@b_anemoia
|
Hafızamın derinlerinden kopup gözlerimin önünde beliren anıyı tekrar yaşıyor gibi hissediyordum. Beşinci sınıftaydım, okuldan döner dönmez çantamı savurup odamın kapısını sertçe çarptım, yatağıma oturduğumda burnumdan soluyordum. Annem hemen arkamdan gelmişti, sinirli olduğumu görünce sakince yanıma oturdu. "Kömür gözlerini yakan ateşin nedeni ne anlat bakalım," şu an düşününce komik gelen olay o yaşımda fazla önemliydi. Hırkamın fermuarını açarak formamı anneme gösterdim.
"Baksana şu hale, Dilara bilerek üzerime vişne suyunu döktü, sonra da alay etti benimle, eğer tam servisine binerken yapmasaydı onun kafasında bir tel bile saç bırakmazdım ama servis şoförü izin vermedi. Yarın göstereceğim ona gününü, hep benimle uğraşıp duruyor. Sırf sınavdan ondan yüksek aldım diye kıskandı pislik," annem bana kınayarak baktı.
"Asla o kıza zarar vermeyeceksin Eylül! Yeni forma alırız sana, büyük bir olay değil bu. Kötülüğe kötülükle karşılık vermek yakışmaz bize anlaştık mı? Ayrıca argo kelime kullanmak da sana hiç yakışmıyor," omuzlarımı silkerek itiraz ettim. "Hiç de bile, pisliğe pislik denir, kötüye kötü davranmak gerekir, beni ezik mi sansınlar?" annem yanağımı okşayarak "Bu seni ezik yapmaz," demişti ama devamını getirememişti bizi dinleyen babam yanımıza geldi. "Sen anneni dinleme kızım, bu olay için söylemiyorum ama biri sana bir kez kötülük yaparsa devamı da gelir, onu yaptığı şeye pişman edeceksin ki bir daha canını yakmaya cesaret edemesin." Ben babama sarılarak anneme nispet yaparken annem babamı azarlamaya başladı. "Şu kızı canavar gibi yetiştirme, sonra herkese saldırıyor." Babam umursamadan saçlarımı öptü. "Durduk yere saldırmıyor ya, canını yakan kişinin canının ne kadar yanacağıyla da ilgilenmesin. Dünya senin gibi merhametli ve iyi insanlar için yaşaması zor bir yer. Benim kızım canını sıkana haddini bildirecek." diyerek bana döndü. "Merhametsiz ol demiyorum sana, merhametini ve sevgini hak etmeyen insanlara verme yavru kurt, anlaştık mı?"
O günün ardından sabah ilk derste daha Dilara gelmeden, sınıfın boş olmasını fırsat bilerek sırasının üzerine evden getirdiğim çamaşır suyunu dökmüş, iyice yaymıştım. Sınıfın pencerelerini açıp kokuyu hafifletmiştim, eteğinin arkası kocaman bir leke ile tüm gün dolaşmak zorunda kalmıştı, benim yaptığımı kanıtlayamadığı için de ben herhangi bir ceza almamıştım. Fakat ertesi gün okula geldiğinde annesinin onu azarlayıp tokat attığını öğrenince pişman olmuş, çok üzülmüştüm. O günden sonra bana kötülük yapana karşılık vermeden önce iki kez düşünmüş, karşımdaki iğrenç biri de olsa canı yansın istememiştim.
Şimdi ise Civan bana Tarık'ı öldürdüğünü söylüyordu. "Sen mi öldürdün?" içeri giren Koray ile bakışlarını ona çevirip sustu "Bunları buraya asıyorum." Şu an Civan ile konuşmalıydım. "Salona asar mısın? Bir de çıkarken kapıyı kapat üşüyorum, şey senin o harika bitki çayından da yapar mısın?" bir şeyden şüphelenmemesi için bu şekilde konuşmam gerekirdi, "Olur tabi, sen iste yeter," diyerek çıkıp kapıyı kapattığında bakışlarımı Civan'a çevirdim. "Bakma şöyle, ben öldürmedim. Yalnızca koğuşundakilere suçunu söyledim o kadar. Onun gibi birini aralarında istememişler demek ki," tek kaşımı kaldırarak yüzüne baktığımda sıkıntılı bir nefes verdi. "Yani içerideki bir adamından öldürmesini istedin," bakışlarını kaçırıp "Eylül, o bir sonraki mahkemeye kadar akıl sağlığının yerinde olmadığına dair rapor alacaktı. Tekrar karşına çıkmasını mı tercih ederdin? Öldü işte nasıl olduğu ile ilgilenmek yerine kurtulmanın sevincini yaşaman gerekmez mi? Anlıyorum sen çok merhametli birisin, cezasını mahkeme versin isterdin. Sana yaptıklarına rağmen ölmesini istemezdin ama," sözünü keserek araya girdim. "Teşekkür ederim." Bunu duymayı beklemiyor olacak ki şaşırmıştı. "Kızmadın mı?"
Kızmamıştım, Tarık gibi biri yaşamayı kesinlikle hak etmiyordu, yalnızca bana yaşattıkları için değil, her şeyden önce o masum kıza yaşattıkları için bile ölmeliydi. "Kızmadım, eğer imkanım olsa onu ben öldürürdüm." Evet Dilara konusunda pişman olmuştum ancak babamın dediği gibi; bazıları cezayı hak ediyordu ve Tarık için bu ceza ölümdü. Aldığı her nefes yeni bir canı yakmasına neden olacaktı "Bir an bakışındaki ifade benden nefret ettiğini düşündürdü." Civan rahat bir nefes alırken gülümsedim "Nasıl yaptın? 24 saat içerisinde onun tutulduğu koğuştan birini bulman normal mi? Nasıl öldü?" ben sorularımı sıralarken Civan kaşlarını kaldırarak güldü, "Nasıl öldürüldüğünü duymana gerek yok ama fazlasıyla acı dolu oldu. Üstelik onu öldüren kişi bunu senin için yapmadı?" kaşlarım sorgularcasına çatılırken devam etti. "Aysun'un nişanlısı bir süre önce adam yaralamadan içeri girmiş," Aysun... O videodaki masum kız, "Nasıl kimi yaralamış?" diye sordum.
"Aysun'u taciz eden birini, kızın kaderi gerçekten kötüymüş. Her neyse bir şekilde onunla aynı koğuşta denk geldiler, Aysun konusunu duyurdum, bir süredir haber alamadığı için başına bir şey geldiğini anlamıştı zaten. Nişanlısını taciz eden birini yaralayan kişi ona ve sana bunları yapan kişiye neler yapmıştır sen düşün. Aysun'un ölüm haberinden sonra özgürlüğünün önemi kalmamış zaten ama o çocuğun kurtulması için uğraşacağım, zaten koğuştan kimse suçu İlyas'ın işlediğini itiraf etmedi. İlyas suçunu itiraf etmek istediğinde de engel oldular. Böyle biri için hayatını karartmasını hiçbirimiz istemeyiz," Gözlerimden usulca süzülen yaşlar kalbimdeki ateşi söndürmek için akıyordu. Yaşananlar o kadar korkunçtu ki, ömrümün sonuna kadar kendimi suçlu hissedecektim.
"Ağlama lütfen, çok zor şeyler yaşıyorsun biliyorum ama her şey bitti, bak bundan sonra her şey çok güzel olacak. Ben her zaman yanında olacağım." Burnumu çekerek kirpiklerimi kırpıştırdım, "Bu izler kalıcı ama. Her gördüğümde o günü hatırlatacak bana," sıkıntılı bir nefes vererek dudaklarını ıslattı. "Bence bu ize bakıp o günü hatırlamak yerine, her baktığında ne kadar güçlü bir kadın olduğunu, neleri atlattığını hatırla, ben öyle yapacağım. Yoksa bu benim için bile zor olacak, zaten zor olan hayatlarımızı daha da zorlaştırmayalım değil mi?" Başımı yavaşça salladım. "Hadi güzel şeylerden bahsedelim," güldü ama aklına her ne geldiyse önce suratı asıldı, başını çevirip dişlerini sıktıktan sonra yutkunup, tekrar gülerek bana döndü, "Dinçer ile birlikte misiniz?" Dinçer'in ismini duymak bile iyi gelmişti. "Evet," birkaç saniye gözlerime ne düşündüğünü anlayamadığım bir şekilde baktı, "Adını duymak bile seni gülümsetti," sesi kısık çıkmıştı. "Rıza Albay, bu ilişkiyi onaylıyor gibi durmuyor, yanlış anlama sadece hastanede Dinçer'e olan tavırları dikkatimi çekti," Derin bir nefes aldım, oflayarak verdim, bu durum Civan'ın kaşlarını sorgularcasına çatmasına neden olmuştu.
"Bilmiyor ama şüphelenmesi bile yetti, aramızda bir şey olmadığını söylemem gerekliydi, yani duymaması lazım," ben tek kaşımı kaldırınca dudağının bir kenarı belli belirsiz kıvrıldı "Ağzını sıkı tut diyorsun yani, anladım. İyi sır tutarım Eylül, merak etme."
İlk karşılaşmamız olaylı olsa da buraya geldiğimden beri en büyük destekçilerimden biri olduğunu kesinlikle inkar edemezdim. Dinçer ve Civan bu hayattaki en büyük şanslarımdı ve kesinlikle kaybetmek istemediğim insanlardı. Sanki o ikisi hayatımda olduğu sürece yıkılmayacaktım, içinde bulunduğum durum içler acısıyken bile kendimi güçlü hissediyordum, şu an bacaklarımı kullanamıyordum ama eksikliğini hissetmiyordum çünkü onların desteği beni ayakta tutuyordu. Dinçer'e aşıktım ama Civan'ın da kalbimdeki yeri özeldi, gerçek bir dosttu.
🤍
Akşama kadar neyse ki başka gelen giden olmamıştı, ben olduğum yerde öylece yatmak dışında bir şey yapmasam da Ceylan hem benimle hem gelenlerle ilgilendiği için fazlasıyla yoruluyordu. Kimi zaman en yakınlarımız bile yardıma ihtiyacımız olduğunda sırt çevirirken bir yabancının bana bunları yapması hem duygulandırıyordu, hem de mahcup hissettiriyordu. Hasta bakmak kolay değildi sonuçta. Akşam yemeğinden sonra Dinçer bize gelince Ceylan yorulduğu için erken uyumaya karar vermişti, Dinçer gece boyunca başımda bekleyecekti, "Tüm gün neredeydin?" diye sordum, izinli olduğunu biliyordum, neden yanımda olmak yerine başka şeylerle uğraştığını merak etmiştim. Her an ondan ilgi bekleyecek biri değildim, bu durum beni kırmamıştı ancak Dinçer yalnızca basit bir soğuk algınlığında bile yanımdan bir an bile ayrılmamışken, bu haldeyken yanımda olmaması dikkatimi çekmişti. "Tarık öldürülmüş, öldüğüne emin olmam gerekliydi onunla ilgileniyordum." Şu ana kadar gülen yüzü Tarık adı geçince solmuştu. Dikkatlice yanıma uzandı, aramızda baya bir mesafe vardı ancak yine de beni incitmekten korkuyordu. "Emin oldun mu bari?"
Bakışlarını tavana çevirerek sert bir nefes verdi, "Oldum ama onu öldüren ben olmalıydım. Kim öldürdü bilinmiyor, koğuşta ölü bulunmuş kimse cinayeti itiraf etmiyor ya da öldürenin kim olduğunu söylemiyor. Civan'ın bu işte parmağı olduğuna eminim ama onunla bağlantılı kimse de yok o koğuşta," ben kimin öldürdüğünü biliyordum, bunu Dinçer'e söylemek konusunda ise kararsızdım. Sonuçta o bir askerdi, bilip sessiz kalması mesleğine yakışmazdı, onu öldüren Dinçer olmadığı için de şükrediyordum. Bu aşık olduğu mesleğini kaybetmesine neden olacaktı.
"Dinçer, sonuç olarak öldü, kimin öldürdüğünün bir önemi yok ki, ayrıca ben biliyorum kim öldürdü ama boşuna uğraşma söylemeyeceğim," hızla başını bana çevirdi, gerçeği bildiğimi gizlemek istemiyordum ama kim olduğunu bilmesini de istemiyordum. "Ne demek ben biliyorum? Nasıl biliyorsun? Kim peki? Neden bana söylemeyeceksin ki?" fazlasıyla meraklı yapısı kimi zaman canımı sıkıyordu, az önce söylemeyeceğim dememişim gibi hâlâ kim olduğunu soruyordu.
"Sevgilim, sen askersin bildiğin hal de gizlemen doğru olmaz, meslek etiği sonuçta. Hem koğuştan biri olduğuna nasıl emin oluyorsun? Belki başkasıdır, orada çalışan biridir." Kim olduğunu söylemediğim için muhtemelen bir araştırma yapacaktı ve gerçeği fark edecekti. Bunun yaşanmasını istemiyordum. "Eylül ben o kişiye teşekkür etmek için kim olduğunu öğrenmek istiyorum. O koğuştakilerden biri olduğuna eminim, koğuşun tuvaletinde öldürülmüş, herkesin kimin yaptığını bildiğini de biliyorum çünkü o kadar işkenceden sonra bağırışlarını duymamaları imkansız," işkence mi? Nasıl öldürüldüğünü gerçek anlamda merak etmeye başlamıştım. "Nasıl öldürüldü ki?" gözlerini gözlerimden çekti, vahşice öldürüldüğüne emin olsam da ne kadar kötü olduğunu duymak istiyordum. "Parçalanmış... dili, cinsel organı, parmakları... Anlayacağın hak ettiği ölümü yaşadı." Bir an için hiç kimsenin böyle bir ölümü hak etmediğini düşündüm ama sonra, aklıma Aysun geldi, bana yaptıkları bile onun yaşadıklarının yanında hafif kalırdı, üstelik daha önce kim bilir kaç hastasının kanından zevk aldığı için canını bilerek yakmıştır diye düşünmeden edemiyordum. Yüzümün asıldığını görünce Dinçer beni çok yanlış anlamıştı "Eylül umarım o şerefini siktiğimin herifi için üzülmemişsindir. Suratının asılma nedeni onun ölmesi değil, değil mi?" beni gerçekten ne sanıyorlardı anlamıyordum. Civan da öldüğü için üzüldüğümü düşünmüştü, iyi de ben bu kadar merhametli biri değildim ki? "Ne? Sen cidden o pislik öldü diye üzüldüğümü mü düşündün? Neyine üzüleyim, hak etmişti." Tek kaşını kaldırarak yüzüme doğru yaklaştı.
"O kadar saf bir kalbin var ki bazen neye üzüleceğini kestiremiyorum." Gözlerimi devirmemi komik bulmuştu.
"Bir dakika ya, ben az önceki tartışmadan yeni fark ediyorum, sen bana sevgilim mi dedin?" konuyu değiştirme hızı hayranlık uyandırıcıydı, ayrıca sevgilim dememin üzerinden dakikalar geçtikten sonra yeni mi fark ediyordu. Üstelik şaşırmasını da anlamıyordum, "Yeni mi fark ettin? Neyine şaşırıyorsun ki? Sevgilim değil misin?" yüzünde muzip bir gülümseme oluştu, "Öyleyim, sahip olduğum en güzel rütbe, bugünlere kolay gelmedik sonuçta." Kahkahama engel olamamıştım, kolay gelmedik mi demişti o? Peşimden hiç koşmamıştı ki, duygularını itiraf ettiği an kabul etmiştim, seviyordum onu zaten. Üstelik kısa bir süre içerisinde yaşanmıştı her şey. O kaosun ortasında hangi ara aşık olmuştum anlayamadan kendimi bir ilişkinin ortasında bulmuştum, kesinlikle pişman değildim.
"Kolay gelmemişmiş, peşimden bile koşmadın ki, ay hayır bir de kız evi naz evi derler ben sana hiç naz yapamadım bile. Şey acaba ayrılıp sen biraz peşimden koştuktan sonra tekrar mı teklif etsen?" önerim onun koca bir kahkaha atmasına neden olmuştu, Ceylan sesimizden rahatsız olmamıştır diye umuyordum, Dinçer'i susturmuyordum çünkü gülüşü yaralarımı iyileştiriyor gibi hissediyordum. "Yavrum, sen ilişkimiz başladıktan sonra nazlanmaya başladın. Bu gidişle öncesinde yapamadığın tüm nazların acısını çıkaracak gibi duruyorsun." Bu durumdan şikayetçiymiş gibi bir ifadeye büründüğünde tek kaşımı kaldırdım. Daha naz görmemişti o "İki günde sıkıldın yani benden öyle mi?" yüz ifadem son derece ciddiydi, bir süre şaka mı yapıyorum diye yüzümü inceledi fakat ciddi olduğumu görünce yutkundu. "Böyle bir şey mümkün değil! Ben ve senden sıkılmak öyle mi? Asla. İnsansız. Şaka yapıyorum ben senin nazını da seviyorum." Kendisini affettirme çabaları hoşuma gidiyordu. Bir gün kendisine gerçekten kırıldığımda inanmayacaktı, ufak bir kahkaha attığımda kaşlarını çatarak gözlerini kapattı "Şaka mıydı? Kızım senin yüz ifaden o kadar ciddi ki anlayamıyorum bazen," homurdandığı sırada "Kızım deme lazım olur," diyerek araya girdim, tek kaşı usulca havalanırken dudağının bir köşesi de keyifle kıvrılmıştı. "Lazım zaten, nefes alabilmem için, görebilmem için kısacası yaşayabilmem için bana sen lazımsın. Senden önce dünyam siyah beyazdı, sen geldin renklendi her şey, baktığım her şey daha anlamlı ve güzel. Sen geldin nefes aldığımı hissettim, sanki yıllardır bir fanusun içine hapsedilmişim de seninle beraber özgürlüğüme kavuşmuşum. Tabi ilk çıktığımda temiz hava çarptı beni, neye uğradığımı şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim ama sonra buldum doğru yolu." Dinçer kesinlikle romantik biri değildi, bunu anlamak için onunla yıllar geçirmeye gerek yoktu, süslü cümlelere ihtiyacı da yoktu. Ben de romantizmden çok hoşlanan biri değildim zaten, yine de ara sıra da olsa bu tür cümleler duymak hoşuma gidiyordu. "Ne oldu? O kadar etkilendin ki dilin tutuldu değil mi?" herhangi bir tepki vermemem dikkatini çekmişti.
"Yok ondan değil, neden romantizmin r'sinden bile anlamayan birine aşık olduğumu sorguluyordum. Senin neyine aşık oldum acaba?" ciddi olmadığımın o da farkındaydı, tek kaşını kaldırarak gülümsedi, "Yakışıklılığım, kaslarım, uzun boyum, muhteşem karakterim, sana olan sonsuz sevgim ve sadakatim, senden başkasına kör olan, bakanın tekrar bakmak isteyeceği güzel gözlerim. Yeterli mi yoksa sayayım mı?" başımı iki yana sallayarak güldüm. "Dur sen, kalan tek eksiği ben tamamlarım, en önemlisi mütevazılığın," ellerini ensesinde birleştirerek yatak başlığına yaslandı, bana yandan bir bakış atarak "E herhalde yani," dediğinde gülmemek için dudaklarımı ısırdım. "Ben senin neyine vuruldum biliyor musun?" Diye sordu. Gözlerini kapatarak devam etti.
"Her baktığımda içimdeki ateşi harlayan kömür gözlerin, öptükçe susuzluğumu gideren, her an öpmek için delirdiğim dudakların, güldüğünde çenenin sol köşesinde beliren minik gamzen, sağ gözünün altında genellikle makyajla kapattığın, normalde de zor belli olan ufacık benin." Hâlâ gözleri kapalıydı, gözümün altındaki beni ben bile fark etmemiştim ki? Bir an önce aynadan kontrol etmem gerekiyordu. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından gülümseyerek anlatmaya devam etti. "Utanınca kızaran yanakların, bir öpücüğümle bile hemen kızaracak narin boynun, tenin, ellerin, kokun, cesaretin, merhametin, öfken, gözü karalığın, sabrın, aldığın nefes, kısacası her şeyine Eylül," doğrulup yüzümüzü aynı hizaya getirdiğinde ben mest olmuş bir şekilde ona bakıyordum. "Kalem tutuşuna kadar her detayına aşığım, attığın adım sesine bile aşığım, elinin değdiği, gözünün baktığı her şeyi kıskanacak kadar aşığım sana," tam bir şey söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki baş parmağıyla beni susturmuştu, parmağını dudaklarımın üzerinde gezdirerek yeterince şey söylememiş gibi devam etti, her cümlesiyle karşısında mum gibi eriyordum, "Seni sevdiğimi söylememem seni kırmıştı, söylememe gerek var mı? Ben sana bakarken bunu hissettiremiyor muyum? Sen hariç her şeye öylesine bakan gözlerimin sana bakarken nasıl ışıldadığını göremiyor musun? Kalbimin atışını duymandan bile korkuyordum önceden, söylesene Eylül adını haykıran kalbimin sesini hiç duymadın mı? Senin vücudundaki yaraların benim vücudumda olmadığını mı sanıyorsun? Görünmüyor olmaları acısını hissetmediğim anlamına gelmez, senin tenine değen bıçakların benim ruhumda kesikler açtığını söylememe gerek var mı? Bunu gösteremedim mi ben sana?" gözlerim dolmuştu, bu kadar güzel sevilmenin iyileştiremeyeceği hiçbir acı yoktu, sevgiden daha büyük bir ilaç yoktu, ağzından dökülen her bir kelime yaralarımı saran bir yara bandına dönüşüyordu, öyle bir yara bandıydı ki bu yalnızca sarmıyor tedavi ediyordu. Ruhumdaki, vücudumdaki her bir yarayı, her bir acıyı. Gözlerime bakan gözleri ruhumun en derinlerine girebilecek kadar içime işliyordu. "Dinçer," sesim kısık çıkmıştı, boğazımda oluşan yumru hüzünden değildi, kimi zaman duyduğumuz güzel sözlerin ağırlığı da buna neden olabiliyordu. "Bir şey söylemene gerek yok, ben senin gözlerine bakarken ruhunu görebiliyorum, sevdiğini zaten biliyorum. Sen de bil olur mu?" alnıma bir öpücük kondurup geri çekildi. "Biliyorum ki zaten," zar zor konuşabilmiştim.
"Bir mesajdan konu nerelere geldi, baksana?" Dinçer çok doğru bir konuya değinmişti, sahi ben Ferhat'ı sorgulamayı unutmuştum. "Bir şey soracağım, Ferhat neden annesinin numarası yerine senin numaranı vermişti. Sen sonradan ne oldu da özür dilemeye geldin?" tek kaşını kaldırarak üstten bir bakış attı. "İki soru oldu ama istediğimiz sorudan başlayabiliyor muyuz öğretmen hanım?" başımı hızla aşağı yukarı salladım. Burnumu işaret ve orta parmağı arasında sıkıştırarak hafifçe sıktı "Yerim seni görürsün bak. Bu kadar tatlı olma. Her neyse ikinci sorudan başlayayım; Sabah askeriyede bizimkiler toplanmış bir öğretmeni anlatıyorlardı. Kim olduğunu söyleme gerek yok, namın oraya kadar uzanmıştı." Kıkırdadım. "Dedikodumu mu yaptınız?" başını yavaşça aşağı yukarı salladı. "Ben değil diğerleri, sonra Nihat adını söyleyince, bir de tabi Ferhat'ın öğretmeni olduğunu söyleyince şimşekler çaktı, yaptığım kabalık için özür dilemek istedim." Alnıma bir öpücük kondurup saçlarımın kokusunu içine çekti, "Leş gibi kokuyorum yapma şunu,"
"Hiç de bile," kaşlarımı çatarak "Bu arada sana mesaj attığım akşam çok uyuz olmuştum. Kendini beğenmiş, ukala. Yani o gün öyle düşünmüştüm, şimdi değil." Hafif bir kahkaha attığında bakışlarım gülüşüne kaydı, çok güzel gülüyordu vicdansız. "Şimdi öyle düşünmüyorsan sorun yok," dilimi damağıma vurarak başımı hafifçe yukarı ittim. "Peki Ferhat neden senin numaranı vermiş?" bana tereddütle baktı, tek kaşımı kaldırarak 'dökül' dercesine bir hareket yaptım. "Kızmak yok ama çocuğa," kızacak ne olabilirdi ki? "Geçmiş gitmiş bir şey neden kızayım ki?"
"Şimdi şöyle ki, bu aslan parçası bakmış ki, ay parçası gibi kendi güzel, huyu güzel bebek gibi bir öğretmeni var, düşünmüş demiş ki bu kadar mükemmel bir kadın yabancıya gitmesin. Kendisi gibi huyu güzel, yakışıklı, karizmatik, mert bir delikanlıyı hak eder. " kaşlarım havalanırken sonunu nereye bağlayacağı belli olsa da araya girmek yerine devam etmesini bekledim. "Sonra fırsat ayağına gelmiş, telefondan benim numaramı alarak annesinin numarası yerine yazmış. Kısacası çocuk ilk başarılı çöpçatanlığını yapmış." Ağzım hayretle açılırken "Şaka değil mi? Hadi doğrusunu anlat şimdi." Başını maalesef dercesine sağa sola yavaşça salladı. "Son derece dürüsttüm hayatım, Nihat ve Feride evde benim yalnızlığım hakkında konuşunca çocuk böyle bir yol bulmuş işte, ne yaptıysa iyi yaptı. Aslanım benim, gidip ona en güzelinden bir bilgisayar alacağım, hak etti." Koluna bir tokat attım.
"Saçmalama, bu yaşta bunlarla uğraşması hiç doğru değil, onu uyarmak yerine ödüllendirecek misin? Ben öğrencilerimi çöpçatanlık yapsınlar diye mi yetiştiriyorum? Şu işe bak asker olacaktı çocuğum sözde ama çöpçatanlık yapıyor." Sessizce güldüğünde kaşlarımı çattım.
"Boşa çatma o kaşları, çocuk bu alanda yetenekli demek ki," Gözlerimi devirdiğimde genişçe sırıttı. "Sence de iyi yapmamış mı, Ferhat sayesinde bugün bu haldeyiz,"
"İyi yapmış,"
" Neyse sen bunu şu an düşünme. Uyu meleğim, dinlenmeye ihtiyacın var uyu,"
**
Sabah uyandığımda Dinçer yanımda değildi, Ceylan kahvaltımı ettirmiş, pansumanımı dikkatle yapmıştı. Bir süre sonra kahve yaparak geldi, "Dostluğumuzun 40 yılını garantilemek istedim Eylül'üm," Sandalyesini iyice yatağıma yaklaştırarak, kahvesini alıp oturdu. "40 yıl için kahveye ihtiyaç yok ki, ben seni bırakmam Ceylan'ım." Saçını eliyle savurarak sırıttı.
"Ben olsam ben de bırakmazdım, muhteşem biri olduğum doğrudur." Haklıydı gerçekten muhteşemdi. "Ceylan ben..." devamı gelmedi, araya girerek beni susturdu. "Sen mahcup falan hissetme Eylül, ben yapmam gerekeni yapıyorum sadece o kadar, bir daha bu konuyu açarsan çok kırılırım. Hem o kaos ve entrika dolu konaktan kurtuldum sayende," bunu ikinci söyleyişiydi, aile içi meseleler olduğu için sormak istemesem de nefretinin nedenini merak ediyordum. "Çekinme sor, merak ediyorsun evden kaçmak isteme nedenimi değil mi?"
"Evet ama aile içi mesele sonuçta özel, sormam doğru olmazdı," derin bir iç çekip kahvesini komodinin üzerine bıraktı. "Babam iyi biridir, Civan ve Cihat abim de öyle, ama Cihan abim, annem ve babaannem resmen huzur kaçırmak için yaratılmışlar, Civan abim olmasa o konakta bir saniye bile durmam ya her neyse, canını sıkmak istemiyorum ben asıl sana bir şeyi sormak isterim." Çekingen tavrı dikkatimi çekmişti, "Sor,"
"Senin şu arkadaş var ya Koray, nasıl biri?" çekinme nedenini anlamıştım, Ceylan Koray'dan mı etkilenmişti. Çocukluk arkadaşım olsa da dürüst davranmam gerekiyordu, yalnızca iyi yönlerini söyleyecek değildim. Arkadaşım değil kardeşim olsaydı da fark etmezdi. "Yani sahiplenici tarafı sıkıcı olabiliyor, kıskançtır. Kadınlara karşı son derece saygılı olsa da sinirli biridir. Fazla korumacı, yalandan pek hoşlanmaz, genel olarak insanlardan da hoşlanmaz, birine kanı ısınınca eğlenceli kişiliği ortaya çıkar ama onun dışında ciddi biridir. Yıllardır görmedim bu kadar anlatabilirim." Kocaman açtığı gözlerle bana baka kalmıştı. "Hayatında biri var mı peki?" asıl konuya girdi. "Bildiğim kadarıyla yok, doktorası devam ediyor bir yandan da akademisyen malum, hayatı işi olmuş durumda." Ceylan'ın gözleri ışıldamıştı.
"Hm ne tip kadınlardan hoşlanır peki? Kendimi onun için değiştirecek değilim evet kendisinden etkilendim ama neysem o. Oluru varsa şansımı deneyeyim diyorum." Kahkahama engel olamadım. "Senim gibisini bulmuş da öpsün başına koysun, dağ ayısı." Biz kıkırdarken duyduğumuz öksürük sesiyle ikimiz de irkildik. Koray odamın kapısının önünde elindeki anahtarı gözümüze sokarcasına kaldırmış, yüzünde muzip bir gülümseme ve kaldırdığı kaşlarıyla bizi izliyordu, umarım konuşmalarımızı duymamıştır. "Anahtarı kapıda unutmuşsunuz, sizce de biraz daha dikkatli olmanız gerekmiyor mu?" ikimizin de bakışları Ceylan'ı bulurken, Ceylan elini alnına vurdu. "Ekmek almaya gittiğimde unutmuş olmalıyım, neyse ki sen buldun ya," Koray'ın dudağının bir kenarı keyifle kıvrıldı, Ceylan'ı baştan aşağı süzdükten sonra "Dışarıda bir mekanda buluşmamız şu an için mümkün görünmüyor, o yüzden burayı kafe niyetine kullanmayı teklif ediyorum. Ha bir de ne tarz kadınlardan hoşlandığımı Eylül'e değil de bana sorsaydın, kendi öz değerinin farkında olan, başkası için kendini değiştirmeye çalışmaya kadınlardan hoşlandığımı sana söyleyebilirdim." Ceylan utançtan renkten renge girerken ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum.
"Başka sormak istediklerin varsa on beş dakika sonra salonda buluşalım,"
🤍🤍🤍
Koray hakkında ne düşünüyorsunuz? Lütfen oy vermeyi unutmayın 🤍 Beni aşağıda yer alan sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın olur mu?
İnstagram: b_anemoia_
X (Twitter): b_anemoia
|
0% |