@b_anemoia
|
Hepinize merhabalar, bölüme geçmeden önce mini bir duyuru yapmak istedim. Kurgularım daha önce wattpad üzerinden yayındaydı. Şimdi burada da paylaşmaya başladım. Aslında yayınlanmış giriş bölümü dışında 22 bölüm daha var. Finaline ise az kaldı. Bölüm uzunluğuna göre 10-15 bölüm sonra final olacak. O yüzden Eylül zaten bitmek üzere Ekim ayına kadar bölüm yaplaşmayarak finalini de yazıp tamamlamak istiyorum. Güneç ve Aşkerin finalini yazmam kafamı toparlarsam 2 hafta almaz. Sonrası tamamen Bela Geliyorum Dedi'ye odaklanacağım. Ben bölüm paylaşana kadar diğer kurgularıma da göz atabilirsiniz. Ayrıca sosyal medya hesaplarımdan duyuruları takip edebilirsiniz. WhatsApp kanalımdan da alıntılar paylaşıyor olacağım. Kanalıma da İnstagram öne çıkanlardan ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim. Lütfen yıldıza basmayı ve yorum yapmayı özellikle de bölüm sonundaki soruları yanıtlamayı unutmayın. Sizleri seviyorum
🤍🤍🤍 Sizi öldürmek isteyen birinin varlığı mı daha zordu yoksa saplantılı bir sapığınızın olması mı? İlk hediyesinde katilim olmak istediğini düşündüğüm kişi sonraki hediyelerinde sapığım olduğunu göstermişti. Bıraktığı her iz, hazırladığı her yeni sürprizi öncekini aratacak türdendi. Buna nasıl cesaret edebildiğini sorguluyordum. Gözünün ne kadar dönmüş olduğu gerçeği ile tekrar yüzleşmiştim. Şu an odamın kapısında Civan’ın koluna tutunmuş karşımdaki dağınıklığı izliyordum. Tüm iç çamaşırlarım yatağımın üzerine dağılmıştı, yatak örtümde aynı şekilde. Civan öfkeden yumruğunu sıkarak bakışlarını kaçırmıştı ancak ben gözümü alamıyordum. Yutkunarak içeri birkaç adım attığımda burnuma dolan koku parfümüme aitti, kırılmıştı. Rujlarımın kapağı açılmış etrafa saçılmıştı. Gözlerim makyaj aynama kaydığında ise gördüğüm yazı kanımı dondurmuştu.
Yakında beni tatmin eden iç çamaşırın olmayacak...
Midemin kasılmasıyla yüzümü ekşitip bakışlarımı yatağa çevirdim. İç çamaşırlarım buruşturulmuştu, biraz daha dikkat ettiğimde birkaçının üzerindeki sıvıyı görünce mide bulantımı daha fazla durduramayıp banyoya koştum. Kapıyı bile kapatamamıştım, Civan arkamdan gelip ben kusarken saçlarımı tutmuş, sırtımı okşuyordu. Bir yandan ağlıyor bir yandan kusuyordum. Midemdekileri boşaltınca geriye doğru çöktüm, normalde tiksineceğim halde ağzımı koluma silerek ağlamaya devam ettim. Civan kollarını etrafıma sardığında, başımı omzuna yaslayarak ağlamamı durdurmaya çalıştım. Birkaç dakika sonra ağlamamı durdurup geri çekildim. Civan’ın gözleri dolmuştu, o da benim kadar dağılmış görünüyordu. Bu kadar harika bir günün bu şekilde bitmemesi gerekliydi.
“Ne oldu aniden midenin bulanmasına neden olacak?” Civan’ın sorusuyla bakışlarımı ona çevirdim. “Evime kadar girmiş, yetmemiş iç çamaşırlarıma dokunmuş dahası üzerlerinde...” devamını getiremedim. Bu gerçekten çok ağırdı.
“Üzerlerinde ne? Ben özel eşyaların diye bakmadım, söyleyemiyorsan girip bakayım mı? Yoksa söylemek mi istersin?” dediğinde yutkundum. Sesi sert çıkmıştı.
“Senin saygı duyup bakmadığın eşyalarımla kendini tatmin etmiş, üzerine boşalmış, o sıvıyı görmek midemi bulandırdı.” der demez ağlamaya başlamıştım. Civan’ın yüzüne bakamıyordum, dizlerimi kendime çekerek ağlamaya devam ettim. Hiçbir tepki vermiyordu. Yaklaşık beş dakikanın sonunda, ağlamaktan bitap düşmüş bir şekilde Civan’a baktığımda öylece bana baktığını gördüm. Bakışlarımı görünce kaşlarını çattı, duyduklarını yeni idrak ediyordu. Gözlerini kapatarak başını iki yana salladı, derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı, dudaklarını ısırıyor, yumruğunu sıkıyordu, sonunda sert bir nefes verdikten sonra “Yaşadığın şey gerçekten iğrenç ve mide bulandırıcı ancak ona dair bir iz bulabildik sonunda.” Dediğinde bakışlarım sorgulayıcıydı. Sakin kalmaya çalışıyordu ancak öfkesini görebiliyordum.
“Hemen Rıza komutanı haberdar edelim, ekibini alır olay yeri inceleme delilleri toplar. Gerekirse tüm köyden örnek alarak DNA’larını karşılaştırır kim olduğunu buluruz. Şimdi ağlama ve güçlü dur ben yanındayım,” bana bir şey söyleme fırsatı vermeden amcama haber vermişti. Ben banyodan kalkacak gücü bile kendimde bulamıyordum, Civan beni kucaklayarak salondaki koltuğa götürdü. Yarım saat sonra amcam, yanında olay yeri inceleme ekibi ve birkaç askerle gelmişti, kapıyı onlara Civan açtı,
“Eylül, kızım,” diyerek bana sarıldığında yeterince ağlamamışım gibi tekrar ağlamaya başladım. Saçlarımı okşayıp beni sakinleştirmek istedi ancak hıçkırıklarımı durduramıyordum. Sonunda beni kendime getirecek o cümleyi kurmuştu.
“İlk incelemeleri yaptık, bundan sonrası laboratuvar incelemesi olacak. İç çamaşırları ve dokunmuş olma ihtimali olan şeyleri incelemek için götüreceğiz,” amcam onları başıyla onaylarken ben “Lütfen sonra hepsini yakın,” dediğimde adam bir bana bir amcama baktı, amcam başıyla gitmesi için hareket yapınca yanımızdan ayrıldı.
“Benimle kalmak ister misin bir süre?” normalde kesinlikle kabul etmeyeceğim bir teklifti ancak bu gece için teklifini kabul etmiştim.
Ertesi gün okulda ruh gibi olmam öğrencilerin dikkatini çekmişti ancak kimse bir şey söylememişti. Eve gitmek istemiyordum ama amcamla kalmayı da kesinlikle istemiyordum. Bir süre yalnız kalıp dinlenmeye ihtiyacım vardı. Bu haftanın sonunda bir haftalık ara tatile gireceğimiz için rahattım. Artık o evde kalamazdım, sabah amcam evi temizlemesi için birilerini yollamıştı, yatak odamdaki her şeyi atmıştım, yatağım, makyaj malzemelerim, kıyafetlerim, çamaşırlarım, yalnızca bazamın içerisindeki dolabıma sığmayan kıyafetlerim kalmıştı. Hepsinin yerine yenisini alacaktım, bir daha onlara dokunamazdım. Ayrıca o yatak odasına giremez, o evde daha fazla yaşayamazdım. Bu yüzden Ankara’daki evimi satarak burada bir ev alıp oraya yerleşecektim. Bu fikrimi amcama anlattığımda mantıklı olduğunu, yeni evimin adresini kimseyle paylaşmamam gerektiğini söylemişti. Şimdi ise bu çevreden bir ev bulmam gerekliydi.
Okul çıkışı eve giderken kendimi karanlığa sürükleniyor gibi hissediyordum. Rıza amca kendisiyle kalmamı istese de fazla ısrar etmemişti. Biliyordu yalnız kalmam gerekliydi. Arabamı park edip lojmanın girişine geldiğimde kapının önünde bekleyen Civan ve yanındaki adamı görünce kaşlarımı çattım.
“Bir şey mi oldu?” diye sorduğumda, “Evin temizlendi ancak Dinçer burada yokken seni korumak bana düşüyor. Bu Celil, en güvendiğim adamlarımdan biri, evinin önünde nöbet tutacak. Sen evde yokken de başka bir adamım bekleyecek bu sayede kimse bir daha evine giremeyecek.” diye yanıtladı. Bir şey söylemek, itiraz etmek istedim ama bu gücü kendimde bulamadım. Yalnızca başımı sallayarak onu onayladım.
“Buradan en kısa sürede taşınacağım, haftaya Ankara’ya gidip evimi satışa çıkaracağım, umarım hemen satılır, sonra burada bir ev bulmam lazım. Taşınma falan bir hafta içinde halletmeliyim.” Dediğimde bir süre düşündü. “Daha iyi bir fikrim var, avukatına vekalet ver ve senin adına evi satsın buradaki ev işini düşünme ben hallederim. Uygun bir ev buluruz. Haftaya taşınmış olur iyice dinlenirsin. Buna ihtiyacın var,” dedi.
“Avukatım yok ki,” Civan tebessüm etti.
“Ceylan ne güne duruyor? Boşuna okutmadık. Abi kardeş senin adına hallederiz işleri, dert etme sen.” Civan bana o kadar destek oluyordu ki varlığına şükretmemek imkansızdı. Yine de keşke Dinçer yanımda olsaydı, ona ihtiyacım var. Teşekkür ederek eve çıktım. Kapıyı açtığım an kalbime çöken sancıyı görmezden gelerek içeriyi dolduran çamaşır suyu kokusuna odaklandım. Birkaç parça kıyafetimi çalışma odama almıştım, içeri girip üzerimi değiştirdikten sonra koltuğa uzandım, artık o odaya girmeyecektim.
Birkaç saat sonra kapının önünden gelen seslerle yerimden doğruldum. Kapıyı açtığımda gördüğüm görüntü beni anlık afallatmıştı. Ferhat ve annesi Feride gelmişti, Celil onları içeri almak istemiyor, Ferhat ise yumruklarını sıkarak “Öğretmenimin yanına geldim, karışma, bana ihtiyacı var ben güldürürüm onu.” Diyordu. Bakışları sert, duruşu dikti, bir an gülümsemeden edemedim, içimde tarifsiz bir gurur oluşmuştu.
“Ne oluyor burada?” dediğimde beni fark ettiler. Söze ilk başlayan tabii ki Ferhat olmuştu. “Öğretmenim bu adam sizi görmeme izin vermiyor, kim ki bu? Kovun bunu,” bir adım atarak diz çöküp Ferhat ile aynı boya geldim, saçlarını okşayarak “Evime hırsız girdi benim, bu abi de korumam gibi bir şey,” dedikten sonra Celil’e döndüm. “Neden onları içeri almıyorsun?”
“Civan Bey, hiçbir erkeğin içeri girmesine izin vermememi söylemişti,” duyduklarımla beraber kaşlarımı çattım.
“Küçücük çocuğun nesi tehlikeli olacak, tanımadıklarımı almayacaksın içeri. Gelen kişiyi haber edersen ben bir sorun var mı, yok mu söylerim.” Dedikten sonra Feride ve Ferhat’ı içeri aldım. Koltuğun üzerindeki battaniye ve yastığı görünce Feride bana döndü, Ferhat ise hevesle koltuğa atlamıştı. Oturduktan sonra gülümseyerek etrafı incelemeye başladı.
“Hoş geldiniz, ben içecek bir şeyler getireyim. Ferhat meyve suyu ister misin? Ya da süt getirebilirim. Hatta sıcak çikolata yapabilirim. Size de kahve yapayım,” Ferhat anında “Sıcak çikolata mı?” dedi heyecanla kocaman açtığı gözleriyle “Evet,” diyerek gülümsediğimde aynı heyecanla beni onayladı. “Oğlum sen burada uslu uslu otur, biz öğretmeninle sıcak çikolatalarımızı hazırlayalım olur mu?” Feride’ye baktım bana anlayışla başını salladıktan sonra mutfağa yöneldik.
“Sizin için de sıcak çikolata hazırlıyorum,” diye sordum, beni başıyla onayladıktan sonra ben sütü hazırlarken o çikolataları parçalara ayırmaya başladı.
“Yaşananları duydum, gerçekten çok zor şeyler, bu evde kalmak istemeyeceğini düşündüm o yüzden geldik aslında. Bu arada siz diye hitap etmemem sorun olur mu?” Diye söze girdi.
“Olmaz, benim için de daha rahat olur. Ev bana iyi gelmiyor ancak tek kalmak istediğim de bir gerçek. Yalnızca banyoyu ve yatak odasını görmek istemiyorum.”
“Nihat görevde, ben ve Ferhat yalnız kalıyoruz. İstersen bir süre bizimle kal, Ferhat’ın odasında kalırsın, o benimle uyur.” Minnetle gülümsedim, “Teşekkür ederim ama Ferhat’ı yatağından etmek istemem. Ayrıca dediğim gibi yalnız kalmaya ihtiyacım var,”
“Öyleyse, banyonu kullanmak istemiyorsan, duş almak için bize gelebilirsin. Ya da herhangi bir ihtiyacında bize gel lütfen, karşıdaki binada kalıyoruz,” duyduklarımla beraber ellerini tutarak teşekkür ettim, yalnızca tebessüm etti.
Sıcak çikolatalarımızı yaptıktan sonra salona geçtiğimizde Ferhat’ın oturmuş pür dikkat babamın fotoğrafını izlediğini gördüm.
“Öğretmenim bu adam kim?” Ferhat’ın yanına oturarak sıcak çikolatasını uzattım, çikolatayı alıp teşekkür etti. “Babam,” diye yanıtladım.
“Sizin babanızda askermiş, çok güçlü görünüyor, Rıza Albaydan bile daha güçlü görünüyor. Biliyor musunuz büyüyünce ben de asker olacağım.” Gülerek başını okşadım. Bakışları bile belli ediyordu zaten, asker olmak için doğmuş gibiydi. Yalnızca boyu kısaydı ama uzayabilirdi.
“Güçlüydü benim babam, dağ gibiydi, hayatta değil belki ama ben onun varlığını hissediyorum ve ondan güç alıyorum."
DİNÇER ERYİĞİT
Tam altı gün süren görevim bitmiş yeni dönmüştüm, normalde benim için çok kısa bir zaman olsa da artık fazlasıyla uzun geliyordu. İlk defa dönmeyi bu kadar istiyordum, gelmeden önce Eylül ile vedalaşmıştım. İlk defa bir göreve giderken vedalaştığım, geri dönmek istediğim biri vardı hayatımda. Annem ilk görevimi görememişti. Eylül için de bir ilk olduğunu biliyordum, babasından sonra ilk defa beni göreve göndermişti. Bekleyeceğini söylemişti, beni bekleyen biri vardı. Keşke vedalaşırken ona sarılacak cesareti bulabilseydim. Ona sarılmak için can atıyordum. Daha önce onu sakinleştirmek için sarılmıştım ama karşılıklı bir şey değildi bu, o yüzden ona sarılmak ve onun da bana karşılık vermesini istiyordum.
Görevdeyken asla telefonumu açmazdım ama bu kez Eylül’ün fotoğrafına bakmak için açıyordum. Profil fotoğrafının ekran görüntüsünü almıştım, bu belki doğru değildi ama kendime engel olamamıştım. Başka fotoğrafı yoktu ki? Nasıl şu an diye düşünmediğim tek an çatışmada olduğum anlardı.
Her görevim özeldi ancak bu görevi benim için özel kılan bir şey daha vardı. Uzun zamandır peşinde olduğumuz örgüt yöneticilerinden birinin izine rastlanmıştı. Zifir... Birçok eylemi organize etmiş, birçok ailenin evine ateş düşmesine neden olmuştu. Zaten yıllardır peşindeydik ancak şu an onu bulmak daha önemliydi çünkü yedi yıl önce Eylül’ün babasını şehit eden suikastı düzenleyen kişi de bu şeref yoksunuydu. Maalesef biz gelene kadar kaçmayı başarmıştı, belki de yanlış ihbardı, onu yakalayamasak da sağ ele geçirdiğimiz adamları vardı, onlara ait pek çok mühimmat ele geçirmiştik, birçoğunu gebertip hak ettikleri cehenneme göndermiştik ama o soysuzu yakalayamamıştık. Rıza Albayın karşısında kendimi ilk defa bu kadar mahcup hissediyordum, duruşum dik olsa da aslında omuzlarım çöküktü.
“Önünde sonunda yakalayacağız, o piçi yakalayamamış olsanız da onlara ağır bir darbe vurdunuz ve sağ salim döndünüz. Getirdiğiniz itleri konuşturur bir iz buluruz.” Rıza Albay koltuğuna oturduktan sonra, karşısına oturmamı istedi. Oturmamla söze girmesi bir olmuştu.
“Şu an başka bir konumuz daha var evlat, bilirsin seni öz oğlum gibi görürüm ama bir de öz kızım gibi gördüğüm Eylül’üm var,” Eylül’ün ismini duymak bile yutkunmama neden olmuştu, başına bir şey mi gelmişti? Albay neden tedirgin görünüyordu? Peşindeki o sapık bir şey mi yapmıştı? “Bir şey mi oldu komutanım?” diye sorduğumda alacağım cevaptan korkuyordum, ona bir şey olması ihtimalini düşünmek bile istemiyordum. Fakat duyduklarım benim bile kaldıramayacağım kadar kötüydü, dişlerimi sıkarak tepki vermemek için kendimi tutsam da, Eylül’ün şu an ne halde olduğunu düşünmek içimdeki öfkeyi kontrol etmemi zorlaştırıyordu. Ben yanında yokken ne hale gelmişti kim bilir? Civan yerine yanında ben olmalıydım, Civan onu sakinleştiremezdi ki.
“Bir iz bulabildiniz mi? DNA’sı elimizde artık, gerekirse tüm köyden örnek alıp karşılaştırırız.” Dediğimde Albay başını yavaşça salladı.
“Karşımızdaki kim bilmiyoruz ancak arkasını kollayan birileri olduğu kesin, lojmandaki tek bir kamera bile çalışmıyormuş, kapıyı zorlamamış, bir şekilde anahtarı ele geçirmiş olmalı. Hiçbir yerde parmak izine rastlanmadı, evde yalnızca Eylül’e ait parmak izleri var. Kimse görmemiş. Feyzullah’ın düğününe katılıp sünnet düğününe katılmayanların listesini çıkarttık, 20 kişi, hepsinden örnek aldık ancak elimizdeki DNA uyuşmadı hiçbiriyle. Her detayı biliyor, yakalanmamak için neler yapılmalı biliyor ama bizden kaçamayacak. Kendisini çok iyi gizliyor ancak ortalıkta DNA bırakmaktan da çekinmiyor. Köyden biri değil gibi görünüyor.”
Birkaç saniye düşündükten sonra “Eylül köy dışında hiçbir yere gitmiyor ki? Acaba buraya gelmeden önce kendisine takıntılı olan biri olabilir mi? Belki de yanlış adreste arıyoruz. Belki bu kişi köyden olduğunu düşünmemizi istiyor?” mantıklıydı çünkü köyden biri olsa dikkat çekerdi. Lojmana orada yaşamayan biri girerse illaki bir gören olurdu. Herkes birbirini tanıdığı için kimin geldiğini bulurduk. Kameralar çalışmasa bile biri fark ederdi. Her şeyden öte DNA’sını bırakmazdı çünkü ona ulaşabileceğimizi bilirdi, sonuçta Eylül’ün Rıza Albay için ne kadar önemli olduğunu tüm köy halkı bilirdi.
“Haklısın aslında, soruşturmayı derinleştirmemiz gerekiyor, bu arada Eylül lojmandan taşınacak, siz de bir hafta izinlisiniz, bu sürede onu yalnız bırakmazsan sevinirim.” Dediğinde yerimden kalkarak selam verdim, nereye gidecekti ki artık ben vardım, dönmüştüm şimdi ondan uzak kalmak istemiyordum. “Emredersiniz komutanım,” dediğimde ise burukça gülümsedi “Bu bir komutanın askerine emri değil, bir babanın ricası. Eylül benim için çok değerli, can dostumun kızı olabilir ama ben de babası sayılırım.” Başımı sallayarak odadan çıktım. Eylül’ün onun için ne kadar değerli olduğunu biliyordum çünkü masasında resmini taşıyordu. Sadece iki resim vardı bir diğeri ise Eylül’ün babası ile birlikte olduğu resimdi. Hemen Eylül’e gitmem gerekiyordu, ne kadar korktuğunu tahmin edebiliyordum.
Eylül’ü korumak için emir almam ya da rica etmesine gerek yoktu ki, ben onu gözümden bile sakınmak istiyordum. Ne ara benim için bu kadar önemli birine dönüştüğünü fark edememiştim bile. Öğrencileriyle okul bahçesinde oyun oynarken mi? Öğrencileri için hediyeler seçerken ki mutlu hali mi? Çok korksa da sokak hayvanları için, sokak sokak dolaşıp aldığı mamaları ve su kaplarını koyarken mi? Ya da hastayken onu izlediğim o gece mi? Bu düşüncelerle lojmana gelmiştim bile, terlemiştim ama duş alacak zamanım bile yoktu önce Eylül’ü görmem gerekiyordu. Umarım kokum onu rahatsız etmez diye düşündüm. Kapının önüne geldiğimde ise Celil’i görünce kaşlarımı bir süre çattım, Civan’ın adamlarından biriydi “Neden buradasın?” diye sorduğumda.
“Öğretmen’i korumak için Civan ağam tarafından görevlendirildim.” Sorgularcasına tek kaşımı kaldırdım, aslında yapılması gereken bir şeydi fakat bunu yapanın Civan olması beni neden rahatsız etmişti? “Tamam git sen artık ben varım,” dediğimde hoşnutsuzluğum sesime yansımıştı.
“Ben sizden emir almıyorum,” cevabını alınca dişlerimi sıktım “Kimden emir alıyorsan ona söyle o zaman, sana gerek yok artık!” çenesini kaldırarak söylediklerimi duymazdan geldi, telefonunu çıkararak birini arayıp durumu anlattığında, aradığı kişinin Civan olduğunu anlamıştım. “Peki ağam,” diyerek telefonu kapattı. Bana başıyla bir selam verip hiçbir şey söylemeden gittiğinde derin bir nefes aldım, şu an sakin kalmam gerekiyordu çünkü Eylül’ün buna ihtiyacı vardı. Zile basıp bir süre bekledim, kapının kilitlerinin açılma sesini duyduktan sonra yutkundum. Defalarca kez kilitlemişti, açması uzun sürdü. Normalde evin içindeyken kapılarını kilitlemezdi çünkü kilitli bir yerde kalamıyordu, fobisi vardı. Kapıyı aralayıp karşısında beni görünce şaşırdı, birkaç saniye öylece durup suratıma baktı. Fırsattan istifade ben de kendisini incelemeye başladım.
Onu ilk defa bu şekilde görüyordum, sanki bu altı gün içerisinde zayıflamıştı, göz altları morarmış, gözleri şişmişti. Dağınık bir topuz yaptığı saçları kendisine yakışmıştı, göbeğini açıkta bırakan siyah bir kazak, altına ise bilekten lastikli siyah bir eşofman giymişti. Bu görüntüsüne zıt ayağındaki peluş ev terliklerini görünce gülümsemeden edemedim. Bakışlarım tekrar gözlerini bulunca dolduğunu görmek kalbimin en derinlerine kadar inen bir sancıya neden olurken, koşarak boynuma atlaması tüm dengemi sarmıştı. Yalnızca bir saniye içerisinde eğilerek kendisine yardımcı oldum ve kollarımı beline doladığımda boynumdaki elleri sıkıca sardı beni, burnumu boynuna gömerek beni mest eden kokusunu içime çektim, lavanta kokusundan nefret ederdim ancak onun teniyle buluşunca dünyanın en güzel kokusuna dönüşmüştü.
Ben ona sarılacak cesareti bulamamanın pişmanlığını yaşarken, o bana sarılmıştı hatta bu sadece basit bir sarılma değildi, Eylül bana sığınmıştı. Yavaşça geri çekilirken yüzünde mahcup bir ifade vardı. “İçeri geç lütfen,” dediğinde ben hariç her yere bakıyordu, içeri geçip koltuğa oturduğumda karşımda ayakta durup dudaklarını yaladıktan sonra devam etti “Hoş geldin, kusura bakma birine sarılmaya ihtiyacım vardı, sen yokken çok şey oldu, bir de alıştım ya sana, öyle görünce kendime hakim olamadım.” elini kolunu nereye koyacağını şaşırmıştı, bu hali o kadar sevimli görünüyordu ki, kendisinin farkında mıydı acaba,
“Eğer hâlâ ihtiyacın varsa tekrar sarılalım mı? Benim de buna ihtiyacım varmış,”
🩶🩶🩶
Sizce Dinçer'in teorisi doğru mu, bu sapık köyden değilde Eylül'ün önceden tanıdığı biri olabilir mi?
Kim olduğuna dair bir fikriniz varmı? Sizce kim?
Cevabı birkaç bölüm sonra öğreneceğiz.
|
0% |