Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.BÖLÜM

@b_anemoia

Keyifli okumalar dilerim, lütfen oy vermeyi ve satır aralarında düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın ❤️

🔥🔥🔥


Geç gelen adaletin önemi var mıydı? Eda ve annesi öldükten sonra suçlunun cezasını alması ne kadar önemliydi ki? Benim için önemliydi aslında, öylece elini kolunu sallayarak dolaşamayacaktı artık. Tecavüz ettiği kanıtlanmıştı, DNA’sı üzerindeydi, birine haber vermiş olabileceğini düşünmediklerinden izleri silememişlerdi. Akeroğlu ailesinin diğer virüsleri onu içeriden çıkarmak için türlü yollara başvurmuştu ama Gurur komiser hepsini boşa çıkaracak bir yol bulmuştu. Eda'nın amcası, 7 yıl ceza almıştı. Önceden de hakkında cinsel istismar davaları açılmış ancak kanıtlanamamıştı. 7 yıl aslında az bir cezaydı fakat benzer dosyalarda alınan cezaların yanında bir nebze olsun daha iyiydi. Bunu sağlayan ise Gurur olmuştu. Savcı yakın bir arkadaşıydı, elleri de yeterince güçlüydü. Annesinin üzerinden ise kocası ve kayınpederine ait DNA bulunmuştu ama tecavüz olduğu ispatlanamadığı için onlar ceza almamıştı. Bu konudaki savunmaları mide bulandırıcıydı. Hatırlamak kanımı donduruyordu. Adam karısının onu babasıyla aldattığını söylemişti. Onların cezasını ise mahalleli kesmişti, gerçek yüzleri öğrenilince taşınmak zorunda kalmışlardı, bunun öğrenilmesinde minicik bir etkim olmuş olabilir.

Ailenin masum tek erkeği, yani Eda’nın abisi Tolga ise en büyük acıyı yaşıyordu, evinde yaşananları öğrenmek onun canını verdiği iki kayıptan daha çok yakmıştı. Mahkemedeki çığlıkları, hesap soruşu, ağlayışı hâlâ gözümün önündeydi. On gün geçmişti Eda’nın ölümünün üzerinden. Mahkeme gününden beri kabus görmüyordum. Son rüyamda iste Eda bana teşekkür etmişti. Balkonumdaki begonviller bile sanki Eda’nın yasını tutar gibi intiharının ertesi günü tüm çiçeklerini dökmüştü. Onun cansız bedeninin yerinde solmuş begonviller duruyordu, üç gün boyunca temizlenmemişti.

Yorucu geçen bir dershane gününün ardından eve gelmiştim ki apartman kapısının önündeki kargaşaya takıldı gözlerim. Aniden birinin itmesiyle geriye doğru savrulan bedeni görünce koştum. Mahalleli Tolga’yı linçliyordu. Tolga ise başını önüne eğmiş hiçbir tepki vermiyordu, bunu hak ediyormuş ve cezasını kabullenmiş gibi. Kalabalığı yararak Tolga’nın önüne geçtim, kollarımı iki yana açarak onu korumaya çalıştım. “Ne yaptığınızı sanıyorsunuz, onun ne suçu var!” diye bağırdım. “Sen çekil aradan, o aileden bu da, onlar gibidir. Babası ne ki oğlu ne olsun.” Diye bağıran Ayşe ablaya kaşlarımı çatarak baktım, “Haklı, çekil kız sen her şeyin içindesin, bu herifi mi koruyacaksın şimdi de,” diyen ise Sema ablaydı, kollarımı göğsümde kavuşturarak imayla baktım, belli ki sivri dilimden nasibini almaları gerekiyordu. “Demek anne babası neyse evlat öyledir, öyle mi? Peki o hâlde Ayşe abla, o zaman senin oğlunda kocan gibi sapık. Hiç belertme gözlerini, dükkanın önünden geçen kızlara salyalarını akıtarak bakıyor, laf attığını da hepimiz biliyoruz,” bakışlarımın yeni hedefi Sema ablaydı. “Ya sen Sema abla? Kaç kere başka adamlara kaçtın da kocan seni eve geri getirdi, kızın var senin de. O da anasına mı çeker? Tersinden bakalım bir de; benim annem de babam da ne kadar sessiz ve sakin kişilerdir. Bana bakın bir de, anneme mi benziyorum sizce, babama mı benziyorum yoksa. Kendinize gelin artık! Ebeveynlerin suçunu çocuklarına ödetmeyin, bu adam annesi ve kardeşini kaybetti, acısı zaten büyük neden tuz basıyorsunuz yarasına? Sarmanız gerekirken.” Herkes şaşkınlıkla izlerken, Ayşe’nin kocası üzerime doğru bir adım attı.

“Saçmalayıp bana iftira atmaya utanmıyor musun? Bak elimde kalacaksın o olacak!” diye bağırdığında bir ayağımı yere sertçe vurarak köpek kovuyormuş gibi yaptım. “Hoşt, git az ötede havla! Kim kimin elinde kalır orası belli olmaz, sen o eli bir kaldır bana, bak ben nasıl koparıp, üçüncü bacak niyetine takıyorum bir tarafına,” üzerime doğru yürüyordu ki aniden duyulan siren sesi ile durdu, herkes etrafa dağılırken ben arkamda kalan Tolga’ya döndüm. Hâlâ düştüğü şekilde yerde duruyor, bana şaşkın bir ifadeyle bakıyordu. Kaşı ve dudağı patlamıştı. Tutması için elimi uzattım. Bir bana bir elime baktığında hâlâ şaşkın görünüyordu. Polisler gelmişti ama umursamadım. Beni tanıyorlardı artık, beni görünce onlarında olayı önemseyeceğini sanmıyordum. “Yerin rahatsa kalabilirsin ama elim hiç rahat değil,” dediğimde elimi tutarak ayaklandı. “Teşekkür ederim,”

“Önemli değil,” dediğimde Gurur komiserin sesini duydum. “Senin yalnızca elin değil, dilinde rahat durmuyor? Yine ne yaptın da ortalığı karıştırdın Bahar!” gözlerimi devirerek ona döndüm. On gündür birbirimizden usanmıştık, sürekli dava için yanındaydım. “Sana da merhaba komiserim, neden ben karıştırmış olayım ki? Burada halkı bilinçlendiriyorum ben. Hiçbir şey yapmadım, baksana ne hale getirmişler adamı.” parmağımı uzatarak Ayşe ve Sema’yı işaret ettim. “Hep şu ikisi yaptı, toplumun huzurunu bozmaktan atın bunları içeri,” işaret ve baş parmağının arasına aldığı burun kemerini sıktı. “Ekip yeni geldi ama ben buradaydım, sizin apartmana gelmiştim, gördüm yani milleti kışkırtmanı.” Burnumu kırıştırarak ona baktım, “Hemen de ekiplere mi haber verdin yani? Bir de ben boş işlerle oyalıyor oluyorum, çağırdığı olaya bak!” diyerek omuz silktim.

Beni boş verip Tolga’ya döndü, “Kim yaptı bunu sana? Şikayetçi misin?” Tolga başını hızla iki yana salladığında araya girdim, “Şikayetçi tabi,” Gurur elini kaldırarak beni susturdu. “Değilim, ben kendim düştüm.” Dehşetle Tolga’ya döndüm. Susmamı isteyerek yalvarırcasına baktı bana. Mahalleliye döndüm, “Siz durun siz, bir daha bu adama saldırın bakın ben neler yapıyorum size, adımın Bahar olmasına aldanmayın, kışa çeviririm hayatınızı hem de baya böyle kara kış,” Gurur da onlara döndü “Dağılın,” homurdansalar da hepsi kısa sürede dağılmıştı, kimi polis geldiğinde gitmişti zaten. Komiser tekrar bana döndü “Çok göze batıyorsun Bahar! Yaptığın yanlış değildi ama yapması gereken sen değildin? Ya saldırsalardı sana da? Her halta polisi çağırıyorsun, yapman gereken an geldiğinde neden kahramanlık yapasın geldi? Korumaya çalışırken ikiniz birden linçlenseydiniz? Her şeyin fazlası zarar, cesaretin fazlası da aptallık.” Dudaklarımı ıslattım. “Bana dokunamazlar, polisten korkuyorlar çünkü, e ota boka polise gittiğim göz önünde bulundurulursa, bana hiçbir şey olmaz. Şimdi haber verecek zamanım yoktu.” tartışmayacaktım ama Oktay’ın sesini duyunca pek mümkün değildi.

“Komiserim, dönelim mi biz? Bahar’ı da götürmemizi ister misiniz?” sertçe ona döndüm. “Derdin ne benimle? Ben bir şey yapmadım diyorum!’’ Oktay alayla baktığında sıktığım yumruğu burnuna indirmemek için büyük bir savaş veriyordum ki bir el yumruğumu sarınca kafamda Oktay’ın kırılan burnunun görüntüsü silindi. Tolga yumruğumu fark etmişti. “Sakin ol,” diye fısıldadı. “Gidin siz, Bahar bir şey yapmadı, aranızdaki kavganın nedeni her neyse son verin. Eski sevgili misiniz siz? Sürekli tartışıyorsunuz,” Gurur’un son cümlesi Oktay’ı dehşete sokarken ben öğürür gibi bir ses çıkarmıştım. “Tövbe de komiserim, evlerden ırak. Ben henüz bu mükemmelliği hak edecek birini bulamadım, e birde malum ortalık karıştırmaktan aşka ayıracak zaman bulamıyorum.” Diyerek saçlarımı savurdum, Oktay öfkeyle dişlerini sıkarken Uğur gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Gurur baş işareti yaptığında gelen ekip geri döndü. “Ortalık karıştırmak değil de, bu sivri dilin yüzünden sana kimse yaklaşmaz Bahar! Komşularına, görev arkadaşıma hakaret etmeye devam edersen muhtemelen bir süre seni misafir etmemiz gerekecek.” Umursamazca omuz silktim.

“Yabancısı değilim, henüz nezarethaneye girmedim ama evimde gibi hissederim sorun yok yani. Siz buraya neden gelmiştiniz? Beni mi özlediniz yoksa komiserim, iki gündür gelmiyorum yanınıza malum.” Başını yana eğerek, kaşlarını kaldırdı. “Çok özledim, bana rahat batıyor biliyor musun? Hatta o kadar özledim ki üst katına taşındım.” Açıkça benimle alay ediyordu ama ben şoka girmiştim. “Ne yani? Şimdi sen artık üstümde mi oturuyorsun?” dediğim an boğazında bir şey kalmış gibi öksürmeye başladı, bakışlarımı Tolga’ya çevirdim o da bana garip bir şekilde bakıyordu. Gurur’un sırtına vurmaya başladım, çatık kaşları, kocaman açtığı gözlerle bana baktı. “Senin cidden dilinin bir ayarı yok,” bu defa kaşlarını çatan ben oldum. “Ne dedim şimdi ya?”

“Neyse Bahar, artık komşuyuz, ev sahibim beni senin hakkında fazlasıyla uyardı. Kadını nasıl bezdirdiysen senin komşun olacağım için yıpranma payı diyerek oldukça uygun fiyata kiraladı evi bana!” homurdanarak gözlerimi devirdim, Tolga büyük bir ilgiyle bizi izliyordu. “Halt etmiş o kadın bir kere, ben bezmiştim ondan, çiçeklerime zarar veriyordu, sene olmuş bilmem kaç halılarını silkeliyordu, apartman kurallarından bir haberdi, ayrıca çiçeklerimin üzerine deterjanlı su dökmüştü, sen halı silkelemediğin ya da çiçeklerime zarar vermediğin sürece sorun yaşamayız, varlığım yokluğum bir olur. İstersen gürültü yap, her gün tadilat yaptır sesim çıkmaz, hassas noktam çiçeklerim. Onlara zarar verirsen seni dava ederim.” İnanamıyormuşçasına baktı bana, “Neden halı silkeleyeyim ki ben? Aklımı bulandırdın iyice ya, çok konuşuyorsun Bahar. Her neyse, mahallemde sakinlik istiyorum demem yeterli olur umarım, burada olduğum süre boyunca diğer komşularla atışma ve kimseye hakaret etme!” uyarıları bitmiyordu. “Ya sen neden benim üst katıma taşındın, koskoca şehirde başka ev mi yoktu?”

“Çok hevesliydim sana o yüzden geldim buraya. Olsa gelmezdim herhalde, karakola yakın bulabildiğim tek boş evler bu apartmandaydı. Biri alt katın biri üst katın, ben üstte olmayı severim, o yüzden üst katını tuttum.” Son cümleyi söylerken yüzünde değişik bir sırıtma vardı. “Şey ben artık gideyim, teşekkür etmek için bekledim ama tartışmanız bitecek gibi değil,” diye mırıldanan Tolga’ya döndüm. “Nereye? Dur sen işim var seninle.” dediğimde Tolga’nın sorması gereken soruyu Gurur sormuştu.

“Ne işin var?” kollarımı göğsümde birleştirerek dik dik baktım. “Hayırdır komiserim, sorguda mıyım? Size açıklama yapmam gerektiğini bilmiyordum.” Sıkıntılı bir nefes verdi. “Ne yaparsan yap Bahar. Bir de artık siz diye mi hitap edeceksin yoksa sen diye mi karar ver,” diyerek arkasını dönüp gitti. “Değişik adam ya, bir de geldi bana komşu oldu?” diye homurdandım. “Benimle işin ne? Bu arada teşekkür ederim, kendini riske atmana değecek biri değilim. O linci hak ettim ben.” Gözlerimi devirerek ofladım. “Önce bir evime çıkalım anlatacağım,” şaşkınca suratıma baktı. “Beni evine mi alacaksın? Az önce ailemden dolayı söylenenlere rağmen mi? Onlar gibi olacağım seni korkutmuyor mu?” boynumu esnettim. “Korkutmuyor, düşüncelerimi dile getirdim az önce, öyle biri olduğunu düşünsem seni korumazdım. Hadi düş önüme,” birkaç saniye boş boş gözlerime baktıktan sonra ilerideki bavulunu alarak arkamdan gelmeye başladı.

Asansör fobimden dolayı merdivenlere yöneldim. “Sen istersen asansörden çık, beşinci kat. Ben asansör kullanamıyorum, beklersin beni. Bak kaçmak yok önemli,” birkaç saniye bekledikten sonra bavulunu asansöre yerleştirerek yukarı yolladı ve benimle merdivenleri kullanmayı tercih etti. “Asansör fobin mi var? Ya 10. Kata çıkmak zorunda kalırsan” diye sordu. “Yalnız başına binmem ve yüksek binalara mümkün oldukça gitmem, korkuyorum, asansör istediğim kata çıkana kadar geçen zaman bana yıllar gibi geliyor, her asansör kullanmak ömrümden 1 yıl alıyor.” Şaşkınca bana baktı. “Garip, daha önce asansörde mi kaldın ki? Neden korkuyorsun?” diye sordu bu defa. “Hiç kalmadım ama korkuyorum işte, nedenini bilmiyorum, korktuğum diğer şeylerin nedenini bilmediğim gibi,” bu defa düşünceli bir ifade vardı suratında. “Başka nelerden korkuyorsun ki?”

“Mavi gözlere bakmaktan ya da genel olarak gözlerden korkuyorum, böyle bazıları gözlerini belerterek bakıyor ya, ya da marifetmiş gibi göz bebeklerini kaydırarak tamamen beyaz hale getiriyorlar, bakamam öyle olunca. Sonra klostrofobim de var, öyle bir boyutta ki, geniş bir salonda kapıyı kilitleseler bile korkmama yetiyor. Bastığım yer sağlam değilse de korkuyorum, şöyle anlatayım, asla kopmayacağına emin olsam bile şu tahta köprüler olur ya, çıkamam asla, fare, böcek falan bunlardan da korkuyorum, kanatlı hayvanların hepsinden korkuyorum. Çığlık sesinden de korkuyorum. Başka varsa da şu an hatırlamadım,” diyerek omuz silktim. “Bu kadar fobiye rağmen nasıl yaşıyorsun? Hayat senin için çok zor olmalı, hepsinin bir nedeni vardır mutlaka,”

“Yok, ben alıştım artık, nedenleri varsa bile ben bilmiyorum.” evime gelmiştik bile, Tolga asansörden bavulunu alırken ben kapıyı açıyordum. “Ailen bir şey demez mi gelmeme?” diye sordu. “Tek yaşıyorum ben,” bu açıklamam onu şaşırtmıştı. “Tek mi yaşıyorsun, peki şu kilit korkusu sorun olmuyor mu?” Bavulunu girişe bıraktığında ben çantamı vestiyere fırlattım. “Kilitlemiyorum,” salona geçtiğimizde koltuğa oturmasını istedim, o ise çatık kaşlarla bana bakıyordu. “Tek başına yaşayan bir kadın için tehlikeli bir durum bu, hırsız girerse ne yapacaksın? Çok iğrenç bir dönemde yaşadığımız farkında mısın? En yakının bile zarar verebiliyorken,” son cümlede sesi titremiş, bakışlarını indirmişti. TV ünitesinin kapağını açarak içindeki ilk yardım çantasını aldım. “Polis ne işe yarıyor? Üstelik biri üst katımda artık, ayrıca sitenin girişinde güvenlik var,” diye açıklama yaptıktan sonra yanına oturdum. Kucağıma aldığım çantayı açarak içinden tentürdiyot ve pamuk çıkardım, Tolga ise çantanın fermuarının sesini duyunca fark etmişti, “Ne yapıyorsun?”

“Sence? Yaran mikrop kapacak,” o bana şaşkın bir halde bakarken, pamuğun üzerine tentürdiyot dökerek önce dudağının kenarına hafifçe bastırdım, “Acırsa söyle,” dudağının kenarındaki yarayı temizlerken hiçbir tepki vermeden beni izlemişti, benim bakışlarım yarasında olsa da, üzerimdeki bakışlarını hissediyordum. Pamuğu değiştirerek kaşındaki yaraya hafifçe bastırdım, yine herhangi bir tepki vermemişti, elim kimi zaman ağır olsa da, yaraları sararken hafifti, yerine göre. Kaşına da pansumanı yapıp, yara bandı taktıktan sonra gözlerimi gözlerine çevirdim. “Neden bana öyle bakıyorsun?” diye sorduğumda gözlerini kırpıştırdı. “Bana neden yardım ediyorsun? Ben sana herhangi bir iyilik mi yaptım?” homurdanarak çıkan çöpleri toplayıp çöpe atarak tekrar salona döndüm. “Neden sana yardım etmem için bir nedene ihtiyacım olsun? Kim olduğunun önemi yok, ben biliyorum senin onlar gibi olmadığını, bu yeterli. Beni şey gibi düşün iyilik meleği, ay yok bu hiç olmadı, içimdeki şeytana haksızlık olur böyle dersek. Masumsan görebileceğin en iyi insan olabilirim, ha yok kalbi katrana bulanmış bir yaratıksan ki ben onlara insan demiyorum, o zaman şeytanın bile imreneceği kadar kötü biri olabilirim. Sen o şeytanı görmeyi hak edenlerden değilsin?”

Söylediklerimi pür dikkat dinlemişti, “Herkes benim onlardan olduğumu söyledi, kimse benim ne hissettiğimi umursamadı bile, yaşadığım yıkımı kimse görmedi ama sen gördün. Kimseye kendimi açıklama ihtiyacı duymadım, evet ailemden nefret ediyorum, tiksiniyorum ama bana söylenen her şeyi hak ettiğimi de düşünüyorum. Onlardan biri olmamam beni masum yapmaz, benim suçum görememek, kör gibiyim annem neler yaşamış görememişim, kız kardeşim neler yaşamış bana anlatamamış bile, ne iyi bir evlat ne de iyi bir abi olabildim. O yüzden başıma gelen her şeyi hak ediyorum ben,” ağlamaya başlamıştı, bu yüzden gözyaşlarını bir hışımla silerek bakışlarını kaçırdı. “Eda seni böyle görmek istemezdi, sana güvenmediği için değil seni korumak için sessiz kaldılar,” dediğimde bakışları hızla beni buldu.

“Beni teselli etmek için mi söylüyorsun yoksa bunu sana Eda mı söyledi? En son seninle konuşmuştu değil mi? Ne dedi sana? Seni suçlamıyorum ama ikna olmayacak kadar mı canı yanmıştı? Senin dilinle yapamayacağın yok, ikna edebilirdin.” Gözlerimi sıkıca yumarak gözyaşlarımı durdurmaya çalıştım ama başaramadım. “İkna olmuştu, elimi tutmak üzereydi ama sonra bir ses duyduk içeriden, hangisiydi bilmiyorum. O sesi duyduğu an kaskatı kesildi bir saniye geçmeden de atladılar,” elleriyle yüzünü ovuşturdu. “Allah belamı versin ya, nasıl bu kadar kör olabilirim!” yüzüne iki avucuyla vurmaya başlayınca karşısına geçip ayakta durdum, ellerini yüzünden çekerek kendisine zarar vermesine engel oldum. Ellerimi sıkıca tuttu, bana bakarken acısını hissetmiştim. Orta sehpaya oturarak onunla aynı hizaya geldim “Bana senin bu iğrenç hayattan kurtulmanı istediği için sustuğunu söyledi, abim kendini kurtarsın dedi. Yaşadıkların çok ağır biliyorum, sen de yalnız olmadığını bil olur mu? Ne zaman istersen seni dinlerim ki iyi dinleyiciyimdir. Ağlama diyemem ağla, at içindeki zehri ama ne olursa olsun kendini baban, amcan ya da dedenle bir tutma. Bazen göremezsin, zaten Eda da söylemişti, o da sen o evden çıkana kadar fark etmemiş, neden biliyor musun? Onlar senin kendileri gibi aşağılık biri olmadığını biliyordu, öğrendiğin zaman sonlarının geleceğini bilip korkuyorlardı. Kendine haksızlık etme sakın. En kısa sürede toparlan, okulunu bitir, annen de Eda da seni izliyor, başarılarınla, dik duruşunla hep gurur duysunlar seninle.”

Ellerimiz hâlâ birbirine kenetliydi. “Adın gibisin Bahar, tüm renkleri içinde taşıyorsun, hatta yalnızca bahar renkleri değil, sen her rengi taşıyorsun. Teşekkür ederim, söz veriyorum bir an önce toparlanacağım, düşecek gibi olursam sana gelebilir miyim?” başımı hafifçe yana doğru eğdim, “Her zaman gelebilirsin, hatta arada iyi olduğun zamanlarda da gel ki eğlenelim biraz,” ellerini çekerek gözyaşlarını sildi, başını hızla aşağı yukarı salladı. “Mahalleliye nasıl ayar verdin sen öyle ya? O komiser peki, ona ne yaptın da böyle sanki bıkmış gibiydi?” dediğinde kıkırdadım.

“Hiç, henüz yani. Sadece o değil karakoldaki herkes benden bıktı, zamanla anlarsın, hatta önceki komiser benim yüzümden tayinini istedi, oysa ben huzur ve güvenliği sağlamalarına yardımcı oluyorum. Her olayda onlara koşuyorum sadece. Ay sen asıl o huysuz gudubet Oktay’ı gör, o görev süresi dolar dolmaz gider buradan.” Kaşları havalandı. “Oktay hangisiydi?” diye sordu.

“Şu komiser bizi eski sevgili sandı ya hani, o nursuz işte,” ben yüzümü ekşitirken Tolga gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Gerçekten hayatımda tanıdığım, hatta sanırım tanıyacağım en garip insansın, bana karşı değildi yanlış anlama ama dilinle karşındakini çileden çıkarabilirsin, hatta delirte de bilirsin. Ama bir yandan da ruhuna şifa da olabilirsin, çok garipsin.” Saçlarımı geriye doğru savurdum. “Beni daha iyi anlatamazdın, beğendim. Neyse sen farklı bir şehirde okumuyor muydun?” diye sordum. “Öyleydi ama buraya geçiş yaptım, sürpriz yapacaktım annemlere ama asıl sürpriz bana yapıldı.” Sesine bulaşan kederi hissedince dağıtmaya karar verdim. “Alkol kullanıyor musun?” diye sordum, sorum onu şaşırtmıştı, “Evet, ara sıra da neden sordun?”

“Kalk azıcık içelim, yasını tutmaya devam et, eğlenmeye gidelim demiyorum sana azıcık içelim dertleşelim. Ha ama lütfen sarhoş olursam beni eve bırakır mısın? Zahmet olmayacaksa tabi ki? Sonra eve geldim sanarak sahilde bir bankta buluyorum kendimi, bazen de parkta falan,” ilk defa gülmüştü, sessiz ve kısa süreliydi ama yine de yeniden hayata döndüğüne dair bir ışık yanmıştı.

“Olur içelim,” biraz sarhoş olmadan içini dökemeyecekti, Tolga bana Eda’nın emanetiydi ve onun karanlığa gömülmesine izin vermeyecektim.

Loading...
0%