@azra_04
|
Aynada kendine son bir kez baktı genç kız. Çok güzeldi. Bembeyaz gelinlik de ona bir ayrı yakışmıştı. Tabi o gelinliğini kefen olarak saymasaydı. Hoş kim kendinden 30 yaş büyük bir adamla zorla evlendirilirken mutlu olurdu ki? Olamazdı... İstanbul... Adı özgürlüktü genç kızın. Ama kendisi bir tutsaktı. Şayet hayal meyal hatırladığı annesi onu cennetten görebiliyorsa bu gün kan ağlayacaktı. Uzun siyah sırma saçlarını her taradığında şarkılar söyleyen annesi, "Benim kızım da şarkılar söyleyecek. Ben okulu bırakmak zorunda kaldım ama benim kızım benim bıraktığım yerden ilerleyecek." derdi hep. İstanbul annesine bir söz vermişti. Bunun içinde babasına rağmen savaşmıştı. Peki sonuç? İstanbul devlet üniversitesi konservatuar bölümünü kazanmış üstüne bir de özel bir vakıfın sınavından tam puan alarak burs kazanmıştı. Ne kadar saftı değil mi? Nasıl da inanmıştı babasının bunları duyunca bir kez olsun kızıyla gurur duyup izin vericeğine... Babasına bunları ilk söylediğinde aldığı yanıt sert bir tokat ve sayısız hakaretti. Pes etmemişti tabi. Taki bir gün çalan kapıyı açtığında karşısında 50 yaşında ki görücülerini görene kadar. Oysa daha o 18'ine bile girmemişti. İstemiyordu İstanbul. Katlanamazdı buna. O bir adama eş olmak istemiyordu. Elleri temizlik bezi değil, kitaplarını, hatta mikrofonunu tutmalıydı. Zorla anne olmak düşüncesi midesini kaldırıyordu. O henüz çocuktu ki... Annesi ölmeseydi canı pahasına izin vermezdi buna biliyordu. Ama yoktu işte. İstanbul gözlerinden akan kanları yaşları elinin tersiyle sildi. "yapamam!" diye mırıldandı ve hızla arkasını döndü. Yere eğilerek yatağın altından eski küçük bir kutu çıkardı. Annesinden ona kalan sadace bu kutuydu. Hoş babası bilse bu kutuyu da tutmazdı ya. Kutunun üzerinde ki tozu silkeleyen genç kız kapağı kaldırdı. Kutunun içinde eski bir kaset ve yıpranmış eski bir aile fotoğrafı vardı. Kasetin içinde annesinin ona söylediği şarkı vardı. Fotoğrafsa annesinin ailesine aitti. Beyaz duvarları olan ihtişamlı bir konağın merdivenlerinde çekilmişti. Alışık olmadığı bir durumdu İstanbul'un. Yani insanları bu kadar mutlu görmek. Bir kez şans eseri bulduğu için hiç düşünmeden resmi ters çevirdi. Bir tarih ve adres yazılıydı. Çok da ümidi yoktu ama burda kalıp kendini ölümün koynuna bırakmaktansa sonuna kadar gitmek istiyordu. Pes edemezdi. Annesi için dayanmak zorundaydı. Önce odanın kapısını kilitledi. Sonra kaseti eski radyoya takarak çalıştırdı ve annesinin sesini dinlerken küçük bir sırt çantasına bir kaç parça eşyasını tıkıştırdı bir de kumbarasında ki üç beş kuruşu. "Merhaba meleğim. Kocaman oldun. Artık üstünü tek başına giyebiliyorsun. Seninle gurur duyuyorum kızım. Ama hala benim sesim olmadan uyumuyorsun. Benim İstanbul'um, güçlü kızım benim sakın korkma tamam mı? Anne hep burda. Senin kalbinde. Aynaların ardından bana neden bakıyorsun, kanattığın yaralarda hala neden kanıyorsun? Sabah uyandığımda sanki sarılıyorsun... Rüyamda, kabusumda hala neden oluyorsun. Açıldım denizlerde bir liman oluyorsun. Cennetin adasında kaçtıkça kovalıyorsun... sırtıma hüzün esiyor, üşüyorum ah! Kalbime acı sarıyor yanıyorum ah! Burda kaldım aşksız sevdasız ahhh! Burda kaldım aşksız sevdasız... Sen kalma aşksız da sevdasız da. Adın gibi ol kızım. Zincirlemelerine izin verme. Benim gibi olma bebeğim. Sen cesur ol... "
Kaseti çıkartıp çantasına atan genç kız, içinden söz verdi annesine. Cesur olacaktı. Hazırladığı çantayı yatağın altına sakladıktan sonra kapının kilidini açtı. Nitekim son 10 dakikadır pes etmeksizin biri kapıyı tekmeliyordu. Açılan kapıdan büyük halası girdi. Çatık kaşlarla ataya bir göz attıktan sonra. -Bu kapı neden kilitli? Diye sordu. Cevam vermedi genç kız. Bu hala'yı daha çok sinirlendirdi. İstanbul'un saçlarına yapıştığı gibi önüne kattı ve banyoya sürükledi. -Bunun hesabını sonra vereceksin. Şimdi abdest al. İmam geldi. Dedi. -Sen allahın bu nikahı onaylayacağını mı sanıyorsun? Diyerek ilk kez ses çıkardı İstanbul ve karşılığında sert bir tokat suratına çarptı. -Sana konuş diyen olmadı. Aptestini al ve beni takip et. Daha fazla sesini çıkartamadı genç kız ağlaya ağlaya abdest aldı ve hala'sının başına sıkıca bağladığı beyaz tülbenti düzeltim korkuyla ilerledi. Salonda bekliyordu onu katilleri. Halasının itelemesiyle babası yaşında ki adamın yanına diz çöktü. Gözlerindek akan yaşlara mani olamıyordu genç kız. İmam önçe İstanbula sonra etrafında ki kalabalığa baktı. İçinden sabır çekerek seslendi. -Ey ahali. Çıkınız. Sadece gelin damat ve şahitler kalsın. Dedi. İmamı dinleyen kalabalık uzaklaşınca oda da iki şahit dışında bir de babayla hala kaldı. İmam bir kaç dua okudu ve sonra o meşur souyu sordu. -Kızım sen bu adamı kocalığa kabul ettin mi? Derin bir sessizlik tüm odayı kapladıktan bir kaç dakika sonra İstanbul'un sesi yankılandı. -Hayır. Etmedim! Aynı anda babası gürlese de imamın sesi gürültüyü bastırdı. -Duydun Hasan emmi kızının gönlü yoktur. Ben kıyamam bu nikahı. Dedi. -Naz yapar o kıyıver sen nikahı. Diyen halayı, -Ben allahtan korkarım. Bu nikahın hükmü yoktur. Diyerek susturdu imam. Ve daha fazla konuşmadan ayağa kalkıp hızla oradan uzaklaştı. İmam gittikten sonra ortalık saniyeler içinde karıştı. Herkes bir yandan bağrırken kendini son anda izdihamdan kurtardı genç kız ve odasına koşup kapıyı kilitledi. Biraz sonra kapısını tekmeleyen babası, -Bakalım akşam nikah memuruna da hayır diyebilcen mi? Diye bağrındı. Derdi demesine de. Pek işe yaramazdı. Çünkü nikahlarını kıyacak olan memur müstakbel kocasının ilk eşinden oğluydu. Yani kendinden 10 yaş büyük üvey oğlu. Bu yüzden bu gece nikahtan önce kaçmaktan başka çaresi yoktu. Saatlerce yatağın ucunda kıvrılıp düşündü durdu genç kız. Ve nihayet hava karardığında kararlı bir şekilde ayağa kalktı. Çantasını camdan dışarı attı. Penceresinde demirlik yoktu. Duvarda oldukça alçaktı. Bu yüzden camdan atlamak en mantıklı olanıyıdı. Ançak kabarık elbise ile oldukça zorlanmıştı. Eteğinin bir çok yeri yırtılırken topuzunu tutturulan duvak pencere pervazına takıldı. Kendini toprak yola bıraktığında başında ki duvak da çıkmıştı. Dolayısı ile saçları omuzlarına döküldü. Yerden çantasını alan genç kız ayağında ki topuklularla koşamayacağını anladığında bir an bile düşünmeden ayakkabıları çıkarıp bir kenara fırlattı. Taşların ayağını kesmesi umrunda bile değildi. Bir an önce bu cehennemden kurtulmak zorundaydı. Otoyola kadar koştuktan sonra yoldan geçen bir arabayı durdurdu. Şansına adam şehir merkezine gidiyordu. Kızı da bırakmayı kabul etmişti. Belki de açımıştı haline. Sonunda havalimanına varan İstanbul bir kez daha koşarak güvenlikten geçti. İnsanlar ona canavar görmüş gibi bakıyordu. Haksızda sayılmazlardı gerçi. Çok berbat bir haldeydi. Gişeyr ilerleyen genç kız çantasına tıktıkı buruşmuş parayı uzatarak bir bilet istedi. İstanbul'a yanlız gidişi olan bir bilet. Ezici bakışlar altında biletini aldıktan sonra tuvalete gitti ve yüzünde ki ağlamaktan akan makyajını temizledi. Dağınık saçlarını da üstün körü düzelttikten sonra üzerinde ki gelinliğin tül eteğini yırttı ve en azından biraz daha normal bir elbiseye cevirmeye çalıştı. Belki böyle daha az dikkat çekerdi. Gelinlik parçalarını tuvaleyin çöpüne tıktıktan sonra çantasındaki siyah kapşonlu hırkasını üzerine geçirdi. Dışarı çıktıktan sonra derin bir nefes alıp uçağın girişine doğru ilerledi. Bileti kontrol eden hostes gülümseyerek koltuğunu tarif ederken yeni bir masalın başladığını biliyordu genç kız... |
0% |