@azra00
|
Ateş Karalar'dan...
Karşımda oturan kızla tam on dakikadır sadece bakışıyorduk. Annem bu aralar kız bul ve hayatına devam et mottolarını bana fazlasıyla sunuyordu. Beni buraya beraber kahvaltı yapmak için getirmişti. Fakat şu an karşımda annem yerine bu kız duruyordu. Annem ise sözde lavaboya gitmişti. Bu tür klişeler beni gerçekten sinir ediyordu. Evet, yaklaşık üç senedir tüm klişelerden uzaktım. Utangaç bakışlarla bana bakan kıza karşı kendimi oldukça mahcup hissediyordum. Bu hayatta en nefret ettiğim şey, birisinin duygularıyla oynanmasıydı. Sende bir kalp varsa, karşındaki insanda da bir kalp olduğunun unutulmaması gerekiyordu. Anneme defalarca bunu söylemiş olmama rağmen, hâlâ bana kız bulma derdindeydi. Bir insan sevmediği, kalbine almadığı bir kızla nasıl takılabilirdi ki? Özellikle de bu kişi bensem bunun olması imkânsızdı. Kalbimi kırdıkları gibi kalp kırmak bana göre değildi. Şu an karşımda gerilmiş bir şekilde oturan bu kızı üzmek ise zaten hiç istemediğim bir şeydi.
Bir şeyler demesi gereken taraf ben olduğumdan artık konuşmalıydım. Hafifçe öksürdüm ve söze girmeye karar verdim. Fakat Yeşim benden önce davranmıştı.
"Şey, Ateş beni zaten çok iyi tanıyorsun. Sen bir şeyler demeden önce şunu söylemek isterim ki beni buraya annen çağırmadı. Ben kendim gelmek istedim. Seninle mahallede de konuşabilirdim değil mi? Bana şimdi bunu soracaksın. Çok denedim Ateş. Seninle konuşmayı çok denedim. Üç yıldır içimde tuttuğum her şeyi sana geçtiğimiz iki haftadır anlatmaya çalışıyorum. Bu zamana kadar ilk başta kendin hisset istedim. Beni anla istedim. Sana her sabah yaptığım kurabiyelerden, mekânının ilerisindeki kafede oturup her gün seni izlememden... Anlamadın Ateş. Baktım böyle olmuyor, ben de her şeyi anlatmaya karar verdim. Ama işlerinle o kadar yoğundun ki anlatsam da o yoğunlukta ters bir tepki almaktan korktum. Ama artık kalbimin içindeki kelebekler o kadar arttı ki, sana anlatmam için o kadar ısrarcılar ki... Nasıl anlatılır bu hissettiklerim inan bana ben de bilmiyorum. "
Titremekte olan ellerini küt bir şekilde kesilmiş, kahverengi, kıvırcık saçlarına götürdü. Ellerinin titrediğini o an fark etmiştim. Şaşkınlıktan konuşamıyordum, tepki bile veremiyordum. Üç yıl önce mahallemize taşınan bu kız, yakın arkadaşım olarak bildiğim bir kızdı. Ve şu an karşıma geçmiş, tam üç yıldır bana karşı hislerinin olduğunu söylüyordu. Yeşil gözleri, mavi gözlerimin tam içine bakıyordu. Dolu gözlerini gözlerimden alarak titreyen ellerine çevirdi. Derin ve titrek bir nefes alarak sözlerine devam etti.
"Bir kelebeğin ağırlığı olur mu Ateş? Koluna konsa bile hissetmezsin ki onu. Ama benim içimde o kelebekler çoğaldıkça kalbimde bir ağırlık oluşmaya başladı. Şu hayatta kimsem yokken geldim o mahalleye Ateş. Her şeyi biliyorsun. Bir tek babam dediğim o adam vardı. Bir de o kadın vardı anne bildiğim. Bana yaptıklarından sonra uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşmak istedim o adamdan. Beni ondan kimse koruyamazdı Ateş. O mahalleye geldiğim günü hatırlıyor musun? Daha seninle karşılaştığım ilk dakika anlamıştım koruyucumun sen olacağını. Sana baktığımda değer verdiği, önemsediği insanı her koşulda koruyup kollayabilecek bir adam gördüm ben Ateş."
Gözleri tekrar yüzümü bulduğunda bu sefer ben masanın üzerindekilere yönlendirmiştim boş bakışlarımı. Nasıl bakabilirdim ben şimdi bu kızın yüzüne?
"Ben hayatımda sadece çocukken mutluydum Ateş. Belki de hiçbir şeyin farkında olmadığım için mutluydum o zamanlar. Aradan yıllar geçti ve ben seninle karşılaştıktan sonra mutluluğun ne demek olduğunu hissettim. Bana tecavüz eden o adamla, bana asla inanmayan o kadının yanında hissettiklerimin aksine, benim mutluluğum sen oldun. Yedi yaşımdan sonra biten çocukluğumu sen tamamlamaya çalıştın. Ben de senin yanında kendimi hep tam hissettim. Şimdi bana kızabilirsin, hakkın var buna. Yıllarca arkadaşım dediğin kız aslında sana aşık bir kızdı Ateş. "
Duyduklarım karşısında şok olmaya devam ederken kendime kızıyordum. Üç yıldır bu kızın beni sevdiğini nasıl anlayamamıştım ben? Anlamadığım yetmezmiş gibi bir de yaptıklarımla kıza umut verdiğimi hissettirmiştim. Ben ona hep arkadaş gözüyle bakarken tüm bunları gözden kaçırmıştım. Şu an bir şey dememi bekleyen bu kıza ne demeliydim şimdi? Yapamam mı? Sen benim arkadaşımsın mı? Ne diyecektim kahretsin ne diyecektim. Karşımdaki ona kızmamı bekleyen gözlere baktım. Ama ben ona değil kendime kızıyordum. Bir insan nasıl böylesine kör olabilirdi ki? Ben yaşayamadığı çocukluğunu tamamlamak isterken aslında hiç kapanmayan sevgiye aç olan tarafını beslemiştim bu kızın farkında olmadan. Hayatımda olmadığı kadar kızıyordum kendime şu an. Elimde olsa kafamı taşlara bile vurabilirdim.
Masanın üzerinde yumruk yaptığım elimi daha da sıkarak masadan kalktım. Son kez ona baktığımda ağlayan gözlerini gördüm. Gözlerimi sımsıkı kapatarak oradan hızlı adımlarla uzaklaştım. Bir kızın gözlerinden akan yaşların sebebi olmak şu dünyada isteyeceğim son şey bile değildi. Kasaya gidip hesabı ödeyerek ve Yeşim'i mahalleye bırakmalarını söyleyerek mekândan çıktım.
Arabaya bindiğimde kendime hakim olamayarak ellerimle direksiyona vurdum. "Tam bir gerizekalısın Ateş Karalar. Nasıl görmezsin gözünün önündeki şeyleri nasıl?" Yeşim'e bir şeyler demek istemiştim ama ne diyeceğimi bulamamıştım. Yapılmasını hiç sevmediğim şeyi yapmıştım ona elimde olmadan: Umut vermek. Sinirle arabayı çalıştırdım ve son hızla mahalleye doğru yol aldım.
Mahalleye geldiğimde hızla ofisime girecektim ki gözüm dışarıda duran su damlası şeklindeki ışığa kaymıştı. Yıllar önce bir su damlasına atan kalbimin, bir gün yosunlaşmış bir taşa dönüşeceğini ben nereden bilebilirdim ki. Arkamdan bir elin omuzuma dokunduğunu hissettiğimde arkamı döndüm. Çağlar baktığım su damlası şeklindeki ışıktan gözlerini alarak hafifçe tebessüm etti.
"Hayırdır oğlum dalmışız yine maviliklere." Derin bir nefes alarak elini omzumdan çektim. "Yok dalmak falan Çağlar. Zaten iyi değilim bir de sen başlama Allah'ını seversen."
İkimiz de ofisteki odama geçtik. Çağlar masamın karşısındaki koltuğa otururken meraklı gözleriyle de bana bakıyordu.
"Kötü bir şey mi oldu Ateş? Ne bu öfke böyle?" Üzerimdeki ceketi çıkartıp yandaki diğer koltuğun üzerine fırlattım. "Çağlar ben ne biçim bir adamım ya?" Sinirle odada volta atarken Çağlar sözde sorduğum soruya cevaplarını sıralamaya başladı.
"Ne biçim adamsın?" Ellerini çenesine götürüp düşünür gibi yaparak bana baktı. "Yakışıklı, akıllı, sadık, bodyguard gibi adamsın kanka." Gülerek söyledikleri beni daha çok sinirlendirmişti. Gözlerimi devirdim.
"Ne yakışıklısı ne akıllısı Çağlar. Bir kere körüm oğlum ben. Salağın tekiyim. Ulan gözümün önünde olan şeyleri göremeyen aptalın tekiyim ben be."
Çağlar kaşlarını çatarak yüzüme bakmaya devam etti. "Ne diyorsun oğlum sen? Açık açık anlat ne oldu?" Sinirle elime aldığım kalemi yere fırlattım.
"Beni seviyormuş oğlum beni. Yeşim bugün bana karşı hissettiklerinden bahsetti. Ulan koskoca üç sene kız bana bunları söylemeyi bekliyormuş. Senin sabahları ayılıp bayılarak yediğin, Yeşil'in yaptığı o kurabiyelerden bile anlamamı beklemiş hislerini. İşin kötüsü de ne biliyor musun? Üç yıldır o kıza iyilik yaptığımı sanırken aslında ona umut veriyormuşum ben. Ulan kafayı yiyeceğim bak valla. Ben koskoca üç senenin her günü bana umut verilip terk edilmeme lanet ederek geçirmiş adamım. Şimdi nasıl olur da nefret ettiğim şeyi bir başkasına yaparım ben oğlum?" Çağlar ağzı beş karış açılmış bir şekilde bana bakıyordu.
"Nasıl ya? Yeşim sana mı aşıkmış? İyi de oğlum ben böyle bir şey sezsem sana hemen söylerdim. Ben bile anlamamışım ki. Demek o kurabiyelerin üzerindeki şekerlemelerin şekli o yüzden kalp şeklinde oluyormuş hep. Vay anasını."
Şaşkınlıkla Çağlar'a baktım. "Kalp şeklinde mi? Ben ona bile dikkat etmemişim ki oğlum. Ne yaptım lan ben?" Sinirle ellerimi yüzümde gezdirdim. Bu kadar kör olamazdım ama. Gerçekten bu kadar da olmazdı. Yeşim'in yaptığı kurabiyelerin kokusunu alır almaz yanımda biten Çağlar genelde kurabiyelerin çoğunu midesine indirirdi. Ben ise bir tane canım isterse yerdim. Eskiden bu tür şeylerden çok sık yediğim için üniversitede benimle herkes dalga geçerdi. Çünkü o yıllarda gerçekten kiloluydum. Bir insanın kilosuyla dalga geçecek kadar vicdansız insanlar vardı bu dünyada. Ben de onlara denk gelmiştim. onlar yüzünden kendine güveni olmayan, çirkin birisi gibi hissetmiştim kendimi hep. Çağlar ise herkese rağmen yanımda olmuştu üniversite dönemlerimde. Bir tane de kız olan bir arkadaşımız daha vardı bizle takılan. Bir de o vardı. Sonra o da, diğer arkadaşımız da gitmişti. Çağlar ve ben kalmıştık geriye. Zaten o haldeyken benimle takılması bile mucize gibiydi onun. Masal gibi güzeldi. Masallardan nefret edip, bir peri masalına aşık olmuştum. O gidince karar vermiştim ve zayıflamıştım. Herkesin hayran olduğu o evrim geçirmek kelimesinin karşılığını verdiğimi söylerdi hep Çağlar.
"Kanka, belki de bu kız gerçekten hak ediyordur he ne dersin? Belki de sil baştan yapmanın tam zamanıdır artık. Anladığım kadarıyla kız baya çaba gösteriyor senin için. Bence düşünmelisin."
Ne diyordu bu çocuk böyle? Neyi düşünmeliydim arkadaş olarak gördüğüm kız hakkında? Daha mı çok kalbini kırmalıydım o kızın? Buna asla izin vermezdim, asla. "Saçmalama Çağlar. Böyle bir şey olmayacak anladın mı? "
Çağlar ve ben hararetli bir şekilde konuşmaya devam ederken kapımın tıklatıldığını duymuştum. Yaklaşık iki saniye sonra içeriye Sedef girdi.
"Ateş bey, bugün bir kız geldi. Patronuna söyle başka bir zaman geldiğimde burada olacak dedi. Hastane yaptırmaktan falan bahsetti." Kaşlarımı çattım. Çağlar bana hastane konusundan bahsetmişti. "Bir mimarlık şirketi dans kursu yaptırmak istediğimiz yere hastane yaptırmak istiyormuş" demişti.
"Her şey üst üste gelmek zorunda ama değil mi?" kendi kendime mırıldandığımda Sedef anlamayan gözlerle bana bakıyordu. "Anlamadım Ateş Bey."
"Adı ne bu kızın Sedef?" Sedef tereddütle yüzüme baktı. "Şey, bilmiyorum efendim. Kendisi siz isminizi söyleyene kadar adını söylemezmiş." Sinirle Sedef'e baktım. Bu da neydi böyle? Kim oluyordu da bana bu şekilde karşı gelebiliyordu? Neydi bu cesaretin sebebi? Sedef odadan çıktığında Çağlar bana bakıyordu merakla. Ne yapacağımı merak ediyordu.
"Çağlar, bana bu kızı bulacaksın oğlum. Zaten bir ton şey yüklendi üstüme bir de bu oyun oynamak isteyen kızla ben uğraşamam. Bu görev sende."
"Ateş'im tamam bulurum da çok tuhaf değil mi? Bizim mahallede olmayan ama inatla buraya hastane yaptırmak isteyen bir kız. Amaç ne anlamadım. Ya gerçekten oyun oynamak istiyor ya da başka bir şey var bu işte. Şayet oyun oynamak istiyorsa da baya yanlış kişiye denk geldi." Başımla onu onayladım. Kesinlikle oyun oynaması gereken kişi ben değildim. Özellikle de bugünden sonra.
Gerginliğimi fark eden Çağlar sululuklarına başlamıştı yine. "Ama ben başkayım değil mi ateş böceğim? İstersem oyun oynayabilirim seninle." Bıkmış bir ifadeyle Çağlar'a bakıyordum. Yine beni delirtmek istiyordu anlaşılan. Ona ciddi anlamda kızamayacağımı bildiği için hep benim üzerime gelirdi. Bu da onun sevgi diliydi sanırım. Aynı ifademle Çağlar'a bakmaya devam ederken bir şarkı sesi duydum. Sedef odaya girmeden önce söylediği söze misilleme yapıyordu şarkının sözleriyle.
*3* Sil baştan başlamak gerek bazen
Hayatı sıfırlamak
Sil baştan sevmek gerek bazen
Her şeyi, unutmak
Daha fazla bu saçmalığa izin verirsem bir katil olarak çıkacaktım bu odadan. Sinirle bakarak Çağlar'ın üzerine yürümeye başladığımda koşarak masamın arkasına doğru dolaştı. Sırıtarak şarkının sesini arttırdığında peşinden masanın etrafında koşmaya başladım. Dövmedikçe akıllanmayacaktı bu çocuk.
"Çağlar belki de artık büyümenin vakti gelmiştir he kardeşim?" Hâlâ birbirimizin peşi sıra koşmaya devam ederken Çağlar yorulmuş olacak ki hızla kapıyı açtı. Dışarıya koşarak çıkmayacağımı bildiğinden üzerine çeki düzen vererek ve hafifçe öksürerek ağır adımlarla dışarıya doğru gitmeye başladı.
"İyi günler Ateş Bey. Daha sonra kaldığımız yerden devam ederiz." Tek kaşımı kaldırdığımda içeriye doğru boynunu uzatarak bana dil çıkardı ve sırıtarak arkasından kapıyı kapatıp odamdan nihayet çıktı. Gözlerimi devirip sandalyeme oturdum. Asla büyümezdi bu çocuk.
Bir süredir planı kafamda hazır olan dans kursu binasının çizimini önümdeki kâğıda aktarmaya başladım. Fakat aklımda dönen şeyler çizime odaklanmamı oldukça zorluyordu. Çizimine bile başladığım binanın önünde bir mahalleli engeli vardı. Mahalleli benim çocukluğumu bile bilirdi. Beni de çok severlerdi. Ancak yine de mahallenin nostaljik görünümünün kaybolmasından korkuyorlardı. Hakları da vardı. Bu mahalleyi bu kadar güzel yapan şey modernleşmemiş olmasıydı. Buradaki binaların eski görüntüsü mahallemizi diğerlerinden farklı kılıyordu. Dans kursu için tek engel artık mahalleli değil gibiydi. Bir de başıma oyun oynamak isteyen, yeni yetme bir mimar çıkmıştı. Ama onu alt etmek benim için çocuk oyuncağı olurdu. Çünkü ben Ateş Karalar'dım. Ve Ateş Karalar kafasına koyduğu her şeyi yapar, verdiği tüm sözleri de tutardı. Ne yaşanmış olursa olsun verdiği sözleri asla unutmaz, gerçekleştirirdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Bu kurs işini bir şekilde halledecektim. Fakat kafamda dönen tek şey keşke bu olsaydı.
Üç yıl önce kayıplara karışan bir abim vardı mesela. Aramızda sadece bir yaş vardı ama ben ona abi diyordum. Sürüklendiği bataklık onu yeterince dibe çekerek, onu bizden çekip almıştı. Abimi bu bataklığa atan kişi ise bizim öz babamızdı. Kendisiyle beraber abimi de atmıştı o bataklığa. İlk bende denemişti bunu babam ancak başaramamıştı. O bataklığa girmem için her şeyi yapmıştı. Mezun olduktan sonra nerede iş bulmaya çalışırsam çalışayım, kimseden iş kapamamıştım. Çünkü babamın eli, kolu uzundu. Hep engel olmuştu. Ben de kendi işimi kendim yaratarak kurtarmıştım kendimi ondan. Bir süredir ses seda çıkmıyordu babamdan. Ben ise bunca derdin arasında her günümü abimi aramakla geçiriyordum. İşte Ateş Karalar'ın işi bu konuda hiç düzgün ilerlemezdi. Hep birilerini aramıştım yıllarca. Ama hiç bulamamıştım. Yine de aramaya devam etmiştim. Ben hep peşlerinden koşmuştum da bir süre sonra değmeyeceğini anlamıştım. Bulsam ne olacaktı ki? Sizden gitmek isteyen birisini bulunca ne olacaktı? Artık arada güven kalmamış olacaktı. Zaten tükenmekte olan sizi daha çok tüketeceklerdi.
Derin bir nefes alarak masamdan kalktım. Koltuğun üstüne fırlattığım ceketimi üzerime giyerek odamdan çıktım. "İyi akşamlar Ateş Bey." Bu Sedef'in sesiydi. Bazen beni sinir etse de bu ofiste emeği büyüktü. "İyi akşamlar Sedef. Siz de çıkın artık yoruldunuz." Ofisin sol tarafında kalan, ofise çok yakın olan evime doğru yürümeye başladım. Kapıyı açtığımda içeriden yemek kokuları geliyordu.
"Oğlum geldin mi? Gel, gel bak sana en sevdiğin yemeklerden yaptım." Tebessüm ederek başımı iki yana salladım. Annem hep benim üzerime titrerdi. Ama bugün sanki daha fazla yapıyordu bunu. Sebebini de çok iyi biliyordum. Yanına vardığımda bana sarıldı. Ben de ona sarıldım fakat bu uzun sürmedi.
"Şu an beklediğin haberi sana vermeyeceğim anne. Yeşim konusunu açılmamak üzere kapatsan iyi olur. Öyle bir şey olmayacak." Annemin gülen yüzü asılmıştı birden.
"Ama oğlum bir düşünseydin. Hem Yeşim kızımı yıllardır tanıyoruz. Hanım hanımcık bir kız. "
"Anne yeter. Beni de Yeşim kadar tanıyorsan onu arkadaş olarak gördüğümü bilmen gerekir değil mi? Bile bile kızı umutlandırmak yakıştı mı sana anne?" Annem kaşlarını çattı. Her zamanki gibi ellerini beline yerleştirdi.
"Bak Ateş, ben bir oğlumu kaybettim. Tutamadım onu tüm çabalarıma rağmen. Yavrum sanki avuçlarımdan kaydı gitti. Benim yüreğimi de aldı gitti peşinden. Ben senin mutlu olmanı istiyorum oğlum. Ben çocuklarımın saçlarının tellerine bile zarar vermekten korkarak dokunurdum onlara. Sizi getirdikleri hale baksana. Birinizi babanız olacak o adam yaktı, birinizi de..." Gözlerindeki yaşları silerken sözünü kestim.
"Anne tamam. Tamam artık ağlama. Hem ben mutluyum. Sen varsın yetmez mi bana? Tabii ki de yeter." Annem tekrar kaşlarını çattı.
"Mutlu falan değilsin Ateş sen. Ben anneyim, anne. Sana baktığımda içinde kopan fırtınaları görüyorum. Yeter artık Ateş. Ateş olan sensin ama sen yanıyorsun be oğlum. Bir kız için hem de. Seni terk edip giden bir kız için değer mi Ateş? Ben buna daha fazla izin vermeyeceğim anladın mı?"
"Anne bir daha bana ondan bahsetme. Çok ciddiyim beni bu evde göremezsin anladın mı?" Sinirle odama doğru ilerledim. Annem ise arkamdan konuşmaya devam ediyordu.
"Sanki ben sussam aklın da susacak Ateş. Keşke öyle olsa ve ben hep sussam. Yıllardır söküp atamadığın kızı gerekirse ben zorla söküp attıracağım oğlum."
Odama geçip kapımı sertçe kapattığımda elimle duvara vurdum. Hayır, doğru değildi. Ben unutmuştum. Unutmuştum her şeyi. Sinirle tekrar duvara vurdum. "Unuttum, unuttum." Sonra daha yüksek sesle bağırdım. Sanki aklıma da kalbime de duyurmak ister gibi. "Unuttum seni. Yoksun artık. Unuttum."
Hızla dolabıma ilerleyip bornozumu aldım. Ve kendimi soğuk suyun içine attım. O sırada yere damlayan kırmızı lekeyi görünce, elimin de yandığını hissettim. Kanamıştı lanet olası. Hızla duşumu almaya devam ettikten sonra odama geçip çekmeceleri karıştırmaya başladım. Neredeydi bu sargı bezi? Uzun bir arayıştan sonra nihayet bulmuştum. Yarayı temizleyerek elimi gelişigüzel sarmıştım. Benim umurumda bile değildi ama annem yarayı görse üzülürdü. Malzemeleri çekmeceye geri attığımda kendimi yatağıma bıraktım. Elime telefonumu alıp, galerimde gezinmeye başladım. Yıllardır galerimin tozlu raflarında saklanan fotoğrafları görünce telefonu hızla kapattım. Bir süre gözlerim kapalı bir şekilde bekledikten sonra tekrar telefonu açtım. Telefon benim değil, sanki onundu. Her yer onunla doluydu. Rastgele bir fotoğrafa tıkladım. Lunaparkta benim onu çektiğim bir fotoğraftı bu. Çikolatalı dondurmanın çikolatası yüzüne bulaşmış ve onu çektiğimi fark edince kaşlarını çatarak kameraya bakmıştı.
Karşımdaki dolabın aynasında hafifçe tebessüm eden yüzümü gördüğümde, gülümsememi hemen geri gönderdim. Bitmişti, unutmuştum. Kadın gitti ve bu aptal masal bitti. Hayat bizlere masal gibi güzel ama bir o kadar da gerçek olması mümkün olmayan hayaller gördürüyor sonrasında ise o hayallerin üstüne kocaman bir örtü örtüyordu. Bu örtünün adı ise gerçeklikti. "Bu kadar masal yeter, gerçeklere dön!" emri gibi bir şeydi bu.
Fotoğrafların hepsini seçip çöp kutusuna tıkladım. Elim karşıma çıkan "çöp kutusuna taşınsın mı?" yazısının altındaki evet yazılı alanın üzerindeydi. Parmağımı soldaki hayır tuşuna dokundurdum ve fotoğrafları gözümün önünden uzaklaştırmak için arşive taşıdım. Her gece uyuyunca geçer diye avuturdum kendimi asla geçmeyeceğini bilerek. Yine aynısını yaparak telefonu elimden bırakıp yorganımın altına girdim.
"Ancak rüyanda Ateş Karalar. Ancak rüyanda..." |
0% |