Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.BÖLÜM

@b_anemoia

Keyifli okumalar dilerim lütfen oy vermeyi ve düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın ❤️ ​​​​​​


Mutluluğun zor bulunan bir şey olduğunu hiçbir zaman düşünmemiştim. Bence mutsuz olduğunu düşünenler az ile yetinmeyi bilmeyenlerdi, ufacık şeyler bile mutlu olmamıza yetebilirdi, ya da ben Pollyanacılık oynuyordum, bilmiyorum. Size sunulan bir gülüş, içten bir tebessüm insanı mutlu edebilirdi. Bu yüzden genelde insanlara gülümserdim, tanıyıp tanımamak umurumda olmaz, yolda giderken bile bir iş ile uğraşanlara kolay gelsin demekten çekinmezdim. Kimisi suratıma uzaylı görmüş gibi bakardı, alışık değillerdi çünkü kimisi ise gülümseyerek karşılık verirdi ve ben yüzlerinin gülümsemesine neden olduğum için mutlu olurdum.

Okuldan çıkmadan önce tüm öğrencilerim arabama kadar peşimden gelmiş sonra evlerine dağılmışlardı, her günün sonunda olduğu gibi. Yolda ilerlerken, radyoda çalan şarkıya eşlik ediyordum, aniden önüme çıkan adama son anda frene basmasam çarpacaktım. Birkaç saniyelik şokun ardından nihayet kendimi toparlamayı başardım. Arabadan inip iyi olup olmadığını kontrol etmek için tam kapıyı açacakken arabamın etrafı köy halkı tarafından sarılmıştı, kimileri ellerindeki yumurtaları arabama fırlatıyor, kimisi arabama tekmeler yumruklar atıyor, kimi ise taş atıyordu ne yapacağımı bilemez haldeydim ilerleyemiyordum, arabamın kapılarını hemen kilitlemiştim açmaya çalışıyor fakat açamıyorlardı. Telaşla Emir’in bana aldığı yumurtaya baktım, tüm gün kırılmaması için baya uğraşmam gerekmişti, birçok peçeteye sarmış yolcu koltuğunun üzerindeki çantamı önüne koyup düşmemesi için uygun ortamı hazırlamıştım. Çantamdan telefonumu alıp Rıza amcaya haber vermek için hamle yaptığım sırada duyduğum silah sesi irkilmeme neden olmuş, korkumu fazlasıyla arttırmıştı. Ancak kurşunların hedefi ben değildim. Köy halkı da korkmuş olmalı ki çil yavrusu gibi dağıldılar, o sırada köylüyü kışkırtan kişiyi gördüm, arkalarında kalmıştı fakat diğerleri dağılınca o tam karşımda duruyordu, o da şaşırmış ve etrafına bakıyordu.

Feyzullah... Erkek çocuğu olmadığı için on beş yaşındaki bir kız çocuğunu kuma olarak alacakken engel olduğum düğün sahibi, otuz beş yaşındaki damattı. Buralarda sözü geçen, diğerlerine göre daha iyi bir mal varlığına sahip biriydi, gözleri sol tarafıma kaydığında kimi gördüyse korkmuştu. Yutkunduğunu ve dehşetle açtığı gözlerini kirlenen ön camıma rağmen görebiliyordum. Baktığı yöne başımı çevirdiğimde takım elbiseli bir doksan boylarında, esmer biri elinde tuttuğu silahıyla beraber Feyzullah’a doğru ilerliyordu, onu görenler sanki vebalıymış gibi kaçarken boğukta olsa duyduğum sesi oldukları yerde kalmalarını emretmişti. Arabamın camını tıklattığında ona doğru baktım, camı açmam için işaret yaptığında başta ikilemde kalsam da açtım.

“Lütfen iner misiniz size zarar vermelerine izin vermeyeceğim,” kalın ve tok sesinin güven veren bir tarafıda vardı, belki de kendinden emin duruşu bunu sağlamıştı, bilemiyordum. Çevredekileri inceledim başımla onayladıktan sonra arabadan indim. Yan yana ilerlerken tam Feyzullah’ın karşısında durduk.


“Burada neler oluyor hemen açıkla,” dedi kükreyerek, henüz tanımadığım ancak belli ki hepsinin yakından tanıdığı adam. Feyzullah ise yutkunduktan sonra bana kısa bir bakış atıp konuşmaya başladı. “Ağam öğretmen hanım köye geldiğinden beri düzenimizi ve huzurumuzu bozuyor, biz de kendisine bir uyarı yapmak istedik, zarar vermek gibi bir niyetimiz yoktu.” öfkeyle ona doğru bir adım attım. “Onlar mı istedi yoksa sen kuyruk acından dolayı onları kışkırtıp üzerime mi saldın pis sapık," hâlâ hırsımı alamamıştım, şu an tutuklu olması gerekirken neden aramızda dolaşıyordu ki bu pislik? Yanımdaki adama kısa bir bakış atıp üzerime yürüdü, elini koluma atacağı sırada ağa olduğunu öğrendiğim adam onun kolunu tutup bükünce acıyla inledi. Son derece hızlı bir hamleydi. “Benim yanımda bir kadına mı saldıracaktın?” sesindeki öfke benim bile ürpermeme neden olmuştu, hâlâ Feyzullah'ın kolunu tutuyordu Feyzullah ise kıvranıyordu.

“Civan ağam ne dediğini duydun, düzenimizi bozuyor diyorum,” adının Civan olduğunu öğrendiğim adam onu itekledi, Feyzullah sendelese de düşmemişti, kolunu ovuşturarak öfkeyle bana baktı. Civan’ın sorgulayan gözleri beni bulunca açıklama yapma gereği duymuştum. “Ben buraya yeni atandım öğretmenim, bu pislik ise yaşına başına bakmadan on beş yaşındaki bir çocuğu kuma olarak almaya çalıştı, engel olduğum için de bana cephe aldılar, tüm köy halkını bana karşı kışkırtıp duruyor, eğer siz de onun gibi düşünüyorsanız bilin ki öleceğimi bilsem doğru bildiğimden şaşmam ve çocuklar için savaşırım,” herkesin ondan neden korktuğunu bilmiyordum, bilsem de bir şey değişmezdi, kim olursa olsun doğru bildiğimden şaşacak bir kadın değildim, yüzünde hafif bir tebessüm oldu.

“Hepiniz buraya gelin ve öğretmen hanımın tam karşısına geçin,” diye kükredi bu defa, tereddüt ettiklerini görünce “Hemen dedim size!” diye bağırdığında ben de irkilmiştim. Hepsi tam karşımda durduğunda Feyzullah’ın en öne çıkmasını istedi.

“Diz çökün!” şaşkınlıkla Civan’a döndüm ve başımı hayır anlamında salladım, fakat o görmezden geldi. Herkes birbirine bakarken “Tek seferde anlamıyor musunuz?” önce biri sonra diğeri derken hepsi diz çöktü, en son ise Feyzullah diz çöktüğünde Civan’a döndüm “Ne yapıyorsunuz siz?” elini kaldırıp beni susturdu fakat ben diğerlerine dönüp “Kalkın lütfen, kimsenin önünde diz çökmemelisiniz, bu şekilde bir davranışı hak etmiyorsunuz, o sizin sahibiniz değil!” dediğimde Civan araya girdi.

 

“Görüyor musunuz, siz ona saldırıyorsunuz fakat o şu an sizin için endişeleniyor, sizin onurunuzu ve gururunuzu düşünüyor, hâlâ sizin için uğraşıyor, çocuklarınızın hakkını savunduğu için mi saldırdınız ona yani, başınızın üstünde tutmanız gerekirken bu şekilde mi davranıyorsunuz? Ayrıca çocuk geline karşı olduğumu unuttunuz mu yokluğumda?” aşağılayan ifadesi eşliğinde, tek tek hepsinin yüzüne baktı. İçlerinden biri çıkıp hâlâ dizleri üzerinde dururken başını kaldırıp konuşmaya başladı.

“Ağam Feyzullah bize olayı çok farklı anlatmıştı, düğün meselesine şahit olduk fakat öğretmenin öğrencilere kötü örnek olduğunu, kendisi gibi giyinmeleri gerektiğini, ya da bu yaşlarda evlenmek yerine sevgili olup her şeyi yaşadıktan sonra tövbe, eğer anlaşacaklarına inanırlarsa evlenmelerini söylediğini anlatmıştı. Bir de öğrencilere bir kitap önermiş ben bilmiyorum, okuma yazmam yok alamadım da çocuklara ama içinde ayıp şeyler varmış, çocukların ahlâkını bozuyor.” duyduklarım karşısında şoka girmiştim. Civan’ın sorgulayan gözleri beni bulduğunda öfkeyle Feyzullah’a döndüm.


“Alice harikalar diyarında mı ayıplı bir kitap? Ben çocuklara bu saydıkları şeyleri mi öğretiyorum?” sonra diğerlerine dönüp “Bu haysiyetsiz adama inanacağınıza çocuklarınıza onlarla ne şekilde iletişim kurduğumu sorsaydınız bugün bu halde olmazdık, birini yargılamadan önce tanıyın, duyduklarınıza körü körüne inanmadan önce sorgulayın, bu yaştan sonra size ahlâk dersi verecek değilim ama sonuç olarak bir öğretmenim ve haddini bilmeyenlere haddini öğretmekten büyük bir zevk duyarım,” son cümleyi Feyzullah’a bakarak söylemiştim.

Civan bana bakıp sırıttıktan sonra “Özür dileyin,” dediğinde hepsi bir ağızdan özür dilemişti. “Lütfen şuna bir son ver artık bunu istemiyorum,” kalkmalarını istedi daha sonra arabamın haline baktı ve şoförüne seslendi “Bu araba bu halde kullanılmaz izin verin şoförüm yıkatsın ve sonra size teslim etsin, birkaç saat içerisinde evinize teslim etmiş oluruz o sırada sizi gideceğiniz yere ben bırakırım,”

“Hiç gerek yok ben başımın çaresine bakarım bir şekilde,”

“Lütfen ısrar ediyorum, benim de suçum var olaylar bu kadar büyümeden engel olmalıydım onlara,”

“Onların sahibi gibi davranmayın lütfen,”

“Birilerinden korkmasalar neler yapabildiklerini gördünüz, sahipleri değilim ama buralarda düzeni sağlamak için birilerinin olması gerekiyor,”

“O düzeni pek sağlayamamışsınız, siz kimsiniz de düzeni sağlayacaksınız,” kollarımı göğsümde birleştirerek dik dik baktım “Fazla açık sözlüsünüz, buralarda kadınların bu kadar özgüvenli ve açık sözlü olmasına alışık değiller, ben Civan HANOĞLU,” dudağının bir köşesi keyifle kıvrılırken, ben dik dik bakmayı sürdürüyordum “Alışsalar iyi ederler çünkü ben kendi çocuklarıma susmamaları gerektiğini öğreteceğim, ben Eylül KAYAHAN, kurduğunuz düzeni yıkacak o kadın,” gülüşü derinleşirken, bakışları da derinleşmişti “Tanıştığıma memnun oldum, şimdi anahtarınızı verin lütfen buraya yabancısınız temizletip göndereceğim,” daha fazla reddetmek yerine kabul ettim, arabadan eşyalarımı aldıktan sonra anahtarı şoföre verdim ve Civan’ın arabasına bindim, yumurta hâlâ kırılmamıştı elimde tuttuğum yumurtaya sorgulayarak baktı.

“Size atılan yumurtalardan birini hatıra olarak saklamaya mı karar verdiniz,” sesinden eğlendiği belli oluyordu, güldüm. “Hayır bu benim bir öğrencimden aldığım ilk hediyem, kırılmamasına sevindim,” gözlerini kırparak gülümsedi ve başını salladı “Nereye bırakayım sizi?” adresi söyledim, gözlerini kısarak birkaç saniye beni inceledi. “Lojmanda mı kalıyorsunuz, evli misiniz eşiniz asker mi?” diye sordu.

“Hayır şehit yakını olduğum için orada kalıyorum, ben şehit kızıyım,” son cümleyi gururla söylesem de boğazımdaki yumruyu görmezden gelemiyorum.

“Başınız sağ olsun,”

“Vatan sağ olsun,” yol boyunca başka hiçbir şey konuşmamıştık. Beni bıraktığında arkamdan indi.

“Teşekkür ederim bıraktığınız için, 2 saat sonra bir yemeğe katılmam gerekiyor, eğer burada değilsem anahtarı arabanın üzerinde bırakıp şuraya park etsin lütfen,” arabamı her zaman park ettiğim yeri gösterdim “Önemli değil bırakmadan önce sizi ararım zaten,” vedalaştıktan sonra hızlı adımlarla eve çıktım.

 

🤍


Yemeğe gitmeden beş dakika önce arabamı bırakmışlardı, yemek yiyeceğimiz yer yakın da olsa arabayla gidecek olmak daha iyiydi. Çıkmadan önce aynada son kez kendime baktım, giydiğim kıyafetler burada pek hoş karşılanmıyordu fakat ben de alışmıştım ve kendi tarzımdan vazgeçmeye niyetim yoktu. Siyah geniş bir pantolon giymiştim, üzerine ise siyah kalın askılı dantel detaylı bir crop giydikten sonra boynuma bir çok kolye takmıştım. Son olarak siyah rugan stilettolarımı giyerek hafif bir makyaj yaptıktan sonra çıktım.


Yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra restorana gelmiştim, tam açmak için kapıya yöneldiğimde kapının açılmasıyla geriye doğru adımladım.

“Merhaba, hoş geldiniz,” Dinçer gülümseyerek beni karşıladı, ben de hafif bir tebessüm ettim. “Hoş buldum,”

“Rıza komutanım içeride,”

Rıza amca beni görünce gülümsedi, yanımda bana eşlik eden Dinçer “Onu ilk defa gülümseten birine denk geldim, fazla katı ve ciddi biri,” dediğinde göz ucuyla baktım. “Bunu ona söylemem ama sen yine de benimle amcamın dedikodusunu yapmamalısın,” gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Rıza amcanın yanına gittiğimde, şakağıma bir öpücük bırakıp elini belime koyarak masadaki diğer askerlere döndü.

“Sizi kızımla tanıştırayım Eylül, babasını siz de tanırsınız adını duymuşsunuzdur, Şehit Albay Rıfat Kayahan’ın kızı, buraya öğretmen olarak atandı, bana can dostumun emaneti ben de size emanet ediyorum lojmanda kalıyor, Dinçer senin karşındaki dairede oturuyor, görevler falan derken zaten yoruluyorsunuz fakat yine de bir sorun olursa size gelsin isterim, hepiniz lojmandasınız sonuçta,” Dinçer ile karşı komşu olmak beni fazlasıyla şaşırtmıştı.

Hepsi bir ağızdan emredersiniz komutanım dedikten sonra kısaca isimlerini söyleyerek bana kendilerini tanıttılar. Adının Nihat olduğunu öğrendiğim asker konuşmaya başladı “Öğretmen hanım, sizinle tanıştığıma çok memnun oldum bizim oğlana bile okulu sevdirmişsiniz,” dediğinde gülümsedim. “Siz Ferhat’ın babası olmalısınız, sınıfımda babası asker olan bir tek o var,” Bana başını sallayarak gülümsedi “Evet, umarım çok yaramazlık yapıp sizi yormuyordur,”

“Asla, hiçbir öğrencimden şikayetçi değilim, onlarla nasıl iletişim kurmam gerektiğini bildiğim için hiçbiri beni zorlamıyor, Ferhat iyi mi? Bacağını kırmış geçmiş olsun, ben ziyarete gelmeyi düşünüyorum müsait bir zamanınızda,”

“Evet daha iyi şimdi iki hafta daha gelemeyecek okula ama sizi özlemiş baya, gelirseniz çok seviniriz,” Gülümseyip yemeğimi yemeye devam ettim. Fakat masada geldiğimizden beri kıvranan yanlış hatırlamıyorsam adı Zeki olan asker Dinçer’in de dikkatini çekmiş olacak ki “Ne kıvranıyorsun sen iki saattir, bir sıkıntı mı var” diye sordu.

“Komutanım susayım diyorum ama içimde tutamıyorum artık, Eylül Hanım bugün olanları öğrendim iyi misiniz siz, çok ayıp etmişler size,” dediğinde alt dudağımı dişlerim arasına alıp Rıza amcaya baktım, sorgulayan ifadesi beni bulunca gülümsedim “Amca ben anlatacaktım ama zaman olmadı yemin ederim, hem hiçbir zarar görmedim,” diyerek kendimi savunmaya geçtim.

“Ne oldu?” sesi son derece sertti “Önemli bir şey yok gerçekten çözüldü zaten, ben sana anlatırım sonra,” fakat cevabım yeterli olmamış olacak ki askerine dönüp “Zeki hemen anlat,” dedi.

“Komutanım, bu Feyzullah iti var ya,” gözleri beni bulunca “özür dilerim” dedi ve devam etti asıl beni düşürdüğün durum için özür dilemelisin. “Her neyse birkaç kişiyi kışkırtıp okul dönüşü öğretmenin üzerine salmış, arabasını durdurup yumurta falan atmışlar ama Civan gelince hepsi geri çekilmiş tabi,”

“Sen bana bunu neden söylemedin? Anında oraya gelirdim ya Civan orada olmasaydı,” Amcam hafif çatık kaşlarıyla fakat bana hep kullandığı yumuşak ses tonuyla konuşunca gözlerimi masada dolaştırdım hepsi şaşkındı. “Amca telefonumu almış seni arayacaktım ki Civan Bey geldi gerek kalmadı, hem sen askersin böyle basit bir problemim için seni sürekli işinden edemem,”

“Evet askerim ve sen dahil buradaki herkesin güvenliğinden sorumluyum kızım, neyse ki bir zarar görmemişsin ama tekrarı olur ve bana söylemezsem çok kırılırım, bir daha o Feyzullah denen herif sana en ufak bir laf bile ederse söyleyeceğine söz ver bana, sen sözünü ne olursa olsun tutarsın,”

 

“Söz veriyorum amca,” Bir süre daha yemeklerimizi yedik ve sohbet ettik tatlılara geçtiğimiz sırada masaya yaklaşan kişiye gözlerim takıldı Civan bize doğru mu geliyordu? “Afiyet olsun, Rıza komutanım nasılsınız?” amcamı tanıyor muydu? Amcam ciddiyetinden ödün vermedi fakat hafif bir tebessüm etti “Gel beraber olsun Civan bize eşlik eder misin?”

“Rahatsızlık vermek istemem”

“Olur mu hiç öyle ben de Eylül’ü askerlerimle tanıştırmak için gelmiştim seninle de tanıştıracaktım fakat döndüğünden haberim yoktu, zaten gerek de kalmamış siz tanışmışsınız bugün,” amcam sözlerini bitirince bana imalı bir bakış attı. “Tatsız biz tanışma oldu maalesef, Eylül Hanım nasılsınız? Yaşananlardan sonra size karşı kendimi hâlâ mahcup hissediyorum,”


“İyiyim Civan Bey, mahcup olması gereken siz değilsiniz lütfen artık şu konuyu kapatabilir miyiz?” Civan sadece başını sallamıştı fakat amcam konutu kapatmaya pek niyetli değildi.

“Feyzullah şansını fazla zorlamaya başladı,” dediğinde Civan “Merak etmeyin, ben yokken ortaklığı boş bulmuş ama artık size problem yaşatamaz,” diye karşılık verdi.

“Eylül Hanım neyiniz oluyor?” Civan’ın amcama sorduğu soruyla birlikte konuyu kapatmış olması işime gelmişti. Onlar amcam ile sohbet etmeye başlayınca ben de tamamen tatlıma odaklandım. Nihayet yemeklerimizi yedik ve kalkacağımız sırada amcam hesabı istedi fakat Civan onu durdurdu.

“Lütfen komutanım, ikramımız olsun,”

“Olmaz öyle şey kabul edemem,” amcam itiraz etse de Civan kabul etmemişti, buranın onlara ait olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Gerçi sözü dinlendiğini göre muhtemelen buradaki çoğu şey onlara ait olmalıydı. Tartışmanın kazananı Civan olunca biz de ayrıldık. Yorucu geçen günün ardından sonunda eve gelmiştim, Dinçer ile birlikte asansör ile bizim kata kadar gelmiştik, asansörden inince Dinçer konuşmaya başladı.

“İyi geceler Eylül Hanım, bir ihtiyacınız olursa saat fark etmez haber vermeniz yeterli,”

“İyi geceler ama bir ricam olacak madem komşuyuz artık siz diye hitap etme ikimiz için de daha rahat olacak,”
Gülümseyip beni onaylayınca kapıma doğru yöneldim fakat kapının önünde gördüğüm kutu ile duraksadım. Herhangi bir sipariş vermemiştim, bu nereden gelmiş olabilirdi ki?
Benim kapının önünde dikilmem Dinçer’in dikkatini çekmiş olacak ki “Bir sorun mu var?” diye sordu içeri girmiş kapının önünde beni izliyordu.

“Önemli değil bir kutu gelmiş ama ben sipariş vermemiştim,” dediğimde çatık kaşlar ile birlikte yanıma geldi. “Buraya öyle tehlikeli bir şey almazlar, bakmamın bir sakıncası var mı?”

Başımı olumsuz anlamda sallayıp kutuyu Dinçer’e uzattım. Hafif bir kutuydu, kapağını açıp içine baktığında ise her ne gördüyse sinirlenmişti. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra kutunun kapağını sertçe kapatıp telefonunu çıkardı.

“Ne var içinde? Ne oldu?” Sorumla beraber telefondan başını kaldırıp bana baktı “Biri iğrenç bir şaka yapmış olmalı, ya da yaşadığı hayat ona fazla gelmiş, içeri geç sen, ben bu konuyla ilgileneceğim,”

“Bana gelen bir kutu, görmek istiyorum şunu verir misin?” Başını olumsuz anlamda salladı ama önemsemeyip kutuyu aldım ve kapağını açtım. Gördüğüm şey karşısında gözlerim dehşetle açılırken elimi dudaklarıma götürüp ufak bir çığlık attım.

 

Loading...
0%