Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16-ZAAFLAR

@b_anemoia

Keyifli okumalar dilerim, lütfen yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayın ❤️

 

☀️☀️☀️


15 YIL ÖNCE

Güneş henüz iki gün önce babasından yediği dayaktan kalan son yara izinin üzerine de renkli yara bandını yapıştırdıktan sonra kollarına ve bacaklarına bakarak gülümsedi. Canı çok yanmıştı fakat bu renkli yara bantlarını çok seviyordu çünkü bu bantlar sayesinde çektiği acıları bile süslediğine inanıyordu, hatta bazı zamanlar yaralarının üzerine küçük çıkartmalar yapıştırır ve kıkırdardı. Sina öğretmişti bunu, babası almadan önce ne zaman yaralansa, Güneş'in renkleri sevdiğini bildiğinden renkli yara bantları ya da yapışkan süslemelerle yarasını kapatır, güzelleştirerek iyileştirdiğini söylerdi. Güneş canı yanınca değil bedeninde iz olunca ağlardı çünkü. Bedeninin güzelliğini çok önemsiyordu.

 

 

 

Sonunda işini bitirip bahçeye çıktı ve köşedeki hareketlilik dikkatini çekti, yavaşça yaklaştı ve gördüğü beyaz yılanı hayranlıkla izlemeye başladı, yılanın hareket etmediğini görünce hasta veya aç olduğunu düşündü, koşarak mutfağa gidip buzdolabında bulduğu üzümlerin tanelerini koparıp avucuna doldurarak tekrar bahçeye koştu. Getirdiği üzüm tanelerini yavaşça yılanın önüne bırakıp biraz uzaklaştı ve tekrar hayranlıkla izlemeye başladı.

 

 

 

"Ben ne zaman hasta olsam teyzem bana meyve yedirirdi, mandalina getirirdim ama ağzın küçük ve ellerin yok, sen soyamazdın ama üzüm yiyebilirsin, üzüm de meyve sonuçta. Burada hiç arkadaşım yok seninle arkadaş olur muyuz?" dedi. Yılan yavaşça daha çok kıvrılınca Güneş elini ağzına götürüp kıkırdadı. Ancak bu mutluluğu uzun sürmemişti, babasının öfkeli sesini duyunca hızla yerinden doğruldu ve kapıya koştu, yeni arkadaşını görürse babası onu da görmesine engel olur diye düşündü.

 

 

 

Babası Güneş'i görür görmez sert bir tokat attığında küçük kız tokadın etkisiyle yere düştü. "Sen beni öğretmenine şikâyet mi ettin? Ona seni dövdüğümü mü söyledin?" kızın saçlarını tutup başını geriye doğru sertçe itince Güneş ağlamaya başladı.

 

 

 

"Söylemedim dizimdeki yaraları gördü ben düştüm dedim valla söylemedim, söylersem polisler seni götürecek neden söyleyeyim?" dedi ancak babası inanmadığı için saçlarından tuttuğu kızı yere savurdu, başını hafifçe bahçeye inen merdivenin köşesine vurduğunda başı kanamaya başladı ancak babası öfkesini alamamıştı. Yeni bir tokat daha attıktan sonra tekrar saçlarından tuttu "Yalancı! Bu kadar işim arasında seninle mi uğraşacağım bir de, çok oldun artık sen!" dedikten sonra tekrar başını merdivenin köşesine vurmak için hamle yapmıştı fakat hafif bir çığlık atarak geri çekildi. Gözü dönmüştü ve karşısındakinin küçük bir kız çocuğu olması, üstelik kendi kızı olması umurunda bile değildi öldürmek istiyordu. Fakat bacağında hissettiği acı ile birlikte geri çekilmişti, hemen yanında duran beyaz yılanı görünce acıyla bir çığlık daha attığında Güneş'de yılanı fark etmişti.

 

 

 

O ana kadar bir köşede sessizce bekleyip olanları sadece izleyen Kenan Keskinkılıç arkadaşına doğru koştu, önce belinden çıkardığı silah ile yılanı öldürdü sonrasında hemen arkadaşını hastaneye götürdü, Güneş'in de başı kanıyordu 'neden beni götürmüyorlar' diye içinden geçirdi Güneş. Yediği dayaktan bile daha çok canı yanmıştı Güneş'in, yeni arkadaşı onu kurtardı fakat o da öldü, o merdivenlerin önünde diz çöküp kanayan başını umursamadan saatlerce ağladı.

 

 

 

GÜNÜMÜZ

 

Sevdiğin, değer verdiğin bir kaybın yaşattığı acı anlatılmazdı, bir yılan besliyor olmam herkes tarafından yadırganırdı, beni yadırgamayan yalnızca Can olmuştu. Can zaten yaptığım hiçbir şeyi yadırgamazdı, ne yaparsam yapayım yanımda dururdu. Turan çocuk yurdu açıldığında henüz 4 yaşındaydık Can'ın annesi Mehtap Hanım komşumuzdu ve teyzem ile çok iyi anlaşırlardı zaten işi de bu olduğu için yurdun müdiresi olmuştu, hâlâ görevine devam ediyordu Can ile o zamandan sonra daha da samimi olmuştuk, zaten öncesini hatırlamıyorduk.

 

Şimdi ise herkesi uğruna karşıma aldığım kızımın cesediyle karşı karşıyaydım, biri eve girmiş ve onu boylu boyunca ortadan ikiye kesmişti. Dizlerimin üstüne çökmüş hıçkırarak ağlıyordum, sağım da Hakkı ayakta durmuş tepkisizce Elmas'ıma bakarken sol tarafımda duran Sıraç bana sıkıca sarılmış sakinleştirmeye çalışıyordu. Gördüğüm manzaradan dolayı kendimi kaybetmişken fark etmediğim kâğıdı Hakkı fark edip aldığında gözlerim Hakkı'ya çevrildi. "O ne?"

 

"Bilmiyorum bunu yapan kimse o bırakmış olmalı," hemen yerimden doğrulup Hakkı'nın elindeki kâğıdı açtım.

 

'Sana bir sonraki hatanın bedelini ödeyeceğini söylemiştim sevgili yeğenim, benim de sana olan sabrımın bir sınırı var, sana fiziki bir zarar vermeyeceğimi düşünerek beni karşına alıyorsun fakat ruh sancısı çok daha büyük acı verir ve ben senin ruhunun çekeceği acıyı umursamıyorum. Aklınca beni zaafımdan vurdun fakat ben kaybettiğim malları bir şekilde telafi edebilirim ancak sen çok sevgili kızının yerini doldurmayacaksın. Benden sana dayın olarak ufak bir tavsiye zaafların olduğu sürece karşına kimseyi alma, hele ki bu kişi senin hakkında kimsenin bilmediği şeyleri bile biliyorsa...

 

 

 

Çok sevdiğin dayın Kenan'

 

Okuduklarım karşısında gözyaşlarım durmuş, yerini büyük bir öfke almıştı, elimdeki kağıdı buruşturup yumruğumu sıktım. "Yemin ederim sana bunu çok acı ödeteceğim." diye mırıldandım. "Kenan mı?"

 

Sıraç'ın sorusu ile birlikte başımı yavaşça aşağı yukarı salladım "Bir süre kazandım sansın intikamım çok acı olacak, şimdi kızımı gömmem gerekiyor." cevap vermelerini beklemeden Elmas'ın küçücük yatağının üzerinde duran örtüyü alıp parçalanmış bedenini içine koydum ve bahçeye yöneldim. Çok sevdiğim kiraz ağacının altına gömdükten sonra bir süre öylece oturup gömdüğüm yeri izledim, daha sonra doğrulup üzerimdeki toprağı silkeledim. Bahçede geçirdiğim süre boyunca Hakkı ve Sıraç bana müdahale etmemiş, sadece uzaktan seyretmişlerdi çünkü yanımda istememiştim.

 

Bahçedeki kameriyeye oturduğumda yanıma geldiler. İlk konuşan Sıraç olmuştu "Ne denir bilmiyorum canın çok yanıyor olmalı, Elmas ve Can burada olsaydı daha çabuk atlatabilirdin ama bizim de yanında olduğumuzu ve mutlu olman için ne gerekiyorsa yapacağımızı bil olur mu?"

 

"Elmas ve Can gelince söylerim akılları burada kalmasın, özellikle Can asla duramaz orada ihtiyaçları var Can'a, Sina zaten asla öğrenmeyecek nasıl öldüğü konusunda bir yalan bulurum, Kenan'ın yaptığını öğrenirse benim de yaptığımı öğrenir bu işe bulaşmasını istemiyorum."

 

"Peki şimdi ne yapmak istiyorsun? Eve gidelim uyu biraz, uyuyamadın bugün," henüz bir cevap vermemiştim ki Sıraç'ın telefonu çaldı "Amcam arıyor," dedikten sonra kaşlarını çatıp telefonu açtı. "Efendim... Benim yanım da ne oldu?.. Tamam geliyoruz." telefonu kapattıktan sonra bana döndü. "Deden seni odan da bulamayınca telaşlanmış eve gidelim,"

 

"Dedem odama neden girmiş bu saatte?"

 

"Gidince kendisine sorarsın."

 

◇◇

 

Eve girdiğimizde Asaf abi, Miraç ve dedem salonda oturmuştu, biz girer girmez dedem telaşla ayağa kalkıp hızla yanıma geldi. "Bu yaşta bu kadar atik olman şaşırtıcı," canım yanıyordu bu yüzden daha saldırgan bir haldeydim “Neredeydin sen bu saatte? Seni göremeyince ne kadar korktum haberin var mı?"

 

"Asıl sen bu saatte odam da ne arıyordun?"

 

"Kötü bir rüya gördüm kontrol etmek, iyi olup olmadığından emin olmak istedim."

 

"Belki de uykumda öldürecektin beni," sinirimi dedemden çıkardım. "O nasıl söz? Seni öldürmek istesem haftalardır iyileş diye uğraşmazdım, sen benim kızımın emaneti, canımın canısın, neredeydin sen daha doğrusu siz üçünüz bu saatte ne haltlar karıştırıyorsunuz?" dedi sırayla üçümüze bakarak. Pek alınmış gibi görünmüyordu.

 

"Ben Hakkı'ya kaçtım, kaçarken Sıraç bizi fark edip peşimize düştü, yakalayınca da mecbur geri dönmek zorunda kaldık." bana bakan şaşkın ve öfkeli gözleri umursamadan kendimi tekli koltuğa attım. Dedem ve Asaf abi öfkeyle Hakkı'ya dönerken, Sıraç ve Miraç hayretler içerisinde bana bakıyordu. Hakkı ise kendisine öfkeyle bakan gözleri fark etmemişti bile, ağzı açık kaşları havalanmış bir şekilde bana bakıyordu. "Hakkı ne demek oluyor bu!" diye gürledi Asaf abi, Hakkı ise hâlâ kıpırdamadan bana bakıyordu sonunda olaya açıklık getiren Sıraç olmuştu. "Sakin olun yok öyle bir şey, Güneş her zamanki gibi ortalığı karıştırmak için söyledi, şimdiye kadar alışmış olmanız gerekliydi,"

 

"Neredeydiniz öyleyse?" diye sordu dedem, Hakkı izin isteyip salondan ayrılırken Asaf abi, Sıraç ve Miraç karşımdaki koltuğa, dedem yanımdaki tekli koltuğa oturdu.

 

"Biliyorsunuz Güneş yılan besliyordu, uyuyamamış onu almaya gitmiştik," Sıraç'ın söylediklerinden sonra gözlerim dolmuştu. Miraç ise "Burada mı o?" diye sordu korkarak. "Değil artık korkacağın bir şey kalmadı çünkü kızım ölmüş," dedim ve cevap vermelerini beklemeden odama çıktım.

 

SIRAÇ ADEM ADEMOĞLU

 

Güneş ardında bıraktığı şaşkın bakışları umursamadan odasına çekildi, soruları yanıtlama görevi bana düşmüştü. İlk soru Remzi amcadan geldi. "Nasıl oldu bu? Çok mu değerliydi onun için?"

 

"Nasıl olduğunu bilmiyoruz gittiğimizde ölmüştü ve evet çok değerliydi, cesedini gördüğünde geldiği hali görseydiniz anlardınız beni çığlığı, hıçkıra hıçkıra ağlaması hâlâ kulağımda." Güneş'in o hali gözümün önünden gitmiyordu ve acısı bana daha büyük bir acı veriyordu, keşke acısını ondan alabilsem, onun acılarını da ben çeksem, yeter ki o ağlamasın göz yaşlarının kalbimde nasıl büyük bir yangına neden olduğunu bilse bir daha ağlamazdı belki. "Ailesine haber mi versek destekleri iyi gelebilir," dedi amcam.

 

"Hayır istemiyor döndüklerinde söyleyecekmiş,"

 

"Çok üzülmüştür şimdi gece güneşim biz destek oluruz ona değil mi?"

 

"Olacağız tabi ki, her neyse ben de uyuyayım biraz kahvaltıda görüşürüz," bende odama çıktım. Güneş tam karşı odam da kalıyordu, bir an önce onun yanına gitmek için kapının önünde durdum fakat belki uyumuştur diye vazgeçip kendimi yatağa bıraktım.

 

☀️

 

Saat öğleden sonra ikiyi geçtiği halde henüz uyanmayan Güneş Remzi Beyi telaşlandırmıştı. Torununun uykuya olan düşkünlüğünü bilmediği için hasta olmasından endişeleniyordu.

 

"Sıraç oğlum, sen acaba bir kontrol mu etsen, bu kadar uyumasın şimdi ben giderim ama dün verdiği tepkiden sonra doğru değil diye düşünüyorum, hem siz anlaşıyorsunuz onu sakinleştirebiliyorsun."

 

"Tamam Remzi amca ben bakarım şimdi, siz de endişelenmeyin Güneş sizi anlayacaktır, sadece zaman verin zor bir dönemden geçiyor," Güneş'in odasına çıktım. Kapıyı birkaç kez çaldım cevap vermeyince odaya girdim, gördüğüm manzarayı saatlerce izleyebilirdim. Sırt üstü uyuyordu, başını sağ tarafa yatırmış, bir eli başının yanında, bir bacağını dizinden kırmış uzattığı diğer bacağına yaslamış, üstü açık bir şekilde uyuyordu. Üzerine giydiği ince askılı bordo saten geceliği yukarı sıyrılmış, bacaklarını daha da güzel göstermişti, bir askısı omzundan aşağı düşmüştü, gördüğüm manzara yutkunmama sebep oldu. Bu görüntüyü izlemeye kesinlikle doyamazdım fakat Güneş aniden derin nefesler almaya, mırıldanmaya ve yerinde kıpırdanmaya başlayınca kâbus gördüğünü anlayıp uyandırmaya çalıştım 'baba lütfen yapma' diye mırıldanıyordu, onu hafifçe sarstığımda sıçrayarak uyandı.

 

Uyanınca ona sarılıp sırtını yavaşça okşadım "şş geçti kabustu," o da sarılmama karşılık verdi, yavaşça benden ayrılıp tekrar başını yastığa koydu. "Artık uyanmalısın, saat öğleden sonra üçe geliyor Güneş,"

 

"Gözlerim açılmıyor," dedi ve birkaç saniye sonra çığlık attığında irkildim.

 

"Neden her yer karanlık? Kör oldum hiçbir şey göremiyorum," bir süre boş boş baktım, sonra kahkaha atarak göz bandını çıkardım. "Şimdi açabilirsin gözlerini Güneş kör falan olmadın, uyku bandını çıkarmamıştın sadece." yavaşça gözlerini açtı birkaç kez gözlerini kırpıştırdıktan sonra bana baktı "Bir an çok korktum, kör oldum sandım."

 

"Uyandıktan sonra kendine gelinceye kadar çok tatlı oluyorsun."

 

"Kendime geldikten sonra tatlı değil miyim?" dedi kaşlarını hafifçe çatıp yatakta bağdaş kurarak otururken, gözlerim bacaklarına kaydı, hemen bakışlarımı tekrar yüzüne çevirip muzipçe gülümsedim "Sessiz kalma joker hakkımı kullanmak istiyorum," tek kaşını kaldırarak

 

omzuma yumruk attı, eli gerçekten ağırdı, omzumu tutarak güldüm. "Hadi hazırlan aşağı in bir şeyler ye, deden seni çok merak ediyor."

 

"Tamam hazırlanıp geliyorum in sen,"

 

Salona indiğimde Remzi Bey merakla bana bakıyordu muhtemelen az önce Güneş'in attığı çığlık yüzünden meraklanmıştı.

 

"Güneş neden bağırdı az önce oğlum." diye sordu. "Uyku bandını çıkarmayı unuttu kör oldu sandı, iyi merak etmeyin gelir birazdan," Gerekli açıklamayı yaptıktan sonra oturdum ve telefondan halletmem gereken son işleri halletmeye başladım, bugün şirkete amcamlar gitmişti ben ise yarın için hazırlık yapmakla meşguldüm. Kısa bir süre sonra Güneş elinde bir kâse çilek ve çikolata ile geldi, benim ve Remzi Bey'in arasına bağdaş kurarak oturdu.

 

"Nasılsın? Bugün dede torun bir şeyler yapalım ister misin?" Remzi Bey Güneş ile ne şekilde iletişim kuracağını bir türlü fark edememişti, kendini çok geriyordu bu da farkında olmadan Güneş'in de gerilmesine neden oluyordu, rahat olsa daha çabuk anlaşacaklardı. "Yapalım ama sadece dede torun değil Ademoğulları da gelsin, gece sahnem var onu ayarladım şimdi ama bana bak dede, bunu söylediğime beni pişman etme ve sakın Sina'ya söyleme, sahnedekinin ben olduğumu bilmiyorlar bir siz bileceksiniz tamam mı?"

 

Güneş'in söyledikleri Remzi Bey'i şaşırtırken beni heyecanlandırmıştı o güzel sesini tekrar dinleyecek olmak kalbimin maraton koşarcasına hızlanmasına neden olmuştu. "Ne sahnesi, tiyatrocu musun sen?"

 

Remzi Bey'in söylediklerine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Torununun onu oldukça zorlayacağının hâlâ farkında değil gibiydi "Yok şarkı söyleyeceğim, gerçi sen bu yaşta gece kulübüne gelebilir misin bilemedim, ortam pek senlik olmayabilir ama kıymetini bil teyzem de Sina da bilmiyor henüz, sana söyledim dün üzerine çok geldim ya özür şeysi." Remzi Bey bir süre kaşlarını çattıktan sonra gülümsedi. "Benden saklamadığına sevinsem mi yoksa gece kulübünde sahne almana üzülsem mi bilemedim ama peki dinleyelim bakalım, ayrıca sen dedeni henüz tanımıyorsun çocuk, ben sandığın gibi Türk sanat müziği falan dinleyen o dedelerden değilim."

 

"Doğru birbirimizi tanımıyoruz ama tanırız illaki acelemiz yok."

 

Aralarındaki sohbet bir süre daha sürdü ben ise gülümseyerek onları izliyordum. Güneş belki tebessüm eder diye bekliyordum fakat hiç gülümsemedi.

 

Remzi Bey dinlenmek için odasına çıktığında Güneş ile göz göze geldik.

 

"Şu ertelediğimiz pikniğe yarın çıkalım mı ama sabah erken değil merak etme ben seni uyandırırım yine," dediğimde kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Tamam olur da seni alarm niyetine kullanmaya alışırsam pişman olursun."

 

"Beni istediğin her şekilde kullanabilirsin inan hiç problem değil, alarm da oluruz senin için." dediğimde kıkırdadı. Sonunda! Bu gülüşü görmek için yapacaklarımın sınırı yoktu. "Aşıksın diye yorumladım," kaşlarımı hafifçe kaldırıp alayla gülümsedim. "Sorma ya neydi senin dilinde, Mecnun gibi dağları deleceğim aşkından."

 

Söylediklerim ufak bir kahkaha atmasına neden olmuştu, ben o muhteşem gülüşünden gözlerimi anlamıyordum.

 

Söylediklerinde haklıydı ona aşıktım ve bunu daha fazla saklamaya niyetim yoktu, yarın sadece pikniğe gideceğimizi düşünüyordu fakat günlerdir bunu organize etmeye çalışıyordum, ona olan hislerimi söylediğim ilk anı unutulmaz kılmak istiyordum. Umarım benim için de unutulmaz bir gün olur.

 

☀️☀️☀️

Duyuru ve alıntılar için beni sosyal medya hesaplarımdan takip edebilir, instagram öne çıkanlardan WhatsApp kanalıma ulaşabilirsiniz.

 

İnstagram: b_anemoia_

Twitter: b_anemoia

Loading...
0%