Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.BÖLÜM

@b_anemoia


Yaşadığımız hiçbir şeyin tesadüf olduğuna inanmazdım. Tercihlerimi yaparken Mardin’i bu kadar istememe anlam verememiştim, Rıza amca buradaydı belki ama yine de hangi şehirde olursam olayım benim için pek bir şey değişmezdi. Şimdi anlıyordum neden ısrarcı olduğumu, kader bizim Dinçer ile tanışmamızı istemişti. Kısa bir süre içerisinde birbirimize bağlanmıştık, bu birçok kişiye saçma gelse de biz o kısacık sürede pek çok şey yaşamış, birbirimizi tanıma fırsatı bulmuştuk, sevinçlerimizi, hüznümüzü, öfkemizi, korkularımızı, her şeyi...

 

Ortak yaralarımız mı bizi birbirimize yakınlaştırdı bilmiyorum ama her ne olduysa iyi ki oldu. Yaklaşık bir saattir yatakta öylece uzanmıştık, ben onun göğsünde soluklanırken o uykuya dalmıştı bile. Birkaç gündür fazla yorulmuştu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek yataktan çıktım, uyanana kadar yemek hazırlamak istiyorum. Et sote, pilav ve sütlaç yaptıktan sonra saat sekize geliyordu, Dinçer’i uyandırmak için odaya girdim, huzurlu görünüyordu, bir kolunu ileri doğru uzatmış, diğerini başının altına koymuştu, yatağın kenarına oturup yanağına hafif bir öpücük kondurdum, gülümsedi ancak başka bir tepki vermedi, daha sert bir öpücük kondurup geri çekildim. Tek gözünü açarak beni izledi, belimden tutup beni kendisine çekince saçlarım yüzüne döküldü, ben daha ne olduğunu anlayamadan dudağımı sertçe öptükten sonra “Uyandırırken dudaklarımı öpmeni tercih ederim,”dedi.

 

“Bir dahakine öyle uyandırırım, şimdi kalk elini yüzünü yıka, saat geç oldu yemek yiyelim,” kaşlarını kaldırıp saçlarımı kulağımın arkasına attı, “Yemek mi hazırladın? Ben uyanınca dışarıdan sipariş veririz diye düşünmüştüm.” Sesi uykulu çıkıyordu ve bu zaten etkileyici olan sesini daha da etkileyici kılıyordu. “Benim yaptığım yemeği yemek istemiyor musun?” diye sordum.

 

“İstemez olur muyum? Sonra alışırsam hep isterim ona göre,” söylediklerine hafifçe tebessüm ettim, “Her zaman yapmam ama ara sıra böyle minik sürprizler yapabilirim.”

 

Dinçer banyoda işlerini hallederken ben yemekleri tabaklara almıştım. Sohbet ederek yemeklerimizi yedikten sonra bulaşıkları Dinçer halletmişti, o bulaşıklarla ilgilenirken ben de kahvelerimizi yapmıştım.

 

“Yarın iznin bitiyor değil mi?” diye sordum. Kahvesinden bir yudum alarak beni başıyla onayladı. “Evet ama seni okula ben bırakacağım,”

 

“Her gün sen mi bırakacaksın artık?” diye sorduğumda gülümsedi “Göreve gitmediğim sürece evet,” görev aklıma gelince yüzüm düşmüştü “Ne oldu?” diye sordu. “Sen göreve gidince bu ev bana yine dar gelecek gibi hissediyorum, o pislik yakalanmadan ben yalnız kalabileceğimi sanmıyorum.” Kahvesini sehpaya bırakıp yanıma gelerek beni göğsüne çekti, “Sana söz veriyorum bir sonraki görevime kadar o kansızı bulacağım,” dediğinde iyice göğsüne sokuldum. “Umarım,” aniden aklıma gelen şey ile birlikte hızla kalkıp ufak bir çığlık attım, “Ay ben unuttum, yardımın gerekiyor,” dediğimde kaşlarını çatarak bana baktı.

 

“Ne gerekiyorsa yapayım yavrum tamam da neye çığlık atıyorsun aklımı aldın,” cevap veremeden mutfağa girdim ve dolaptaki poşette olan eşyaları tepsinin üzerine doldurarak içeri geçtim, elimdekileri görünce doğrulup kasenin içine baktı, kaşları çatılırken “Bu ne? Tamam yardım edeceğiz dedikte bu beyaz toz ve kilitli poşetler ne için? Aklıma hiç hoş olmayan şeyler geliyor Eylül,” söylediklerine kahkaha atarken nişastayı çok farklı bir şey olarak düşünmesi beni şaşırtmıştı, “Ne yani sevgiline yardım etmeyecek misin? Bunların yarına kadar hazır olması gerekiyor alıcıları hazır,” diyerek işi dalgaya vurmuştum. “Saçmalama, tamam seviyoruz da o kadar da değil, böyle bir şeyi alttan alacak değilim, gülüyor bir de,” dediğinde kahkaham büyümüştü. “Yok artık Dinçer, çocuklarıma bu kadar değer verirken birilerini zehirleyecek kadar aşağılık bir insan mıyım ben?” Diyerek yapmacık bir trip attım. “Bu ne ki?”

 

“Nişasta, yarın öğrencilerimle yapacağım etkinlik için,” tek kaşı kalkarken parmağını nişastaya batırıp dişlerine sürdü. Bu beni gerçekten sinirlendirmişti, “İyi bari öyleymiş, ne yapacağız?” dediğinde “Sen hiçbir şey yapmayıp gideceksin, ne yapılacaksa ben yapacağım, hayır yani şakaya vurdum ama ciddi ciddi şüphelendin sen benden. Beni tanıyamadın mı? Hayır böyle bir şey yapacak olsam seni evime alır mıyım? Kalk git artık geç oldu.” Bu defa kesinlikle sahte bir kızgınlık değildi. Şaşkınca suratıma bakarak “Eylül kovuyor musun beni? Ne bileyim kilitli poşet ve beyaz bir toz görünce mesleki deformasyon işte nişasta nereden gelsin aklıma,” hâlâ devam ediyordu. “Bak ya sen beni hiç mi tanımadın? Bir kanıya varmak yerine direkt sorsaydın, başta kızmadım ama alıp kontrol etmene sinir oldum. Nişasta olduğunu söylediğim halde neden kontrol etme gereği duydun ki? Ayrıca mesleki deformasyonuna başlatma şimdi, sanırsın narkotik şube müdürü,” uzanıp bir poşeti eline aldı, eline vurup “İstemiyorum ne yapılacaksa ben yapacağım, beni yalnız bırak.” Onu umursamadan, nişastaları poşetlere koymaya başladım, birkaç saniye tepkisiz kaldıktan sonra hiçbir şey söylemeden o da poşetleri doldurmaya başladı. Tek kaşımı kaldırarak ciddi ifademi koruyup işime devam ettim. “Küstün mü bana?” onu cevapsız bırakarak yüzüme dökülen saçımı elimin tersiyle ittim. “En azından oluyor mu bir baksana,” yine bir tepki vermemiştim, işaret parmağını çenemin altına yerleştirerek kafamı kaldırdığında yüzüne bakmak yerine yan tarafa bakmıştım.

 

“Yapma böyle, esirgeme yüzünü benden, tamam bir eşeklik ettim özür dilerim.” Çenemi çekerek parmağından kurtardım. Bu kez yüzümü avuçları arasına alarak yüzüne bakmamı sağladı ama gözlerimi sıkıca yumdum. “Eylül! Sabrım taşıyor yavrum, ilişkimiz başlayalı 24 saat bile olmadan bana küstün mü cidden?” omuzlarımı kaldırıp indirmek dışında bir tepki vermedim. Sağ gözümün üzerine bastırdığı dudaklarını hissedince nefesimi tuttum, aynısını sol gözüme yaptıktan sonra benden bir tepki beklemişti ancak öylece nefesimi tutmak dışında bir şey yapmamıştım, ufak bir kıkırtı sesinden sonra dudaklarımı öptüğünde yutkundum, üst dudağımı dudakları arasına alıp çekiştirdiğinde öpüşüne karşılık verdim, nefes nefese geri çekilerek alnımı alnına yasladım. “Bir daha böyle bir şey olursa yüzüne bakmam üsteğmen!” sesim kısık çıksa da ne kadar ciddi olduğumu hissettiriyordu.

 

“Olmayacak yavrum, söz veriyorum.”

 

**

 

Gece bir süre nişastalarla uğraşmıştık, daha sonra gitmek istemese de Dinçer’e beni sinirlendirmenin cezası olduğunu söyleyerek eve göndermiştim. Sabah erkenden kalkıp hazırlanmaya başladım, uzun süre sonra kendimi iyi hissediyordum. Genelde ruh halim iyiyken makyaj yapmayı tercih ederdim, daha doğrusu ruh halim iyiyken makyajımda biraz abartılı olurdu. Havalar iyice soğuduğu için, uzun kollu, boğazlı, dar, dizlerimin biraz üzerinde biten bordo triko elbisemi giymiş, altına ince siyah bir çorap ve siyah, kalın topuklu çizmelerimi giyerek, saçlarımı at kuyruğu yapmıştım. Gözlerime ise bolca rimel sürüp asıl dikkati dudaklarıma çekecek bordo ruj sürmeyi tercih etmiştim. Siyah kabanımı da giydiğimde tamamen hazırdım. Çantamı ve çocuklar için hazırladıklarımı alarak evden çıktım. Dinçer üzerinde her gördüğümde nefesimi kesmeye yetecek üniformasıyla beni bekliyordu. Beni görünce yüzünde çapkın bir gülümseme eşliğinde baştan aşağı birkaç kez süzdü. Elimdekileri görünce ise suratı asıldı, “Neden beni çağırmadın? Ağır bunlar ben indirirdim aşağı,” diyerek elimdeki poşetleri alıp arka koltuğa yerleştirdi. “Ağır değiller ki sadece çok görünüyorlar,” bana onaylamaz bakışlarını attıktan sonra, tekrar baştan aşağı süzerek gülümsedi.

 

“Okul için mi bu hazırlık yoksa benim için mi?” kaşlarımı kaldırdım “Sana neden hazırlanayım ki? Kendim için hazırlandım, bugün kendimi harika hissediyorum bunu görünüşüme de yansıtmak istedim.” Dudaklarını yaladıktan sonra alt dudağını ısırdı. “O halde sana sürekli harika hissettirmek için yeni bir nedenim daha var.” Dediğinde benim için yolcu koltuğunun kapısını açmıştı, arabaya bindikten sonra o da binince “Ne yani bana harika hissettirmek için illaki böyle mi giyinmem gerek? Depresyon kıyafetlerimin içerisindeyken beğenmeyecek misin beni?” dün geceden beri kendisine sürekli trip atma nedenimi ben de anlamıyordum ama engel olamıyordum. “Kıyafetli ya da kıyafetsiz hiç fark etmez, her haline mükemmel hissettireceğime emin olabilirsin.” Diyerek göz kırptığında yanaklarımın kızardığına emindim. Konuyu değiştirmek istedim. “Çıkışta kim alacak beni peki? Keşke ben aracımla giderken sen arkadan takip etseydin.” Demem kahkaha atmasına neden olmuştu. “Utandığın için konuyu değiştirme çaban hayranlık uyandırıcı, teninin bu kadar kolay kızarması hoşuma gitmedi değil, umarım çabuk kızaran yalnızca yüzün değildir.” diyerek bana baktı, yüzündeki muzip ifade beni daha da utandırmıştı. “Neyse daha fazla üzerine gelmeyeceğim, yetişirsem ben alırım, yetişemezsem de sana kimin geleceğini haber veririm.” Sıkıntılı bir nefes aldım. “Tek başına da dönebilirim bence, öğrencilerimin çoğu kendisi gidebiliyorken ben neden tek kalamayayım ki?” kaşları anında çatılırken direksiyonu daha sert tuttu. “Öğrencilerinin peşinde bir psikopat sapıkları yok çünkü Eylül!” tartışmanın anlamsız olduğu bilinciyle susmuştum. Okula geldiğimizde Dinçer kapıdaki Koray’ı görünce küfür etti. “Bu lavuk neden burada yine?” ona gözlerimi devirerek “İşleri bitmemiş demek ki, sonuçta burada olan yalnızca o değil bak öğrencileri de burada.” Sert bir nefes vererek “Bu heriften hiç hoşlanmadım Eylül,” dedi.

 

“O benim çocukluk arkadaşım Dinçer, yıllar sonra karşılaştık ve bana karşı yanlış bir tavrı olmadığı sürece iletişimimi kesmeyeceğim, seni baştan uyarmak istedim.” Diyerek arabadan indim. Yardımcı olmak istese de kabul etmeyip arka koltuktaki poşetleri alarak teşekkür ettim. Okul bahçesinden içeri girene kadar Dinçer gitmemişti. Koray beni fark edince gülerek el salladığında gülmüştüm ama elimi sallayamadım, elimdeki poşetler çekiştirilince duraksadım, bakışlarım elin sahibine kayarken Ferhat’ı gördüm. “Günaydın öğretmenim, size yardım edeyim.” Gülümseyerek başımım iki yana salladım. “Günaydın canım, nasılsın? Bu arada ağır değiller kendim taşırım.”

 

“İyiyim, babam geldi, özlemiştim onu ama yorgun olduğu halde benimle uyuyana kadar oyun oynadı. Siz de Dinçer abiyi özlemiştiniz değil mi? Geldi mi yanınıza?” duyduklarımın şokuyla boğazıma kaçan tükürüğümün etkisiyle öksürmeye başladım. “Öğretmenim ne oldu?” Koray yanımıza gelip sırtıma vurunca “İyi misin?” diye sordu. Nihayet kendime gelince “İyiyim, tükürüğüm boğazıma kaçtı.” Dediğimde Koray gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Ferhat, sen sınıfına git canım, ben de birazdan geleceğim.” Ferhat koşarak okula girerken Koray tek kaşını kaldırıp bana baktı “Eskiden de sıkça olurdu, bir insanın durduk yere tükürüğü neden boğazına kaçar anlayamıyorum. Ama genelde utanınca ya da heyecanlanınca böyle olur. Yüzünde kızardığıma göre küçük bey seni utandırmış.” Koray’a gülümsedim, hâlâ unutmamış olması beni duygulandırmıştı. “Biraz öyle oldu, her neyse sen neden buradasın?” diye sordum. “İşimiz bitmedi, bahçe duvarlarına da çizim yapacağız,” onu başımla onayladıktan sonra “Derse gireyim ben artık sonra görüşürüz.” Diyerek vedalaşıp sınıfa geçtim. Sınıfa girdiğim gibi koşuşturan öğrencilerim hemen yerine geçerek uslu uslu oturdular. Poşetleri ve çantamı masaya bırakıp, onlara döndüm.

 

“Evet gözbebeklerim, bugün sizinle bir deney yapacağız, şimdi aranızdan bana yardımcı olmak isteyen iki kişiye ihtiyacım var.” Ferhat ve Emir izin bile alma gereği duymadan yanıma gelince gülümseyerek Ferhat’a nişastaların olduğu poşeti, Emir’e de plastik kase ve kaşıkların olduğu poşeti uzattım, “Tüm arkadaşlarınıza birer tane verin, kendinize de ayırın,” onlar dağıtmaya başlayınca ben de getirdiğim plastik bardaktaki suları ve boyaları dağıttım. Hepsine daha önce sevdikleri renkleri sorduğum için biliyor ve sevdikleri renklerden veriyordum. Hepsini dağıttıktan sonra Ferhat ve Emir’den poşetleri alarak masama geçtim. Kendim için de gerekli malzemelerden çıkarıp kırmızı boya ile birlikte masaya bıraktım. “Şimdi önce herkes nişastayı kasenin içerisine dikkatlice boşaltsın.” Hepsi dikkatle işini yaparken ben de nişastayı kaseye boşalttım. “Şimdi de önümüzdeki toz boyalardan birazcık alıp nişastayla karıştırın,” kırmızı boyayı bolca dökerek karıştırdım. Herkes işi bitince meraklı gözlerle bana bakıyordu. “Şimdi de önünüzde duran suyu kaseye boşaltın bakalım.” Kimisi sıraya biraz su döktüğü için özür dilemişti ama sorun olmadığını söyleyerek, dökülen suyu temizledim. Karıştırdıklarında asıl meseleye giriş yapmak istedim. “Şimdi o karışıma dökmemeye dikkat ederek, yumruğunuzu sertçe vurun. Çok sert olmasın.” Hepsi dediğimi yaparken “Kıvamı nasıl?” diye sorduğumda “Sert öğretmenim” diye sesler yükseldi. “Şimdide parmağınızı hafifçe bastırın bakalım,” bunu yaptıklarında şaşırdıklarını belli eden sesler yükseldi. “Öğretmenim bu nasıl olur?” diye hayretle soram Fatma’ya gülümsedim. “Canlarım şimdi beni dikkatle dinleyin, az önce yaptığımız deneydeki gibi hayatımızdaki insanlara da sert davranırsak bize sert tepkilerle karşılık verebilirler. Oysa ki yumuşak davranırsak, alacağımız tepki de bu şekilde olur. Sadece insanlarda değil, bu hayvanlar için de geçerli. Siz bir hayvana kötü davranırsanız size saldırır çünkü kendisini korumak ister ama siz o hayvanı severseniz, güzel yaklaşırsanız kendisini size sevdirecektir. O yüzden çevremizdeki insanlara ve hayvanlara karşı her zaman nazik yaklaşalım olur mu?” herkes pür dikkat beni dinlerken Emir söz istedi. “Peki bize kötü davranırlarsa yine nazik mi olalım, yoksa biz de bu deneydeki gibi sert mi olalım öğretmenim.” Çok mantıklı bir soru sormuştu.

 

“O an ki duruma göre değişebilir, mesela anne babanız stresli bir gün geçirmiş ve hak etmediğiniz halde size sesini yükseltmiş olabilirler, bu yaptıkları kesinlikle doğru değil ama böyle bir durumda siz onlara bağırarak asla karşılık vermeyin. Burada bahsettiğim şey şiddet değil size herhangi biri şiddet uygularsa beni gördüğünüz an bana ya da daha önce anlattığım gibi asker abilerinize söyleyin.” Emir yeni bir soru yöneltti “Civan ağaya da söyleyebilir miyiz?” sorusu beni gülümsetmişti, köydeki yetişkinler kendisinden çekinirken çocukların hepsinin ona karşı hayranlık duyması ve sevmesi hoşuma gidiyordu. “Tabii ki,” Emir cevabını almış nişastayla oynamaya devam ederken Ferhat “Öğretmenim bu şeylerle ne yapacağız şimdi çöpe mi atacağız, israf olmaz mı?” diyerek önündeki kaseyi gösterdi. “Hayır canım, onlarla bugüne dair bir anı bırakacağız.” Diyerek poşetteki iki büyük boy tuvali çıkardım. Sınıfımda çok öğrenci yoktu, yalnızca 15 öğrencim vardı. Kendim için hazırladığım karışıma tutkal ekleyerek sağ elimi batırıp tuvallerden birinin tam ortasına el izimi bıraktım, aynısını diğer tuvale de sol elimle yaptıktan sonra “Şimdi sırayla hepiniz kasenizi alıp yaptığım gibi el izinizi tuvallerden birine çıkaracaksınız, bunu sol elinizle yapın daha sonra da sağ elinizle el izinizin altına isminizi yazın.” Herkes sırasıyla söylediklerimi yaparken ben ıslak mendille ellerimi siliyordum. Sırasıyla el izini bırakan öğrencilerime de ıslak mendil verip ellerini temizledikten sonra ilk dersimiz bitmişti. Bir süre masamda kurumasını bekleyecek, ardından üzerine streç kaplayacaktım. Onlar benim ilk öğrencilerimdi ve evimin duvarlarında onlardan kalan anıları saklamak için sabırsızlanıyordum.

 

Zilin çalmasıyla öğrenciler dışarı çıkarken ben tuvallere bir zarar gelmemesi için başında bekliyordum. Önüme bir bardak çay koyulunca irkildim, Koray gelmişti, kendisi için de bir çay getirmişti. “Güzel bir anı olmuş, öğrencilerinin el izi değil mi?” diye sorarak karşıdaki sıranın üzerine oturdu. “Evet başına bir şey gelmesin diye nöbet tutuyorum,” diyerek gülümsedim. “Her teneffüs bekleme dinlenmek senin de hakkın, sen hava alırken nöbetini ben devralabilirim.” Gülümsemek dışında bir tepki vermeyince devam etti “O adam, asker olan sevgilin mi?” diye sordu. “Evet,” yüzünde beliren gülümseme son derece içtendi.

 

“Yakışıyorsunuz, umarım varlığım onu rahatsız etmiyordur çünkü çocukluk arkadaşımla aynı şehirdeyken birlikte zaman geçirmek isterim.” Dinçer’in kıskanç yapısını fark etmemesi imkansızdı zaten, “Bunu ben de isterim, merak etme sorun çıkarmayacaktır,”

 

**

 

Dördüncü derse girmiştik ki sınıfın kapısı kibarca tıklatıldı, ellerindeki çantalarla Tarık ve yanında biri kadın biri erkek olmak üzere iki kişi ile birlikte sınıfa girdi. “Hocam dersinizi böldük kusura bakmayın ama haberiniz vardır mutlaka, çocuklara aşı yapacağız.” Dün konuşulmuştu ama aklımdan çıkmıştı. Birkaç öğrencim tedirgin olsa da “Çocuklar canınız hiç yanmayacak, minicik sinek ısırığı gibi bir şey, sonrasında da evlerinize gideceksiniz zaten,” diyerek sakinleştirmeye çalıştım. Onlar aşı olurken ben Dinçer’e bugün erken çıkacağıma dair mesaj atmak istemiştim fakat telefonumun şarjının bittiğini görünce haber veremedim. İki öğrencim korkup ağlamıştı, onlar ağlayınca sakinleştirmeye çalışsam da benim de gözlerim dolmuştu fakat Tarık durumu gayet güzel idare etmişti. Hepsi aşılarını olduktan sonra gerekli uyarılarını yapmış ve evlerine göndermiştik. Ben sınıfta beklerken Tarık geri döndü. “Sen çıkmayacak mısın?”

 

“Arabam yok bugün maalesef, o yüzden biraz daha bekleyeceğim.” Kaşlarını çatarak dilini damağına vurdu “Aşk olsun öğretmenim, beklemeye ne gerek var, ben bırakayım sizi evinize kadar.” Diye bir teklif sununca cazip gelmişti. “Olur aslında ama size zahmet olmasın?” lütfen olmasın desin, eve erken giderek Dinçer için hazırlık yapıp dünden beri kendisine karşı tavırlarımı telafi etmek istiyordum. “Zahmet olsaydı teklif etmezdim Eylül! lütfen,” gülümseyerek çantamı aldım. Sınıfın kapısını kapatarak “Bir dakika bekler misin?” diye sordum, Tarık beni başıyla onaylayınca, okulumuzun temizlik görevlisinden masanın üzerindeki tuvallere dikkat etmesini rica ettikten sonra bahçeye çıktım, Koray ve öğrencileri hâlâ çizim yapıyordu, Koray ile vedalaşıp Tarık’ı daha fazla bekletmemek için arabaya geçtim.

 

DİNÇER ERYİĞİT

 

Yorucu bir günün ardından artık eve dönmek için sabırsızlanacak bir nedenim vardı, Eylül... Onu almaya ben gidememiştim, aslında işim erken bittiği için gidebilirdim fakat dönmeden önce ona sürpriz yapmak istemiştim, pastaneye uğrayarak bir pasta almış evin yolunu tutmuştum. Civan bir gelişme olup olmadığını sormak için aradığında, okulda işleri olduğu için dönerken Eylül’ü bırakabileceğini söylemişti. Birazdan gelmiş olacaktı, masayı hazırlamıştım ki tam beklediğim saatte kapı çaldı, gelen Eylül olamazdı, sonuçta kendi evine girerken zili çalacak değildi, gelen Rıza Albay olabilir diye endişelendim, şu an biri beni Eylül’ün evinde görürse sıkıntı yaşanabilirdi. Kapı bir kez daha çalınca önce kapı deliğinden baktım, Feride’yi görünce açtım. “Dinçer abi, senin öğretmenimin evinde ne işin var ki?” Ferhat’ın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. “Evini tadilat ettirdik ya eksikleri tamamlıyordum o gelene kadar, sen neden gelmiştin?” diye sordum, kaşları çatılırken “Öğretmenim daha gelmedi mi?” diye sordu. Feride ise Ferhat’ın soruyu sorma nedenini açıkladı “Bugün çocuklar aşı olduğu için iki ders erken çıktılar,” işi erken bittiği halde neden gelmedi diye düşünmüştüm ancak arabası olmadığı için bekleyeceğini biliyordum. Bu süre içerisinde umarım Koray denen herifle çok zaman geçirmemiştir. O heriften şüpheleniyordum, elimde herhangi bir delil olmasa da Eylül’ün anlattıkları ve çizdiği resmi düşününce Eylül’e karşı duyguları olduğunu anlamıştım, ayrıca o videodaki kız ile aynı üniversitede olmaları şüphelerimi arttırıyordu. Yine de Eylül’e bir şey söylemeden önce emin olamam gerekiyordu.

 

“Birazdan gelir öğretmenin, sen neden gelmiştin?” diye sordum Ferhat’a, hevesle elini cebine atarak bir bileklik çıkarıp bana uzattı, üzerinde yıldız olan siyah bilekliği aldım. Bu bileklik bana bir yerden tanıdık geliyordu. “Öğretmenimin evine hırsız girdiği zaman buraya gelmiştim ya, o zaman bu bilekliği buldum. Öğretmenimin bilekliği kopmuştu ben de gizlice alıp babama verdim tamir ettirsin diye, o zaman çok üzülmüştü mutlu olur mu bilekliği tamir olunca? Şey bir de ben gizlice aldım ya bu bilekliği bana kızmaz demi? Ben sürpriz yapmak için aldım.” Ferhat’ın söyledikleriyle kaşlarımı çattım, “Tamam ben veririm öğretmenine gelince, sana kızmaz o merak etme,” Ferhat gülerek başını sallayıp geri dönünce ben bilekliği nereden hatırladığımı düşünmeye başladım. Normalde Eylül’ün tarzı bir bileklik değildi, genellikle daha şık şeyler kullanırdı, bu tarz zincir yerine ip olan bileklikleri tercih etmezdi. Çalan telefonum düşüncelerimden sıyırmıştı, Civan arıyordu.

 

“Alo,”

 

“Ben okuldayım ama Eylül erken çıkmış bugün, doktor Tarık bırakmış eve,” duyduklarımla yerimde kaskatı kesildim. Bu bilekliği nereden hatırladığımın da farkına varmıştım. Eylül’ü hastaneye götürdüğümde Tarık’ın bileğindeydi. Kahretsin peşinde olduğumuz, Eylül’ün sapığı o piç kurusuydu. Eylül şu an onun yanındaydı. Sessizliğim Civan’ın dikkatini çekince “Orada mısın?” diye sordu.

 

“Civan, Eylül’ün sapığı o, Tarık.”

 

🤍🤍🤍

 

Psikopat sapığın Tarık olmasına şaşırdınız mı? Gerçi içinizden biri tahmin etmişti.

 

Sizce Tarık neden Eylül'ü takıntı haline getirdi?

 

Eylül'ü zarar görmeden kurtarabilecekler mi?

 

Loading...
0%