@b_anemoia
|
Lütfen oy vermeyi unutmayın 🤍
♡♡♡
Hastaneden çıkmamın üzerinden üç hafta geçmişti, artık tekerlekli sandalye yardımıyla odamdan çıkabiliyordum en azından. Öğrencilerimi çok özlemiştim. Ferhat hariç, o her gün mutlaka okuldan sonra yanıma gelir, ödevlerini ise yanımda yapardı. Okulda ne yaşandıysa bana kısaca özetlemeyi ihmal etmezdi. Bugün ise farklı bir burukluk vardı üzerimde, karne günüydü ve ben ilk öğrencilerime ilk karnelerini veremeyecektim, Dinçer akşama doğru gelecekti, ben salonumun penceresinden dışarıyı izlerken kapı çaldı. Ceylan Koray geldi diye düşünerek hevesle koşup kapıyı açtı fakat karşısında Civan’ı görünce yüzü asıldı. “Hayırdır başkasını mı bekliyordun?” Civan tek kaşını kaldırarak sorgularken Ceylan ne diyeceğini bilemedi. Olaya müdahale etmem gerektiğini hissettim. “Tüm gün suratımı astım ya, Ferhat geldi sandı, beni güldürecek olan tek kişi sanarak, o yüzden böyle.” Ceylan bana minnetle bakarken, Civan cevabıma ikna olmuştu, kaşlarını çatarak yanıma geldi, “Neden asık peki suratın?” bakışlarımı kaçırdım. Omuz silkerek “Sıkıldım,” demeyi tercih ettim. Gerçeği söyleyerek sesli dile getirmek daha çok sıkacaktı canımı. “O halde hazırlan bakalım çıkıyoruz,” kaşlarım sorgularcasına çatıldı. “Nereye?” beni baştan aşağı süzdü, üzerimde Ceylan’ın zorla giydirdiği, krem rengi, triko elbise vardı, saçlarımı toplamıştı. Sargıları bugün çıkarmıştık ve yaralarım çok kötü görünüyordu “Aslında hazırsın, bir mont alalım birde bacaklarının üşümemesi için şu ince battaniyeyi aldık mı tamamdır,” Ceylan’a başıyla işaret vererek istediklerini getirtti. Ben daha ne olduğunu anlamadan Celil’e montu vererek telefonumu ve evin anahtarını alarak tekerlekli sandalyemi ilerletti. “Nereye gidiyoruz ki? Bu halde kimseye görünmek istemiyorum.” Diye homurdandım, durup karşıma geçerek çöküp benimle aynı boya geldi. “Ne varmış halinde, hâlâ çok iyi görünüyorsun. Gideceğimiz yer ise sürpriz.” Bir şey söyleme fırsatı vermeden, asansöre girdik, bacaklarımı ince battaniye ile kapatırken açıkta kalan tek yaram boynumdakiydi. Sorgulamalarıma rağmen herhangi bir cevap alamamıştım, Celil bize arka kapıyı açarken Civan kaşlarını kaldırdı. “İzin verir misin?” nedenini anlamayarak “Ne için?” diye sordum. “Seni arabaya bindirmek için kucağıma almam gerekiyor,” hafif bir tebessümle izin verdiğimde beni kırılgan, narin bir bebekmişim gibi kucaklayarak yavaşça arka koltuğa oturtup, kendisi de yanıma oturdu. Ön koltukta poşetler vardı. Sorgulamam cevapsız kalacağı için sessiz kalmayı tercih etmiştim. Araç tanıdığım yollara girince yutkunarak Civan’a döndüm. “Nasıl? Beni okula mı getirdin?” dudağının bir köşesi kıvrıldı, buruk bir tebessümdü bu. “Onlar ilk öğrencilerin ve vereceğin ilk karneyi kaçırmak istemezsin diye düşündüm.” Bakışlarım kucağımdaki elime kaydı, “Beni bu halde görmelerini istemiyorum ki, ya korkarlarsa?” Uzanıp dostane bir tavırla elimi tuttu. “Eylül böyle bir şey mümkün değil, onlar senden asla korkmazlar. Hem Ferhat her gün görüyor seni hiç korktu mu senden?” başımı olumsuz anlamda salladım. “O halde şimdi gülümseyip öğrencilerine kavuşmanın tadını çıkar,” gülümsedim hem de yanaklarımı ağrıtacak kadar büyük bir şekilde. “Çok özlemiştim onları ve ne yalan söyleyeyim içten içe üzülüyordum karne veremeyeceğim için.” Heyecanla yerimde kıpırdandım. “Keşke önceden bilseydim ilk karne için hediye de alırdım çocuklarıma, okumalarını istediğim bir kitap vardı.” Diyerek iç çektiğimde “Küçük prens?” dedi şaşkınlıkla ona baktım “Evet, nereden biliyorsun?” gülümsedi “Üç haftadır aynı kitabı defalarca kez okudun Eylül, her geldiğimde elindeydi.” Dudaklarımı bükerek omuz silktim. “Neyse ben ikinci dönem okurum çocuklara,” Celil bize aynadan baktığında Civan konuşmaya başladı. “Ben aldım bile, her öğrencin için birer tane kitap ve tatilde yapmaları için LEGO,” ben büyük bir şaşkınlıkla ona bakarken kızdığımı düşünmüş olmalı ki açıklama yaptı, “Merak etme büyük şeyler değil küçük figürler sadece, öğretmenleri olarak senin de böyle yapmak isteyeceğini düşündüm.” Büyük bir minnetle baktım, bu süreçte bana o kadar destek oluyordu ki, gerçekten yeryüzünde benden daha şanslı olan birinin var olduğunu düşünmüyordum. Dinçer gibi harika bir adam sevgilimdi, Ceylan ve Civan gibi harika dostlarım vardı, Koray da yanımdaydı, Rıza amcam, Ferhat, Feride... Hatta Dinçer’in arkadaşları da gelmek istemiş, birkaç kez telefonda benimle konuşarak geçmiş olsun dileklerini iletmişti fakat henüz yanıma gelmemişlerdi. Çünkü Dinçer akşam benimle baş başa kalmak için onları kibarca kovuyordu. “Teşekkür ederim,” başka bir konuşma yaşanmadan okula gelmiştik bile, Civan beni yine aynı kibarlıkla, tekerlekli sandalyeme yerleştirdi. İrfan Bey sınıfımın önünde elinde karnelerle bekliyordu. “Hoş geldiniz Eylül hocam, sizi yeniden burada görmek harika,” “Burada olmak da benim için öyle, çocuklarımı çok özledim.” babacan bir tavırla gülümsedi. “Onlar da sizi çok özledi,” karneleri bana uzattı. “Buyurun, siz karnelerini teslim edin. Tekrardan geçmiş olsun,” diyerek yanımızdan ayrıldığında Celil kapıyı bizim için açtı, öğrencilerim uslu uslu sıralarında oturuyordu, hatta son derece sıkılmış görünüyorlardı. İçeri girdiğimde hepsi açılan kapıyla zaten ayaklanmıştı, beni gördükleri an koca bir çığlık atarak üzerime doğru koştukları sırada Ferhat hepsinin önünde durarak kollarını iki yana açtı, “Durun! Öğretmenime sarılamayız, yaraları acır, inciteceksiniz onu.” Öyle bir bağırmıştı ki herkes şaşırmıştı, tüm öğrencilerim özeldi fakat Ferhat benim için bambaşka bir yerdeydi, yalnızca öğrencim değil benim minik dostumdu. “Ama çok özledik,” diyen Emir’in ise sesi hüzünlü çıkmıştı. “Aslında bence sarılabiliriz, ben de sizi çok özledim ve tek tek sırayla hepinize sarılacağım.” Diyerek kollarımı iki yana açtım, sırayla hepsine sarıldığımda içimdeki büyük hasret son bulmuştu. Ferhat ise bana sarılırken o kadar narin davranmıştı ki, canımı yakmamak için büyük bir çaba içerisindeydi, onu sıkıca göğsüme bastırdığımda ise hafifçe sızlayan yaramı umursamadım. Biz hasret giderirken Civan kapıya yaslanmış gülümseyerek bizi izliyordu. Celil oyuncakları ve kitapları getirdiğinde tek tek hepsinin karnesi ile beraber kitap ve oyuncaklarını verdim, hediyeleri alırken yüzlerinde gülümseme, gözlerindeki ışıltı tüm yaralarımı sarmaya yatacak güçteydi. Ben yokken neler yaptıklarını anlattılar, hepsini büyük bir keyifle ve özlemle dinledim, iki dersi daha bir arada geçirmiştik, hepsi benim için bir resim çizerek bana hediye etti. Evimde öğrencilerimin anılarıyla dolduracağım bir odanın eksikliğini hissetmeye başlamıştım. Onlara bu kadar bağlanmam garip gelebilirdi fakat öyle değildi. İlkler her zaman özeldi ve onlar benim ilk öğrencilerimdi. Eve geldiğimizde Ceylan’ın kapıyı açması biraz uzun sürünce, Civan söylenmeye başlamıştı. Evin anahtarını aldığını hatırladığında ise kendisine söylenmeye başlaması beni güldürmüştü. Tam kapıya yöneldiği esnada kapı açıldı, Ceylan’ın saçları ıslaktı, bunu bizi beklettiği sırada yaptığına emindim. “Kusura bakmayın duştaydım,” telaşlı görünüyordu. Civan tek kaşını usulca kaldırdı. “Demek duştaydın, biz çıkarken de üzerinde bu kıyafetler vardı, tekrar giymeye mi karar verdin?” Ceylan daha çok telaş yaptı, kekeleyerek verdiği cevaplar daha büyük sorun haline gelecekti. “Şey abi, yeni girmiştim, saçlarımı şampuanlamadım bile, alelacele çıkardıklarımı tekrar giymem gerekti.” Civan’ın sorgulayıcı bakışları dudaklarında durunca olaya müdahale etmek zorunda hissettim. Ceylan işleri iyice berbat edecek gibi görünüyordu. “Sana tavsiye ettiğim ürünü kullanmışsın, nasıl etkisi harika değil mi? Dudakları nasıl da şişiriyor ama resmen dolgu yaptırmış gibi, gerçi canı fazla yakıyor,” diyerek dudak büktüm, Ceylan yüzüme şaşkınca bakarken Civan “Neden bahsediyorsun?” diye sordu. “İçeri geçelim mi öncesinde?” dediğimde içeri taşıdıktan sonra sorgulayıcı bakışları ben ve Ceylan üzerinde gezindi. “Şimdi harika bir ürün, böyle sürünce yakıyor dudakları, kızartıyor ama etkisi harika dolgunlaştırıcı bir şey işte ama çok can yakıyor,” Civan kaşlarını hafifçe çatarken Ceylan araya girdi. “Bir daha kullanacağımı sanmıyorum, bu acıyı çekeceğime gider dolgu yaptırırım,” diyerek eliyle dudaklarını yelledi. “Siz kadınları anlamak gerçekten zor, madem canınızı yakıyor neden kullanıyorsunuz?” omuz silkerek cevapladım. “Güzellik için katlanılabilir bir şey, ayrıca herkes estetik olacak paraya ya da cesarete sahip olamayabiliyor. Mesela ben eskiden belki ama artık asla, canımın en ufak bir acı çekmesine müsaade etmem. Acı kotamı doldurdum.” Dikkati başka yere çekmeye çalışıyordum. Civan başını iki yana salladı. “Hadi Ceylan neyse de sen neden bu ürünü kullanma ihtiyacı duydun ki? Gayet dolgun ve yeterince kırmızı zaten dudakların.” Benim yüzüm utançtan yanarken bu defa Ceylan benim imdadıma yetişmişti. “Aşk olsun ama ya, benim dudaklarımda gayet güzel bir kere, tamam çok dolgun değil ama iş görüyor yani?” keşke yetişmeseydi, “Ne işi görüyor Ceylan?” Civan’ın sorusuyla beraber Ceylan dudaklarını kemirmeye başladı. “Dolgun dudaklara her kadın sahip olmak ister,” Civan başını iki yana salladı. “Her neyse, sizin bu garip muhabbetinize daha fazla katılım sağlayamayacağım maalesef, işlerim var. Bir ihtiyaç olursa aramanız yeterli,” Ceylan Civan’ı yollarken tek kaşımı kaldırarak kınayıcı bakışlarımı yolladım. “Koray, çık dışarı,” Koray benim giyinme odamdan kafasını hafifçe uzatırken Ceylan utançtan renkten renge giriyordu “Gitti mi?” Ceylan başını hafifçe sallayarak onu onayladığında rahat bir nefes alarak salona geldi, yanağımdan bir makas akarak şakağımdan öptü. “Helal kız, sayende kurtardık götümüzü,” “Her seferinde bu kadar şanslı olamazsınız, Civan da anahtar vardı dua edin ki aklına gelmedi, ya anahtarla açsaydı ve sizi öpüşürken, hatta belki daha fazlası... Yakalasaydı.” Koray umursamazca omuz silkti. “Deme şöyle çok utanıyorum.” Ceylan’a bakarken Koray son derece keyifli görünüyordu. “Utanacak bir şey yok, yakalanmadık abine, Eylül utanmamız gereken biri değil,” uzanarak koltuktaki yastığı alıp suratına fırlattım. “Keşke biraz utansan edepsiz adam. Benden ne diye utanmayacakmışsın?” tek kaşı havalanırken dudağının bir köşesi keyifle kıvrıldı. “Her geceyi sevgilisinin kollarında geçiren sensin Eylül, biz burada film izleyip kahve içerken siz odadan hatta yataktan çıkmıyorsunuz. Sen utanmıyorsun da biz mi utanalım?” ağzım dehşetle açıldı. “Yaralıyım ben hayvan! Biz sadece yan yana uzanıyoruz, öpüşmüyoruz bile,” dediğimde ‘kesin öyledir’ bakışını atarak “Tamam inandık,” dediğinde bir yastık daha almak için uzanmıştım ki kendisi bana uzatarak yüzünü yaklaştırdı. “Vur rahatla.” Ben yastığı ardı ardına suratına ve kafasına çarparken Ceylan çalan kapıyı açmaya gitti. Koray da gülüyor arada geri çekilse de vurmama izin veriyordu, darbelerim sert değildi. İkimiz de kahkaha atıyorduk. “Sana böyle kahkahalar attıracağını bilseydim, ben kendimi dövdürürdüm ki,” Dinçer’in sesiyle birlikte duraksayıp ona döndüm, yüzünde içten bir gülümsemeyle bizi izliyordu. Yanında birkaç üniformalı arkadaşıyla beraber. Bu şekilde görüldüğüm için utanmıştım. “Şey hak etmişti.” Diye saçma bir açıklamada bulundum. “Gördün nasıl şiddete meyilli biri olduğunu yol yakınken kaç bence,” Koray bir süre düşünüp ilişkimizi açık etmemek adına devam etti. “Başka lojmana taşın böyle bir komşu isteyeceğini sanmıyorum,” fakat Dinçer gülümseyerek birkaç adımda yanıma gelerek çöktü, ellerimi avuçları arasına alıp öperken onu izledim. “Hiç problem değil, o benim komşum değil her şeyim, diğer yarım, hayatımın anlamı,” kızardığıma emindim boğazımı temizleyerek diğer askerlere döndüm. “Hoş geldiniz, lütfen geçin oturun,” Dinçer bir sandalye çekerek yanıma otururken diğerleri de geçti, hepsiyle önceden tanışıyordum zaten, amcamın verdiği yemekten dolayı onlar da beni tanıyordu. Nihat henüz gelmemişti. “Geçmiş olsun Eylül hocam, sonunda gelebildik.” Zeki hevesle konuşuyordu, zaten diğerlerine göre daha muzip bir tavrı vardı. Muhtemelen içlerinden en genç olanıydı. Hepsinin ellerinde poşetler vardı, “Çiçek getirmedik biz, Dinçer komutanım zaten bol bol alıyordur size diye, onun yerine böyle tatlı, pasta, kurabiye aldık. Artık bir ay boyunca yersiniz, bize de ikram edebilirsiniz, bozulmasın diye,” Ziya’ya gülerken Dinçer ona büyük öfkeyle bakıyordu. Tabi ya Dinçer bana hiç çiçek almamıştı ki. “Sen bana hiç çiçek almadın Dinçer!” “Senin dilinin ayarını sikeyim Zeki!” Dinçer söylenirken Zeki hayretler içerisinde Dinçer’e bakıyordu. “Ne demek hiç çiçek almadı, üstelik hastaneden çıktınız, biz bile geç oldu ayıp oldu ziyaretimiz derken o bunca zamandır size çiçek almadı mı?” haklıydı, “Hayır, almadı,” sesim ağlamaklı, neredeyse inler gibi çıkmıştı. Koray gür bir kahkaha attığında hızla ona döndüm, ağzına hayali bir fermuar çekerek sustu. “Yavrum fırsat olmadı ki? Alacaktım yoksa neden almayayım? Ben köyde nereden bulayım sana çiçekçi? Karargâhtan çıkıp doğruca sana geliyorum ben,” ellerimi tuttu ama hızla çektim. “Ferhat bile aldı bana çiçek! Küçücük çocuk akıl etti aldı da sen mi alamıyorsun? Sen benim en sevdiğim çiçeği de bilmezsin şimdi.” Bilmeyeceğine emindim. Bakışları Koray’ı bulduğunda “Ya Eylo, ne demek bilmez daha geçen gün bana söyledi. Eylül’e beyaz zambak almak istiyorum da saksıda alayım mı? Bakamaz şu an iyileşince mi alsam sence diye?” İnanmamıştım, Koray yeni kankasına yardım etmeye çalışıyordu. “Gerçekten mi? Nereden biliyor ki hiç söylememiştim. Nasıl anlamış?” Koray’a inanmak istiyordum. “Nereden bilecek kızım bana sormuştu daha önceden, sen neyi seversin diye. Ben de anlattım.” Mahcup bir ifadeyle Dinçer’e baktım. “Ya gerçekten mi? Kusura bakma kızdım sana ama yani hak ettin,” birkaç kez göz kırpıştı. “Tabi ki güzelim, işte sürpriz falan yaparım diye Koray’dan seninle ilgili bilgiler alıyorum. Alırım sana zambak ben, madem istiyorsun sana zambak bahçesi alayım hatta,” boynumu yan yatırarak gülümsedim. “O kadarına gerek yok, saksıda al yeterli. Ama al olur mu?” gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Alırım yavrum alırım.” Saçımın bir tutamını parmağıma doladım, “E başka ne öğrendin hakkımda?” diye sorduğumda kapı çaldı, “Bunu sana yaptığım sürprizlerle göstermek isterim.” Bakışlarımı yeni misafirime çevirdim, Nihat gelmişti, elinde rengarenk kağıttan yapılmış çiçekler vardı, bir kurdele ile bağlanmış. Sümbül, lale, papatya ve daha farklı birkaç kağıttan çiçeği bana uzattığında kıkırdama sesleri geldi. “Hocam bunları Ferhat yolladı. Kendisi anneannesine gittiği için gelemedi ama bir haftadır bunları yapmak için uğraşıyor. Aslında karnesini size göstermek için gelirken verecekti ama zaten karneleri siz vermişsiniz o da benimle yolladı.” O kadar duygulanmıştım ki gözlerim doldu. “Ona teşekkür ettiğini söyleyin olur mu?” bakışlarım Dinçer’e kaydığında az önceki ifadem yoktu. “Gördün mü bak küçücük çocuk bile bir şekilde bana çiçekler ulaştırıyor. Ferhat kadar olamıyorsun,” fakat onun aklı başka yere takılmıştı. “Karnelerini sen mi verdin? Nasıl? Kim götürdü seni?” “Ben burada sana trip atarken sen bana hesap mı soruyorsun?” sinirlenmiştim. “Hesap sormuyorum Eylül, normal bir soru sordum.” İfadesi sertti “Civan götürdü.” Birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra başını salladı, sonra hiçbir şey olmamış gibi Nihat’a dönerek gülümsedi. “Oğluna söyle sevgilime bu kadar jest yapması aramızı bozuyor. Ben daha çiçek alamadan bu onun kaçıncı çiçeği,” Nihat hafif bir tebessümle “Söylerim, söylerim de yeni bir sürpriz hazırlığında benim centilmen oğlum, okula geri dönmesi şerefine bir sürpriz hazırlıyor. Bu kez uzun süreli bir çalışma içerisine girecek gibi görünüyor, dayısının desteğini de alıyor.” dedi. “Ne? Bu çocuk neden böyle ya? Hayır senin Feride için sürprizler yapacak bir adam olduğunu sanmıyorum, nereden görüyor bunları.” Diye homurdanan Dinçer’e döndüm. “İşte doğuştan centilmen çocuk, sen anlamazsın bu tarz şeylerden, Ferhat tam bir İstanbul beyefendisi. Sen ise dağ ayısı.” Dinçer tek kaşını kaldırırken Nihat “Komutanım nereden biliyorsunuz? Ben Feride’me her ay çiçek alırım, izin günlerimde yemek hazırlarım, özel günlerimizi unutmam, sevdiği şeyleri bilirim ve sıkça hediyeler alırım. Oğluma iyi bir örnek oluyorum,” ne diyebilirim ki, gerçekten çok iyi iki ebeveyne sahipti Ferhat, bu kadar harika bir çocuk olmasının en büyük etkeni anne ve babasının harika insanlar olmasıydı. Dinçer bir şey söyleyecekti fakat araya giren Zeki tüm öfkeyi üzerine çekti, “Yani komutanım kusura bakmayın kendi hatanızı kabul edin ve bence Ferhat’tan biraz ders alın. Eylül hocamızın sizi terk etmesini istemiyorsanız tabi ki,” Dinçer öyle bir baktı ki Zeki’nin yerinde başkası olsa korkardı fakat o hiç umursamış görünmüyordu. “Sen buraya gelmeden cesaret hapı falan mı aldın oğlum? Ne bu haller? Yarın özel olarak ilgileneceğim seninle,” diye tehdit edince araya girdim. “Hiçbir şey yapmayacaksın, adam dürüst olduğu için ceza mı alacak? Zeki eğer komutanın sana ceza verirse beni ara olur mu? Ben senin hakkını savunurum,” Dinçer büyük bir şaşkınlıkla bana baktı “Avukatı mısın?” diye sorduğunda “Onu da oluruz, Ceylan’ımdan öğrendik bir şeyler,” Günün geri kalanını uzun uzun sohbetler ederek geçirdik. O kadar çok tatlı getirmişlerdi ki tüm lojmana dağıtabilirdik. Hâlâ tripli olsam da Dinçer ile uyumaya alışmıştım, yine birlikte uyumuştuk. 🩶 Tekrar o güne dönmüştüm, bir yatağa bağlıydım, bu defa üzerinde kıyafetlerim yoktu, yalnızca iç çamaşırlarım vardı. Tarık karşımda yüzündeki iğrenç sırıtma ve elindeki bıçakla beni izliyordu. Kurtulmak için çırpınıyordum fakat bu ona daha çok zevk verirken her hareketim ile, etrafıma daha çok ip dolanıyordu. Çığlık atarak uyandım, koltuğun üzerinde uyuyakalmıştım, yaralarım yoktu vücudumda, bilgisayarımın ekranı açıktı. Sehpanın üzerindeki suyu içtikten sonra bilgisayarımdan bir tuşa bastım ve video belirdi. Açılan video ile birlikte elimdeki bardak yere düşerek parçalara ayrıldı. Aysun’un videosuydu bu. Durdurmaya çalışıyordum fakat kayıt durmuyordu. Kameranın açısı yüzüne doğru kaydığında çığlık attım, videodaki Aysun değildi, bendim... Titrediğimi hissediyordum, şu an iğrenç bir kabusun içinde olduğumu fark ettim fakat bir türlü gözlerimi açarak bu kabustan uyanamıyordum, “Eylül,” adımı defalarca tekrarlayan ses bile gözlerimi açmama yetmiyordu. “Kahretsin, her yerin yara içerisinde dokunup sarsamıyorum bile uyandıramıyorum.” Diyen ses ile birlikte çığlık atarak gözlerimi açtım, tir tir titriyordum, tüm yaralarım ilk açıldıkları andaki gibi sızlamaya başladı. Ceylan içeri girdiğinde uykudan yeni uyanmış ve telaşlıydı, ben ise ağlamaya başlamıştım, nefes alamadığımı hissediyordum. “Su getir, kabus gördü,” diyen Dinçer ile birlikte Ceylan hızla su getirdi, Dinçer doğrulmama yardımcı olurken ben hâlâ ağlıyordum, suyu içirip komodinin üzerine indirdikten sonra Ceylan’a “Ben gerisini hallederim sen uyu,” dedi. Ceylan biraz tereddüt etse de çıkmıştı. Dinçer terden boynuma ve yüzüme yapışan saçlarımı geriye iterek yüzümü avuçları arasına aldı. “Geçti bi’tanem geçti. Sakin ol yanındayım ben kabustu sadece,” birkaç dakika boyunca beni göğsüne çekti, yaralarım hâlâ canımı yaktığı için sarılırken sıkı sarılmıyordu. Birkaç dakika sonunda ağlamam durduğunda gözlerine baktım, “Anlatmak ister misin? Yoksa unutup uyuyalım mı? Uyumana yardımcı olmak için ne yapmam gerekiyor?” derin nefesler aldım, şu ana kadar aklıma dahi gelmeyen şeyi sormak için cesaret bulamıyordum. Duyacağım cevap beni korkutuyordu, oysa ki ben bu zamana kadar aklıma hiç getirmemiştim fakat ne yazık ki böyle bir ihtimal vardı. Bana takıntılı bir sapıktı ve bilincim kapalıyken neler yapmış olabileceğini bilmiyordum. Dudaklarımı güçlükle de olsa araladım, “Dinçer,” sesim fazlasıyla güçsüz çıkmıştı, soracağım sorunun ve cevabının ağırlığı ikimiz için de çok fazlaydı, hatta belki de alacağım cevap benim kaldıramayacağım kadar ağır olacaktı. “Söyle güzelim benim, söyle canımın içi,” derin bir nefes aldım ve sordum, Dinçer sorduğum soru karşısında sarsılmıştı. “O bana tecavüz etti mi?” |
0% |