Kendi kararlarını verme imkânı tanınmayıp, başkalarının hatalarının bedelini ödemek zorunda kalanlara...
Annelik; bu hayatta bir kadının başına gelebilecek en güzel fakat aynı zamanda en korkutucu his. İçinde kendi kanınla, canınla besleyip büyüttüğün minik bir canlıyı taşımak bir mucize olabilir. Ancak o küçük melek için iyi bir gelecek sunamayacak veyahut onu bile bile kendi zevklerin ya da bencilliğin için bir karanlığa mahkûm edecekseniz, doğurmamanın daha doğru olacağını bilmeniz gerekliydi. Lale bunu yapmamıştı... Sadece anne olmak istiyordu, verdiği kararın arkasında nasıl bir yıkım yaratacağından, en kıymetlilerinin o enkazda kalacağından habersizdi.
Doğumuna bir ay kalmış ve bir kişi hariç herkesten gizlediği gerçeği açıklamasının zamanı gelmişti. Teslim etmesi gereken emanetleri vardı. Bunun için güvenebileceği kişi biricik arkadaşı, sırdaşı Suna’dan başkası değildi. Suna arkadaşını görür görmez bir gariplik olduğunu anlamış, ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Yanında getirdiği sandıklara anlam verememişti. Her zaman görmeye alışık olduğu, etrafına neşe saçan, gözleri ışıldayan o kadın değildi karşısındaki, bugün bir durgunluk vardı üzerinde. Gözlerindeki ışık yoktu. Mavi gözlerine bir sis çökmüştü, gülümsemesi zoraki, yarım ve gözlerindeki sisi saklamak için bir maskeydi.
“Ne oluyor Lale? Neden durgunsun bugün bu kadar?” diye sordu. Bir süredir gariplik olduğunu hissetmişti ama arkadaşının anlatmasını beklemişti. Önünde sonunda anlatırdı, anlatmadıysa da öyle gerektiğinden anlatmazdı, Suna bunun farkındaydı. Korkuyordu içten içe, yine mi tehditler almaya başladı diye düşündü.
“Doğum yaklaşıyor o yüzden konuşmaya geldim, Kerem ile konuşamam bu konuyu,” Lale konuşmak için kendini tam anlamıyla hazır hissetmese de artık kaçışı olmadığının farkındaydı. Buradan ayrıldıktan sonra daha zorlu bir konuşma yapması gerekiyordu. Asıl hazırlıksız olduğu ise o konuşmaydı. Ciğerleri havasız kalmış gibi derin bir nefes aldı. Bu bile kalbindeki sancıyı, ciğerlerine batan iğnelerin sızısını geçirmeye yetmemişti.
“Seni endişelendiren doğum mu yoksa doğumdan sonrası mı?”
“Doğum ve sonrasında yaşanacaklar,” Lale hem korkuyu hem de hüznü kalbinin derinliklerinde hissediyordu, aylardır annelik heyecanını, bu mutluluğu doya doya yaşayamamıştı çünkü doğumdan sonra yaşanacaklar korkutuyordu. Az çok tahmini vardı fakat kesinlikle yaşanacakların korkunçluğu tahminlerinin çok ötesinde olacaktı. Çünkü arkasında bıraktıkları eskisi gibi olmayacaktı. Herkes değişecekti. Doğumdan sonra hiçbir şey alıştığı bildiği gibi olmayacaktı.
“Korkma, harika bir anne olacağına eminim, stres yapman gayet normal ilk defa bu duyguyu tadacaksın, bak benim çocuklarımla bile o kadar güzel ilgileniyorsun ki eminim, Güneş bu dünyanın en harika annesine sahip olacak. Bana seni tedirgin eden asıl şeyi anlat lütfen.” Suna’nın gözleri sandıklara takılınca devam etti. “Bu arada bu sandıklar da ne böyle? Anlatacaklarının bunlarla bir ilgisi var değil mi?” Suna’nın söyledikleri Lale’nin yüzünde buruk bir tebessüm oluşturmuştu. Aylardır biriktirdikleriydi bu sandıklar. Hatta yıllarını alan şeyler de vardı bu sandıklarda. Bu üç sandığın ağırlığını Güneş taşıyacaktı.
“Suna, sandıklardan ikisi Güneş için sana getirdiğim emanetleri, bunları zamanı geldiğinde kızıma sen vereceksin. Çünkü ben ona kendi ellerimle hiçbir zaman hediye veremeyeceğim.” Lale’nin söyledikleri Suna’nın gözlerini kısıp ona bakmasına neden olmuştu. Lale söyleyeceklerini daha az kırıcı söyleyemeyecekti, o yüzden direkt anlatmaya karar vermişti.
“Lale neler oluyor?”
Bu Lale’nin hayatında yapacağı en zor ikinci konuşmaydı, bu durumu arkadaşına nasıl açıklayacağını bilemiyordu ama artık zamanı gelmişti, yardıma ihtiyacı vardı. Kendisine yardımcı olan biri vardı ancak Suna kadar iyi anlayamazdı Lale’yi. Kızına Suna kadar iyi bir hayat sunamazdı. Bu ilk yanılgısıydı.
“Uzun zamandır hepinizden gizliyordum ama artık söylemem gerekiyor. Suna şimdi sakince ve yargılamadan beni dinle,” dediğinde aslında bunu Suna’ya değil kendisine de söylüyordu. Sakinleşmesi gereken öncelikle kendisiydi. Hüzün, kalbini avuçları arasına almış sıkıyorken konuşmak son derece zordu. Kalbi biraz sonra parçalara ayrılacakmış gibi hissediyordu. Mahcubiyet yüzündeki çilleri daha belirgin hale getirirken, korku zaten açık olan ten rengini be ölüye aitmişçesine bembeyaz bir hale getirirken yutkundu. Birçok duyguyu aynı anda yaşıyor, hepsi birbiriyle yarışır şekilde daha baskın olmaya çalışırken Lale, onları susturmaya çalışıyordu.
“Bir seçim yapmam gerekliydi ya kendi hayatımı seçecektim ve bir daha anne olamayacaktım ya da doğum yapıp, en azından birkaç dakikalığına bile olsa bu duyguyu yaşayacaktım. Ben de bir umuda tutundum, belki bir kere olsun kucağıma alır kokusunu içime çekebilirim diye doğurmaya karar verdim.” Suna duyduklarının gerçek olmamasını, bunun kötü bir kabus olmasını dileyerek dinlemeye devam etti. Korku kalbinde filizlenmişti bile “Bunu size daha önceden söylemiş olsaydım bana izin vermeyecektiniz biliyorum, o yüzden son ana kadar sakladım. Kerem’e ise asla söylemeyeceğim ona da durumu anlatan bir mektup bıraktım, doğumdan sonra ulaşacak eline,” Suna duyduğu her kelime ile biraz daha hayal kırıklığına uğramıştı, en büyük destekçisi, her daim yanında olan arkadaşı nasıl karşısına geçip ben ölüyorum diyebilirdi?
“Bu da ne demek? Lale eğer bu bir şakaysa hiç komik değil. Sen ne söylediğinin farkında mısın? Bunu bu kadar sakin söyleyemezsin, kendinden vazgeçmek ne demek? Beni hiç mi düşünmedin? Bir tek sen varsın senden ve çocuklarımdan başka kimsem yok, bizi öylece bırakıp gideceğini nasıl bu kadar kolay söyleyebilirsin? Bu zamana kadar nasıl gizlersin bunu? Hiç mi güvenmedin bana biz birbirimizden bir şey gizlemeyiz!” sesi ve bedeni titriyordu, kaybetme korkusu tüm vücudunu sarmıştı.
“Biliyorum kızmakta haklısın da ama benim anne olmayı ne kadar istediğimi çok iyi biliyorsun, ben gördüm, kızımı gördüm rüyamda o kadar güzeldi ki nasıl kıyabilirdim ona, yapamazdım ve bu tepkiyi göreceğim için saklamak zorundaydım, yoksa beni vazgeçirmeye çalışacaktınız. Şimdi senden bir şey isteyeceğim lütfen sadece dinle beni, senden başka kimseye emanet edemem ben kızımı lütfen.” Suna’nın elini tuttu, ikisinin de eli titriyordu, bunun arkadaşı için zor olacağını biliyordu elbette ancak onu da anlamaları gerekiyordu. Suna gözyaşları içinde arkadaşına sarıldı.
“Gerçekten bir yolu yok mu? Olmalı bırakamazsın bizi öylece, başka doktora gidelim mutlaka bir yolu vardır.” kendisini yaşadığı cehennemden çıkaran arkadaşını içine düştüğü bu karanlıktan çıkaramamanın azabı bir yumru olup oturdu boğazına.
“Suna lütfen sakin ol, ben kabullendim durumu maalesef bir yolu yok. Kaç doktora gittim tahmin bile edemezsin, şimdi beni iyi dinle, bu gördüğün sandıkların içinde Güneş’in her yaşı için yazdığım bir mektup ve her doğum günü için bir hediye var, hepsinin üzerinde yazıyor hangi yaşına ait olduğu. Her doğum gününde o yaşı için yazdığım mektup ve hediyeyi kızıma ver. Hayatta olmasam bile her zaman yanında olduğumu bilsin. Elimin her daim üzerinde olduğunu hissetsin. Ona annesiz hissettirme, sahip çık lütfen. Biliyorum kendi çocuklarından ayırmayacağını... Bir de onu suçlamayın bu benim tercihimdi, ayrıca onun geleceği için hesabına yüklü bir miktar para yatıracağım ve şirketi sana devredeceğim, birkaç gayrimenkul var hepsini sana bırakıyorum, doğumdan önce üzerine yapmalıyız, zamanı geldiğinde emanetleri kızıma teslim edersin değil mi? Suna kızıma annesinin eksikliğini hissettirme lütfen.” Dediğinde Lale de artık ağlıyordu, kızını kendi büyütemeyecekti belki ama arkadaşının kızına kendi çocuğu gibi bakıp, koruyup kollayacağına emindi. Suna ise kabullenmek dışında bir şey yapamayacağını anlamıştı.
“Söz veriyorum Lale, Güneşi kendi çocuklarımdan asla ayırmayacağım, hatta onlardan daha çok sahip çıkacağım, söz veriyorum kardeşim söz veriyorum, peki diğer sandıkta ne var?”
“İşte bu da sizden sakladığım diğer bir sır, maalesef daha büyük bir sorun oluşturacak, o sandığı da zamanı geldiğinde sahibine sen ulaştıracaksın...”
GÜNÜMÜZ
Güneş, her sene doğum gününden bir gün önceki akşam teyzesinden annesinin onun yeni yaşı için aldığı hediyesini alır ve annesinin mezarına gelirdi. Önce yanında getirdiği küçük kekin üzerine mum diker, dilek diler, keki yedikten sonra hediyesini açar ve mektubunu okurdu, bu şekilde kutlamak annesi yanındaymış, hediyesini annesinin ellerinden alıyormuş gibi hissettirirdi. Çocukken başlamıştı bu durum, bir ritüel gibi tekrarlanırdı. Önceleri teyzesi de yanında olurdu fakat birkaç yıldır yalnız gelmeyi tercih ediyordu.
Takvimler 9 Haziran’ı gösteriyordu, gece yarısına çok az kalmıştı birkaç dakika sonra 10 Haziran’a girilecekti ve Güneş tekrar annesinin mezarı başındaydı, doğum günleri dışında çok sık gelmezdi. Her ne kadar mevsim yaz, havalar sıcak olsa da Güneş üşüyordu, üşüyen aslında bedeni değil ruhuydu, ne zaman buraya gelse üşüdüğünü hissederdi.
“Merhaba anne, bu saatte burada olduğum için bana kızmıyorsun artık değil mi? Alışmış olmalısın. İlk hediyemi sen ver diye buradayım, gerçi başkasıyla kutlamam doğum günümü zaten ama biliyorum yanımda olsan öyle yapardın, ilk sen kutlardın doğum günümü. Anne biliyor musun mezun oluyorum, iki gün sonra mezuniyet törenim var, orada olacaksın değil mi? Olursun tabi kızınla gurur duyarsın, birincilikle bitirdim okulumu. Kimse görmeyecek belki seni ama ben biliyorum orada olacak, en ön sırada alkışlayacaksın beni, alkışlarsın değil mi anne? Orada olursun değil mi?”
Gözlerinden akan bir damla yaşa engel olamamıştı oysa annesi ağlamasını istemezdi, mektuplarında sürekli bundan bahsederdi, hemen sildi akan yaşı, sesi titriyordu ama ağlamamalıydı, en azından annesinin karşısında. Yutkundu, bakışlarını bu gece daha koyu olan gökyüzüne çevirdi, her sene böyleydi, yılın en karanlık gecesi 9 Haziran'ı 10 Haziran'a bağlayan gece olmalıydı.
“Hayır hayır ağlamıyorum anneciğim. Az kaldı 5 dakika sonra 10 Haziran’a gireceğiz, herkes yeni yıla girmeyi heyecanla beklerken ben her sene 10 Haziran’ı bekliyorum heyecanla, doğum günümü sevdiğimden değil, senin cümlelerini okuyacak olmaktan, elinin değdiği her şey benim için çok değerli.” Dedikten sonra derin bir nefes alıp devam etti “yılbaşını da sevmem zaten,” gözü hemen yan taraftaki babasının mezarına kaydı.
Ne çok acı sığdırmıştı kısacık hayatına ama buna rağmen her zaman etrafına neşe saçardı Güneş, sanki onca şeyi yaşayan kendisi değilmiş gibi güler, yerinde duramazdı, kıpır kıpırdı. Sonunda saat tam 00.00’ı gösterdi. Güneş önce yanında getirdiği küçük kekin üzerine mum dikip yaktı, dileğini diledikten sonra muma üfledi ve hemen ardından heyecanla hediyesini açmaya başladı. Kutuyu açtığında karşısında rengini tam seçemese de bordo tonlarında olduğunu tahmin ettiği ince askılı, göğüs dekoltesinde danteli olan harika bir elbise görmeyi beklemiyordu. Bir süre hayranlıkla elbisesini inceledikten sonra annesinin bu sene için kendisine yazdığı mektubu okumaya açtı, dokundu her bir harfe, kokladı mektubu annesinin kokusunu alabilecekmişçesine.
'Güneş’im, canım kızım, nasılsın, iyisin değil mi? Hep iyi ol lütfen, her mektubumda sana söylediğim gibi; ölümümden kendini suçlama sakın. Bu tamamen benim tercihimdi, belki sana göre bencillik olabilir ama bir kez olsun kokunu içime çekebilmek için her şeyden vazgeçmeye hazırdım. Bu mektubu okuduğuna göre öyle de olmuş zaten. Sonunda kızım 23. Yaşına girdi demek, biliyor musun seni rüyamda görmüştüm, o kadar güzel bir genç kızdın ki; uzun kızıl saçların, insanın bakınca huzur bulacağı gök mavisi gözlerin kendine hayran bırakır cinstendi, zaten bu rüyadan sonra adının Güneş olmasını istedim. Bu elbiseyi aldığım gün görmüştüm rüyayı. Bu elbiseyi neden seçtiğimi biliyor musun? Aslında bu elbiseyi sen seçtin kızım. Dolaşırken bu elbiseyi gördüm, vitrinden bu elbiseyi izlerken birden karnımda o kadar hareketlendin ki sanki karnımı delip çıkmak ve o elbiseye ulaşmak istiyordun. Ben de beğenmiştim ve seni bu kadar heyecanlandıran o elbiseyi sana almam gerektiğini düşündüm. Kutunun içine bakarsan eğer bu elbisenin içerisinde seni rüyalarımda gördüğüm halinle çizdim, seni çizdiğim ilk resim bu, umarım benim hayal ürünüm değildir, gerçekten rüyalarımda gördüğüm kız benim kızımdır. Gerçi eminim anneler hisseder, o genç kız sendin. Bana benziyorsun, umarım kaderin benzemez, kızlar annelerinin kaderini yaşar derler bunun doğru olmadığını umut ediyorum. Senin uzun ve huzurla geçireceğin bir hayatın olmasını diliyorum. Ben 23 yaşında babanla tanışmıştım, aşkı onunla yaşadım, aranız iyi mi babanla? Arada atışıyor olabilirsiniz ama babanın seni sevdiğine eminim, o da heyecanla seni bekliyor çünkü kızımız olacağını öğrendiğinde çok mutlu olmuştu. Harika bir adamdı... umarım senin de karşına seni bu kadar seven ve senin de seveceğin biri çıkar ama sonunuz bize benzemesin güzel kızım, siz birlikte güzel bir hayat sürün. Belki çıkmıştır bile, eğer bir gün aşık olursan benimle tanıştırır mısın? Kızımın gönlünü çalan delikanlı ile tanışmak istiyorum. Yeni yaşının hayatına yeni güzellikler getirmesi dileğiyle Güneş’im, doğum günün kutlu olsun, yüzünden gülümseme hiç eksik olmasın. Umarım bir gün beni affedebilirsin.
Seni her şeyden çok seven Annen
Güneş son satırları okurken gözyaşlarına engel olamamıştı, annesine verdiği sözü bir tek mektubunu okurken bozuyor, gözyaşlarını tutamıyordu. Özellikle son satırları okurken engel olamazdı ki. Eli istemsizce boynundaki kolyesine gitti, ne zaman üzülse hep eli boynundaki lale şeklindeki kolyesine giderdi, babasının ona ilk ve son hediyesi... Aklına gelen ile birlikte elbiseyi kutudan çıkardı ve annesinin onu çizdiği ilk resmi gördü, gerçekten de bu kız kendisiydi, annesinin çizim yeteneğini biliyordu tabii ki ama bu kadarını beklemiyordu, yıllar önce annesi onu rüyasında görmüş ve resmini çizmişti. Şu ana kadar aldığı bütün hediyelerden daha değerliydi onun için, gerçi annesi ona bir kuru dal dahi bıraksa onun için dünyanın en değerli hazinesiydi. Parmakları resmin üzerinde dolaşırken yüzünde buruk bir gülümseme oluşmuştu.
“Teşekkür ederim anneciğim bu hayatımda aldığım en güzel hediye... Bu gece burada kalabilir miyim? Seninle uyumak istiyorum.”
Genç kız annesinin mezarının yanına uzandı, toprağı okşamaya başladı. Buruktu yüreği, büküktü boynu ama yine de içinde kıpırdanan huzuru da yok sayılamazdı. Annesine bu kadar yakınken, sarıldığı toprak değil de annesiymiş gibi hayal ederdi. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ancak tam uykuya dalmak üzereyken duyduğu silah sesiyle beraber yerinden sıçradı, ses yakından gelmişti. Bu saatte burada ne oluyor diye düşündü. Korkmadı, alışıktı silah sesine, ellerindeki toprağı silkeleyerek doğruldu.
“Anlaşılan yine bir belaya çekiliyorsun Güneş, bakalım ne oluyor.”
Hızlıca yerinden kalktı. Ses yakından geliyordu bu yüzden yürüyerek gitmesi daha mantıklıydı, bu sayede fark edilmeden yaklaşabilirdi. Elindekileri arabasına bıraktıktan sonra silahını alıp sesin geldiği yere doğru ilerlemeye başladı. Bir grubun iki kişiye ateş açtığını gördü, ikisi arabanın kapılarını önlerine siper etmişti, saldıranları tanıyordu o yüzden bu iki kişiye yardım etmesi gerektiğinin farkındaydı, kim olduklarını bilmese de suçlu olmadıklarını tahmin edebilirdi. Yavaşça ağaçların arasından ilerlerdi ve bir ağacın arkasına gizlenerek saldıranlardan ikisini oldukça hızlı bir şekilde vurmayı başardı, yeterince iyi bir eğitime sahipti. Abisi dövüş ve silah kullanma konusunda iyi eğitmişti, geriye 5 kişi kalmıştı ki içlerinden biri Güneş’i fark etti tam 3. Kişiyi vurduğu esnada kolunda hissettiği acıyla birlikte inledi. “Kahretsin ne ara fark ettin ki beni?” boşta kalan eliyle sıkıca yaralandığı bölgeyi tuttu ve başını ağaca yasladı.
Yeri belli olmuştu ama doğrudan kendisine yaklaşamıyorlardı, durduk yere kendini bir çatışmanın ortasında bulmuştu ancak onun için gayet normal bir durumdu. Yavaşça başını çevirip baktığında saldırıya uğrayanların iki kişiyi daha öldürmüş olduğunu gördü ancak artık bir karşılık da veremiyorlardı. Muhtemelen kurşunları bitmiş olmalıydı, tam o esnada hemen arkalarına bir araba geldi, içinden 1.90 boylarında, takım elbiseli biri indi, o kadar öfkeli ve hızlıydı ki araçtan iner inmez kalan son iki kişiyi yalnızca üç saniye içerisinde vurmuştu, sonunda çatışma bittiğinde Güneş rahat bir nefes aldı ve yavaşça yere çöküp ağaca yaslandı. Çok kan kaybediyordu, artık başı dönmeye başlamıştı. Konuşulanları dinlemeye başladı. Bir an önce onlar buradan giderse kendisi de arabasına gidebilirdi.
“Burada neler oluyor Miraç, Hakkı iyi misiniz?” dedi kalın ve tok sesiyle sonradan gelen genç adam.
“İyiyiz abi biz de bir sıkıntı yok, biri yardım etti bize, ona da saldırdılar o andan beri ses gelmiyor yaralanmış olabilir, şu tarafta ağaçların arkasında olması lazım, kurşunumuz bitmek üzereydi, üçünü o etkisiz hale getirdi.”
“Ne saçmalıyorsun sen? Bu saatte burada kim ne yapsın?”
“Miraç doğru söylüyor biri buradaydı ve bize değil onlara saldırdı, çok uzaklaşmış olamaz bir bakalım, ayrıca biz bu saatte neden buradayız diye sorgulamıyorsan başkalarını da sorgulama.” dedikten sonra ağaçların arasına doğru ilerlemeye başladılar. Biraz ilerledikten sonra Güneş’in inleme sesiyle o tarafa döndüler, karşılarında bir kadın görmeyi beklemiyorlardı. Bu saatte, böyle bir yerde onlara yardım eden kişinin bir kadın olması onları oldukça şaşırtmıştı.
“Hasiktir bize yardım eden bir kız mıydı yani?” dedi saldırıya uğrayanlardan daha genç olan.
“N’oldu rahatsız mı oldun bir kız tarafından kurtarılmaktan? Erkeklik gururun mu incindi yoksa?” diye karşılık verdi Güneş, canı yansa da laf sokmadan duramazdı. Acıyla hafifçe inleyip yutkundu.
“Yaralandınız mı? Ne işiniz vardı ki burada? Neler oluyor anasını satayım?” dedi, sonradan gelen adam elini saçlarına geçirerek.
“Yok yaralanmadım, keyfine akıyor bu kan. Şu satış işini ve sorguyu sonraya bırakıp yardımcı olur musunuz? Çünkü biraz kan kaybetmiş olabilirim.” karşısındaki adamların aksine Güneş son derece sakindi.
Bu sözler onları kendine getirmiş gibiydi, sonradan yanlarına gelen genç adam hızlıca kızı kucağına aldı. “Çok kan kaybetmişsiniz hemen hastaneye gitmemiz gerekiyor. Miraç koş arabayı çalıştır. Hakkı sen de burayla ilgilen bu saldırıyı düzenleyenler kimmiş öğrenin, ortalığı da temizle.” Dedi.
“Hastane olmaz!” diye kekeledi Güneş. Sesi mümkün olduğunca yüksek çıkmıştı “Neden?” diye sordu kucağındaki kıza bakarak. Dilinin ucunda yüzlerce kelime sıraya girmişti fakat şu an en makul olan soru buydu.
“Koluma bir şeyler sararsanız hallederim kalanını, ailemin kulağına gitmemeli bu durum, hem polisle de uğraşasım hiç yok.” diyerek alt dudağını ısırıp inledi.
“Polisten mi kaçıyorsun? Kimsin sen?” diye sorguladı kucağındaki kızı. Polisten kaçıyor olsaydı da önemli değildi, kardeşini kurtarmıştı. Gerekirse onu saklardı. “Abimin gazabından kaçıyorum. Emin ol hapis yatmayı tercih ederim. Sorgulamayı sonraya mı bıraksanız acaba, canım çok yanıyor şu an sanki doğru zaman değil gibi ne dersiniz?” Güneş’in söylediklerinden sonra genç adam bir süre çatık kaşlarla kıza baktı “Hakkı sen doktoru ara bize gelsin, kızı eve götürüyorum durumu sonra öğreniriz.” Dedi.
“Tamam,” diye karşılık aldıktan sonra hızlıca arabaya geçtiler. Genç adam üzerindeki gömleği çıkarıp kıza uzattı “Şunu yaraya bastır daha fazla kan kaybetmemelisin.”
“Tutacak gücün var mı diye sorsaydın keşke,” Güneş artık iyice gücünü kaybetmişti gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu, genç adam hemen gömlekten bir parça koparıp yaranın üzerine sıkıca bağladığında Güneş acıyla inledi, daha fazla zaman kaydetmeden yola çıktılar. “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”
“Sadece bir sıyrık öldürmez,”
“Neden yaptınız bunu? Hiç tanımadığınız biri için kendinizi tehlikeye atmanız akıl işi değil. Yoksa tanıyor musunuz bizi, bu saatte ne işiniz vardı orada tek başına?” Genç adamın aklında binlerce soru dönüyordu ancak şu an sadece bunları sormakla yetinmişti, nasılsa daha sonra detaylıca sorgulayacaktı.
“Sorgu sırası mı şu an sence? Ayrıca lütfen siz diye hitap etme senin için de zor oluyor benim de pek hoşuma gitmiyor.”
“Peki öyleyse orada bu saatte ne işin vardı ve bunu neden yaptın?” diye tekrarladı sorusunu. Kızı konuşturması gerekiyordu, yara ölümcül değildi ama çok kan kaybetmişti.
“Orada göz göre göre birinin ölümüne seyirci kalamazdım, karşı taraf sayıca üstündü, elimden bir şey gelebiliyorsa müdahale etmem gerekliydi. Sizi tanımıyorum, oradaydım çünkü mezarlığa gelmiştim, silah seslerini duyunca ne oluyor diye bakmaya geldim, saldırıyı görünce de yardımcı olmak istedim.” Dedi fakat aklına gelen ile birlikte telaşlanmıştı Güneş “Ah kahretsin mezarlık, arabam, arabamda bir kutu var onun başına bir şey gelmemeli ne olursa olsun ona bir şey olmamalı, lütfen ara kardeşini söyle bir şey olmasın, onu bana sapasağlam bir şekilde ulaştırsınlar ve tabi arabamı da.”
Kısa bir süre afallayarak kıza baktı, bu durumda bile düşündüğü arabası ve kutu mu? Diye geçirdi içinden, zihnindeki sorulara bir yenisi daha eklenmişti. “Sakin ol tamam, araban da içindekiler de sana sapasağlam ulaşacak söz veriyorum.” Dedi genç adam, tutardı verdiği sözleri.
Güneş ağır ağır başını salladı “Arabam çatışmanın olduğu yerin biraz ilerisinde, mezarlık girişinde kırmızı bir vosvos anahtarı bile üzerinde.” Genç adamın uyumaması için onu konuşturması gerekiyordu aklına gelen ilk soruyu yöneltti “O kutunun içinde ne var ki senin için bu kadar değerli?”
“Bugün benim doğum günüm ve içinde annemin hediyesi var,” sesi zar zor duyuluyordu. Az önce arabası ve kutunun başına bir ley geleceği düşüncesiyle dolan enerji aynı hızda terk etmişti bedenini.
“Nasıl yani? Saat şu an gece 02.30 bu saatte mezarlıkta hangi ara aldın hediyeni? Ayrıca doğum gününü kutlamak için oldukça ilginç bir mekân seçimi olmuş.” Saçmaladığının kendisi de farkındaydı ancak mümkün oldukça konuşması gerekliydi, yaşananlar zaten çok saçma diye düşündüğü için söylediklerinin saçmalığı umurunda değildi genç adamın. Güneş burukça gülümsedi ama bir cevap vermedi. “Uyumamalısın biraz daha dayan az kaldı.”
“Deniyorum ama çok uykum var ve kolumu artık hissetmiyorum.”
“Kan grubun ne? Çok kan kaybettin hastaneye gitmediğimize göre kendimiz bulmamız gerek, şu içine düştüğüm duruma inanamıyorum kâbus gibi.”
“B negatif,” diye mırıldandı Güneş sesinin duyulduğundan bile emin değildi ama genç adam onu duymuştu.
“Adın ne peki, kardeşimin hayatını kurtaran kadının adını bilmek isterim, bana bir şeyler anlat konuşursan uyumazsın.”
“Güneş ben ve uykuyu çok severim.”
“Sıraç ben de Sıraç Adem Ademoğlu, tanıştığıma memnun oldum, her ne kadar garip bir tanışma olsa da gerçekten memnun oldum.” Güneş duyduğu isimle beraber gülmeye başladı. Yarası sızlayınca inledi.
“Uyumamalısın lütfen biraz daha dayan az kaldı gelmek üzereyiz,” dedi ancak Güneş onu duymamıştı.