Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.BÖLÜM

@b_anemoia

Keyifli okumalar dilerim, görüşleriniz ve duyurular için WhatsApp kanalı kuracağım birazdan instagramdan paylaşır öne çıkanlara da eklerim. Dileyen katılabilir, numaram ya da numaranız kesinlikle ben ya da kanaldaki diğerleri tarafından görülmüyor.​​​​

 

instagram:b_anemoia_

 

 

🤍🤍🤍

 

Evet tek başına yaşamaya, kendi ayaklarım üzerinde durmaya alışıktım. Yalnız başına da yaşayabilirdim ancak bazen yanımda birinin varlığını hissetmek istediğim anlar oluyordu. Mardin’e gelene kadar Rıza amcaya telefonda mutlu olduğum, üzüldüğüm her şeyi anlatabiliyordum, beni sabırla dinlerdi ancak yanımda yüz yüze tepkilerini görmek, sevincimi boynuna sarılarak, hüznümü omzuma yaslanarak yaşamayı istediğim çok an yaşamıştım. Mardin’e gelince bunu yapabilirim diye sevinsem de alışkanlıklarımdan kurtulamamış, duygularımı yalnız yaşamayı tercih etmiştim. Oysa şu an kendimi ne kadar huzurlu hissediyordum. Hastayken başınızda bekleyen birinin olması, yaşımız kaç olursa olsun gerçekten büyük bir nimetti.

 

Yıllarca tek başıma geçirdiğim zamanlarda da kendime bakabiliyordum ama şu an yanımda yorgun düşüp uyuyan adamı görmek beni mutlu etmişti. Uyumadan önceki hâliyle sırtını yatak başlığına yaslamış, başı omzuna düşmüş, bir eli alnımda, diğer eli kucağına düşmüş bir şekilde uyuyakalmıştı. Uyanınca gördüğüm bu manzarayı birkaç dakika izlerken yüzümde oluşan tebessüm, son derece içtendi. Saat 6’ya çeyrek vardı. Biraz daha uyuyacaktım ve Dinçer’in de kesinlikle daha rahat bir pozisyonda uyuması gerekiyordu. Hareket etmeden durduğum birkaç dakikanın ardından doğrulmak için hareketlenmemle beraber hemen uyandı, tetikte bekliyordu.

 

“Uyandın mı?” sorusuna karşı alayla gülümsedim.

 

“Evet ama yine uyuyacağım, sen de uyu kendimi iyi hissediyorum artık eve gidebilirsin bence.” Gözlerini ovuşturarak saate baktı. “Bugün izinliyim, eve gitmeyeceğim en azından kahvaltını yaptırayım, ilaçlarını al öyle giderim. Hadi uyu sen tekrar, ben beklerim başında.” yatakta bağdaş kurarak oturdum.

 

“Olmaz öyle sen de yorgunsun uyu işte. Bak gerçekten iyiyim.” Sesim hâlâ fazlasıyla kısık çıkıyordu ve boğazım ağrıyordu ama dün geceye göre kendimi daha iyi hissediyordum.

 

“Mızmızlanma uyu hadi, gitmeyeceğim, kendini iyice toparladığını görmeden içim rahat etmeyecek.” Gitmeyeceğine emin oldum ancak uyuması da gerekiyordu. Benim için alışılmadık olsa da ikimizi de şaşırtacak o teklifi sundum.

 

“Tamam, o hâlde yanımda uyu. Yani yanımda derken kocaman yatak bir ucunda uyumanın bir sakıncası yok. Ama uyu lütfen o zaman ben de uyurum.” Yüzünde beliren gülümsemeyle beraber başını yavaşça salladı. “Olur, bu kadar kızarmana neden olacak bir şey yoktu. Uyurum ben kocaman yatak ama uyurken ne yaptığımı bilemeyip yanına yaklaşırsam, yani mesafeyi azaltırsam uyandığında beni terslemek yok,”

 

“Tamam, bilinç dışı yaptığın bir şey için azarlayacak değilim. Sonuçta sadece uyuyoruz.” Boğazından güldüğünü belli eden sesler gelirken ben Dinçer hariç her yere bakıyordum. “Öyleyse uyuyalım.”

 

Başımla onaylayarak sırt üstü uzandım ve tavanı seyrederken, dudaklarımı ısırıyor parmaklarım ile uğraşıyordum. Dinçer’in de uzandığını yatağın hareketlenmesinden anladığımda dönüp baktım. Bir elini yanağının altına yerleştirip, yönünü bana dönerek uzanmış gülümseyerek beni izliyordu.

 

“Utanınca çok sevimli görünüyorsun.”

 

“Utanmadım.” Yalan söylüyordum, yüzüm beni ele veriyordu ama itiraz etmekten geri durmamıştım. Utandığımı gizleyemesem de umarım heyecanlandığımı gizleyebiliyorumdur. Çünkü kalbim bağımsızlığını ilan etmiş, yerinden çıkmak istercesine atıyordu. Umarım bağımsızlığını ilan ettiği içindir, umarım bağlandığını ilan etmiyordur diye geçirdim içimden.

 

“Öyle diyorsan öyledir, yüzün neden kızardı peki?” diye sorduğunda inanmadığını anlamıştım.

 

“Hastayım ben, ateşim çıkmıştır.” Dediğimde gülerek elinin tersini anlıma yasladı, bir süre bekledikten sonra yanağımı okşadığında ürpermiştim. “Yok gibi ama belki ben anlayamamışımdır.” Boğazımı temizleyerek bakışlarımı kaçırdım. Beni izlediğini hissediyordum ancak bakmak istemiyordum. Gözlerimi sıkıca yumarak uyumayı bekledim, zaten son derece yorgun olduğum için hemen uykuya dalmıştım.

 

🤍🤍🤍

 

Uyanmak için kendimi zorlasam da, son derece yorgun olduğum için bir türlü yataktan kalkamıyordum. Gözlerimi aralayıp yan tarafıma baktığımda Dinçer’in gittiğini gördüm. Uzanıp yastığa dokunduğumda bunu neden yaptığımı bilmiyordum, yaklaşıp kokladım, kokusu ciğerlerime dolarken gülümsedim, kapının açılma sesi gelince irkilerek doğruldum.

 

“Günaydın, kendini nasıl hissediyorsun?” Gittiğini düşünmüştüm ancak yeni duş aldığını belli eden nemli dağınık saçları, bol olmasına rağmen kaslarını belli eden beyaz tişörtü ve belinden her an düşecekmiş gibi duran gri eşofmanıyla bana gülümsüyordu.

 

“Hastayım hâlâ ama toparlarım akşama kadar diye düşünüyorum.” Sesim neredeyse fısıltı gibi çıkmış, boğazım dünden daha fazla ağrıyordu. Birkaç adımla yanıma ulaşıp elini alnıma yaslayarak ateşime baktığında kaşları çatıldı.

 

“Ateşin var, bir türlü düşmedi. Tam geçti diyorum tekrar ateşleniyorsun. Kahvaltı hazırladım, bir şeyler ye hastaneye gideceğiz.” Tam itiraz etmek için ağzımı açacaktım ki “Hiç boşuna yorma o güzel boğazını, zaten sesin çıkmıyor. İtiraz kabul edilmiyor gidiyoruz!” birkaç saniye ağzım açık bakarken, bakışları dudaklarımı buldu, yutkunup gözlerini kapattıktan sonra gülümseyerek bakışlarını kaçırdığında dudaklarımı ısırarak doğruldum.

 

“Nereye?”

 

“Dediğin gibi kahvaltımı yapacağım sonra hastaneye gidelim.” Bir an şaşırsa da kaşlarını kaldırarak muzipçe gülümsedi. Gözlerim gülümsemesine takılı kalırken, kalbimin hızlanmasına anlam verememiştim.

 

Kahvaltı sofrasını görünce son derece şaşırmıştım. Belimde hissettiğim el ile birlikte Dinçer’e döndüm. “Böyle bir kahvaltı etmeyeli yıllar oldu, normalde basit atıştırmalıklarla geçiştiririm öğünlerimi, kendime hazırladığım akşam yemeğinden daha güzel görünüyor sofra, ellerine sağlık.” Söylediklerim onu gülümsetirken belimdeki elini çekmemişti.

 

“Doğru düzgün beslenmediğin için bünyen zayıf ve hasta oluyorsun. Bundan sonra her gün sana yemeğini hazırlamam gerekecek.” Minnetle gülümseyerek ona bakarken devam etti “Gerçi göreve gittiğimde hazırlayamam ama olsun yanındayken düzgün bir şeyler yemeni sağlayabilirim.”

 

“İnsan tek başına olunca yalnızca kendisi için çok hazırlayası gelmiyor, ben yalnız olmasam çeşit çeşit yemekler hazırlardım ama yalnız olunca hepsi boşa gideceği için basit şeylerle yetiniyorum.” İçimde oluşan burukluğu gizlemek adına masaya geçtim hemen karşıma oturdu, ekmeğin üzerine kaymak ve bal sürerek bana uzattı. “Al bakalım, bundan sonra en azından ben yanındayken yemeklerini yalnız yemeyeceksin.” Elindeki ekmeği alıp yerken zorlanıyordum, çünkü ben bal ve kaymağı bir arada sevmezdim, ancak benim için hazırlamışken yemem gerekli diye düşündüm.

 

“Teşekkür ederim, her şey için.”

 

“Önemi yok Eylül, ben halimden son derece memnunum. Yalnız olan sadece sen değilsin, seninle zaman geçirmek bana da iyi geliyor.” Ailesini merak ediyordum ama soramıyordum, hakkında bildiğim tek şey Rıza amcamın kendisine çok güveniyor olduğuydu. Tüm askerleri onun için son derece değerliydi, hepsini kendi çocuğu gibi görürdü ama Dinçer diğerlerinden daha özeldi, öz evladı gibiydi.

 

“Ailem nerede diye merak ediyorsun değil mi? Sormak istiyorsun ama soramıyorsun.” Duyduklarımla lokmam boğazımda kalmıştı, birkaç defa öksürdükten sonra Dinçer’in uzattığı suyu içip derin bir nefes aldım. “Sormam doğru olmazdı, merak ediyorum ama sen ne zaman anlatmak istersen o zaman dinlerim.” Yüzünde buruk bir tebessüm oluşurken çayından bir yudum alıp kenara bıraktı, parmaklarını iç içe geçirerek bakışlarını eline çevirdi. Onun için zor geçecek bir konuşma olacağını hissettim.

 

“Benim babam da şehit, henüz annem benden hamileyken babam şehit olmuş. Hatta annem üzüntüsünden babamın cenazesinde beni doğurmuş. Bana babamın adını vermişler, babamı sadece fotoğraflarından tanıyorum, bir de anneme söylediği bir türkünün kaydı var, sesini de yalnızca orada duydum. Çocukken karar verdim babam gibi asker olacağım diye, annemi hayal meyal hatırlıyorum ama asker olmak istediğimi duyduğundaki yüz ifadesini asla unutmam, bir süre baktı bana sonra gülümseyip alnımdan öptü, hiçbir şey de söylemedi. Sonra o da ben askeri liseyi kazandığımı öğrendikten birkaç gün sonra vefat etti.” Konuşmakta zorlanıyordu bunu sesinden ve yüzüme bakamamasından anlamıştım, uzanıp elini tuttuğumda bir bana bir eline baktı, başımı hafifçe eğerek gülümsediğimde devam etti. “Rıza komutanımla da oradan tanıştık, bana sahip çıktı şimdi de bu haldeyim işte. Yemek yapmayı annemden öğrenmiştim çocukken, sonra da yalnız yaşayınca kendim için de yaptım, yani demem o ki yalnız kalsan bile kendin için yapabilirsin, bizim kendimizden başka kimsemiz yok, kendimize iyi bakmamız gerekiyor. Ha sen üşeniyorsan ben sana da çok iyi bakarım.” Halsizce gülümsedim. “Vallahi her zaman böyle sofralar kurup lezzetli yemekler yapacaksan bak bence de, ben de sana bakabilirim, iyileşeyim şöyle güzel bir sofra kurup davet edeyim seni olur mu?” ufak bir kahkaha attıktan sonra “Olur tabi ki, hadi lafa daldık yemek yemedin gözümden kaçtı sanma sakın, ye bakalım.” Dedikten sonra ekmeğe kaymağı sürerek, tam bala uzanıyordu ki elini tutarak onu durdurdum, “Bekle bak ben sana hazırlayayım bir tane o daha güzel oluyor sen onu dene,” kaşlarını çatarak bana baktı ve ekmeği bıraktı. Kaymak sürdüğü ekmeğin üzerine fındık ezmesini sürerek uzattım, burnunu buruştursa da ben kendime de bir dilim hazırlarken büyüttüğü gözleriyle ekmeğe bakıyordu. Ben kendi ekmeğimden iştahla bir ısırık alırken, hâlâ ekmeği izliyordu, “Denesene, korkma zehirlenmezsin.” Dedim ağzımdaki lokmayla. Kahvaltımın vazgeçilmezi olan bu lezzet hakkında ne düşüneceğini merak ediyordum. Zaten ateşim olduğu için üşüyor, hafifçe titriyordum, üzerine bir de tepkisini merak edip heyecanlanınca titremem artmıştı. Heyecanlandığım zamanlarda maalesef titreme gibi bir huyum vardı.

 

Tereddütle ufak bir ısırık aldığında ellerimi çenemin altına yerleştirerek baygın bakışlarla tepkisini izledim. Bir süre şaşkınlıkla kaşları havalandı, gözleri büyüdü yavaşça çiğnedikten sonra gülümseyerek “İlginç ama hoşuma gitti.” dedi.

 

Kahvaltının ardından üzerime beyaz, uzun kollu, midi boy bir triko elbise giyip salonda beni bekleyen Dinçer’in yanına gittim, üzerini değiştirmemişti. Arabaya geçtiğimizde bir süre susmak istesem de daha fazla içimde tutamayarak “Gerçekten üzerini değiştirseydin bari, eşofmanın her an düşecek gibi duruyor, ayrıca üşümüyor musun üzerindeki incecik ve kısa kollu.” Söylediklerime karşılık dudaklarını ısırıp gülümsemesini bastırmaya çalıştı. “Senin ateşin var diye üşüyorsun, hava gayet güzel, ayrıca eşofmanım düşmez gibi duruyor düşerse bile sorun değil.” Duyduklarımla baygın bakan gözlerim kocaman açılırken. “Ne demek düşmesi sorun olmaz!” dedim.

 

“Şu ifadeni görmen gerekirdi,” diyerek koca bir kahkaha attı “Hem ne var sanki, görenin gözleri bayram eder.” Gözlerimi kapatarak söylediklerini sindirmeye çalıştım. Kaşlarımı çatarak kollarımı göğsümde birleştirip yolu izledim, boğazından güldüğünü belirten homurdanmalar çıkarken konuşmayacağımı anlamış olacak ki, ışıklarda dururken koluma dokunarak “Hey şaka yaptım, düşmez merak etme kendimi herkese göstermem ben.” Umursamayıp yol boyunca susmuştum. Nihayet hastaneye geldiğimizde bir şey söylemeden arabadan indim, girişe birkaç adım kalmıştı ki başım dönünce sendeledim. Dinçer hemen belimden tutarken, acil girişinde duran doktorlardan biri de yanıma gelmiş kolunu tutmuştu. Ben kolumu tutan doktora kısık gözlerle bakarken Dinçer “İyi misin?” dedi. Başımı sallayarak onayladığımda, bakışlarım tekrar doktoru bulurken onu tanıdığımı fark etmiştim, o da beni tanımış olacak ki “Eylül Hanım?” dedi şaşırmıştı beni gördüğüne. “Siz tanışıyor musunuz?” diye soran Dinçer’i cevaplayan doktor olmuştu, adını henüz bilmiyordum ama meşhur düğün günü beni destekleyen tek kişi olduğu için aklımda yer edinmişti. “Evet, yani Eylül Hanım adımı bilmez muhtemelen ama tüm köy gibi ben kendisini tanırım. Düğünde ben de oradaydım.”

 

Dinçer tek kaşını sorgularcasına kaldırırken boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım “Düğüne Rıza amca gelene kadar bana destek olan tek kişiydi, adınızı bilmiyorum ama o gün için tekrar teşekkür ederim.” Dinçer başını anladım dercesine aşağı yukarı yavaşça sallarken Doktor gülümsedi. “Tarık ben, Tarık DAĞLI,” uzattığı elini sıktığımda kaşları çatılmıştı, hemen elini alnıma götürerek “Sesiniz kısılmış, ateşinizde var, içeri geçelim salgın var bir süredir, serum takalım, birkaç ilaç yazayım size.” Bir eliyle kolumu tutup diğer elini uzattığında Dinçer diğer koluma girerek içeri geçene kadar bırakmadı. Serum, takılırken iğnenin girişini izlemeyi seviyordum, ben bakarken Dinçer bakışlarını kaçırmıştı, bu durum ilginç gelmişti. Serum takılırken bütün şikayetlerimi söylemiştim, Tarık ilaçları yazmak için yanımızdan ayrılırken, Dinçer çattığı kaşlarıyla arkasından birkaç saniye bakmış sonra bakışlarını bana çevirmişti.

 

“Neden serumunu hemşireye taktırmak yerine kendisi taktı? Ateşini bile o ölçüyor, sence de fazla ilgili davranmıyor mu?”

 

“Doktor ya hani, hastalarıyla ilgili olmasının nesi yanlış?” dediğimde gözlerini devirdi.

 

“Bahsettiğim bu değil, ilgili davransın ama çok fazla ilgilendi serumu taktıktan sonra elini tutması normal değildi mesela. Sana yürüyor kesin.” diye söylenince kıkırdadım. “Yok öyle bir şey, hem olsa bile neden tepki gösteriyorsun ki?” bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki Tarık yanımıza dönünce susup, tekrar çatık kaşlarla Tarık’a odaklandı. Tarık onun bakışlarını umursamayıp yazdığı reçeteyi uzattı “Bunları alırsan iki güne toparlarsın, iyileşmezsen tekrar gel.” Gülümseyerek uzattığı reçeteyi alacakken Dinçer benden önce davranıp aldı “Sağ ol, serum bitince bir hemşireye çıkartır gideriz biz, sen daha fazla işinden olma bir sürü hasta bekler.” Eline hafifçe vurduğumda bunu umursamamıştı, Tarık’da umursamamış olacak ki “Şu an ilgilenmem gereken tek hastam Eylül, biri gelirse haber verirler bana.” Dedi.

 

“Eylül? Ne ara bu kadar samimi oldunuz siz, hanıma n’oldu?” Dinçer’in bu tavrı son derece garip gelmişti.

 

“Rahatsız olmadın umarım, istersen siz diye hitap ederim ama senin de bana sen diye hitap etmeni isterim.” dedi Tarık, Dinçer’i yok sayıp bana doğru dönerek.

 

“Sorun değil, sizli bizli konuşmaya gerek yok.” Diye yanıtladığımda Dinçer araya girerek “Düğünde tam olarak ne oldu da siz samimi oldunuz hemen?” dedi.

 

“Ben düğünü basınca, herkes karşı dururken ya da sessizce izlerken yanımda duran tek kişi Tarık olmuştu, amcam gelene kadar. İtişme sırasında da düştüm dizlerim ve ellerim yaralandı, ne kadar gerek olmadığını söylesem de pansuman falan yapmıştı.”

 

“Tepki gösterecekse başta gösterseydi, seni mi beklemiş?” Dinçer söylediklerinde haklı olsa da en azından o gün yanımda durduğu için Tarık’a kızamıyordum. Dinçer’in söylediklerinin üzerine yaptığı açıklama da hatası olmadığını göstermişti. “Haklısınız ama ben gelinin yaşını bilmiyordum. Feyzullah beni davet edince gittim o kadar?”

 

“Yine de zaten evli birinin, ikinci evliliği olduğunu bilerek gitmen normal değil.” Tarık duydukları karşısında başını öne eğerek alayla gülümseyip, kaşlarını kaldırarak “Burada sıkça rastladığımız bir durum bu, onlar bunu kabullenmişse beni ilgilendiren bir durum yok, dediğim gibi ben gelinin yaşını bilmiyordum. Feyzullah Reyhan ile evleniyor sanıyordum. Siz gelince ben de çok şaşırdım, gelinin duvağı kalkınca hemen yanınızda durdum farkındaysanız.” dedi, bu iki adamın arasında esen soğuk rüzgarlar üşümeme neden oluyordu. Neden birbirlerinden hoşlanmadıklarını bir türlü anlayamıyordum.

 

“Biliyorum, neyse ki kızımızı kurtardık gerisi önemli değil. Bu arada Reyhan kim?” diye sordum.

 

“Feyzullah ile ilişkileri vardı, birkaç kez birlikte gördüm. Kadının kim olduğunu bilmiyorum evli mi değil mi bilmem adının Reyhan olduğunu biliyorum yalnızca.” Diye bir açıklamada bulununca Dinçer düşünceli bir ifadeye büründü. Serum bitene kadar biz Tarık ile sohbet ederken, Dinçer sessizliğe gömülmüştü. Sonunda serum bitince Tarık ile vedalaşıp çıktık, acilden çıkarken arkamdan duyduğum ses ile beraber birinin bacaklarıma sarılmasıyla duraksadım. “Öğretmenim.” Bacaklarıma sarılan çocuğa baktığımda kocaman açtığı gözleriyle alttan bakışlarını yollayan Ferhat’ı gördüm. Gülümseyerek saçlarını okşadım. “Sana sarılmak isterdim Ferhatcığım ama biraz rahatsızım sana bulaştırmak istemem.” gülümseyerek başını salladı ve elimi tuttu.

 

“Olsun öğretmenim ben sarılırım size.” Çok sevimli bir çocuktu, sınıfta boyu en kısa olan öğrencimdi ama hepsinden daha hareketli, son derece sevgi dolu biriydi. Dinçer eğilerek aynı boya gelip “Öğretmenini görünce beni unuttun mu ufaklık.” Dediğinde Ferhat elimi bırakıp Dinçer’e sarıldı. Arkadan telaşlı gelen kadın “Oğlum iki dakika yalnız bırakmaya gelmiyorsun ya?” dedi. Bizi görünce selamlaşıp parmağını sallayarak Ferhat’ı uyardı. Ferhat bu uyarıyı pek umursamayıp “Öğretmenim, beyaz renk çok yakışmış size tıpkı gelin gibi olmuşsunuz,” dediğinde gülümsedim fakat devamında söyledikleri utanmama neden olmuştu. “Öyle değil mi Dinçer abi? Baksana beyaz elbiseyle bu kadar güzelse gelinlikle ne kadar güzel olur değil mi? Sen de keşke daha düzgün elbiseler giyseydin, beden dersine mi gidiyorsun, öğretmenimin yanında daha güzel giyin.” Ben utançtan kızarırken Dinçer yüzüne yerleştirdiği muzip gülümsemeye eşlik eden kaldırdığı tek kaşıyla, önce Ferhat’ın saçlarını karıştırdı sonra bana göz kırptı. Ferhat elini ağzına götürüp kıkırdadığında utancım daha da büyümüştü. “Dinçer abi öğretmenim çok güzel değil mi? Dua et ben küçüğüm onunla evlenemem yoksa sana bırakmazdım.” gözlerim dehşetle açıldı. Dinçer ise kocaman bir kahkaha attıktan sonra gözlerimin içine bakarak “Evet çok güzel.” Dedi. Ferhat beni utançtan yerin dibine sokmak istiyordu ancak annesi Feride Hanım benim halimden anlayarak konuyu değiştirmeye çalıştı. “Biz de Ferhat’ın alçısını çıkarmaya gelmiştik, normalde okula zorla gönderdiğim çocuk dayanamadı hevesle öğretmenimi özledim diyerek hemen kurtulmak istedi alçıdan. Sağ olun hocam oğluma okulu sevdirdiniz.” Gülümseyerek elini tuttum.

 

“Ne mutlu bana o hâlde. Görevim bu, zaten çocuklara okulu sevdirmek en önem verdiğim şey, bu birazda bizim elimizde.” Ferhat araya girince Feride Hanımın konuyu değiştirme çabası boşa çıkmıştı. “Öğretmenim, Dinçer abi aslında yakışıklıdır asker elbisesiyle görürseniz sizde çok aşık olursunuz ona, şimdi böyle giyinmesine bakmayın siz. Yakışıklı değil mi?” Hiçbir cevap verememiştim, etrafıma bakarak “Okulda görüşürüz Ferhat, biraz hastayım, ben arabaya geçiyorum sen de gelirsin.” son sözümü Dinçer’e dönerek söyleyip hızla uzaklaştım, arkamdan bir şeyler söylediler ancak duymamıştım. Dinçer’den önce arabaya geldiğimde silecekle cam arasına sıkıştırılan kağıt dikkatimi çekmişti. Uzanıp aldığımda bunun bir zarf olduğunu gördüm, içerisinde sert küçük bir şey vardı, normalde bunu Dinçer’e vermem gerekirdi belki ama üzerindeki yazan aslında benim için bırakıldığını gösteriyordu.

Öğretmen Eylül KAYAHAN’a

 

 
 

 

Loading...
0%