Wattpad'e bölüm atıp buraya atmamak haksızlık olurdu. Mini bir aranın ardından döneceğim. Keyifli okumalar dilerim.
🤍🩶🤍
Evin içinde zaman geçirmeye alışmıştım, hâlâ odama ya da banyoya giremiyordum. Ankara'daki evim satılmıştı, pazar günü Civan ve Ceylan dönecek, Ankara’daki evimden eşyalarımı da getirecekti. Bu süreçte en büyük destekçim onlar olmuştu. Öylece koltuğa uzanmış, battaniyeme sarılarak oturuyordum ki zilin çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Kilitleri tek tek açarken muhtemelen Feride gelmiş diye düşünüyordum.
Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm Dinçer beni son derece şaşırtmıştı. Görevi bitmiş miydi? Neden yaptığımı anlayamadan koşarak aramızdaki mesafeyi kapatıp, hafifçe sıçrayarak boynuna sarıldım, elleri anında belimi bulurken parmak uçlarım bile yere değmiyordu. Neyse ki eğilince ayaklarım yerle buluştu. Bu yaptığım ne kadar doğru diye sorgulamamıştım bile, burnunu boynuma gömerek derin bir nefes almasıyla daha sıkı sarıldım. Şimdiden rahatlamıştım, ihtiyaç duyduğum şey Dinçer’den başkası değildi. Ters bir tepki vermemişti ancak yaptığımı yeni idrak ederek yavaşça uzaklaştım.
“İçeri geç lütfen,” dediğimde Dinçer hariç her yere bakıyordum, içeri geçip koltuğa oturdu, ben heyecandan ne yapacağımı bilemez haldeydim, keşke biraz daha sarılsaydık diye düşündüm ancak dile getiremezdim “Hoş geldin, kusura bakma birine sarılmaya ihtiyacım vardı, sen yokken çok şey oldu, bir de alıştım ya sana, öyle görünce kendime hakim olamadım.” Bana bakarak gülümsedi, başını hafifçe yana doğru eğerek söyledikleri kalbimin göğüs kafesimde kuş gibi çırpınmasına neden olmuştu.
“Eğer hâlâ ihtiyacın varsa tekrar sarılalım mı? Benim de buna ihtiyacım varmış,” hiç düşünmeden yanına oturup sıkıca sarıldım, başımı göğsüne yasladığımda bir eli belimi bulurken diğer eliyle saçlarımı okşuyordu. Ben kedi gibi iyice ona sokulurken saçlarıma bir öpücük bıraktı. Hiçbir şey söylemeden sadece birbirimize sarılarak yarım saat boyunca bekledik. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım “Yaşananları duydun mu?” diye sorduğumda yüz ifadesi her şeyi bildiğini belli ediyordu.
“Evet, bu özgüveni nereden buluyor bilmiyorum ama onu yakaladığımda hayatını sikeceğim.” Ettiği küfürden dolayı yüzümü buruşturdum. “Bu konu hakkında konuşmasak olur mu?” sesim titremişti, yüzüme düşen saçları geriye doğru iterek başını salladı. “Ne istersen onu konuşalım o hâlde,”
“Ben taşınıyorum,” yüz ifadesi öyle bir hızla değişti ki, gözlerine çöken hüznü fark etmemek imkansızdı. “Neden?” diye sordu.
“O pislik yatak odamda kendini tatmin etti, banyomdaki iç çamaşırlarımı çaldı, onun izleri var burada,” hatırlamak ürpermeme neden olmuştu.
“Gitme,” demesi beni şaşırtmıştı, ben şaşkınca suratına bakarken devam etti. “Gitme, ben silerim onun izlerini. Eylül ilk defa biri beni göreve yolladı, ilk defa görev arkadaşlarım dışında bir arkadaşım oldu, ilk defa beni bekleyen biri vardı, bunu yapma bana lütfen, burada hiç mi güzel anın yok? Bir kötü anının tüm güzel anlarını silmesine izin mi vereceksin?”
“İyi de ne yapacağım, odamı kullanamıyorum, bu kanepede mi uyuyacağım?” diye sordum “Hayır, bak harika bir fikrim var ki bunu sen nasıl düşünemedim onu anlayamıyorum. Sen yatak odasını boş tutuyorsun değil mi? Yani içinde ebeveyn banyosu olan odadan bahsediyorum. Senin kullandığın değil,”
“Evet çünkü o oda küçük, dolaplarım sığmazdı, misafir odası yapmayı düşünüyordum, ayrı banyosu var rahat ederler diye. Gerçi birkaç gündür ben o banyoyu kullanıyorum ama.” Dediğimde gülerek heyecanla anlatmaya başladı.
“İşte orası yeni yatak odan olsun, gelen misafirin koltukta uyur, kullanmadığın banyonu kullanır. Sen de eski yatak odanı giyinme odası yaparsın böylece küçük diye kullanmadığın odana yatağını ve komodinini koyman yeterli olur. Hatta şöyle yapalım, ben eski yatak odanı boşaltıp temizletirim, sonra da boyatırız oraya dolap yaptırırız, izi kalmaz böylece, nasıl fikir?” o kadar hevesliydi ki hayır demem imkansızdı. Ayrıca söyledikleri de mantıklıydı. “İyi de ben Ankara’daki evimi sattım, eşyalarımı getirecekler. Yani anne babamın eşyaları gelecek oradaki yatak odası mobilyalarımı kullanabilirim, dolabım çok büyüktü onu giyinme odama koyabilirim. Ama anne babamın yatak odası takımını ne yapacağım, salon takımı ve beyaz eşyaları dağıttım ama onları orada bırakmıştım.” Ben kendi kendime söylenirken Dinçer hevesle tekrar konuşmaya başladı. “Söyle yapacağız küçük hanım, kalan eşyaları da benim evimdeki büyük oda boş oraya depolarız, misafir ağırlamam çünkü, küçük oda da bana yetiyor, sonrasına bakarız artık. Hem şimdi buraya girmiş olsa da en güvenli yer senin için lojman olacaktır.” Mantıklıydı, Ankara’daki eşyalarım çok değildi zaten. Parayı hesabıma aktarmışlardı, evdeki tadilatları kolayca yapabilirdim, kıyafetlerimin ve kozmetik ürünlerimin çoğu yoktu artık, alışveriş de yapabilirdim.
“Mantıklı, ben nasıl düşünemedim ki bunu? Sırf bir pislik yüzünden ben neden düzenimi bozayım, burayı seviyorum, ayrıca sen yokken Ferhat beni koruyordu,” diyerek kıkırdadım ve hevesle anlatmaya başladım uzun zaman sonra ilk kez gülüyordum “Boyu kısa ama yüreği o kadar büyük ki, o eve hırsız girdi sanıyor ama korkarım diye gece onların evinde kalayım istiyordu, kendi odasını bana verecekmiş, o annesiyle yatacakmış. Kabul etmedim diye bir gece burada kaldı, ‘ben sizi korurum öğretmenim, siz rahat rahat uyuyun’ dedi. Koltuklarda uyuduk, ne yapsam da gitmeye ikna edememiştim. Her gün geldi buraya Feride ile birlikte, ay biliyor musun biz Feride ile arkadaş olduk.” Ben hevesle anlatırken o gülümseyerek beni izliyordu. “Severim Ferhat’ı aslanım benim be, demek ki bundan sonra göreve giderken seni önce Allah’a sonra Ferhat’a emanet edeceğim. Gözüm arkada kalmaz,” diyerek göz kırptı. “Teşekkür ederim,” dememi beklemiyordu ki “Neden?” diye sordu.
“Uzun zaman sonra tekrar güldüm, seninle, bir de bu ev bana iyi gelmiyordu ama şu an öyle hissetmiyorum.” Birkaç saniye yalnızca baktı, “Yalnızdın çünkü, yaşadıklarının üzerine burada yalnız kalmak kolay olmamalı.” Haklıydı şu an iyiydim ama salonda uyurken en ufak tıkırtıyı yine o geldi sanarak korkuyla dinliyordum. “Evet ama uyurken yine yalnız kalacağım. Odam olunca sorun değil de burada zaten rahat değilim en ufak sesi de yanlış anlıyorum.” Dediğimde uzanıp elinin tersiyle yüzümü okşadı. “Hayır, evi düzenleyene kadar benimle kal. Ben salonda koltukta uyurum sen yatağımda uyu olur mu?” dedi.
“Hayır, görevden geldin dinlenmen gerek koltukta uyumana izin veremem, hem Barut var orada nasıl uyuyacağım ki? Korkuyorum ondan.” Hâlâ alışamamıştım, zaten korkumu yenmeyi denesem de başarılı olamıyordum. Ayrıca kesinlikle koltukta uyumasına izin veremezdim.
“Benim yatağım seninki kadar geniş değil ama çift kişilik, ben seni koltukta uyutmayacağıma göre, eğer rahatsız olmayacaksan birlikte uyuruz. Sadece uyumak sonuçta yani yanlış bir şey değil sonuçta ikimiz bir köşede kıvrılırız. Hem sen hastayken de yatmıştık sorun olmaz değil mi? Sonuçta yine özel bir durumdan dolayı yapacağız.” söylediklerini bir süre düşündükten sonra. “Haklısın yani özel bir durumdan dolayı böyle oluyor, yanlış bir şey yapmıyoruz ki, hem sırf canımız istedi diye de birlikte uyuyabiliriz, illa ki bir şey olmak zorunda değil ama Barut gelirse ne yapacağım?” yanlış bir şey değildi ama yine birlikte uyuyacağımız gerçeği heyecanlanmama neden olmuştu.
“Barut şimdilik boş odaya geçer, yanına yaklaştırmam korkma, söz veriyorum evimde çok rahat edeceksin. Zaten birkaç günlük bir şey,” derin bir nefes alarak gülümsedim “Sen görevden döner dönmez buraya mı geldin? Eve uğramadın mı?” diye sordum. “Hayır, terlemişim, kokum seni rahatsız mı etti? Ben öğrenir öğrenmez gelmek istedim kusura bakma,” mahcup bir ifadeyle söylediklerine üzülmüştüm, ben o nedenle söylememiştim ki.
“Hayır ondan değil, üniforman üzerinde ya o yüzden, bir de aç mısın yemek yapmıştım geleceğini bilsem beklerdim birlikte yerdik ama sana eşlik edebilirim.” Gözlerini kapatıp gülümsedi. “Güzel bir duyguymuş, görevden dönünce senin için hazırlanmış bir yemek olması, seni karşılayan birinin olması, gerçi bana özel yapılmadı ama olsun ben öyleymiş gibi yiyeceğim.” Dediğinde elimi uzatıp elini tuttum.
“Bir sonraki görevinden dönerken haber ver, ben sana özel yemek yaparım.” Gözlerime öyle bir minnetle baktı ki, basit bir şeydi belki ama onun için anlamının ne kadar büyük olduğunu biliyordum.
“Çok bir şey yok, yalnızım diye pek yemek hazırlamadım ama en azından bir şeyler yemiş olursun.” beni başıyla onayladı.
Gülerek yemek hazırlamaya gittim, kıymalı su böreği yapmıştım, fırını açıp onu ısıtırken su ısıtıcıyla suyu ısıttım, ardından tekrar kaynatmak için ısıttığım suyu çaydanlığa aldım, su kaynayınca çayı demleyip böreği fırından çıkardım. Tabağa aldıktan sonra Dinçer’i çağırmak için mutfaktan çıkacaktım ki zaten kapıya yaslanmış beni izliyor olduğunu gördüm. “Seni çağırmaya geliyordum, ne zamandır beni izliyorsun?” diye sordum.
“Hemen arkandan geldim, börek harika kokuyor, kıymalı mı o?” merakla tabağa baktı. “Evet, sever misin?” dediğimde çocuk gibi başını hevesle sallaması beni güldürmüştü.
“Bayılırım ama yanında çay içmem, çayı üstüne içelim olur mu?”
Dinçer yemeğini yerken yanında oturdum, bir yandan da sohbet ediyorduk, ben o yokken neler yaptığımı anlattım, o ise beni dinliyor arada fikirlerini ortaya atıyordu. Çayımızı da içtikten sonra evine geçmiştik, o duşa girerken ben salonda bekliyordum, Barut artık alışmış olmalı ki evden girdiğimde bana masum bir bakış atarak, odaya girip kapıyı kapatmıştı, bu köpek gerçekten fazlasıyla zekiydi. Dinçer’in yatağına uzanmış uyumamaya çalışıyordum, gerçekten o koltuktan sonra yatakta uyumak iyi gelecekti. O kadar mayışmıştım ki Dinçer’i bekleyememiş uykuya dalmıştım.
***
Dinçer’in evinde geçirdiğim iki gün son günlerde yaşadığım her şeyi unutturmuştu. Birlikteyken sürekli eğleniyorduk. Gece uyurken aramızdaki mesafeyi aşmamaya özen gösteriyordu. Civan ve Ceylan dün dönmüştü, eşyaları da getirmişlerdi. Taşınmayacak olmama şaşırmışlardı, Civan ne zaman istersem taşınabileceğimi, ev konusunu dert etmemem gerektiğini belirtmişti. Eşyaları alelacele odalara bırakmıştık ama düzen oluşturmamıştık. Anne ve babama ait eşyaları ise Civan'ın kullanmadığı konağının müştemilatına yerleştirmiştik. Dinçer bugün ben okuldan dönene kadar evi halledeceğini ve bana sürpriz olmasını istediğini söylemişti. Seve seve kabul etmiştim çünkü bu işlerle uğraşmaktan kesinlikle hoşlanmıyordum. Dinçer ise bundan son derece keyif alıyor olmalı ki ben onun evindeyken o evime giderek bir şeyler yapıyordu. Ne yaptığına dair bir fikrim yoktu, bugün okuldan sonra öğrenecektim. Dinçer ev ile ilgilendiğinden beni okula bırakmamıştı, hatta uyandığımda evde değildi baş ucuma bir not bırakıp çıkmıştı. Beni arkadan takip eden bir asker olduğuna emindim.
Nihayet uzun bir aranın ardından okula enerjik ve güler yüzlü bir halde gelmiştim, öğrencileri içeri almışlardı, okul bahçesindeki kalabalık dikkatimi çekti. Bir grup okul müdürümüz İrfan Bey’in karşısında duruyor, benim yaşlarda biri de İrfan Bey’e bir şeyler anlatıyordu. Her ne kadar merak etsem de derse geç kalmamak adına okuldan içeri girecektim ki İrfan Bey bana seslendi. “Eylül hocam, bir dakika buraya gelebilir misiniz?” gülümseyerek başımla onaylayıp onlara doğru ilerlerken, az önce İrfan Bey’e bir şeyler anlatan adamın yüzünü inceledim, onu tanıyordum.
“Tanıştırayım, Eylül Hocam, geldiği ilk günden beri okulumuza çok şey kattı, tüm öğretmenlerimiz kıymetli ancak kendisi hepimiz için özel. Koray Bey, Artuklu üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden öğrencilerini toplayarak okulumuza geldi. Okul binamızın dış duvarlarına çocukların ilgisini çekecek çizimler yapmak için buradalar.” Açıklaması hoşuma gitmişti, çocuklarım için yapılan her güzel şey benim için önemliydi, Koray'ı yıllar sonra görmek beni mutlu etmişti “Biz kendisiyle zaten tanışıyoruz İrfan Bey, Eylül benim çocukluk arkadaşım.” Diyerek elini uzattığında gülerek sıktım. “Hoş geldin, yıllar sonra burada karşılaşmamız ne büyük tesadüf, görüşmeyeli kaç yıl oldu?” diye sordum.
Koray benim çocukken en yakın arkadaşımdı, ben liseye başladığımda o son sınıftı, beni seviyordu bu tüm okulun fark ettiği bir durumdu çünkü kendisi bana fazlasıyla düşkündü, fazla korumacıydı, en ufak bir sorun yaşasam hemen çözer, defalarca benim için kavgalar ederdi, biraz öfke problemi vardı. Ayrıca kendisi dışında benimle arkadaşlık kurmaya çalışan erkekleri uzaklaştırırdı. O dönemler nedenini anlayamıyordum sonradan fark etmiştim, ben her zaman onu arkadaş olarak görsem de onun duyguları daha farklıydı. Babalarımız askerdi, ailecek de görüşmelerimiz olurdu. Fakat ben babamın tayini çıkınca okuldan ayrıldığımda bir kaç ay sonra iletişimimiz de kopmuştu.
“10 yıl oldu. Aslında ben seni buraya ilk geldiğin gün görmüştüm, okulun ilk günü buradaydım, öğrencilerimle geleceğimi söylemek için gelmiştim ama sen beni fark etmedin.” Gözlerime fazla derin ve özlemle bakıyordu. Yutkunduktan sonra beni dikkatle inceledi. “Seni gördüğüme gerçekten sevindim, teneffüslerde neler yaptığınıza bakmaya gelirim yanınıza, sonra da sana bir yemek ısmarlarım olur mu? 10 yılda neler yaptığımızı konuşuruz şimdi çocuklarımı daha fazla bekletmeyeyim.” İçten bir tebessümle beni onayladı. “Seve seve, ancak yemeği başka bir gün yiyelim bugün öğrencilerime yemek sözüm var uygun mu?” diye sordu.
“Ne zaman uygun olursan haberleşiriz, size kolay gelsin öyleyse,”
“İyi dersler Safinaz,” demesi beni gülümsetmişti, eskiden de hep böyle seslenirdi, ben ise kendisine Kabasakal derdim, lisedeyken bile son derece kalıplıydı, hâlâ öyleydi. Babam severdi Koray’ı, ben onunla aynı liseye başladığımda sevinmişti, beni ona emanet edecek kadar güvenirdi ama benim yüzümden kavga etmesinden pek hoşlanmazdı.
İlk iki teneffüs yanlarına gidememiştim, öğrencilerimin bir kısmı sınıfta kalmıştı, beslenme saatleri için yanlarında durmuştum, ayrıca onlar için yaptığım kurabiye ve börekleri vermiştim. Sonraki teneffüslerde ise yanlarına gittiğimde Koray kendi çizimine bakmama izin vermemişti. Zaten pek yanımda duramamış bugün bitirmek istediğinden sürekli çizimiyle ilgilenmişti. Ben öğrencilerinin çizimine bakarken onun çizim yaptığı duvara gidememiştim. Son dersin bittiğini gösteren zil çalınca tüm öğrencilerimin sınıftan çıkmasını bekledim, çantamı toparlayıp çıkacakken Semih sınıfa gelmişti. “Eylül, sonunda seninle baş başa kalabildik, konuşabilir miyiz?” tedirgin görünüyordu onu ciddi gördüğüm ilk an bile olabilirdi, başımla onayladığımda sınıfın kapısını kapatarak yanıma geldi.
“Neler oluyor? Köydeki tüm erkeklerle birlikte beni de sorguladılar, evine biri girmiş falan. Benden de mi şüpheleniyorsun?” direkt olarak kendisinden şüphem olup olmadığını sormasını garipsemiştim. “Sana özel bir durum yok, tüm köy şüpheli konumunda şu an, neden seni rahatsız etti bu durum?” sert bir nefes vererek cevapladı. “Rahatsızlıktan ziyade böyle bir duruma düşmek canımı sıktı, kimse bir sapık olduğunun düşünülmesini istemez sonuçta, peki DNA sonuçları çıktı mı? Kim olduğunu öğrendiniz mi?” bakışları fazlasıyla meraklıydı. “Yok,” dediğimde kaşlarını kaldırmıştı, birkaç saniye gözlerini kısarak beni izleyip, alt dudağını ısırdı. Tam bir şey söyleyecekti ki kapı açılınca ikimizin bakışları kapıya çevrildi. Koray gelmişti “Eylül, gelsene artık sür-” demişti ki Semih’i fark edince birkaç saniye çatık kaşlarla onu inceleyip devam etti “Özel bir şey mi konuşuyordunuz? Rahatsız etmedim umarım.” Gözleri hâlâ Semih’in üzerindeydi bu bakışlarını biliyordum, lisedeyken de çevremdeki erkeklerden rahatsız olunca bu şekilde bakarak, bakışlarıyla döverdi. “Yok, rahatsız etmedin, özel bir şey değil sana anlatırım yemekte.” Diyerek Semih’e döndüm “Söyleyecek bir şeyin kalmadıysa gideyim ben, daha eve gitmem gerekiyor. İşlerim var,” dedim.
“Yok, yarın görüşürüz,” diyerek Koray’a bir bakış atıp çıktı, Koray gülümseyerek boyalı elini uzattı, “Gel bakalım beğenecek misin? Tepkini çok merak ediyorum.” Çantamı alarak uzattığı elini tuttum. “Gözlerini kapatmama izin verir misin?” diye sordu.
“Bahçeye çıkınca kapatsan olur mu?” beni başıyla onayladı, bahçeye adım atar atmaz elini gösterip “Merak etme, boya kurudu, yüzüne bulaşmaz,” diyerek arkama geçip gözlerimi kapattı. Aldığı derin nefes dikkatimden kaçmamıştı, kokumu içine çektiğini anlamıştım. Yutkunma sesini duydum, hemen ardından “Düşmene izin vermem,” diyerek beni yönlendirdi. Çizimin olduğu duvara geldiğimizde durmamı istemişti. “Hazır mısın?” diye sordu.
“Evet, hazırım birazcık heyecanlandım ama,” dediğimde gülme sesini duydum. Yavaşça gözlerimi açtığında, karşımda gördüğüm çizim beni anlık şoka uğratmıştı. Kabasakal ve Temel reisin ortasında, ellerini karnında birleştirerek duran Safinaz, Temel reise bakıyordu ancak göğsünden fırlamak üzere duran kalbi Kabasakal’a doğru çizilmişti. “İlginç bir çizim olmuş, ressam burada ne anlatmak istiyor?” diye sordum.
“Bazen aklımız karışabilir, bakışlarımız başkasında olsa da kalbimiz asıl sahibini bilir. Ona gitmek ister,” diye açıklamada bulununca kaşlarımı kaldırarak başımı yana doğru hafifçe eğdim. Bir şey söyleyecektim ki duyduğum ses benim yerime konuşarak, bambaşka bir bakış açısı sundu.
“Bence aksine, bakışları kimdeyse kalbini yerinden çıkaracak kadar güçlü atmasını sağlayan aynı kişi, sonuçta gözler kalbin aynasıdır, kalbin kime aitse gözlerinde ondadır. Oysa kalbi diğer tarafa doğru diye onu seven ikinci adam kendi üzerine alınmış. Oysa o kalbi attıran kişi olmadığının farkında bile değil.” Bu açıklamayı Dinçer yapmıştı, tek kaşını kaldırarak Koray’ı inceliyordu, birkaç adımda yanıma gelerek elini belime atması beni şaşırtmıştı, hemen ardından bana dönüp “Beyefendi kim?” diye sordu.
“Koray, çocukluk arkadaşım, Artuklu üniversitesinde öğretim görevlisiymiş, okulumuzda böyle bir çalışma yapmak için gelmişler. Uzun zamandır burada ama bugün karşılaşabildik. Daha doğrusu o beni görmüş ama ben fark etmemişim,” Açıklamamla beraber kaşlarını hafifçe çatarak, çenesini kaşıdı. “Artuklu üniversitesi demek, anladım. Memnun oldum Dinçer ben,” diyerek elini Koray’a uzattı, Koray elini sıkarken bakışları beni buldu, gözleriyle Dinçer’i işaret ederek, başı ve mimikleriyle ‘kim bu?’ diye sordu. “Dinçer, benim komşum ve burada en yakın olduğum kişi,” dediğimde “Asker mi?” diye sordu. Dinçer kaşlarını kaldırdı “Nereden anladın?” diye sordu. Koray boğazını temizleyerek “Eylül şehit kızı ya, lojmanda kalıyordur, komşum deyince bir de kalıplı birisin duruşun dik, belli asker olduğun. Benim babam da asker, duruşunuzdan bile anlayabiliyorum.” Dinçer sabırla dinledi ama onu rahatsız eden bir şeyler olduğunu hissetmiştim. Birbirlerine ölümcül bakışlar atarlarken araya girdim. “Rıza amcanın askerlerinden, her neyse bizim şimdi gitmemiz lazım numaram var sende zaten, görüşürüz sonra,” diyerek vedalaştım. Arabaya bindiğimizde Dinçer sorgulamakta gecikmemişti. “Nasıl biri bu Koray?”
“Yani iyi biri,” diye kısa bir açıklamada bulunmuştum. “Aranız nasıldı? Sana karşı yaklaşımı falan, eski sevgilin mi?” son soruyu sorarken direksiyonu tutan eli, tutuşunu sertleştirmişti. “Hayır sevgilim değil, ailelerimizde yakındı.” dediğimde sabırsız bir nefes verdi “Tamam diğer soruma cevap ver, sana karşı tavrı nasıldı?” sesi sert çıkmıştı ama bağırmamıştı.
“Yani, fazla korumacıydı, zaten bir sene aynı okuldaydık sonra biz taşınınca görüşemedik. Başkalarıyla arkadaşlığımı kıskanırdı, benim için birçok kez kavga etmişliği vardır, Öyle işte,” başını birkaç kez aşağı yukarı salladı. “Sadece erkeklerle mi yoksa kız arkadaşlarına da karışır mıydı?” diye sormasına anlam verememiştim. “Fark eder mi? Yani erkeklere fırsat vermezdi, kızlarda bana zarar vereceğini düşündüklerine karışırdı işte. Hoşlanıyordu benden galiba, belki, emin değilim.” Giydiği gömleğin iki düğmesini açtıktan sonra yeni sorusunu yöneltti “Peki, seni ne zaman görmüş bunu biliyor musun?”
“Ne bu sorguda mıyım?” diye çıkıştım ama o bana sakince cevap verdi “Hayır, meraktan soruyorum sadece,” dediğinde ben de sakince cevapladım. “Okulun ilk günü buradaymış o da,” tam bir soru daha soracaktı ki elimi kaldırarak onu susturdum. “Sakın bir soru daha sorma, zaten eve geldik bana evimi göster.” Sinir bozukluğu ile güldü ama bir şey söylemedi.
Evin kapısının önünde dururken heyecanlanmıştım, kapıyı açtığında içeri girmeden koridordaki değişimi görmek bile beni mutlu etmişti, bu kadar kısa sürede burayı bile düzenlemişti, normalde boş olan duvarlarım, ailemle olan fotoğraflarımla süslenmişti, fotoğrafların etrafına, tüm fotoğrafları içine alan, çıtalar ile yapılmış ayrıca bir çerçeve vardı. Salonda herhangi bir değişiklik yoktu, o yüzden beni eski yatak odama yönlendirdi. İki beyaz dolap benim Ankara’daki evimdendi, onların arasına raflarla ayrı bir alan oluşturup köşeli bir dolap haline getirmişti, penceremin olduğu duvarda, pencerenin altına da raflar yaptırmış, içine çantalarımı yerleştirmişlerdi. Dördüncü duvarımı da raflarla döşemiş, bir kısmı bana ait, bir kısmı yeni olan ayakkabılar, birkaç dekoratif aksesuar yerleştirilmişti. İki dolabın arasındaki köşeye yaptırılan dolap ise kozmetik ürünlere ayrılmıştı. Ben olsam ben de bu şekilde yerleştirmek isterdim, dolabın kapağını açtığımda yeni kıyafetlerimin de yerleştirilmiş olduğunu gördüm, kıyafet ve kozmetikleri ben almıştım, benim anlamadığım birkaç kıyafet vardı ama çoğunu ben almıştım. “İç çamaşırlarını, kıyafetlerini Ceylan dizdi. Ayakkabı ve çantalarını Civan, Kozmetik ürünlerini de ben dizdim. Aradaki birkaç şeyi de hediye aldı Ceylan,” diye açıklamada bulunduğunda “Gerek yoktu,” diye mırıldandım. “Bunu Ceylan’a söylersin, ben hediyemi yatak odanda vereceğim,” diyerek göz kırptı. Yeni yatak odama doğru ilerledik, kapıyı açtığım an gördüğüm manzara karşısında adeta büyülenmiştim, duvarları kırık beyaz boyanmış, çift kişilik bir yatağın yanında son derece şık beyaz komodinlerin üzerinde farklı boyutlarda üçer adet mum şeklinde gece lambası yanıyordu, ışıltılı görünüşleri o kadar güzeldi ki sanki simli gibi görünüyordu. Yatağın üzerindeki sade yatak örtüsü de son derece şık görünüyordu. Odayı aydınlatan yalnızca komodin üzerindeki mum şeklindeki lambalar ve perdenin üzerine asılı led ışıklara eşlik eden makyaj aynamın çevresindeki ampullerdi. Odanın her detayı ayrı güzeldi. Küçük bir odaydı ancak eskisinden çok daha güzeldi. Köşedeki şifonyerin üzerinde de bir kar küresi ve kırmızı, küçük kadife bir kutu vardı. Dinçer uzanıp kutuyu aldıktan sonra karşıma geçti, “Beğendin mi?” diye sorarken beklentiyle bakıyordu, sanki vereceğim cevap onun için hayati önem taşıyormuş gibi bir ifadesi vardı. “Çok beğendim, her detayı ayrı güzel, bir yandan da mahcubum size, ne kadar uğraşmışsınız benim için,” bir elinde kutuyu tutarken diğer eliyle yüzümü okşadı, kutunun içinde ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. “Senin için zevkle yaptık, her şeyin en güzelini hak ediyorsun, zamanımız kısıtlıydı yoksa daha iyisini yapardım. Diğerleri yardımcı olmak için ısrar etmese tek başıma yapacaktım ama Ceylan’ın maşallahı var tam mesleğini bulmuş, çenesinden kurtulmak için dediği her şeyi kabul ettirir ve sana karşı garip bir hayranlığı var.” Ceylan’dan bahsederken yüzünü ekşitmişti ama çok umursamamıştım, aklım hâlâ o kutudaydı. Daha fazla dayanamadım. “Ne var o kutuda?” diye sorduğumda gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Bilmem aç kendin bak,” diyerek kutuyu bana uzattı, hemen elinden alıp açarken Dinçer dikkatle beni izliyordu. Kutunun içinde gördüğümle bir saniyeliğine kaşlarım çatılmıştı, çok güzel görünseler de anlam verememiştim. İki bileklik yan yanaydı, birinin ortasında anahtar şeklinde bir detay yanında siyah bir taş vardı, diğeri ise ortasında anahtarın girişi olan bir kalp ve yanında yeşil taş olan bileklikler çok şık duruyordu. Bakışlarım Dinçer’i bulurken işaret parmağını çeneme yerleştirip baş parmağıyla çenemi okşadı.
“Bu kalp şeklinde olan bileklik senin için, o kalp senin kalbini temsil ediyor, yanındaki anahtar ise kalbinin kapılarını açacak tek anahtar ve ben o anahtara talibim. Eylül kalbinin anahtarını bana verir misin? Kalbini yalnızca bana açar mısın? Ben kalbini açabilecek tek insan olmak istiyorum, çünkü benim kalbimi açabilen, içine girebilen tek kadınsın. Bu hiç değişmeyecek, benim kalbimin anahtarları değil direkt kalbim senin avuçlarında. Senin kalbin benim için açılır mı?” duyduklarımla ağzım açık kalmıştı, bu bir aşk itirafıydı ve hiç beklemediğim bir an gerçekleşmişti, bana ilgisi olduğunu, onun için özel olduğumu biliyordum bunu hissettiriyordu ama aşık olduğunu tahmin edememiştim, tıpkı onun kalbimin anahtarını zaten avuçlarında tutuyor olduğunu fark etmediği gibi.
“Bir şey söylemeyecek misin? Tamam belki anahtarını bana vermeyeceksin ama en azından bu bilekliği tak lütfen, anahtarı da hak eden kişiye sen verirsin. Ben beklerim seni, başkasına verirsen de üzülmem. Bu bilekliği koluna taktıktan sonra yalnızca bu anahtar ile açabilirsin, başka türlü çıkmaz kolundan, zinciri de çok güçlü kopmaz, üzerinde taşı en azından.” Gözlerini kaçırmıştı, ben ise kolumu uzatıp bilekliği takmasını istedim, anahtar şeklindeki bilekliği de elime aldıktan sonra kutuyu bir köşeye attım, bilekliği içinden aldığımı görmemişti, kutuyu fırlatmam onu rahatsız etmişti ama hiçbir şey söylemedi. Bilekliği taktığında çıkan ses ile kilitlendiğini anlamıştım, açacak tek kilit de az sonra benim Dinçer’in bileğine takacağım bileklikteki anahtardı. Bakışlarım kolumdaki bilekliğe kayınca “Bu yeşil taş da gözlerini mi temsil ediyor? Gözüm hep üzerinde mi demek oluyor yani?” morali bozuk olsa da güldü “Öyle, diğer bileklikteki siyah taş da senin gözlerini temsil ediyordu.” Söyledikleriyle beraber gülüşü soldu, uzanıp sağ elini tutarak bileğinde parmağımı gezdirdin. “Sen az önce bana aşkını ilan ettin değil mi?” diye sordum. “Evet ama doğru bir zaman değilmiş sanırım, itiraf ettim ve reddedildim. Bundan sonra bu itirafı hiç etmemişim gibi davranalım, bu itiraf seni benden uzaklaştırmasın, iki komşu, iyi dost olalım bari.” Dediğinde sesi kısık çıkmıştı, ikimizin de bakışları bileğindeydi. “Hayır, birinin benden hoşlandığını öğrendikten sonra eskisi gibi olamam, hiçbir şey yokmuş gibi devam edemem.”
“Bu ne demek Eylül, beni artık hayatında istemiyor musun?” onu sevmediğimi düşünüyordu, onu seviyor olacağım aklının ucundan bile geçmiyordu. “Yok, bu itiraftan sonra artık arkadaş kalamam seninle,” dediğimde kaşlarını çatarak kolumu tuttu.
“Sırf seni seviyorum diye beni hayatından mı çıkaracaksın? Eylül bu haksızlık değil mi? Söz veriyorum seni rahatsız edecek bir hareketim olmayacak.” Kolumu elinden kurtararak bilekliği bileğine taktım, ne yaptığımı anlayamıyordu, sadece beni izliyordu. Uzanıp yanağını avuçlarım arasına aldım. “Senin bu itirafından sonra arkadaş olmamız doğru olmaz, bu anahtarı uzun zaman önce zaten sana vermiştim ama farkında değildin. Bu anahtarı taşıyabilecek tek kişi sensin Dinçer.”
Gözleri ışıldadı birkaç saniye duyduklarının gerçekliğini sorguladı, bakışları gözlerimle kolundaki bileklik arasında gidip geldi, kahkaha atmaya başladığında ise akıl sağlığını kaybettiği düşünmüştüm. Hiçbir şey söylemeden beni belimden tutarak kendisine çekip öpmeye başladığında, öpüşüne hemen karşılık verdim. İlk öpüşmemizdi ama öpüşmemiz fazlasıyla aceleci ve tutkuluydu. Elim ensesini kavrarken iyice ona sokuldum. Dudaklarına son bir öpücük kondurup, dakikalardır süren öpüşmemizi sonlandırdım, nefes nefese kalmıştık. Yüzümü avuçları arasına aldıktan sonra “Doğru anladım değil mi? Duygularım karşılıklı, sen de beni seviyorsun değil mi?” dedi.
“Az önce bunu kanıtladığımı düşünüyorum ama illaki duymak istiyorsan söyleyeyim, Seni seviyorum Dinçer,”
🩶🤍🩶
Beni aşağıda yer alan sosyal medya hesaplarımdan takip edebilirsiniz, ayrıca WhatsApp kanalıma instagram öne çıkanlardan ulaşabilirsiniz orada alıntılar paylaşıyorum.
instagram: b_anemoia_
Twitter:b_anemoia