@babyshark7749
|
Hayattan pek bir beklentim yoktu açıkçası. Bana ait olmadığını düşündüğüm bir yaşama hapsolmuş gibiydim. İnsanlarla iyi anlaşamazdım. Ya da onlar benimle iyi anlaşamazdı. Üç kardeşin sonuncusu olarak dünyaya gelmiştim. Daha çok ailenin annesi gibiydim, yani beni harcadılar. Annem, ben henüz 11 yaşında iken annesini kaybedince ona göz kulak olmak, annesinin boşluğunu doldurmak için çabalamıştım. Annemin annesi olmaya çalışmıştım ve bunu başarabilmiştim. Ailem tarafından ekstra bir sevgi görmezdim. Ablamın veya abimin aksine. Vücudum bir hastalık yuvasıydı, sürekli hastanelerde sürünebilirdim. En büyük hayalim uçmaktı. Pilot olmak istiyordum, sonra beynimin en küçük çekim kuvvetine maruz kaldığında beni mahvettiğini, dağa tırmanmanın, hatta asansörün bile tansiyonum üzerinde etkisi olduğunu fark etmiştik. Bütün emeklerim çöp olmuştu. Bu yüzden karada kalmaya devam ettim. Animatör olmaya karar verdim. Klasik bir insan olduğumu sanmıyordum. Görünmezdim daha çok. İnsanlar varlığımdan haberdar değildi. Dikkat çeken tek şeyim ismimdi. Soria. İspanya'nın bir şehrinin adıydı. Benden sonra doğan ikiz kardeşlerime verilen isimlerin birleştirilmiş ve doğduğum şehrin adıydı. Sonia ve Adria. Kalp hastası olarak doğmuşlardı. İlk önce Sonia 3 yaşındayken kalbindeki delik yüzünden hayatını kaybetmiş, ondan 7 ay sonra Adria kalbindeki damarlarda tıkanıklık oluşmuş ve kalp krizi geçirmişti. İsmimi onların anısına Soria olarak değiştirmiştim. Sonucunda onlarla aynı kaderi paylaşacaktım. Dünyaya ayak uydurmak zordur. Suçluların hayatta kaldığı bu zamanda vicdanlı olmak zordu. Sadakatin, sevginin, dostluğun ve aşkın basitçe harcandığı bir dönemdeydik. İnsanlar bencilce yaşamaya başlamışlardı. Ablam ve abim evlenmişlerdi. Hayatlarını farklı yerlerde kurmuşlardı. Ben ise evin asi, hırçın insanı olarak insanlarla flörtten öteye gidememiş, yalnızlığımla kuruyup gidiyordum. Anneme göre ise yanlış mesleği seçmiştim. Hemşire, öğretmen olmam gerekiyormuş. Böylece erkeklerle aynı ortamda olup yumurtalarımı öldürmeyecektim. Beni rahat bırakması için çabalamaktan bıkmıştım. Halamın gazı ile Amerika'ya taşınmıştık. Bir de Amerika'da şansımı denemem hakkında baya nutuk dinlemiştim. Gerçi hiç umudu yoktu. Ben İspanyol kadınların yüz karasıydım. Ne olurdu sanki Salma Hayek kadar güzel olsaydım? Evet, kendi annem bile beni sevimsiz buluyordu. En sonunda çok sevgili halam ölünce evine taşınmıştım. Hafta sonları annemi birkaç saatliğine görmek için yanına gidiyor, söylenmeye başlaması ile tekrardan evime dönüyordum. Bu şekilde üniversitemin son senesine kadar tek başıma yaşamıştım. Yalnızlık tam bana göreydi.İstediğim kadar uyuyabiliyor, ev işlerini, ev bakımını istediğim kadar aksatabiliyordum. Kendi hayatını kazanan insanlar için hayat cennetten ibarettir, çünkü cehennemi sadece laflar üretirdi. İnsanlar sizin ne yaşadığınızı, ne düşündüğünüzü bilmiyorsa kolay bir şekilde yargılama yapabilir. Ağzı olan konuşur. Elimdeki telefonu çevirirken daveti geri çevirmek için bir bahane arıyordum. Hasta olduğumu söylersem çok klasik olacaktı. Regl olduğumu söyleyip işin içinden kaçabilirdim aslında. Bir kız regl ise dışarı çıkmaması en büyük hakkıydı. Ayrıca bu konserleri hiç sevmiyordum. Aslında baya eğlenceli oluyorlardı. Müzik bölümünden olmayan kişiler bile sahne alabiliyordu. Bol dans, dedikodu ve oyunlar oluyordu. Asla sıkılmazdınız ama benim için dünya ters dönerdi. Maximo bir saat önce beni aramış ve Chris’in kavalyesi olarak katılacağını söylemişti. Çocuk kendini zorla partiye davet ettirmişti. Benim Jace’e olan sözümü bilmiyordu. Bilseydi, beni balkondan aşağı sallandırırdı. Gitmeyeceğim, diye düşündüğüm için söylememiştim. Hatta Jace beni bulamaz bile, diye söylenmiştim. Numaramı, sosyal medya hesaplarımı vermemiştim ama o beni bulmuştu. Bu ne hırstı be? Sosyal medyadan beni bulmuştu. Bende bir gece boyunca ayakta kalmış ve onu araştırmıştım. Ruby adından bir sevgilisi vardı. Kız, Hollanda’da yaşıyordu. İtiraf etmeliyim, çok güzeldi. Bu kızlar nereden buluyorlardı böyle erkekleri? En sonunda cesaretimi toplayıp Jace’i aradım. Ben profesyonel bir yalancıydım bir kere. Her türlü sıyrılabilirdim bu işten! “Efendim Soria?” “Selam Jace,” diye başladım. Hızlı konuşmuştu. Demek ki meşguldü ve diyeceğimi diyip yüzüne kapatabilirdim telefonu. Ne büyük şanstı! “Bugün olacak festivale gelemeyeceğimi söylemek için aradım-” “Neden?” “Çünkü yetiştirmem gereken projelerim var ve bu gece çalışmam gerekiyor.” “Bunu bir bahane olarak saymıyorum.” “Ama bir bahane.” “Hayır, değil. Akşam 7 gibi seni almaya geleceğim. Motorla geliyorum. Elbise falan giyme, olur mu? Kaçarken oyalanmak istemiyorum.” “Kaçmak mı?” “Gecenin sonuna kadar partide kalmayacağım, sende zaten kalmaya hevesli değilsin. Bir saat görünüp kaçacağız.” “Ha! Öyle mi?” “Elbette! Hem projene çalışabilirsin bu şekilde.” “Tamam, o zaman.” Telefonu aniden kapattığında rahat bir nefes aldım. Amacı kaçmakmış. Tabi ki canım! Benim işime gelir. Hem elbiseye de gerek yokmuş. O zaman bir şort ile gidebilirim. Oh be! Şuan çok rahatladım. Jace’in gelmesine yarım saat vardı bu yüzden yavaşça kot bir şort ve bir tişört giymiştim. Ardından mutfağa geçip ilaçlarımı içtim. Sabahtan kalan sandiviçi yiyip son NBA maçlarının tekrarlarını izlemiştim. Yarım saat hızlıca akıp gitti ve kapım çaldığında telefonumu alıp kapıyı açtım. Kapıya yaslanmış ve kaskını kolunun altına sıkıştırmıştı. Bu çocuğun tarzı çok iyiydi be! Siyah en çok ona yakışıyordu herhalde. “Hazırsan, çıkalım. Beklettiysem özür dilerim.” Omzumu kaldırdım, “Bekletmedin. Hadi gidelim ve hemen dönelim.” Başını salladı hevesle. Apartman merdivenlerini hızlıca indik. Binanın önünde motora bindi ve bana başka bir kask uzattı. Kaskı takıp arkasına bindim hemen. Beline sarılırken motoru çalıştırdı ve hızlıca okula doğru sürmeye başladı. Başımı boynuna doğru uzattım. Tamam, burası çok klişe olacak ama söylemem gerekiyor. Çok güzel kokuyordu. Fesitval başlamıştı. Kapılar kapanmak üzereydi. Motoru kulis tarafına doğru sürdü ve kapının önünde durdu. Hızlıca indim ve kaskımı çıkarttım. “İlk defa motora düzgün binip, inen bir kızla tanışıyorum,” dediğinde kaşlarım çatıldı. Elimden kaskı alıp yerleştirirken gülümsüyordu. “Neden öyle dedin?” “Ruby, yani sevgilim. Motora binmeyi pek beceremez, dengemi bozar,” diye açıklama yapıp saçlarını düzeltti. “Hadi gel, bana yardımcı ol.” “Ne yapacağım?” “Kuliste olacağız. 3 parça söyleyeceğim. Orada kimseyi tanımıyorum,” dedi ve kapıya baktı. Ardından bana döndü endişeyle. “Ama gelmek istemezsen sorun değil. Belki parti alanında arkadaşlarınla buluşmak istersin.” Aramızdaki bu samimiyet nasıl bu kadar ilerlemiş ve nasıl böyle hızlanmıştı anlamamıştım. “Tuhaf,” dedim. Başımı sağa yatırdım. “Adım dışında hiçbir şey bilmiyorsun ama seninle takılmamı teklif ediyorsun. Benimle niye arkadaşlık ediyorsun.” Güldü parlak bir şekilde. “Çünkü görünmezlerin en yakın arkadaşları hayaletlerdir,” diye cevapladı. “Resmi çizdiğinde seninle göz göze gelmesem ya da Avril hayranı olmasam seni araştırmaz, bulmazdım. Saklanmayı, dikkat çekmemeyi iyi biliyorsun.” “Sen görünmez değilsin ki!” diyerek elimi konser alanına doğru uzattım. “Burada yüzlerce kişinin önünde performans sergileyeceksin. Buna görünmezlik denilmiyor.” “İşte bu yüzden seninle arkadaş olmayı seçtim. Ben çok göz önünde olan bir insanım ve bundan sıkıldım. Sen ise aradığım hayalet arkadaşsın.” “Kırıcıydı,” dedim gözlerimi kısarak. Elimi tuttu gülümseyerek. “Hayali arkadaş olarak da tanımlayabilirsin kendini. Hadi, konser başlayacak. Ben senin performansını gördüm, şimdi de sıra sende.” Beraber kulise girdiğimizde içeride bir sürü insan vardı. Makyajlarını yapıyorlar, enstrümanları kontrol ediyorlardı. Jace beni uzak ve kenardaki bir köşeye götürdü. Orada oturdum ve buradaki insanları tek tek incelemeye baktım. Ne kadar güzellerdi! Hepsi birazdan o sahneye çıkacak, güzel sesleri ile bu kalabalığı coşturacaklardı. Hepsinin ismi hatırlanacaktı belki de. Sonra aynadan kendime baktım. Arkalarında bir hayalet olarak gözüküyordum. Sessiz bir şekilde kendi sanatımla uğraşıyor, altında küçük imzalar bırakıyordum. Okul duvarlarında çizdiğim resimler canlanıyordu. Herkes resimleri görüyor ve hoş buluyordu. Fakat çizenin kim olduğuna değil, neyin çizildiğine dikkat ediyorlardı. Altlardaki o küçük imzalar dikkatlerini çekmiyordu. Onlar ise müzisyendi. O sahneye çıktıklarında sesleri ile insanların kalplerine dokunuyorlardı. O sahneden indiklerinden itibaren sesleri, insanların kulaklarından silinmiyordu. Şarkı sözleri o şarkıcıların sesleri ile beyinlerinde dolaşıyordu. Ben ise animasyon tasarlayıcısı olacaktım. İnsanlar tasarladığım karakterleri yaşatacaklardı. Beni değil... Yalnız bir insan olmamın yanında görünmez birisiydim de. Yalnızlık her zaman güzel hissettirmişti. Ama şimdi kendimi berbat hissediyordum. Sevilmediğimi fark etmiştim. Jace makyajını tamamlamış ve yanıma gelmişti. “Birazdan sahneye çıkacağım. Bana şans dile, olur mu?” Başımı salladım olumlu anlamda. Bütün sevincim gitmişti. Buradan kaçmak istiyordum. Yok olmak istiyordum. Hayatımın en baştan başlamasını istiyordum. Jace sahneye çıkmadan önce bana gülümsemişti. Ardından gitarıyla sahneye yürümüştü. “Merhaba Millet!” Sahneye çıkması ile kalabalıktan çığlıklar kopmuştu. O da ayağıyla ritim tutmuş ve güzel sesiyle şarkıya giriş yapmıştı. İnfected şarkısını pürüzsüz bir şekilde söylemeye başladı. Artık tüm odağı şarkıdaydı. Bende bunu bir fırsata çevirmek için arkamı dönüp kulisin çıkışına koştum. Görünmezliğimden nefret etmek istemiyordum. Hayalet arkadaş olmak ise bana göre değildi. Kulisten çıktığımda kalabalık yoktu. Hızlıca koşmaya başladım. Araçların arasından sıyrılıp ana caddeye ilerledim. Ana caddeye vardığımda etraftaki insanlara baktım. Günlük rutinlerine devam ediyorlardı. Bende öyle yapmalıydım. Tarihte yer almak değil, tarih olmak istiyordum. Kimseyle tanışmak istemiyordum hatta beni tanıyanlar beni unuturlarsa da çok mutlu olurdum. Kaldırımda hızımı azaltıp yavaş yavaş evime yürümeye başladım. Acilen bu depresif ruh halinden çıkmam lazımdı. Hayatımdan memnundum! Gördüğüm ilk markete girdim ve dondurmaların olduğu dolaba ilerledim. Elime bir sepet alıp içine dondurmalar, çerezler doldurdum. Şu hayatta bir dondurmanın çözemeyeceği bir şey yoktur. Sağlıksız yiyecekler almak için kendime bir miktar ayırırdım. Normal ihtiyaçlarımı almak için de para kalmalıydı. Bu fikir babamdan çıkmıştı elbette. Bana kalsa hayatımı dondurmayla geçirirdim. Marketten çıktıktan sonra eve doğru hiçbir yere sapmadan gitmiştim. Telefonumu çıkarttığımda hiç arama olmadığını fark ettim. Yokluğumu fark edemezlerdi ki... Ben yoktum, yok! Evet, görünmezdim. Duygusuz bir şekilde devam edebilirdim hayatıma! Ben yoktum! Yaşasın!
Kutu dondurmamın bitmesine birkaç kaşık kalmıştı. Önümdeki tablete karakterlerimi çizerken aklıma hiç yatmayan kurgunun karakterlerini yaratıyordum. Çıldırmak üzereydim. Tıkanmıştım ve orada kalmıştım. Telefonumu elime aldığımda 7 tane cevapsız arama gördüm. Şu telefonu ilk sessizde kullandığımdan beri böyleydi. Bir türlü açmıyordum sesi. Bütün aramaların hepsi Jace’den gelmişti. Saate baktığımda, gece yarısını geçmek üzereydi. O çoktan ayrılmıştır partiden, geri dönmeme gerek yok. Hem yarından itibaren karşılaşmayacağız, karşılaşsak bile o beni görmeyecek ki! Bu yüzden omzumu silktim ve telefonu kapatıp kenara koydum. O sırada kapı çaldı. Gözlerim resmen ağır çekimle kapıya döndü. Bu gecenin vaktinde kapımı çalsa çalsa Freddy Krueger çalardı. Yani üst komşum Bay Freddy. Kesinlikle sarhoş olmalıydı. Kapıya ilerledim ve delikten baktığımda Jace’i gördüm. Siktir be! Kapıyı açıp arkasına durdum. “Gece gece ne yapıyorsun sen burada?” Kaşlarını çatıp kapıyı itti. “Beni ektin!” “Buluşmaya gelmemiş olsaydım seni ekmiş olurdum. Ben sadece erken ayrıldım.” “Ama beni yarı yolda bıraktın. Sana güvenmiştim.” Göz altları kızarmıştı, boynu da kızarmıştı ve saçları dağınıktı. “İçtin mi sen?” diye sorduğumda başını salladı. “Ruby beni aldatıyor.” Ağzım açılırken elimi ağzıma götürdüm. “Bundan bana ne?” “Ne biçim arkadaşsın sen ya?” diye sitem etti. Sarhoşluğun etkisi ile Avusturalya aksanına dönmek üzereydi. “Morale ihtiyacım var.” “Arkadaşın moral versin sana. Biz arkadaş değiliz.” Üç günlük gereksiz samimiyeti de böyle sonlandırmıştım işte. O ise gözleri dolmuş bir şekilde kapının önüne oturdu. “Yalnız kalmak istemiyorum! Seninle arkadaş olmak istiyorum.” “Yahu başka birisini bulamaz mısın? Maximo seninle arkadaş olur bak. Cario mesela... Benim rutinimi bozma Jace.” Kafasını kaldırıp baktı bana. “Hiç arkadaşım kalmadı. Nasıl arkadaş olunur bilmiyorum bile. İnsanlar beni sevmiyor.” “Aynen, o kalabalıkta benim için çığlık atıyordu zaten.” diyerek gözlerimi devirdim. “Kalk şu yerden. Senin yüzünden apartmandan atılacağım. Git artık evine uyuyacağım.” Jace suratını astı sinirle ve ayağa kalktı. “Gerçekten benimle arkadaş olmak istemiyor musun?” “İnsanları sevemiyorum.” “Bende sevmiyorum, bence gayet iyi anlaşırız.” Alttan bir bakış gönderdiğimde ofladı ve önümde kısa bir referans yaptı. “İyi geceler Bayan Casper.” Gözlerimi devirip kapıyı kapatmadan önce, “İyi geceler Post Malone.” dedim.
“Ben sadece 23 yaşındayım ve hayatım bir kabus!” Maximo önündeki bilgisayarı kapatırken bana kısa bir bakış attı. Ardından eşyalarını toplarken konuşmamayı sürdürdü. Evinde yapacağı doğum günü partisine gitmeyeceğimi söylemiştim. O ise yüzünü asmış ve benimle 2 saattir konuşmuyordu. 2 atölyede oturmuş ders çalışırken bu fikirden bahsemişti. Ben reddedince trip atıp gitmek yerine önümde oturmuş ve psikolojik baskı uygulamıştı. “Ya sen çeşit bir psikopatsın?” diye sorduğumda başını bana çevirdi. “Kes sesini. Evde kalacaksın! Sana bir fırsat sunuyorum. Birazcık genç olman gerek Soria!” “Ya ne ilgisi var? Ben bekar halimden gayet memnunum.” “Ya biraz kadınsı ol ya!” “Maximo annemle yer mi değiştirdin sen?” Gözlerini devirdi. “Kızım git bir aynaya bak. Ne kadar güzelsin! Bu güzellikle senin model olman lazım.” “1.59 boyla?” “Ariana Grande 1.55 ama modellik yapıyor!” diye lafı bana kondurduğunda gözlerimi devirdim. O ise sözlerine devam etti. “Öne çıkman gerek. Parlaman gerek. Güzelsin, yeteneklisin, zekisin. Bir patlasan insanlar peşinden koşacak.” Masada öne eğilip kıvırcık saçlarımı geriye attım. “Maximo, hayattaki beklentim görünmez olmak ve bu işte iyiyim.” “Ama olma. İspanyol olup, İspanyol olamamak nasıl bir duygu anlatsana?” Başımı öne yatırdım ve cevap vermedim. Tekrardan başımı kaldırdım. “Gelmezsem benimle konuşmayacak mısın?” “Yüzüne bile bakmam.” “O zaman geliyorum.” Aniden yüzü eski güleç halini aldı. “Yaşasın! İşte benim kızım! Sen bir tanesin! O zaman karaokeye adını yazdırıyorum.” “Bekle, ne?” Aniden durdu ve parmaklarını anime kızları gibi birbirine yaklaştırdı. “Şey... Doğum günü etkinliğinin içinde Karaoke olacak.” “Saçmalama! Benim sesim berbat!” “Hadi ama! Oradaki kaç kişinin sesi güzel olacak ki?” “Maximo! Bütün müzik sınıfını davet etmişsin. Ben şarkı söyleyemem.” “Sen benim en yakın arkadaşımsın! Söyleyeceksin. Sana müzik bölümünden birisini ayarlarız böylece. En yakışıklılar orada çünkü.” Elime aldığım kalemi ona fırlatırken çantasını omzuna takıp kapıdan çıktı. Sonra geriye döndü ve, “Etek giy! Birazcık dişil enerjini yükselt!” Pijamayla gideceğim o partiye. Beni davet ettiğine pişman olacak.
|
0% |