorum." Eylül tereddüt ederek gözlerime baktı. Daha iyi olduğumu düşünerek onaylarcasına kafasını salladı ve dışarı çıktı.
Telefonumu elime aldım ve şoförüm Selim'i aradım. Selim, beş yıldır şoförlüğümü yapıyordu. Ama sadece şoförüm değil, ilkokul arkadaşımdı. Babam, anneme olanlardan sonra asla yalnız kalmamam gerektiğini düşündüğünden Selim'i işe almıştı. "Dinliyorum Su." Gözlerimi devirdim. Mesai saatleri içinde bana Su Hanım diye hitap etmesi gerektiğini hâlâ öğretememiştim. Burada çalışanlar arkadaş olduğumuzu bildiğinden olayı başka yerlere çekiyorlardı. Her gün dedikodumuz dönüyordu. Hepsini kovmamak için zor duruyordum. Tabi böyle dediğime aldanmamak gerekirdi çünkü bunu asla yapmayacaktım. Hepsini evde bekleyen aileleri vardı ve ekmekleriyle oynayan o vasıfsız patronlardan olmak istemiyordum. Ve ne kadar kabullenmesi zor olsa da biz de bu iş yerinde çalışanlarla aile gibi olmuştuk.
"Selim sana rutin hatırlatmamı yaptım say. Ayrıca bugün şoförüm değil her zamanki serseri Selim olmanı istiyorum. Bana şu mafya bozuntusu mimarın adresini bulmalısın yoksa delireceğim." Telefonu cevap beklemeden kapattım.
Hızlı hareketlerle çantamı topladım ve asansöre bindim. Ofisten ayrıldıktan sonra çantamdan arabamın anahtarını çıkardım ve arabayı çalıştırdım. Ellerimi direksiyona yerleştirdim ve karşımdaki Akçalı Mimarlık yazılı tabelaya baktım. Evet, ben Su Akçalı. Tüm emeğimle açtığım bu ofise kendimi adamıştım. Daha doğrusu bu ofisi kendimi insanlara adamak için açmıştım. En önemlisi ise bu ofisi annem için açmıştım. Anneme verdiğim sözü ben tutmuştum. Annem üniversite mezuniyetimi de mimar olup, kendi işimi açtığımı da görmek için hep dualar etmişti. Olmamıştı, izin vermemişlerdi. Dünya gözüyle göremedi belki ama buralarda bir yerlerde beni izlediğini ve benimle gurur duyduğunu biliyordum. Derin bir nefes aldım ve akmak üzere olan gözyaşımı geri gönderdim. Annem ağladığımda hep çirkin olduğumu söylerdi ve kızardı. Bu yüzden onun cenazesinde bile ağlayamamıştım. Ta ki eve gelene kadar tutabilmiştim kendimi. Evde içim çıkana kadar ağlamıştım. Direksiyonu sıkmaktan kızaran elime baktım ve oradan ayrıldım.
Karakolun önüne geldiğimde yüzüme neşeli bir ifade getirdim ve arabadan indim. Kapıda duran polislerden birisi tebessüm etti. "Murat komiserim şimdi sorgudan çıktı Su Hanım." Başımla selam verdim ve kolay gelsin dileyerek karakola girdim.
Babamın yanına gittiğimde alışık olduğum sert yüz ifadesi ve çatık kaşlarıyla karşılaştım. Sorgulara girdikten sonra her zamankinden fazla sinirli oluyordu. Siyah saçları dağınık bir hal almıştı. Ela gözleri daha yorgun bakıyordu şimdi. 45 yaşında, işini aşkla yapan ve kendisini annemin katilini bulmaya adamış bu yorgun adamı yıllar yaşlandıramıyordu. Hayat bir darbe vurdukça o bin kuvvet bularak yine ayağa kalkıyordu. Göz göze geldiğimizde her zaman yaptığım gibi sımsıkı sarıldım babama. Babam da saçlarımı okşadı ve oraya minik bir buse kondurdu.
"Sorgudan çıkmışsın babam, zaten yüzünün aldığı şekilden anlaşılıyor." Babamın çatık kaşları ben öyle deyince hemen yumuşadı. "Bugün çok yoruldum ama az önce karar çıktı mesaiye kalacağım kızım. Akşam yemeğinde beni bekleme." Buruk bir şekilde tebessüm ettim. Neredeyse her akşam olduğu gibi bu akşam da mesaiye kalmıştı. Annemden sonra babam mesaiye kaldığında başta çok yalnız hissetmiştim. Gece evde sürekli kâbuslar görür olmuştum. Ama ne kadar korksam da asla babamı arayarak onu işinden alıkoymamıştım. Bunları bilmediği için bana hep güçlü bir kız olduğumu söylerdi. Babam bu işte kendisine bir amaç edinmişti artık: Annemin katilini bulmak. Onları bulmak için her şeyi yapıyordu. Kolay olmayacaktı çünkü bir çeteden bahsediyorduk. Annemden ne istediler bilmiyorduk. Elimi tutan babamın yanağına bir öpücük kondurdum.
"Tamam baba. Zaten ben de yorgun hissediyorum. Bir şeyler yer yatarım hemen." Babam sıkıntılı bir iç çekti.
"Akçalı, buraya bir haber var mı diye geldin biliyorum.ama maalesef henüz bir şey yok. Ben peşini asla bırakmıyorum. Sana söz o katili bulup gereğini yapacağım." Gülümsemeye çalıştım.
"Ben babamı biliyorum. O bir söz verdiğinde mutlaka tutar. Hem ben seni görmeye gelmiş olamaz mıyım?" Evet, her gün bir iz bulundu mu diye haber beklemek çok zordu. Ama bir yandan babamı görmek için geliyordum buraya. Korkuyordum, onu da kaybetmekten korkuyordum.Beni bırakıp gitmesinden korkuyordum. "O zaman ben bir komiseri oyalamaktan içeri atılmadan gitsem iyi olur." Babam hemen kaşlarını çatarak tepki verdi. "Kimse benim kızıma ceza veremez." Kıkırdayarak ona sarıldım. Beş dakika daha konuşup oradan ayrıldım.
Eve girdiğimde her zamanki sessizlik karşıladı beni. İçimde kopan fırtınalardan sadece sessizlik haberdardı. Kim bilir belki de sessizlikti insanın en büyük sırdaşı. Elimdeki çantaları masamın üstüne bıraktım. Resim çantamdan çizimimi çıkardım. Geçirdiğim ufak çaplı krizler çizime devam ederken beni oldukça zorluyordu. Daha hastane demeye bin şahit lazım olan çizime baktım. O sırada aklıma mafyatik mimar geldi. Zaten sıkkın olan canımı daha çok sıkmayı başaran o mimara gününü gösterecektim. Onunla tanışmaya gidecektim elbette. Ve bu görüşmeden sonuç alamazsam işe önce onun adını bulmakla başlayacaktım.
Kendimi sakinleştirmek ve soğuk bir suyla yıkanmak için duşa girdim. Soğuk su bana her zaman iyi gelirdi. Zaten sıcak olan hiçbir şeyle aram yoktu. Çay içersem soğumasını beklerdim. Kahve istersem de soğuk kahve alırdım. Nedendir bilinmez, lisede fark etmiştim bu huyumu. Üzerimi değiştirdikten sonra aynanın karşısında saçlarımı taramaya başladım. Lise yıllarından üniversite yıllarıma atlayan aklım yine bana oyunlar oynuyordu. Tarağı sehpanın üzerine sertçe bırakarak öylece yatağa uzandım. Dolan gözlerim hiçbir zaman bana yardımcı olmuyordu. Yatağımın üstündeki küçük, pembe ayıcığı kollarımın arasına alarak sarıldım. Güzeldi, çok güzeldi o zamanlar her şey. Fazla masalsı, fazla sihirli gibiydi. O mahalle, tanıdığım insanlar, yaşanan anılar, o...
Eğer mezuniyetimden bir gün önce annemi kaybetmeseydim her şey bambaşka olacaktı, Ne çok gözyaşı vardı bu odada. Ne çok acı sığmıştı şu beş senede bu odaya. Mümkün olsaydı akan yaşlarımdan koca bir sel olurdu. Dili olsaydı da konuşsaydı bu duvarlar ne derlerdi bana kim bilir. Midemin bulantısıyla yattığım yerden doğruldum. Ayağa kalktığımda başımın dönmesiyle kapının kulbundan destek aldım. Yine olmuştu. Ufak krizler şu son bir haftadır artmaya başlamıştı. Çizime başlarken bunların yaşanacağını tahmin etmiştim. O mahalleyi hatırlamak bana hiç iyi gelmiyordu. Bazı şeyleri unutmaya çalışmak çizim sayesinde zorlaşmıştı, Derin, çok derin bir özlem vardı içimde.
Eylül ve Selim o mahalleden tanıdığım ve hâlâ hayatımda olan tek insanlardı. Eylül bizde kalıyordu üniversite yıllarımızda. 10 yıldır tanıyordum onu. Artık öz kardeşim gibi olmuştu. Selim ailesini küçük yaşta bir kazada kaybettiği için yurtta kalıyordu. O mahallede otururken Selim şu anki oturduğumuz semtteydi. Bazen ortak bir yerde buluşuyorduk. Fakat buraya geldiğimizden beri her gün görüşüyorduk. Malum şoförümdü. Bu işi yapmasına gerek olmadığını defalarca söylememe rağmen bu işe girmişti. Belli etmese de bana bir şey olmasından korkuyordu. Derin nefesler alarak çantamdaki ilacı bugün sayamadığım kez yine içtim. Sonra üşüdüğümü fark ederek hırkamı giydim. Mutfağa geçerek ocağa makarna koydum. Makarnam pişerken odamdan tuvalimi getirdim. Ellerim istemsizce babamın yorgun ela gözlerini çizmeye başladı. Çizime devam ederken burnuma makarna kokusu gelince ocağın altını kapattım. Bir tabağa makarna koyup yemeye başladım. Yemekten sonra yatağıma uzandım. O sırada telefonuma bir mesaj geldi. *Selim kişisi size bir konum gönderdi.*
Gönderen:Selim Geç oldu ama daha uyumadığını düşünerek yazıyorum. Adres bu. Şu an evde değilim konuma dikkatli bakamadım. Sabah beraber bakarız ve beraber gideriz Su. İyi geceler.
Gönderen:Su Teşekkür ederim Selim. Sabah değil, yarın akşama doğru gideriz. İyi geceler.
Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Selim'e bilerek akşam gideriz diye yazmıştım. Çünkü ben sabah kendim gidecektim, Eylül de onsuz mimarla konuşmaya gidersem çok kızardı. İkisini de bekleyecek kadar sabırlı değildim. Sadece birisiyle gidersem her günleri kavgayla geçen arkadaşlarımın seslerini bir ömür dinleyeceğimi bildiğimden bu işe hiç onlarla kalkışmayacaktım. Telefonumu şarja taktım ve kendimi bugün fazlasıyla uzak kaldığım uykuya teslim ettim. |
0% |