@azraferhan
|
Hızlıca eve geldiğimde yavaşça kapıyı kapattım. Taş poşetlerini kenara koyduktan sonra üstümdeki sırıl sıklam su olmuş kıyafetlere yüzümü buruşturarak baktım. İlk iş olarak taş poşetinden telefonumu çıkarttım ve vestiyerin üzerine koydum.
Kapının sağ tarafında kalan, duvarda asılı duran anahtarlıktan bir ses gelince bakışlarım anahtarlığı buldu. Üzerindeki akik taşlarından biri kırılmıştı, kaşlarımı çatarak anahtarlığa doğru bir adım attığım.
Adımımı attığım anda ıslak çoraplarımdan su sesi gelmişti. Oflayarak çoraplarımı çıkardım. Evimin mermer zemini artık çok daha sıcak gelmişti. Bir süre öyle durdum sonra halıyı ıslatmamaya özen göstererek banyoya doğru ilerledim.
O kadar yorulmuştum ki duşa kabine girmeden kafamı eğip saçımı yıkadım. Sonrasında suyun içine düştüğümü -çekildiğimi- hatırlayıp tekrar duşa girdim ve hızlıca bir duş daha aldım. Beynim durmuştu, başka bir izahı olamazdı. Kışın ortasında buz gibi suya düşnüştüm, hasta olmazsam iyiydi.
Üstüme bu sabah çıkardığım ve banyoda bıraktığım yünlü pijamaları mı geçirdim. Kıyafetlerimi makineye atacağım sırada aklıma taş gelmişti. Taşı alıp çamaşır makinesinin üstüne koydum ve elim değmişken tüm kirlileri çamaşır makinesine atıp çalıştırdım. Renkleri şuan hiç umrumda değildi. İjdue ağzıma edecek.
Kurutma makinesini yukardan aşağıya tuttuğum için saçlarım taranmış gibi olmuştu. Evde tek kalıyordum. Bazen içten küfürlerimi sunduğum en yakın arkadaşım İjdue bana şaka olsun diye gece evime geliyor, kafasına beyaz çarşaf geçiriyor, ben uyurken horon müziğini son ses açıp beni uykumdan hoplatabiliyordu. Canım arkadaşım..
Annem, babam Türk olmasına rağmen bir yabancı özentilikleri olduğu için ismim Ailliea'ydı. Çocukluğum İjdue ile beraber geçtiği için İngilizceyi biliyordum. Evi olmasına rağmen genelde benimle kalıyordu yada ben ona gidiyordum.
Saçımı hızlıca topladım. Taşı alıp odama doğru yürüyeceğim sırada salondan gelen çatırtı sesiyle durdum. Umursamadan bir adım daha attığımda içeriden büyük bir gürültü sesi duydum. Hızlıca en güvenli olduğunu düşündüğüm odaya -yani taş odama- doğru koştum. Elimi kapıya okuttuğum gibi içeri geçtim ve kapıyı kapatıp içeriden kilitledim.
İlk ses kombinin sesi veya başka bir şeyin sesi olabilirdi. İkincisi için şuan bir kılıf uyduracak durumda değildim. Ayrıca bugünlük daha fazla olay yaşamak istemiyordum. Fazlasıyla yeterliydi.
Kafamı dağırmak için gözlerim odamda gezindiğinde istemsizce gülümsedim. En azından dikkatim hızlı dağılıyordu.
Odanın duvarlarının önünde, duvara yapışık bir biçimde boydan boya kırılmaz cam küçük küçük bölmeler halinde olan raflar vardı. Rafların içinde çeşit çeşit, renk renk taşlar vardı. Teyzemin bana gönderdiği parayı bir kaç ay temel ihtiyaçlar harici dokunmayarak bu oda için biriktirmiştim ama buna değişmişti.
Az da olsa maddi değeri olan gerçek doğal taşları duvarın sağ tarafına, kendi beğendiğim veya anı olsun diye aldığım taşlar ise duvarın diğer taftaydı. Taşların bazılarını renklerine göre bazılarını ise anılarına göre yerleştirmiştim.
Rafların arkasından uzun uğraşlar sonucu kablolar sayesinde minik bir aydınlatma sistemi yapabilmiştim.
Rafların aralarında kağıttan yaptığım çiçekler ve bir kaç gerçek bitki vardı. Kendimce huzurlu bir ortamdı. Bendi bu oda tamamen beni yansıtıyordu. En sevdiğim oda burasıydı, zaten küçükken kaldığım oda da burasıydı.
Gözlerim taşların hepsinde bir bir gezinirken küçükken evimizin bahçesinde bulduğum taşı gördüm hemen yanında ailemi en son gördüğüm yerde bulduğum taş vardı, yutkundum. Bu raf bana bazen acı bazense güç veriyordu.
Bir lambanın yanabilmesi için ilk önce içindeki ipliğin kül olması gerekirdi.
Bu sözü kendime hatırlattım. Lisedeki edebiyat hocamız söylerdi hep. Bana hep güç vermişti.
Taşlara bakmaya devam ettiğimde en yakın arkadaşımın yani İjdue'nin küçükken bana verdiği taşı gördüm. Aklıma gelen anılarla tekrar gülümsedim. Her defasında ikimizi de güldüren tatlı bir anıydı.
*** (Yaklaşık 17 yıl önce)
"Ben çiçekleri çok severim." Dedi İjdue yeşil gözlerini bir gülün üzerine dikerek.
Kıkırdadım, "Bende" o sırada kuru toprak zemininin kenarından görünen açık maviye çalan hafif şeffaf taş dikkatimi çekti onu oradan çıkarmak için yeri parmaklarımla üstümü kirletmemeye çalışarak hafifçe eşmeye başladım.
İjdue meraklı gözlerle "O halde neden taşlarla oynuyorsun bak pis hep çamur" dedi, parmağıyla eşelediğim yeri gösterirken sonra ellerimi işaret etti. "Kirlendi ellerin."
Omuz silktim. "Yıkayınca geçiyor." taşı çıkarmak için biraz daha uğraştı minik parmaklarım. Saçımdan bir tutam gözümün önüne gelince durdum. Ellerim pisti, ellerimi saçıma sürersem kirlenirdi. Ellerimi saçıma sürmeden saçımı geri atmaya çalıştım. Tokam da yoktu ki.
İjdue tokam olmadığını anlayınca saçını açıp tokasını bana uzattı. Açık pembeydı ve ucunda uğur böceği şeklinde boncuk vardı. Ellerimi hafaya kaldırıp kirlendiğini gösterince ofladı. Arkama geçip saçlarımı topladı.
Sonra ise mızmızlanarak "Elini yıkayınca geri ver tokamı." dedi.
Tekrar kıkırdadım "bence öğretmenimiz haftanın en en yıldızı ödülünü sana vermeli." En leri vurgulayarak abartılı bir ses tonunda söylemiştim.
Saçlarını savurdu " ben zaten parlıyorum gördün mü?" Dedi heyecanla, ekledi "Annem saçımı savurunca güneş gibi parladığını söyledi. Parlıyormuyum?" Diye sorunca saçlarına dikkatle baktım.
Oda benden bir cevap alabilmek için heyecanla yüzüme bakıyordu. "İyide senin saçların güneş gibi sarı değil ki kahverengi" dedim hala saçına dikkatle bakarken.
Annesi dediğine göre parlıyordur. Daha dikkatle baktım ve sanki parladığını gördüm ellerimi çırptım ve saçını gösterdim. "Parlıyor! Parlıyor!" dedim hala saçına bakarken çok güzeldi saçları, up uzun ve parlıyordu!
İjdue gülümsedi tekrar saçlarını savurdu ve havalı havalı "tabi parlıyor güneşim ben" dedi.
Ama güneş sıcak olurdu?
"Güneş sıçak değil midir?" Dedim bu sefer.
İki kere omuz silkti "Bilmem, belki değildir." dedi. Bende kafamı aşşağı yukarı sallayarak onay verdim. Belki sadece dünyaya sıcaktı güneş, normalde soğuk olup olmadığını bilmiyorduk. Gerçi öğretmenimiz sıcak demişti...
'''
Taşı bir türlü çıkaramamıştım en sonunda çıkarmaktan vaz geçtim. Tam kalkacakken taşın yanındaki karahindiba çiçeğini fark ettim, güneş gibiydi.
Gülümseyerek sapının uzun kalacağı bir şekilde kopardım onu, sonra biraz ileride İjdue'nin de papatyalardan taç yapmaya çalıştığını ama başaramadığını fark ettim. En sonunda oflayarak papatyaları yere atmış ve ayağıyla ezmişti.
Bir kaç tane daha karahindiba topladım kenara koydum, öğretmenimiz den ıslak mendil aldım. Ders boş oduğu için bolca zamanım vardı.
'''
Karahindibalardan tacı yapmıştım ama İjdue'yi bulamamıştım. Asiye'ye sorduğumda 'tuvalete gitti' değince beklemeye başladım. Merdivenlerden inen İjdue'yi görünce koşarak yanına gittim. Oda hemen merdivenleri bitirip yanıma gelmişti.
Taçı heyecanla ona uzattım. "Sana yaptım bak çiçek, güneşe benziyor. Aynı saçların gib!i" değip kıkırdadım.
Taca büyülenmiş gibi bakıyordu. Sonra oda cebinden çıkardığı taşı benim avcuma koydu. "Bak bende senin için çıkarttım taşı yıkadım getirdim çok güzel rengi varmış gerçekten" avcuma koyduğu avuç içi büyüklüğümdeki taş o kadar güzeldi ki taşa hayran hayran baka kaldım.
"Taş kirliydi ama" dedim. Yanaklarım kızarmıştı çünkü çamur pisti, o çamuru sevmezdi. Hem artık en sevdiğim arkadaşımdı. Bana taş hediye etmişti!
Gülümsedi "Dalla çıkarttım zaten sonra yıkadım." dedi.
Minik kollarımı beline sardım sıkıca kocaman sarıldım, oda bana sıkıca sarıldı.
***
İjdue ile o şekilde tanışmıştık o zamanlar zaten sınıf arkadaşıydık ama bu şekilde en yakın arkadaş olmuştuk. Taşımın yanında onun büyülenmiş bir şekilde taca baktığı an, benim taşa baktığım an ve birbirimize sarılırken ki fotoğraflarımız vardı. O zamanki sınıf öğretmenimiz çekmişti.
Ana döndüm çünkü daha fazla anılara boğulmamak ve taşımı koymak için güzel bir yer seçmem gerekiyor. Eğer bir kere anılara dalarsam en az 5 saat bu odadan çıkamam.
Yoğun düşünceler sonucunda tabiki taşı duvarın hangi tarafına koyacağını bulamadım. O yüzden bende kendi yöntemimi devreye soktum ve tam pencerenin altına yani iki duvarın birleştiği duvara yeni minik bir cam dolap koydum ve taşı oraya koydum.
Odaya gözlerimi gezdirdim ve ŞAHANE. Kesinlikle mükemmel ötesi oldu.
İçeriden tekrar bi tıkırtı sesi duyunca durdum, yutkundum. Canım telefonum neredesin...
Keşke eve kamera taktırmak isteyince İjdue 'Ne yapacaksın kamerayı? Küçücük ev.' diyerek buna engel olmasaydı. Şuan hiç boşuna telaş yapmamış olurdum. Telefonum da içeride, vestiyerin üzerinde kaldı...
Kapının olduğu duvardaki koltuğa yaklaştım ve koltuğu kaldırdım. Altından örtü, battaniye ve yastık alıp koltuğu tamamen açtım.
Yatağımı hazırladıktan sonra tam yatacakken içeriden bir şeylerin çarpma sesi daha geldi.
Biri yastıkları birbirine mi çarpıyodu yoksa başka bir şeyin sesi miydi? Hayır hırsız neden ses çıkarır ki? sessiz sessiz işini hallet, git. Bunuda biz mi öğretelim? Polise haber versem sorun çözülebilir belki ama telefonum içeride kaldığı için ve dışarı çıkmaya korktuğum için bu pek mümkün değil...
Her zaman yanımda olan telefon neden şuan değildi... Bozukmuş gibi telefonunu sayıklama artık kızım yeter. Kapı kilitliyken kim girecek?
Belki ses üst kattan gelmiştir? Hatta kesinlikle üst kattan geldi. Evet eminim evde biri olsa neden ses yaprım ki? Keşke İjdue şuan burda olsaydı, bir çözüm bulurdu. Umarım içerideki İjdue'dir...
Koltuğa uzandım ve sessizce başka bir ses gelecek mi diye beklemeye başladım.
Sessizdi.
Evet sessiz, evde benden başka kimse yok. Derim bir nefes verdim.
Şimdi gözlerimi kapatıp uyuyacağım ve sabah İjdue'yi eve çağırıp ödümü kopardığı için onun yemeyine ekstra tuz dökeceğim hayır kesmez. Karabiber, kimyon, karbonat hatta detarjan evet, Harika plan. Allah'ın emri peygamberin kabri ile diyerek saçlarını da yolarsam tamam bu iş. Sakince gözlerimi kapattım. Hemen uyuyayım ki-
Yaslandığı duvardan iki kere tık tık diye bir ses gelince bulunduğum yerde sıçradım.
Biri şuan bu duvarın arkasındaydı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu, hatta kalp atışlarımı hissedebiliyorum. Anlık şok hızla geçince koltuktan fırlarcasına kalktım. Gözlerim duvarla kapı arasında mekik dokumaya başladı.
Bu sefer camdan tık tık diye bir ses gelince büyük bir korkuyla kafamı cama doğru çevirdim.
Camda siyah gölgeden oluşan ve 32 diş sırıtan bir yüz vardı. Tam gür sesli bir çığlık atacakken biri elini ağzıma bastırdı.
LANET OLSUN, AZ ÖNCE ODADA KİMSE YOKTU! |
0% |