Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.BÖLÜM

@b_anemoia

BÖLÜMÜ NORMALDE YARIN ATACAKTIM AMA BAZI NEDENLERDEN DOLAYI YARIN GİREMEYEBİLİRİM, ŞİMDİDEN PAYLAŞMAK İSTEDİM. KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİM. LÜTFEN OY VERMEYİ VE DÜŞÜNCELERİNİZİ BENİMLE PAYLAŞMAYI UNUTMAYIN.

🤍🤍🤍

“Bunu neden yaptın?”

Yalnızca üç sözcük ama bu üç sözcük karşısında kendimi yaramaz bir çocuk gibi hissetmeme neden olmuştu. Sanki karşımda babam vardı ve beni şu an ne için azarladığını anlamaya çalışıyordum. Hayatım bir film şeridi gibi önümden geçti, acaba hangi hatamı öğrenmiş olabilir diye düşündüm. İyi de ben bir şey yapmamıştım ki? Ben şu an neden böyle hissediyordum öyleyse? Babam sert bir insan olsa da beni nadiren azarlardı, bunlarda da her zaman haklı olduğunu inkar edemezdim. Dinçer’in sert bakışları ve ses tonu bir an babasından azar işiten küçük bir kız çocuğu gibi hissetmeme neden olsa da kendimi toparlayarak karşılık verdim.

“Neyi neden yaptım?” kollarımı önümde birleştirerek tek kaşımı kaldırmıştım.

“Seni rahatsız edecek herhangi bir şey mi yaptım da sen artık seni takip etmemi, korumamı istemedin? Saatlerdir bunu düşünmekten kafayı yedim.” Şaşırmıştım diğer kaşımda şaşkınlıkla havalanırken birkaç saniye boş boş yüzüne baktım. Kollarımı indirerek derin bir nefes aldım.

“Hayır, sadece senin işin beni korumak değil, sana yük olmak istemedim. Ayrıca kendimi koruyabilirim.” sert bir nefes verdi.

“Bana yük olduğun falan yok, bu benim görevimdi. Sadece arkandan geliyordum, yanında bile değildim. Bu durumdan rahatsız olmanın bir anlamı yoktu.” Sesi hâlâ sertti.

“Önce o ses tonunu düzelt sonra konuş. Ben rahatsız olduğumu söylemedim, gerek yoktu, senin görevin beni korumak değil vatanını korumak. Bu basit konu için işinden olmanın gereği yoktu!”

“Sende bu vatanın bir parçasısın ve babanın bizlere emanetisin Eylül! Seni de koruyacağım, peşinde kim var bilmiyoruz ve tehlikedesin, seni takip ederken kim olduğuna dair bir ipucu yakalayabilirdim. Ulan ben o sürekli etrafında dolanan öğretmenden bile şüphelenip senin için endişeleniyorken sen nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?” sesini başlarda sakin tutsa da sonlara doğru tekrar yükseltmişti ama başım döndüğü ve gözlerim karardığı için sesi boğuk geliyordu. Yerimde sendeleyip işaret parmağımı yüzüne doğru tuttum ya da öyle olduğunu düşündüm.

“Ben rahat falan değilim sadece ha-" devam edemedim, baş dönmem artmış, gözlerimin önü tamamen karamıştı, gözlerim kapanırken Dinçer belimden tutmuş bir şeyler söylüyordu ancak anlayamamıştım.

🤍🤍🤍

Boynumda ve bileklerimde dolanan ıslak eli hissedebiliyordum. Burnuma dolan yoğun kolonya kokusu rahatsız ediyordu, Dinçer’in telaşlı sesine eşlik eden derin ve sık alınan hırıltılı nefes seslerine anlam veremiyordum, bir insana ait gibi değildi. Gözlerimi açamasam da hafifçe kıpırdandım. Dinçer hemen yanağıma dokunurken konuşmaya başladı “Eylül, beni duyuyor musun? Hadi aç gözlerini lütfen.” Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak hafifçe araladım. Karşımda telaşla kendime gelmemi bekleyen adam gözlerimi açınca rahat bir nefes aldı. “İyi misin?” başımla onayladıktan sonra duyduğum havlama sesi ile irkildim ve gözlerim kocaman açıldı “İnşallah sen havlamışsındır Dinçer,” dedim telaşla. Kaşlarını çatarak “Hayır düşerken kafanı falan da çarpmadın ki, ne saçmalıyorsun sen? Ben neden havlayayım Barut havladı.” Söyledikleri karşısında önce sertçe yutkundum sonra korkarak ve yavaşça başımı yan tarafıma çevirdiğimde gördüğüm kocaman, siyah doberman cinsi köpek ile göz göze gelince çığlık atarak hızla koltuğun üzerinde ayağa kalkıp Dinçer’in arkasına geçtim. Bu hareketimle Barut havlamaya başlarken Dinçer ayağa kalkıp beni sakinleştirmeye çalıştı.

“Korkma sana zarar vermez.” Ben söylediklerini duymazdan gelerek çığlık atmaya devam ederken Barut havlamaya devam ediyordu. “Lütfen uzaklaştır onu benden, vallahi kalp krizi geçiririm şuracıkta.” Bu sırada bir yandan korkudan sırtına çıkmaya çalışıyordum. Köpeklere karşı aşırı bir fobim vardı, bu hayatta en korktuğum şeylerden biriydi ve hemen yanı başımda bu boyutta bana havlayan bir köpek varken kesinlikle iyi değildim. Neye uğradığını şaşıran Dinçer bir yandan beni, bir yandan Barut’u sakinleştirmeye çalışıyordu. İşler kesinlikle onun için de son derece zordu. “Barut sakin, kes havlamayı korkutuyorsun onu.” söyledikleri hemen işe yaramıştı ve Barut havlamayı kesmişti ancak gözleri hâlâ üzerimdeydi. Dinçer başını okşayarak “Aferin oğluma, hadi geç odaya bekle beni. Kapıyı da kapat oğlum.” dediğinde Barut usulca kapısı açık odaya girip ardından kapıyı kapattığında kısa bir şok yaşamıştım. Bir çoğumuzdan akıllı bir köpekti ama bu ondan korkmama kesinlikle engel değildi. Ben hâlâ kapıya bakıp koltuğun üzerinde ayakta dururken, Dinçer bana bakıp yüzümü avuçları arasına alarak benim de kendisine bakmamı sağladı. “Ben sana bir su getireyim, otur artık.” Başımı olumsuz anlamda salladım “Ya gelirse tek kalamam burada.” Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Gelmez merak etme, söz dinleyen çok akıllı bir köpektir, ayrıca sana kesinlikle zarar vermezdi.” Bir şey söylememe izin vermeden mutfağa ilerleyince az önce Barut’un girdiği odaya bir bakış atarak hızla Dinçer’in peşinden mutfağa doğru ilerledim. Geleceğimi tahmin etmiş olmalı ki bana doğru dönmeden, arkasındaki varlığımı hissetmiş ve burnundan güldüğünü belli edecek hırıltılı bir ses çıkarmıştı, kaşlarımı çatarak masaya geçtim. Suyu uzattığında yüzüne bakmadan suyu alıp içtiğimde gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. Sessizce parmağımı bardağın ağzında gezdirerek izlemeye başladım. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından Dinçer uzanıp elimi tutarak bardaktan uzaklaştırdı, bakışlarım gözlerini bulurken tebessüm etti “Kırdım mı seni? Sessizliğin bu yüzden mi?” Derin bir nefes alarak yanıtladım “Hayır, korktum ya kendime gelmeye çalışıyorum. Elim ayağım boşaldı.”

“Korktuğunu bilmiyordum, şimdi Barut’u evden mi atayım sen evime gel diye?” söyledikleri kaşlarımı hızlıca çatmama neden olmuştu ancak o gülüyordu. “Salak mısın? Saçmalama, korkuyor olabilirim ama sahiplendiysen bakmak zorundasın, kendine alıştırıp öylece bırakamazsın.” Sesim son derece sert çıkmıştı ama bu Dinçer’i güldürmüştü. “Ne bileyim sonuçta korktuğun için evimde istemezsin diye düşündüm. Korkuyorsan başına ne geleceği önemsiz değil mi? Senden uzak olduğu sürece sorun olmamalı. Hem sen az önce bir askere hakaret ettin farkında mısın?” Söylediklerine zıt düşünüyor gibi tebessümle konuşmuştu, ben kaşlarımı daha çok çatarken bu halimden keyif alıyordu.

“Evet farkındayım, hak ettiğin için söyledim ve pişman değilim. Ayrıca korkuyor olmam sevmediğim anlamına gelmez, seviyorum ama her türlü hayvandan da korkuyorum maalesef. Sadece uzaktan sevebiliyorum.” Bu durumdan kendim de rahatsızdım ama daha önce defalarca yenmeye çalışsam da bu korkumu yenemiyordum. Yüzüm düşerken Dinçer konuşmaya başladı.

“Sevdiğini biliyorum. Çünkü seni takip ettiğim süre boyunca aldığın mamaları ağaç altlarına bıraktığını, su kapları bıraktığını gördüm. O yüzden şaşırdım aslında korkmana.”

“Dediğim gibi korkum sevmeme engel değil. Hatta bazen en çok korktuğumuz şey en sevdiğimiz bile olabiliyor.” Buruk bir tebessüm ettikten sonra “Daha iyisin değil mi?” dedi. “Evet, iyiyim. Ben artık eve gideyim.” Cümlemi bitirir bitirmez ayaklandım ancak Dinçer, elimi tutarak oturmamı isteyince oturdum.

“Şu konuyu konuşalım önce, sonra gidersin. Eylül bak sana o kutuyu yollayana dair bir iz bulamadık. Sana bir zarar gelmesini istemiyorum, varlığımı hissetmezsin bile bırak koruyayım seni.” Hâlâ elimi tutuyor büyük bir beklentiyle gözlerime bakıyordu. “Dinçer, sorun varlığını hissetmek değil. Bana açıkça zarar veremez gözümü korkutmaya çalışıyor belli. Ben yük olmak istemiyorum, araştırma yapıp bulursan daha iyi değil mi? Bak söz veriyorum ilginç, dikkat çeken bir şey olursa hemen seni arayacağım ama takip etmene gerek yok. Hem Civan’a da anlattım olayı o da araştıracak, bu şekilde daha iyi olmaz mı?” Civan’ın adını duyunca kaşları hemen çatılmıştı. “Civan mı? Ona neden anlattın? Belki o aradığımız adam? Ona güveniyor musun?” Tek nefeste sorularını sıraladı ve elini çekti.

“Civan değil, o beni korumuştu hatırlasana. Yardımcı olacağını söyledi zaten, hem eğer şüphelendirecek bir tavrı olursa sana söylerim ki.” Bakışlarını kaçırıp dişlerini sıktı “Eylül, dikkatli ol lütfen, en ufak sorunda beni ara olur mu? En önemlisi kimseye güvenme.”

Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki arka arkaya üç defa hapşırınca cevap verememiştim. “Çok yaşa,” gülümseyerek söylediklerine karşılık burnumu çekerek “Hep beraber.” diye karşılık verdiğimde kısık sesle “Amin,” demesi beni şaşırtmıştı. Ben gözlerimi büyüterek baka kalırken “Hapşırırken hiç ses çıkmıyor senden. Çok tatlı hapşırdın ama tutma bu tehlikeli,” dedi.

“Tutmuyorum ki, öyle oluyor,” masadaki peçeteye uzanıp bir tane alarak bana uzattı. “Ay burnum mu akmış?” gülmemek için dudaklarını ısırırken bakışlarım dudaklarına kaydı. “Hayır, burnunu çektiğin için ihtiyacın vardır diye, yüzün temiz merak etme. Hasta oluyorsun, gözlerin kızarmış.” Bakışlarımı kaçırarak başımı salladım.

“Evet grip oluyorum, neyse ki bugün cuma, hafta sonu iyileşir okula gidebilirim, yani umarım.” elini uzatıp alnıma dokunarak, kaşlarını hafifçe çatıp ateşimi kontrol etti. “Ateşin yok, bu gece burada kal istersen yalnız kalma. Yanlış anlama rahatsızlanırsan yanında biri olsun diye söylüyorum.” Eli hâlâ alnımdaydı, söyleyecekleri bitince yanağıma kaydı, ateşim yoktu ama bedenimin yandığını hissediyordum. Bunun nedeni hastalık mı yoksa Dinçer’in dokunuşları mı tam anlayamıyordum. Boğazımı temizleyerek hafifçe geri çekildim “Sorun yok, yıllardır yalnız yaşıyorum, hastayken tek kalmışlığım var yani ama düşündüğün için teşekkür ederim.” Alt dudağını dişleri arasına alarak başını salladı “Ufacık bir sıkıntı bile olursa saat fark etmeksizin beni arıyor, hatta hemen yanıma geliyorsun. Halsiz olursun gerçi ama sen ara ben gelirim.” Gülümsedim “Tamam bir ihtiyacım olursa ilk sana geleceğim.”

“Ben seni ararım sorun olur mu aklım sen de kalacak.”

“Kalmasın aklın, sorun yok altı üstü bir grip.” Pek içine sinmemişti ama kabul etmekten başka şansı yoktu. Yanından ayrılıp eve geçtim, üzerimdeki kıyafetler ağır geliyordu hemen çıkararak bir köşeye fırlattım, iç çamaşırlarımla kaldım üzerimi giyinmeye bile halim yoktu, makyajımı çıkararak dolaba yöneldim, üzerime hafif bir şeyler giymek istedim. Sütyenimi çıkarıp diğer kıyafetlerimin üzerine attım, ince askılı geceliğimi giyerek yorgunlukla kendimi yatağa attım.

Telefonumdan yükselen ses son derece rahatsız ediyordu, homurdanarak uyuyamamış olmanın verdiği öfkeyle telefonu alıp açtım “Efendim,” sesim kısık çıkmıştı, boğazım son derece ağrıyordu, yutkundum.

“Sonunda açtın telefonu, kaç defa aradım seni Eylül neden açmıyordun? Çok mu hastasın?” Dinçer’in sesi son derece telaşlı geliyordu.

“Duymamışım aradığını.”

“Sesin gitmiş, geleyim mi yanına? Tek kalma bir şey olursa yanında kalayım lütfen.” Arkadan kapı açılıp kapanma sesini duymuştum.

“Cidden gerek yok, dinlen sen uyu artık.”

“Geliyorum, sadece öylesine sormuştum. Kapıyı aç, kapıdayım.” Duyduklarımın şokunu atlatmadan zil sesini duydum. Telefonu kapatarak yataktan kalktım, her yerim ağrıyordu. Kapıyı açtığımda, elinde poşetler, üzerine giydiği siyah eşofmanı ve beyaz, bol olmasına rağmen tüm kaslarını belli edecek tişört ile duran Dinçer beni baştan aşağı süzdü.

“Çok kötü görünüyorsun.” Söylediklerine cevap vermeden önce boğazımdaki rahatsız edici hissin geçmesi adına yutkundum, “Kusura bakma, hasta halimle sana güzel görünmek için süslenemedim.” İmayla ve sesim her ne kadar çıkmasa da sert bir şekilde söylediklerime karşılık aralık kapıdan içeri girip kapıyı kapattı. “Çirkin demedim kötü dedim. Yani hasta anlamında, hâlâ çok güzelsin bu hâlde bile, yani of işte çirkinsin demedim çok hastasın anlamında dedim.” Halsiz olmama rağmen gülümsemeye çalıştım. Konuşurken ensesini ovuşturuyor, ne diyeceğini bilemiyor gibiydi.

“Bu poşetler ne için?” her konuşmamın ardından olduğu gibi yine boğazımı temizlemek zorunda kalmıştım. “Sana çorba yaptım, evde var mıdır bilmiyordum o yüzden biraz meyve aldım ve de nöbetçi eczaneden birkaç ilaç aldım.”

“Gerek yoktu, teşekkür ederim.” Dedim mahcup bir ifadeyle.

“Çorba sıcak, biraz iç sonra ilaçlarını al olur mu?” onu onaylayarak mutfağa ilerliyordum ki beni durdurdu. “Sen odana geç, ben çorbayı ve ilaçları getiririm.” Kasenin ve kaşıkların yerini söyleyerek odama geçip kapıyı açık bıraktım. Çok üşüdüğüm için üstümü sıkıca örttüm ve gelmesini bekledim, bu kadar ilgiye alışık değildim, daha doğrusu ailemi kaybettikten sonra kimse bu şekilde ilgilenmemişti. Hasta olduğum zamanlarda amcama bir şey söylemezdim ki söylesem bile işini bırakıp gelemezdi. Bu yüzden aklı ben de kalmasın diye haberi olmazdı.

Dinçer elinde tepsiyle odaya girip ışığı açtığında gözlerimi kapattım, ışık beni rahatsız ediyordu. Yanıma gelip yatağın kenarına oturduktan sonra tepsiyi komodinin üzerine indirdi. Elini alnıma koyarak ateşime baktıktan sonra “Yanıyorsun sen,” diyerek üzerimdeki örtüyü kaldırıp kenara attı.

“Hayır yanmıyorum, üşüyorum ver şunu.”

“Yanıyorsun, ateşin var senin, derece nerede ölçelim.”

“Yok,” diye homurdandım.

“O zaman hemen çorbanı ve ilaçlarını içiyorsun, rahat dur Eylül üzerini örtmemelisin.” Dudaklarımı büzerek dizlerinin üzerindeki tepsiyi aldım ve çorbayı yemeye başladım.

“Bunu sen mi yaptın?” Hayatımda yediğim en lezzetli çorba olabilirdi.

“Evet, beğenmedin mi?” dedi kaşlarını hafifçe çatarak.

“Aksine çok beğendim, ne yalan söyleyeyim beklemiyordum bu kadar lezzetli olmasını.” Çattığı kaşlarını bu defa kaldırarak muzip bir gülümseme ile bana baktı. “Ellerim marifetlidir, birçok konuda.” Diyerek göz kırptı. Cevap vermeden çorbamı içmeye devam ettim. İlaçlarımı da içtikten sonra Dinçer’in tepsiyi alıp mutfağa götürmesini fırsat bilerek üzerimi örttüm. Yaklaşık iki dakika sonra, elinde bir kase ile geri geldiğinde hemen azarlamaya başladı.

“İnanamıyorum sana, aç üstünü hemen yoksa ben açarım.”

“Ya bırakır mısın üşüyorum ben, ilaç içtim şimdi ateşim düşer uyurum, sen git evine uyu artık saat çok geç oldu.” Mızmızlanarak söylediklerim hiçbir işe yaramamıştı, gelip üzerimden örtüyü çekerek karşıdaki tekli koltuğa fırlattı. Bana döndüğünde çatık kaşları düz bir hal alırken bacaklarıma bakması dikkatimi çekince ben de baktım. Geceliğimin eteği yukarı sıyrılmıştı. Eteği çekiştirdiğimde Dinçer başını iki yana sallayarak yutkundu.

“Kovsan da bu gece burada kalacak başında nöbet tutacağım, boşuna itiraz etme kabul etmeyeceğim. Şimdi uzan ben şu havluyla vücudunu sileyim ateşinin düşmesi lazım. Ateşin düşünce üstünü ben örterim.”

“Bir asker olarak tuttuğun nöbetler yetmedi mi benim başımda nöbet tutacaksın?” son derece halsizdim, gözlerimi tam açamıyordum ve sesim cılız çıkıyordu ama laf sokmaktan da geri kalmıyordum. Her şeye rağmen uzandığımda yanıma gelerek ıslattığı havluyu boynumda gezdirmeye başladı.

“Ne yapalım benim de kaderim bu. Bir vatanım için nöbet tutarım, bir de senin için.” Gülümsemek dışında bir cevap vermedim. Havlunun vücudumda bıraktığı his ürpertse de hoşuma gidiyordu, boynumdan göğsüme doğru indikten sonra, havluyu tam sıkmamış olacak ki göğüs aramdan akan damlayı hissetmiştim. Bu sırada Dinçer de havluyu bırakmıştı ve yutkunma sesini duydum. Havluyu tekrar ıslatıp sıkarak alnıma bırakıp sırtını yatak başlığına yaslayarak ayaklarını uzattı.

“Gerçekten gerek yok bu kadarına, uyuman lazım.”

“Uykum gelirse burada kıvrılırım, kocaman yatak bir ucunda uyumam seni rahatsız eder mi?”

“Etmez, uyu yeterli,” benim uykum fazlasıyla geldiği için gözlerimi kapatmıştım. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum, uyku ile uyanıklık arasındayken yüzümde dolaşan parmaklar ve duyduklarımın gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu bile anlayamamıştım.

“Bütün dengemi alt üst ettin ama ben bu durumdan çok memnunum. Hoş geldin hayatıma, neyim olacaksam ol ama hep hayatımda ol.”

 

Loading...
0%