Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@azraferhan

Bir önceki bölüm sonu:

 

Görüş açım silikleşmeye, kararmaya başlayınca düşmemek için tezgaha tutundum.

 

Sonrası karanlık...

 

Gözlerimi kapamadan hemen önce içimde ki sese kulak verdim. "Karanlık her zaman karanlıktır, siyah her zaman siyah. Önemli olan karanlığı aydınlatmaya çalışmak değil karanlığa rağmen parlamaktır."

 

Devamında söylediklerini bilincim kapanmış olmasına rağmen duydum yada hissettim bilmiyorum. "Sense hep parlayacaksın, karanlıkta kaybolmana izin vermeyeceğim..."

 

Gözlerimi açtığımda yerde, tezgahın altındaki dolaba yaslanmış bir şekilde duruyordum. Kafam hafiften yana doğru düşmüştü. Doğrulup saate baktım.

 

04.10 

 

Derin bir nefes verdim. Saat 03.50 gibi mutfağa gitmiştim. Zaman mı durdu? Yoksa zaman bana mı uzun geldi? 20dk da az önceki olay gerçekleşebilir miydi?

 

Çok fazla düşünmekten yada kafamı cam raflara vurduğum için başım şiddetli bir şekilde ağrıyordu.

 

O karanlık varlık benden taşı istemişti. O taş onun için değerli olmalıydı. Aynı zamanda başka bir boyuttan, evrenden gelmiş olmalıydı. Neden almamamıştı? Salak değildim, gidip cam raftan almak zor değildi. Odanın en gözle görünür köşesinde duruyordu başka bir iş vardı.

 

Hazırladığım tepsiyi aldım ve kapıyı açıp salona gittim.

 

İjdue telefona gömülmüştü. Salona geldiğimi fark edince bana baktı. Sonra ise bakışlarını tekrar telefona çevirdi. "Pist!" dedim.

 

Bana bakmadan onaylayan bir mırıltı çıkardı. Tepsiyi kapının sağ tarafında kalan tekli koltuğa bıraktım, kapının karşısındaki duvar da olan sehpalardan birini aldım. Sehpayı, televizyonun önündeki koltukta oturan İjdue'nin önüne bıraktım. Bana bakmadan telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Koltuktaki tepsiyi de sehpanın üzerine bıraktım.

 

Koltukta yanına doğru yaklaştım, kolunun altına girip telefondan ne yaptığına baktım. Büyük bir ciddiyetle civciv besleme oyunu oynuyordu.

 

"Ohoooo" deyince bana baktı. "Köy yanıyor. Sen hâlâ civciv besliyorsun." dedim.

 

"Ne oldu ki?" dedi. Sonra aklına bir şey gelmiş olacak ki kafasını telefonuna çevirdi. Kafamın etrafındaki kolunu çekti ve diğer tarafa döndü. Gülümsedim bu haline küsmüştü. Hâlâ çocuk gibiydik.

 

"E" harfini uzatarak "İje" dedim.

 

Cevap vermedi.

 

Kıkırdadım. "Küs müyüz?"

 

"Hı-hı" dedi. Doğruldu, bi tane poğaça aldı ve yeniden bana sırtını döndü.

 

"Ama sen sürekli bana trip atarsan olmaz ki." dedim, tatlı tatlı.

 

Huysuz bi mırıltı çıkardı.

 

Gülümserken "Evde kalırsın bak. Senin bu tribini benden başka kimseler çekemez, Allah ilerdeki eşine sabır versin." dedim. Hanfendinin tribi sadece banaydı.

 

Omuz silkti. Yine huysuz bi şekilde "çekmesin banane..." dedi.

 

"Kız bi bak." Omuzundan tutup hafifçe kendime çevirdim "Az önce n'oldu?" dedim abartılı bir tonlamayla "Şu karartıyı yine gördüm." diye devam ettim.

 

Hızla tekrar bana döndü. "Baştan söylesene Allia delimisin?" Sonra koltukta bağdaş kurup bana Anlat dercesine bakmaya başladı.

 

Elime bir poğaça aldım, bende bağdaş kurdum. "Şimdi ben mutfağa gittim ya..." dedim. Ağzı doluyken onaylayan bir mırıltı çıkardı.

 

"Dolapta sim siyah bir kolye gördüm. Başta senin sandım ama değildi. Çok güzel, pas parlak gümüş renkli bi zinciri vardı. O kadar güzeldi ki İjdue..." Poğaçamdan küçük bir ısırık alıp hemen yuttum. "Ortasında da damla şeklinde kap kara bir taş vardı." dedim. Onaylarcasına kafasını aşağı yukarı salladı. "Sonra etrafa karanlık çöktü. Garip bir his vardı üzerimde. O siyahlık toplandı, birleşti. Ben sana haber verecektim, bağırdım ama konuşamadım. Yine sesim çıkmadı." dedim.

 

Gözleri kocaman açıldı. "Gerçekten delirmiş olabilir misin?" dedi. Kaşlarım çatılırken "Dur bir dinle bitireyim." dedim. Kafasını aşağı yukarı salladı.

 

"Bana benim sesimle cevap verdi. Aklımı okuyabiliyor onunla iletişime o şekilde geçtim ama nasıl oluyorsa yapacağım hamleleri tahmin edemiyor." dedim...

 

***

 

Sorarcasına "Yumruk attığında kenara çekileceğini de biliyordu o zaman?"

 

'Bilmiyorum' dercesine omuz silktim. "Durup dururken aklımı okuyor ama yapacağım hamleleri tahmin edemiyor... Acaba kafamı katıştırmaya mı çalılıyor."

 

Bağdaş yaptığı bacaklarını çözdü ve bir bacağının üzerine oturup diğerini kanepeden sarkıttığı bir pozisyon alarak oturduğu koltuğa iyice yerleşti. Meyve suyundan bir yudum aldı."Taşı versene, seni rahat bıraksın." dedi. Duruşunun aksine sesi stresliydi. "Taş onun için önemli olmalı..." Bir kaç dakika boşluğa bakıp düşündü. Sonra durdu, bakışları beni buldu."Getirsene bir taşı merak ettim." diye devam etti.

 

"Pazarlık yapsak taşla..." dedim. Derin bir nefes verdim. "...Sonuçta benim taşım yada taşı ona uzatmışken Felâk, Nâs, Âyetel kûrsi falan okusam."

 

"Saçmalama!" Diye bağırdı. "Ya işe yaramazsa? Saçma sapan bir varlık, zaten sana musallat olmuş. Gelsin öldürsün mü seni? Onu mu istiyorsun?" dedi.

 

"Offff ama benim taşım." dedim, mızmızlamarak. "Bekle de getireyim."

 

Salondan çıkmak için bir adım attığım sırada durdum. Ne zaman İjdue'den ayrılsam başıma bir şey geliyordu.

 

"İje" diye mırıldandım. Onaylayan bir mırıltı çıkardı. "Sende gelsen..." devamını getirmedim. Gülme sesi geldi, sonrasında hemen yanıma geldi.

 

Beraber odaya girdiğimizde taşın olduğu rafa doğru ilerledim. İjdue'de odaya her geldiğinde yaptığı gibi taşlara bakıyordu. Odayı toparlarken düzenime karışmamış, cam rafları düzelttikten sonra taşları dizme işini bana bırakmıştı. Taşlarımdan sadece 3 tanesi kırılmıştı ama bir çoğunda zedelenmeler vardı.

 

Taşı aldım ve İjdue'ye uzattım. "Bu" diye mırıldandım. İjdue hariç kimseye taşlarımı elletmezdim. Taşı eline aldı, taşı kendi ekseni etrafında döndürerek incelemeye başladı. Gözleri parlamıştı. "Wow" dedi, 'o' harfini uzatarak. "Cidden güzelmiş."

 

Üzüntüyle kafamı salladım. "Benimdi ama..." Taşı elinden aldım ve kendi avuç içime bıraktım, parmaklarımı taşa sardım. Diğer elimle de elimin üzerine sardım. Taşı kalbimin üzerine bastırıp gözlerimi kapadım. Sanki taşla aramızda bir bağ oluşmuştu. Bencillikse bencillikti! O bana aitti ve kimseye teslim etmek istemiyordum... Gözlerim kapalıydı, kendi dünyamdaydım. Bende hayal ettim. Taş ile kalbim arasında hayali, kırmızı bir kurdele oluşturdum. Bir ucunu kalbimden geçirdim diğer ucunu taşa bağladım. Zihnimde taşıma fısıldadım. 'Her nereye gidersen git. Yine bana dön, yine beni bul.'

 

Hissettiğim o soğuk enerjinin bir rengi olsaydı mavi veya sarı olurdu. Sanki bana cevap verdi. Onu bırakmam gerektiğini hissettim ama hissettiğim kurdele bağı sanki taş tarafından daha da güçlendi.

 

İjdue elini omzuma dokundurunca gözlerimi açtım. "Ailliea..." dedi. Çam yeşili gözlerine odaklandım. "Zaten çok fazla taşın var. Bir tanesi gitse de, gitmese de bir oda dolusu taşın var." Gözleri odada gezindi ve gülümsedi. Tekrar bana baktı. "Taşlarını çok sevdiğini biliyorum. Ama o taş sana ait değil. Böyle bir canlı sana musallat olduysa bunların devamı da vardır." dedi, uzlaşmacı bir ses tonuyla.

 

Söylediklerinin hepsinde haklıydı. Ne diye bilirdim? Galiba fazla bencildim.

 

Kafamı aşağı yukarı sallayınca gülümsedi. Heyecanla "Gel, gerçi birazdan sabah olacak ama yinede film gecesi yapalım." dedi. Bende heyecanla kafamı hızlıca aşağı yukarı sallamıştım.

 

***

 

Yüzümüzde cilt maskesi, önümüzde meyve tabağı, çay, çekirdek ve üzerimizde ki yorganla korku/polisiye filmi izliyorduk.

 

TV ekranı sallandı ve ekrana kan sıçradı. Ana karakterler bağırırken İjdue "Bence katil ana kız karakterin kardeşi." dedi. "Çünkü fazla masum duruyor." Kafamı iki yana salladım. "Bence katil o değil ama katile yardım eden o..." dedim. "...çünkü bütün planları duyuyor, hep onlarla ama hiç fikir beyan etmiyor." diye devam ettim.

 

***

 

"NEE?!" diye bağırdı, İjdue. Bense şokla ekrana bakıyordum. Tekrar "NEEE?!" diye bağırdı.

 

"Beynim yandı, biz katili ararken katil aslında yan karakterlerden biri bile değil miymiş?!" Hayal kırıklığı ile ekrana bakarken tekrar "NEE?!" diye yükseldi.

 

Durdu ve katili aradığı, filmle ilgili kocaman bir soy ağacının çizili olduğu, şüpheli listesini ve olay sıralaması olduğunu düşündüğüm kağıtları buruşturup kalemle birlikte yere attı.

 

"BİZ ENAYİ MİYİZ? KAÇ SAATTİR KATİLİ ARIYORUZ BURADA!" Sakinleşmek adına meyve suyundan bir yudum aldı.

 

Şokla ona döndüm katil zaten yan karakterdi. "İje" dedim. "Katil kızın abisinin öz babası, kızın üvey babası ve ana karakter erkeğin abisiydi." dedim.

 

Ağzındaki meyve suyunu parkelere doğru püskürttü. Yüzümü buruşturdum. Sabah parkeleri ona yalatabilirdim. "HAA!" diye garip bir tepki verdi. "BİR DAKİKA NE DEDİN?!" diye daha çok bağardı.

 

Kulaklarımı hissedemiyorum.

 

"KIZ ÜVEY ABİSİNE Mİ AŞIKDI?!" diye bir kez daha bağardı. Sonra kahkaha attı. "Lütfen 'Yalan söylüyorum.' de." dedi. "Ben filmi neremle izlemişim?"

 

Bu haline gülüp kafamı iki yana salladım. "Abisi değil üvey amcasıydı. Bide üvey amcasının 26 yaşında olduğunu var sayarsak evet. Hadi kapatalım filmi, güneş doğdu. Zaten saat 6'ya 20 falan var." dedim. "Bu arada o parkeleri ya şimdi silersin yada sabah yalatarak sildiririm." Yüzünü buruşturdu.

 

Umursamayıp "Yorgan sıcacık, ben içerde yatmam." dedi.

 

"Bende bugün tek yatmayayım değil mi?" diye sordum, tatlı tatlı.

 

Önce gülümsedi. "Şu koltukları birleştirelim mi?" dedi sonra Aklına bir şey gelmiş gibi göz devirdi. "Çünkü koltuk küçücük ve sen deli gibi yatıyorsun."

 

Kıkırdadım. "Tamamdır."

 

***

 

Zihnimde, kime ait olduğunu bilmediğim naif, yumuşak bir erkek sesi yankılandı. "Neredesin?"

 

Bu sesi ilk defa duymamıştım. Sanki daha öncede duymuştum...

 

"Buradayım?" Dedim, soru sorarcasına.

 

"Göremiyorum." dedi. Sesi sertleşmişti.

 

"Kimi?" dedim. Taş da olabilirdi. Ekledim, "Neyi?" Çok saçma bir soru sayılabilirdi.

 

"Burada olmalıydı." dedi. Bu defa sesi düşünceli çıkmıştı.

 

Neyden bahsediyordu? Çünkü ben buradaydım. Bende onu göremiyorudum, acaba oda beni mi arıyordu? Yoksa taşımı mı?

 

"NEREDE!" diye bağırdı. Sesinin tonu o kadar öfke yüklüydü ki, bende bir kaç adım gerileme isteği oluşturdu.

 

Kesinlikle sıkıntılı bir bireydi.

 

Bu duygu değişikliliğine yetişmek çok zordu ve başka bir açıklaması olamazdı.

 

Başka bir erkek sesi "Bilmiyorum." dedi.

 

"SANA 'ONU BULACAKSIN!' DEMEDİM Mİ?!" dedi, ilk ses. "HÂ!" diye değişik bir ses daha çıkarttı. Devamında "SANA 'O TAŞI BURAYA GETİRECEKSİN!' DEMEDİM Mİ?!?" diye bağırmaya devam etti.

 

Taş...

 

Benim karşıma çıkan karartı ile mi konuşuyordu? Çünkü karşıma karartı harici bir şey çıkmamıştı. Belki de çıkmıştı? Ama ben fark etmemiştim. Madem karartı ile konuşuyordu baştaki sorular niyeydi?

 

Diğer ses konuştu. "O insanoğlu taşı gerçekten çok iyi saklamış."

 

Göz devirdim taş en çok görünen yerdeydi ayrıca sonunda sesini duyabilmiştim. O olmaya da bilirdi. Ama bir daha duyarsam tanıyacağıma emindim.

 

"Sana zihin okuma gücü boşuna mı verildi!" Ses tonu hala sinirliydi ama bu sefer bağırmıyordu. "Ne kadar işe yaramaz bir herifsin!" Artık bağırıyordu.

 

"Dünyada güçlerimizi kullanmamızın ne kadar zor olduğunu biliyorsun. Yarısını bile kullanamıyorum, çok daha azını!" Diğer sesin de sinirlenmeye başladığı belliydi.

 

'Güç' ve 'küçümsenme' onun sinirlenmeye başladığı noktalar olmuştu. Yaz bunları, Ailliea sakın unutma.

 

Derin bir nefes sesi geldi. Kendini sakinleştirmeye çalıştırdığı belliydi. "Ayrıca zihni temizdi."

 

Zihnimi okuduğunu biliyordum.

 

Ekledi. "Eski, duygu yüklü ona karşı kullanabileceğimiz hiç bir anısı yoktu. Duygu varsa bile anı yoktu." Dedi.

 

Başta ki bağıran adam "Zihni biri tarafından korunuyor olabilir mi?" Diye sordu. Artık sesi sinirliden ziyade oldukça dingin ve meraklıydı.

 

"Sanmıyorum. Öyle bir şey hissetmedim." Ekledi "Taşın onda olduğunu itiraf etti ama anılarında taşı koyduğu yer yok." dedi.

 

Oysa taşın tam olarak konumunu söylemiştim. Bir elinden tutup götürmediğin kalmıştı.

 

Derin bir nefes alma sesi duydum. "Git ve o taşı bana getir."

 

"Bana emir verme." dedi. Bu sefer 2. Ses de sert ve netti.

 

Başka ses duymadım. Yine evren mi değiştirmiştim? Anılarım neredeydi? Ben anılarımı hatırlıyordum. Neden benim taşımı almak istiyorlardı? Yada neden ben taşla böyle bir bağ kurmuştum ve bırakmak istemiyordum? Onlar kimdi? Ve neden böyle bir rüya görmüştüm? Bana bunları gösteren kimdi?

 

Zihnimde başka bir ses duydum. Bu mutfakta bayılmadan önce duyduğum ses ile aynıydı.

 

"Biliyorum... Çok fazla sorun var, beni iyi dinle. Taşı sakın kimseye verme. Sana bunları dinlettim, çünkü kafandaki parçaların en azından bir kaçının yerine oturması gerekiyordu."

 

Hiç biri yerine oturmamıştı. Daha çok soru eklenmişti. O adam kimdi mesela? Karartı onun emrine mi uyuyordu? Uyuyorsa neden dikkeniyordu?

 

Sustu, bir süre konuşmadı. Sonra "Zihnini nasıl koruyorsun? Bilmiyorum... Ama nasıl yaptıysan buna devam et." dedi.

 

Bu rüyamda son duyduğum ses bu ses oldu. Başka hiç bir ses duymadım...

 

***

 

İjdue yoktu ve ben 15dk boyunca sadece tavanı izlemiştim. Mutfaktan tencere, çatal sesleri geliyordu. İjdue içeride, mutfakta olmalıydı. Ayrıca parkeler temizdi. Galiba uyanınca silmişti.

 

Artık sorularımın listesini yapmalıyım. Çünkü o kadar fazlaydı ki...

 

Düşünmek istemiyordum ama düşünmezsem hiç bir sorunun cevabını bulamazdım ve herşey daha kötü olurdu.

 

Sanki önümde kocaman bir yapboz vardı. Ben iki parçanın yan yana geldiğini öğrenmiştim ama onlar nereye konacaktı? Bilmiyordum.

 

Taşı verirsem ne olurdu?

 

Ayağa kalktım. Koltuğu toplama ihtiyacı hissetmedim. Taşlı odama geçtim ve kapıyı kapattım.

 

Sağ taraftaki duvarın karşısına geçtim. Rafdan Lapis lazuli taşını elime aldım. Zedelenmeyen taşlardan biriydi. Yere oturdum, gözlerimi kapattım. Zihnimde ki karanlığın hepsini taşa aktardığımı hayal ettim, zihnimin rahatladığını... Taşta hissettiğim, hayal etttiğim o temiz, berrak havayı zihnime doldurdum.

 

Bir kaç dakika o şekilde durdum. Zihnimin hafiflediğini ve rahatladığımı hissettiğimde gözlerimi açtım.

 

Ayağa kalktım. Lavaboda taşı soğuk suyun altında bir kaç dakika yıkadım. Sonra taşı kurulamadan suyun akması için aşağı yukarı salladım.

 

Taşlı odama geri geldim. Dün dökülmediği ve etrafı batırmadığı için İjdue ile mutluluktan dans ettiğimiz saksının yanına geldim. Eğildim ve yere oturudum. İçindeki toptağı ellerimle bir çukur oluşacak şekilde eşeledim ve taşı içine bıraktım sonra da yavaşça üstünü kapattım.

 

İçerden İjdue'nin "Aillia" diyen sesini duydum. 'E' harfini uzatarak "Ne" dedim.

 

"Gel" diye bağırdı. Oda 'E' harfini uzatmıştı.

 

Cevap vermeyip sesin geldiği yöne, mutfağa doğru ilerledim. Mutfaktan daha henüz pişmeye bailamış yumurta kokusu geliyordu. "Aa" dedim, bilmiyormuş gibi "yemek mi yaptın." diye devam ettim.

 

"Hı-hı ama daha patates de kızartacağım." dedi. "Git, ekmek al. Ekmek yok."

 

Kafamı aşağı yukarı salladım ve pijamamın üstüne montumu giyerken bi yandanda anahtarı cebime koydum. Vestiyerdeki kartımı ve telefonumun şarjını kontrol ederek onuda montunun diğer cebine koyarken dış kapıyı açtım.

 

Rüyam bilinç altımın bana gösterdiği bir oyun muydu?

 

Sola döndüm ve asansöre binip sıfıra bastım. Bilinç altım, gördüğüm karartının aslında olmadığını düşünmemem için mantıklı bir gerekçe mi sunmuştu? Yoksa gerçek miydi?

 

Asönsörden indim, binadan çıkınca sağ tarafta kalan sokaktan döndüm.Taş bu kadar önemli miydi? Yada neden bu kadar önemliydi?

 

Dümdüz ilerleyerek çarşıya gelmiştim. Taş normal bir taş mıydı? Yoksa maddi değeri olan bir taş mı?

 

Bu fırının değil diğer fırının ekmeği daha lezzetli olduğuniçin ilerleyemeye devam ettim. Mesela satsam? Hayır, satamam.

 

O karartı taşı neden bulamamıştı?

 

Karartıya nasıl dokunabilmiştim, vurabilmiştim?

 

Zihnimi okuyorsa başta neden okumadı? Yada okudu? Okuduysa neden ona göre bir hamle yapmadı.

 

"Hanım efendi..." Düşüncelerimden çıkıp bana seslenen kadına baktığımda "...dalgınsınız sanırım." dedi.

 

"Pardon." dedim. Tam bir şekilde kadına dönerken "Bir şey mi demiştiniz?"

 

"Sanırım kolyenizi düşürdünüz." Elindeki kolyeye baktım. Üzerine zambak deseni olan bir kolyeyi bana doğru uzatıyordu.

 

"Hayır." Böyle bir kolyem yoktu.

 

"Emin misiniz? Sizden düştü gibi gördüm." Elindeki kolyeyi sanki göremiyormuşum gibi bana biraz daha yaklaştırdı.

 

Gülümsedim. Kolyeye bir bakış daha attım. Kesinlikle öyle bir kolyem yoktu. "Hayır, benim böyle bir kolyem yok."

 

"Yanlış gördüm herhalde..." arkamdaki bir noktaya odaklandı. "...kusura bakmayın."

 

Tekrar gülümsedim. "Önemli değil, iyi günler."

 

***

 

"Aa, anne bak siyah balon." Önümdeki uzun kumral saçlı kız çocuğu mavi boncuk boncuk gözlerini arkama dikmiş, parmağıyla annesine arkamda kalan bir noktayı gösteriyordu.

 

Bakışlarımı kadına çevirdim. Kızın mas mavi gözleri kadının gözlerinin bire bir aynası gibiydi. Büyük ihtimalle kızın 'Anne' diye bahsettiği kadın oydu, çünkü yanında bir kadın daha vardı. Küçük kızın küçücük burnu mas mavi gözleri ve tombul yanakları annesinin tıpa tıp aynısıydı. Kadın kızın başını okşayarak "Evet bir tanem siyah balon, sanada balon alalım mı? İster misin?" Kızın yanağına küçük bir öpücük kondurdu.

 

Bende kafamı arkama çevirdiğimde artık arkamda kalan tuafiyecinin önünde ak sakallı yaşlı bir baloncu olduğunu fark ettim. Sarı, turuncu, pembe, kahverengi, mavi, yeşil, mor, kırmızı... Rengarenk balonlar vardı. Ayrıyetten diğer eline bağlı ayıcıklı, tavşanlı, kalpli, kedili, Nasrettin Hocalı, eşekli, Keloğlanlı, Arı Mayalı ve Rafadan Tayfalı ve şuan ismini hatırlamadığım bir çok çizgi filmin uçan balonları vardı.

 

Lakin hiç siyah balon yoktu yada ben görememiştim.

 

Küçük kız kafasını heyecanla aşağı yukarı salladı.saçlarının bir kısmı yüzüne düştü. "Evet ama ben siyah balon istemiyorum, ben ayıcıklı balon istiyorum."

 

Annesi, kızın saçlarını düzeltirken gülümsedi. "Tamam, kızım." Elindeki çıtçıtlı minik tokalarla kızın öndeki saçları diğer saçlarına tutturdu.

 

Kızın minik elleri annesinin elini tuttu. Baloncuya doğru ilerlediler. Bende yoluma, aşağıdaki fırına doğru yürümeye devam ettim.

 

***

 

Poşetteki taze ekmekten bir parça kopardım ve ağzıma attım. Ekmek sıcaktı, keşke bir tane daha alsaydım.

 

Eve dönerken evin olduğu yolun üzerinde sahte doğal taş satmadığından emin olduğum, işlenmiş doğal taşlardan çok ham doğal taş satan doğal taşçıya doğru ilerledim.

 

'Hangi taşları almalıyım?' diye düşünürken aklımda hâlâ karartı hakkında bitmek bilmeyen sorularım da vardı.

 

Florit.

 

Havlit.

 

"Alya hoş geldin, kızım." Hüseyin amca her zaman ki gibi beni gülümseyerek karşılamıştı. İsmimi telaffuz edemediği için hep Alya derdi.

 

Bende gülümsedim. "Hüseyin amca" dedim. "Nasılsın?" Diyerek devam ettim.

 

"İyiyim kızım. Nasıl olsun iş güç işte..." Tekrar gülümsedi. "Sen bu sefer ne almaya geldin."

 

"Florit ve Havlit taşların var mı?" Gözlerim yeni taşlar var mı? diye küçük dükkanda gezintiye çıktı. Düvardaki kocaman ametisi görmemle hemen ametisin yanına gittim.

 

Hüseyin amca "Ham değil mi?" derken önündeki taşlara bakıyordu. Zaten ham taş alacağımı biliyormuş, ama yinede teyit ettirmek istermiş gibi sormuştu.

 

"Hı-hı" diyerek onayladım.

 

Gözlerim hala koca ametisde iken "Bu dev Ametis'i yeni mi aldınız?" dedim.

 

Orada biraz daha oyalanıp Ametis taşını incelemeye devam ettim. Renk geçişleri, kristalleri o kadar güzeldi ki...

 

"Evet, yeni aldık." Hâlâ Ametis'e bakıyordum. "Gel buraya taşlarını çıkarttım." Tezgahın üzerinde boyut boyut, şekil şekil Havlit taşları vardı.

 

Küçük çaplı bir kahkaha attı. "Beyaz mermere benziyor. Başta anlamadım da sana fark ettirmeden internetten baktım."

 

"Aynen amca hiç çaktırmadın şuan." Yumruk büyüklüğünden biraz daha büyük ve yamuk havlit taşını seçtim. Tam kafa yarmalıktı ama tabiki taşıma kıyamadım. Onu tezgahın kenara koydum.

 

"Birde florit değil mi?" Bir yandan bana bir yandan önündeki renk renk, şekil şekil olan doğal taşlara bakıyordu.

 

Bende taşlara bakarken "Evet, yeşil olursa daha iyi olur." Dedim.

 

Bir kaç tane mor ve yeşil florit çıkardı ve tezgahin üzerine koydu.

 

Ben Florit taşlarını incelerken. Hüseyin abi imayla "Senin sağın solun belli olmuyor diye iki rengini de çıkarttım." dedi. Bir çok kez rasgele bir taş isteyip söylediğim taşdan ap ayrı bir taş alıp adamı bezdirmiştim. Saolsun indirim istediğinde ilk önce indirimi yapıp sonra dükkandan kovmuştu. Severdim Hüseyin amcay iyi adamdı.

 

Yinede bu dediğine gülümsedim ve tezgahta ki taşlara bakmaya devam ettim. Gerçekten de mor olan florit taşı çok daha güzeldi.

 

Yeşili değilde mor olanı seçtiğimde Hüseyin amca bana 'sen iflah olmazsın' bakışları atıyordu.

 

Parayı ödedim, tam çıkacaktım ki Hüseyin amcanın sesiyle durdum.

 

"Balonun ne güzelmiş, dükkan da siyah ya yeni fark ettim. Biri mi aldı sana..." İma ile gülümsedi. "...hayatınızda biriler var galiba Alya hanım. Bize ne zaman söylemeyi düşünüyordunuz. Artık Pembe Kuvarslar, Oniksler alırsınız heralde." imalı gülümsemesi yüzünden silinmemişti.

 

"Ne balonu?" derken sesim şaşkındı. "Ham Oniks taşının fiyatı hakkında bir fikrin varmı?" derken de yüzümdeki ifade değişmedi.

 

işaret parmağı ile arkamı gösterirken "Arkanda ya işte..." dedi. "Ayrıca Oniks pahalı bir taş değil. Yine Zarit taşı ile karıştırdın."

 

Arkamı döndüğümde dev ametisde başka bir şey yoktu. Sorarcasına Hüseyin amcaya baktığımda kocaman bir kahkaha atmıştı. Eğleniyordu.

 

Hâlâ gülerken "Kuyruğunu kovalayan kedi gibisin. Balon, montunda kızım montunda."

 

Montumu çıkardığımda montumun şapka kısmına bağlı, siyah bir uçan balon vardı.

 

Gözlerimi kocaman açıp balona baktığımda birisi dükkana girmişti. Bir kahkaha sesi daha gelene kadar odaklanmış şekilde şokla siyah balona bakıyordum.

 

Kafamı kaldırıp gelene baktığımda karşımda Hüseyin amcanın oğlunu, Yasin'i gülerek görmeyi beklemiyordum. Ona da şokla bakarken Hüseyin amca şen bir kahkaha daha attı. Ben hariç herkes epey eğleniyordu.

 

Yasin üzerimdeki pijamayı göstererek "Ayıcıklı pijama üstü ve köpek desenli eşofman mükemmel bir-" cümlesinin devamını getirmeden bir kahkaha daha atmıştı. "Ulan oğlum." Diyerek kahkahasına eşlik eden Hüseyin amcayı saymıyorum...

 

Zaten herşeye gülen-karıncaların yürümesine bile- bir ailenin önünde rezil oldum...

 

Balonu montumun kapşonundan çözüp elime aldım ve montumu üzerime geçirip fermuarı çektim.

 

Uçan balonu hafifçe salladım. "Bu balonu, iki arada bir derede montumun kapşonuna sen mi bağladın?"

 

Gülmesi bitince kafasını hayır anlamında iki yana salladı.

 

"Sevgilisi almış." Hüseyin amca konuşmamıza bodoslama dalınca Yasin'nin şaşkın bakışları bana çevrildi.

 

Şaşkınca "Ne!" diye bağırdı. "Sevgilin var ve ben bunu senden değil, babamdan mı öğreniyorum? Yarın kesin sen, bensiz düğün de yaparsın." Beni kınar gibi üç kez cık cıkladı.

 

"Delireceğim..." diye mırıldandım.

 

"Ee bizi ne zaman tanıştırıyorsun?" Yasin'in heyecanlı bakışlarını gördüğümde onda şaşkınca bakmaya devam ettim. Kendisi ortaokul arkadaşımdı ve liseyi de aynı okulda bitirmiştik. Hâlâ da Ben, İjdue, Beyza, Umut ve Yasin görüşmeye devam ediyorduk.

 

Onun heyecanlı, Hüseyin amcanın imalı bakışları en sonunda sinirimi bozmuştu. Geçen dakikalar sonucu hâlâ bana ima ile bakmaya devam edince "Sevgilim yok!" diye sesimi biraz yükselttim. "Bu balonu da montumun kapşonuna kim bağladı? Bilmiyorum. Belki İjdue kendine almıştır, tavana uçmasın diye benim montuma bağlamıştır bende evden çıkarken fark etmemişimdir." diye devam ettim.

 

İkisinin de heyecanı sönünce o sinirli halim dumura uğramıştı. Gerçekten beni evlendirmeye çalışmıyorlardı umarım...

 

***

 

Dükkandan çıktığımda moralim düzelmişti. Hüseyin amca bana indirim yapmıştı. Yaşasın, Komşu indirimleri!

 

Balonu kimin bıraktığını bilmiyordum. Yinede eve götürmek istemiştim.

 

Anahtarı çıkarmaya üşendiğim için zile bastım.

 

Din don, din don, din doon, din din, din don, din don...

 

Zil sesi hoşuma gittiği için zihnimde tekrarlayarak eve girdim.

 

"Nerde kaldın? Off! 2 saat oldu." İjdue beni kapıda karşılarken bir yandan da söyleniyordu. Aşağıdski fırının ekmeği daha güzeldi.

 

Mutfaktan sıcak patetes kokuları geliyordu. İjdue mutfağa geçerken bende balonu vestiyere bağladım ve mutfağa geçtim. Tabaktaki patatesin bi tanesini ağzıma attığımda, ağzım yanmıştı. Yinede sıcak patatesi yutmayı başardığımda yüzümü buruşturdum. Geç kalmamıştm, daha patetesler soğumamıştı.

 

İşaret parmağımla patatesi işaret ederken diğer elimle dolaptan çıkarttığım bardağa su dolduruyordum. "Sıcak ya işte..."

 

İlk önce ofladı, sonra "Ama peynirli yumurta soğudu!" diye carladı. Suyu kana kana içtim.

 

"Soğuk yeriz be! Ne olacak?"

 

"Be leme be!" dedi, gülerken.

 

"Tamam" dedim. Bende gülümsüyordum. "Ekmek sıcak, yani aldığımda sıcaktı soğumadıysa hemen yiyelim."

 

O ekmek poşetine doğru ilerlerken bende mutfak musluğunda ellerimi yıkıyordum.

 

Merakla "Siyah balon senin mi?" diye sordum.

 

"Hangi balon?" Şaşırmış ifadesi benide şaşırtmıştı.

 

Vicüdümu tamamen ona döndürdüm. "Montuma siyah bir balon bağlamadın mı?"

 

"Hayır?" dedi, Sorarcasına. Oda ekmeği bölüştürüp sofraya oturmuştu.

 

"Montumun kapşonuna bağlı siyah bir uçan balon vardı. Hüseyin amcanın dükkanına gidince fark ettim." Ağır adımlarla sofraya yanaştım ve sandalyeyi çektim.

 

Ben sandalyeye otururken "Bilmiyorum, Allia. Ben koymadım." dedi. "Peki, balon şuan nerede?"

 

"Vestiyerin oraya bağladım." En azından bedava balonumuz olmuştu.

 

Yeniden kalkmaya yeltenmiştim ki, "Dur dur yemek yiyelim öyle bakarız." dedi.

 

Kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Çatalımla bi parça peyniri ağzıma attığımda oda tavadaki yumurtayı bıçakla ikiye bölüyordu.

 

"Hiç montunun hareket ettiğini hissettin mi? Çünkü evden çıkarken montuna asılı bir balon yoktu."

 

Başımı hayır anlamında iki yana salladım.

 

Patatesinden biraz çatalına almıştı ki, durdu. Yutkunuşunu duydum.

 

"Aillia..." Gözleri kocaman olmuştu.

 

"Efendim?"

 

Sanki birileri duyacakmış gibi sessiz bir şekilde "Karartı olmasın..." Diye mırıldandı.

 

Hiç bir cevap vermeden gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Olabilir miydi?

 

Aynı anda ayaklandığımızda ağır adımlarla vestiyere doğru ilerledik. İjdue elimi tuttuğunda, bende sıkıca onun elini tutmuştum.

 

Küçük adımlarla ilk önce mutfağın çıkışına doğru ilerliyorduk.

 

Kafamı kaldırmadan yerdeki halıya bakıyordum. Zaten daha mutfaktan çıkamamıştık. Bu halının desenleri daha önce hiç bu kadar güzel gelmemişti. Ne kadar güzel bir halı, ne kadar güzel dedenler... keşke hiç mutfaktan çıkmayıp sonsuza kadar halıyı seyretsem.

 

Kapının girişine gelince elimle kapının tahta kısmına tutundum. Sadece saniyeler geçmişti. Geçen süre, zaman neden bu kadar uzun geliyordu?

 

Up uzun saniyelerin sonunda siyah balon görüş açımıza girdiğinde korkutucu bir şey olmadığını fark ettik.

 

Birbirimize baktığımız da İjdue'nin de rahatladığını görmüştüm. İkimizde gülümsediğimizde siyah balona doğru diğerler adınlarımıza kıyasla büyük bir adım attık.

 

Durduk.

 

Aynı anda bir adım geriledik.

 

Korku, tüm bedenimi yavaş yavaş değil hızlıca ele geçirdi.

 

Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüştü. Zaman tekrar uzadı.

 

Çünkü siyah balon, kendi ekseni etrafında ortalama bir hızla dönerek tam şuan 3. Turunu atıyordu.

 

Lütfen cam, balkon yada herhan gibi bir kapı açık olsun...

 

Balonun dönüşü yavaşlamaya başladı.

 

Ortalamadan küçük bir adım daha geriledik.

 

Balonun kendi ekseni etrafındaki dönüşü 'durdu' denilenebilecek kadar yavaşladı.

 

Antirenin halısı ne kadar güzeldi...

 

Balonun dönüşü durdu. Ağırca gözlerimi kapattım. Kesinlikle karanlık, siyah balondan kat ve kat daha güzeldi.

 

Bir kaç saniye gözlerim kapalı durudum. Sanırım, İje de gözlerini kapatmıştı.

 

Gözlerimi araladığımda balon, tekrar aşırı yavaş denilecek bir şekilde dönmeye başaldı.

 

İjdue'nin elini cimciklediğimde oda gözlerini açmış ilk önce balona ardından bana sonra tekrar balona bakmıştı.

 

Balon kendi ekseni etrafında 180° döndüğünde ilk önce bize doğru bakan tarafının tam ortasından başlayan küçük bir nokta, siyah renginden, gri rengine döndü. Sonra balonun görünen diğer yerleri griye büründü.

 

Sonra ilk önce minik siyah bir göz oluştu, sonra bir diğeri. Gözlerin oluşmasına kıyasla hızlı olacak şekilde büyümeye başladılar.

 

Gözleri ortalamadan fazla bir boyutta büyük olunca durdu. Sim siyah normal boyutta bir ağızı oluştu. Ağızı da hızla büyümeye başladı.

 

Ağızı ilk önce gülümsedi, sonra gülüşü kocaman bir sırıtışa döndü.

 

Saniyeler içinde gerçekleşen bu olaya o kadar odaklanmıştım -şoka girmiştim- ki İjdue'nin attığı o koca çığlığı bile önemsemedim.

 

Girdiğim şoktan İjdue'nin beni hızlıca içeri götürmek için elimi çekiştirmesiyle çıkmıştım. Taş odama doğru hızlı adımlarla ilerlediğini de bir ses duyduk.

 

Balon patlama sesi.

 

Arkama, arkamıza baktığımda patlayan balonun parçalarının arasında oluşmaya başlayan karartıyı gördüğümde İjdue'nin elini daha da sıkıp, kendimle beraber koşturarak taş odama doğru ilerlettim.

 

Kapının ona etki etmeyeceğini bilsem de, şuan dış kapıdan en uzak oda burasıydı.

 

Kapıyı sertçe kapattım. Hızla sol cam raflarda bana en iyi gelen, beni en rahatlatan ve beni koruduğuna inandığım taşıma doğru ilerledim. Onu elime aldım. Yanındaki raftan hissiyat olarak gücüne en çok inandığım taşlardan biri olan iki küp şeker boyutundaki bir diğer taşı da diğer elime aldım.

 

Hızlıca İjdue'ye ilerledim, elimdeki ilk aldığım taşı onun ellerine bıraktım. Bana hem korku hem merakla bakıyor ve sürekli kapıyı kontrol ediyordu. Konuşmasına izin vermeden "Kendini serbest bırak, en soyut halinle. Kalbinin kapılarını açtığını hayal et ve bunu inanarak yap. Taşı kalbine davet et, gelecektir. Kalbinin kapılarını kapat. Bırak içeride kalsın. O çıkmanın bir yolunu bulur. İçeri girince taşın seni koruduğunu düşün, hayal et gerekirse oluştur! Tüm endişe, korku ve kötü negatif duygularına ulaşmasına izin ver. Onları senden alacak. Aldığında boşluğa düşeceksin, sakın taştan hissettiğin tertemiz havayı, hissi... Her neyse! O hissi kalbine almadan bağlantıyı kestiğini hayal etme! Kalbine o hissi doldur. Odaklan, İjdue! Sen istemediğin sürece hiç kimse, hiç bir varlık sana zarar veremez! Kendini buna inandır. Yapabilirsin! Sana inanıyorum..." Art arda hızlıca sıraladığım cümlelerle yutkundu. Kafasını aşağı yukarı salladı.

 

Taşı aynı benim yaptığım gibi avcunda sıkıca tuttu, kalbine götürdü ve gözlerini kapattı. Herhan gibi bir hissimin arttığını hissettiğimde tailarıma sığınırdım. Bu his korku, öfke, stres olabileceği gibi mutlu ve sevinç de olabiliyordu. Karartının içeri sızdığını hissettim. Oda hissetmiş olmalı ki taşı bırakmadan, gözlerini açmadan taşı arkasına doğru sakladı.

 

İjdue'nin önüne geçmek amaçlı bir adım attığım da karartı değişik, dumanla karışık bir vücuda dönüştü. Kafasını ve ellerini seçebiliyorudum.

 

Aynı saniyelerde kafamın içinde ter temiz bir hava hissettim. Kandırmaca olabilirdi. Diğer taşı avucumun içinde sıkıca tuttum.

 

Gözlerimi karartıya diktim. Zihnimdeki havanın bana ait olmadığını beynime anlattım, inandım.

 

Taşın bana ulaşmasına izin verdim. Taşın gücüyle zihnimin odacıklarını kapattığımı hayal ettim. Önemli olan inanmaktı, tüm benliğinizle.

 

Olmadı.

 

Gücü hissettim. Karartı bana ve İjdue'ye hiç bir şey yapmadan oda da geziyordu. Taşın bana yardım etmesşni istedim. Taşın bana cevap verdiğini düşündüm. Kabul etti. Zihnimde sıra sıra odalar olduğunu hayal ettim. Taşın gücünü farklı bir taş olarak hayal ettim. Hayal ettiğim o farklı taşı göremiyor ancak çok iyi hissediyordum. Dediğim gibi herşey inanmaktı.

 

O güç sertçe ilk önce gördüğüm sonra hissettiğim bütün kapıları kendi istediği sırayla kapattı. Bunlar ne kapıları olduğunu bilmiyordum ama ona güveniyordum. Gördüğüm ve sadece hissedebildiğim bütün kapıları tek bir odaya soktum, taş o kapıyı da kilitledi. Kapıların tek bir odada olduğunu hayal ettiğim odadan bir tane daha hayal ettim. Ardından bu odalar arttı. Ama bu odalar içindeki odalar gibi düzenli değil, dağınık bir şekilde dizilmişti. Taş, yine o odaların kapısını hızlıca kapattı, ama bu kapıları kapatırken biraz zorlandığını hissettim. Bu kapılar beynimin kapılarıydı.

 

Kapıları tekrar tek bir odada hayal ettim. Aynı işlemi tekrar tekrar uyguladım. En sonunda karartı durdu. Kapıları tekrar tekrar kilitlemek işini taşa bıraktım. Ona güvendiğimi hissettim o güç kapıları hayal ettiğinden çok daha hızlıca kapatırken ben o güçle beynimi ve zihnimi kilitlediğimi, kapattığımı hayal ettim. Ve bu işlemlerin beynime ve kalbime de uygulanacağını taşa anlattım. Taş emrimden çıkmıyor sadece istediğimi yapıyordu. Odalardan birinden benimle daha önce rüyamda ve bayılmadan önce konuşan hissi, sesi gördüm -hissettim- taş durdu.

 

Kapıyı kapatmak için izin istedi. Bu his öyle yoğundu ki kapıdan çıkmaya çalışıyordu. Bir kısmı çıkınca güç hızlıca odaya geri koydu. 'Kapat.' dedim. 'Oda ulaşamasın zihnime, oda ben izin vermediği sürece giremesin...'

Güç cümlemi bitirir, bitirmez. Kapıyı sertçe kapattı, beynim bana aitti ve kimsenin karışmasını istemiyordum. Beyaz hissin çok küçük bir parçasının çıkmasına müsade etti. Taşa güvendim, hissettiğim o yoğun güve güvendim ve odadan çıkmayı başaran minik beyaz hissi ellemedim.

 

Zihnimdeki kendime yabancılaştırdığım beyaz hava da kayboldu ama şuan zihnimde hissettiğim farklı bir his, renk vardı. Mor diyebilirdim.

 

İjdue gözlerini açtı. Gözleri artık o kadar korkmadığını söylüyordu. Ama korkusunun gitmediği aşikardı. Yinede biraz da olsa rahatladığını görmek, benide rahatlatmıştı.

 

Karartı, rüyamda gördüğüm sesle değil ama az çok benzer bir sesle "TAŞ NEREDE!" diye gürledi.

 

Zihnimdeki beyazlık taşı ona vermemem gerektiğini çok hafif bir şekilde hissettiriyordu. Belkide çoğu zihnimin küçük bir odacığında kilitli olduğu içindi.

 

Taşı ona vermeyecektim.

 

Zihnimi hâlâ okuyabiliyor muydu?

 

Şuan 'Naber?' falan mı demem gerekiyordu?

 

'Taşın lanegli olduğuna kanaat getirdiği için kırdım'

 

Cevap yok.

 

'Neon pembe elbiseni, neon sarı elbise ile mi değiştirdin? Bence eskisi çok daha güzeldi, ama yırtmacı fazla değil mi?'

 

Cevap yok.

 

Başardım.

 

Karartı üzerime yürüdüğünde, bende geriye doğru bir kaç adım attım.

 

İjdue, taşımı verirmiydi?

 

Karartı İjdue'ye doğru yürüdüğünde, aslında zihnimi okumuş muydu? Yoksa denk mi gelmişti.

 

Anlamanın tek bir yolu vardı.

 

Bende anlamak için doğruyu söyledim.

 

Taş, pencerenin altındaki cam rafların, en ortasında.

 

Karartı hâlâ İjdue'nin önünde duruyordu. Farklı bir varlıktı. Belki de kafasının yanlarında gözleri vardı. Kafasını çevirmeden bakmış olabilir miydi?

 

Taşın yerini doğru söylemiştim. Eğer bakmış olsaydı pencerenin önüne gitmeden taşı fark ederdi, çünkü bütün raflar camdan oluşuyordu.

 

Belki de bazı düşüncelerimi okuyup bazılarını okuyamıyordur.

 

İjdue'nin gözleri ilk önce korkuyla büyüdü, ardından çam yeşili gözlerinden bir damla yaş düştü.

 

Kaşlarımın çalışmasıyla İjdue'ye doğru büyük bir adım attım ama İjdue'nin adımımla aynı anda attığı dev çığlık yüzünden duraksadım. Artık gözlerinden oluk oluk yaşlar geliyordu.

 

Hızla dizlerinin üzerine düştüğünde attığı çığlıklar da, gözlerinden akan yaşlar da, hıçkırıkları yüzünden sarsılan omuzları da durmamış aksine daha da şiddetli ağlamaya başlamıştı.

 

Hızlıca İjdue'nin yanına gelip dizlerimin üzerinde çöktüğümde kafasını göğsüme bastırmış, ağlamaya devam ediyordu.

 

Bir anda korkuyla sıçradı. Hızlıca benden uzaklaşıp, ellerini kulaklarına bastırdı. Gözlerini sım sıkı yumduğunda korkuyla bir çığlık daha attı.

 

"HAYIR!" diye tekrara bağırdığında, onun bu hali yüzünden benim de gözlerim dolmuştu. İjdue benim çocukluk yanım, en iyi arkadaşım olduğu için onu bu halde görmek beni mahvediyordu.

 

"Hayır, Hayır! Hayır!" Takılmış gibi hayır demeye devam ederken ona biraz yaklaşıp "İje" diye fısıldadım.

 

Beni duymadı. Durmadan sayıklamaya devam ederken tekrar "İje" dedim. Duymuyordu.

 

Ona bunu yapanın karartı olduğunu anladığımda ne ara ayağı kaltım. Hatta karartının karşısına geçtim, bilmiyorum.

 

İjdue "Abla!" diye bağırdığında ona ne yaptığını anladım. Kanım dondu.

 

"Eski, duygu yüklü ona karşı kullanabileceğim hiç bir anısı yoktu. Duygu varsa bile anı yoktu."

 

'Ona karşı kullanabileceğimiz.'

 

***

 

 

"Kardeşin varmı?" Poğaçamdan koca bi ısırık almış, meraklı gözlerle çantasının kenarından suyunu çıkartan İjdue'ye bakıyordum.

 

Suyundan bir yudum aldı. "Eskiden ablam vardı, ama artık yokmuş." Sesi üzgün çıkmıştı.

 

Yokmuş mu? İnsan ablasının yok olup olmadığını bilmez miydi? Ayrıca neden meyve suyunu açmak yerine su içmişti? "Yokmuş derken, nasıl yokmuş?"

 

"Ablam var. Sadece ben göremiyorum çünkü annemler onun artık melek olduğunu söyledi..." Gözleri dolmuştu ama gülümsüyordu. Devam etti. "Peki senin kardeşin var mı?"

 

"Yok, annem dedi ki 'Senin doğumun yüzünden artık doğum yapamıyorum.' dedi." Sesimin üzgün çıkmasını engelleyememiştim çünkü benim yüzümden bir kardeşim yokmuş...

 

"Senin doğman ile ne alakası var ki?" Poğaçasını bitirmiş ama hâlâ meyve suyuna geçmemişti. Kirazlı meyve suyunu çantasına attığında buruk bir şekilde gülümsedi.

 

Ağzımda hala poğaça olduğu için hafifçe dudak büzdüm ve iki omuzumu yukarıya doğru kaldırdım.

 

***

 

"Hani 'Ablam melek oldu.' demiştin... Yani biz küçükken. Sormak istemiyorum ama merak ediyorum. Anlatmak istemezsen-"

 

"Öldü." sesini hissiz çıkarmak için kendini epey zorladığı belliydi o yüzden bir an 'keşke sormasaydım' diye düşündüm.

 

"Nasıl öldüğünü bilmiyorum. Annemler anlatmadı, bende sormadım. Onu en son gördüğümde yerde, tam kalbinin olduğu yerden akan kanlar içinde yatıyordu. Çocuk aklımla, tabi birazda babamların 'öldü' dememek için farklı farklı şeyler söylemesi sonucunda, onun kırmızı meyve suyunda yıkanıp melek olduğunu düşünmüştüm." Ona inanamaz gibi baktığımda omuz silkmişti. Tekrar "Çocuk aklı..." diye mırıldandı.

 

Buruk bir tebessümle baktı. "Melekler, diğer melekleri görebilirmiş. O yüzden harçlıklarımla her gün okul kantininde ve marketten bir sürü kirazlı meyve suyu alıp üzerime dökmüştüm. O halimle en az 3 saat melek olmayı beklediğini hatırlıyorum... Bu yaptığımdan sonra annemler bana ablamın öldüğünü söylemişlerdi. Detaylar yok, sadece 'O öldü.' demişlerdi." Bana sanki her an ağlayacakmış gibi baktı. Ona sıkıca sarıldığımda oda başını göğsüme gömmüş ve sarılışıma karşılık vermişti.

 

İje çok hassas bir kızdı. Küçükken, ilkokulda iken tanıştığımız da ikimizin de hayatı güzel denilebilirdi. Bozulduğunda ise birbirimizin hayatındaki boşlukları elimizden geldiğince doldurmaya çalışmıştık. Büyüdükçe hayatlarımız iç içe geçmişti ve sanki tek bir geçmişe, tek bir geleceğe dönümüştü...

 

***

 

Sinirin bütün hücrelerime yayıldığını hissedebiliyordum. Bu tarifi o kadar imkansız bir duyguydu ki içimde sürekli korlanan ve şaha kalkan bir alev oluşturdu. Alevler sanki tam kalbimin altında oluşmuştu kalbimi alttan eritiyordu. Erimesiyle aynı saniyelerde sanki iki yanından tutulmuş ve kepenkle sıkıştırıyormuş gibiydi. Kalbime baskı yapıyor ve yer alanını daraltıyordu.

 

Karşımdaki varlığı parçalama isteği doruktaydı. Onu tam olarak şuan parçalara ayırmalıydım.

 

Mantığım sanki diğer tüm zamanların aksine iki kat hızla çalışmaya başlamıştı. Eğer hâlâ elimde olan taşın gücünü kullanıp, zihnimi karartıdan koruyabildiysem yine taşın gücünü kullanarak onu yok edebilirdim.

 

İjdue'ye yaptığını düşündüğüm şeyden sonra sürekli artan alevlerin kalbime yaptığı baskıyı sanki fiziksel olarak da hissetmeye başlamıştım. Ablasından bahsederken hâlâ gözleri dolan kıza, unutmak için bir sürü psikolojik tedavi alan kıza düşünmeden-belki düşünerek- yaptığının katşılığı elbette ki olmaşıydı. Karartı hâlâ burada ise hatta yaşıyor ise tek temennisi onu buradan nasıl göndereceğimi veya yok edeceğimi bilmememdi.

 

Zihnimde beyaz, cılız bir his sezdim. Ne dediğini anlamıyordum. Yine de kurduğu uzun cümlelerden bir cümleyi seçmeyi başardım.

 

'...Her evrende taşlar vardır...'

 

Bunu bana söylediğine göre sadece karartının yaşadığı evrende değil her evrende taşlar vardı. Az önce düşündüğüm şeyin doğrulanması ile istemsizce gülümsedim. Bu hiç cana yakın bir gülümseme değildi.

 

Onun yaşadığı evrendeki taşlardan biriyle bağlantı kurmayı başarırsam belki o taşın gücünü karartıya karşı kullanabilirdim. Sonuçta karartının zihin okuma gibi güçleri varsa bu gücün bağlantısı aslında evrendi. Evrenin kendisinden bir parça ile iltibat kurabilirsem onu gönderebilirim.

 

Başka evrendeki taşlarla bağlantı kurmak...

 

Gerçekten kafayı sıyırdım ama bu hâlimi de sevdim. Gerçi artık kimin umrunda ki, şu şeyi yapalım ve bitsin!

 

Elimde ki taşı sıkarken yapabileceğime emindim. Hep derdim ilk önce inanmak gerekiyordu. Karartının kafası olduğunu düşündüğüm yere odaklandım. Kafamda karartının silüetini getirdim. Etrafına kırmızı bir ışık geçirdim. Bizim evrenimize ait değildi. Bunu taşa ses ile değil görsellerle anlatma çabasındaydım.

 

Karanlık bir oda hayal ettim sonra ise hayal ettiğim odayı büyüttüm ve onunda etrafına da kırmızı ışık ile geçtim.

 

Dünyamızı hayal ettim. Mavi bir sis...

 

Siyah sisten bir duman mavi sise geliyor. Mavi sisle karışmıyordu ama bulunduğu yerin yanlış olduğunu belli ediyordu. Bunların hepsini taşa görseller ile anlattım. Bunları hayal ederken hâlâ karartının gözleri olduğunu düşündüğüm yere bakıyordum.

 

İnşallah gözleri diye başka bir yerine bakmıyoruzdur.

 

Karartı ise sanki ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışır gibi yerinden oynamadan karşımda dikilmeye devam ediyordu. Uyumuş olabilir mi? Hayır, olamazdı kesinlikle saçmaydı.

 

Yada belki zihnimi okumaya çalışıyordu? İşte bu olabilirdi.

 

Zihnimde mavi sise karışan, siyah sis bir anda kayboldu. Şaşırdım çünkü bunu ben hayal etmemiştim. Kendi mi gitmişti? Yoksa bunu ben mi yapmıştım? Kendi gitseydi bu saniyesinde benim hayalime yansımazdı.

 

Bir kaç dakika bekledim. Belki geri gelir diye...

 

Ses, gölge yada herhangi bir şey yoktu. Başardım.

 

Hızla arkamı dönüp hâlâ ağlayan İjdue'nin yanına, yere çöktüm.

 

Kafasını kaldırıp bana baktı. Sonra ise kafasını göğsüme gömerek ağlamaya devam etti.

 

En çaresiz olanı buydu. Elimle sırtını ve saçlarını okşamaktan başka ve destek olmaktan başka hiç bir şey yapamazdım. Yapsam dahil hiç bir şey ifade etmezdi.

 

"Gitti değil mi..." Oldukça kısık bir sesle mırıldandı.

 

Derin bir nefes verdim ve ona daha sıkı sarıldım. "Gitti..."

 

İjdue'nin sırtını sıvazlarken daha önce duyduğum bir sesi duydum. Beyaz his... Anlam veremediğm bir şekilde zihnimde "NE YAPTIN SEN?!" diye bağıran sesi, zihnimin duvarlarında daha önce olmadığı kadar gür ve sinirli bir şekilde yankılandı. Şuan ne o ne karartı umrumdaydı. İjdue ağlıyordu ve umarım bu olay onda tekrar tranva oluşturmazdı. Bir kaç dakika sonra beyaz his "Gitmedi, gitmedi..." diye ard adra tekrarladı.

 

Kaşlarım çatıldığında bir ses daha duydum. Bu duyduğum ses diğer seslerden farklı bir tonlamadaydı. Sanki birden fazla kadın aynı anda şarkı söylermiş gibi söylemeye başlamışlardı. "Geri gelecek. Geri gelecek. Karanlık çöktüğü an Ay'a iyi bak, o senin yol göstericin olacak..." İjdue'nin sırtını sıvazlayan elim durdu. Tüm odağımı sese verdim.

 

Sesler devam etti. "...Gitmedi. Gidemeyecektir. Kader asla bir araya gelmemesi gereken iki ipi birbirine bağladı. Kurtuluş yok. Kurtuluş yok! Mağaraya saklan son Radika senide kaybedemeyiz! Yakın zamanda harlanacak ateşe yaklaşma. Uzaklaşabildiğin kadar uzaklaş..."

 

 

3. BÖLÜM SONU...

Loading...
0%