@babyshark7749
|
"Sizi kim mahvetti?" diye sorarak içeri giren resim öğretmenine cevap bile veremeden ellerimizdeki yelpazeler ile kendimizi serinletmeye devam ettik. Hepimiz sıcak yerlerden geliyorduk ama insanın sıcağa karşı böyle bir direnci olamazdı. Dünya, Güneş'e mi taşınmıştı? Neydi bu sıcak? "Tanrım, buharlaşmak istemiyorum!" diye bağıran Maximo'ya gülmeye bile mecalim yoktu. O ise bana döndü ve, "Gülsene lan, burada espri yapıyoruz." "Maxi, gülünce hareket edip terliyorum!" "Bir de bayıl istersen Soria. Kendine gel, sen İspanyolsun! Bu sıcaklar senin için hiçbir şey olmamalı." "Sen de İspanyolsun be!" "Konumuz o değil çatlak!" Maxi'ye laf yetiştiremezdim. Ağzı makine gibiydi. Ürettikçe üretiyordu, bende bu yüzden sustum. Zaten sıcaktı! Resim hocasının dondurma gibi erimeye başlayan sınıfı süzdüğünü gördüm. Sonra iç çekti. Bu sıcaklarda atölye klimasının bozulması hesapta yoktu. Okul sadece değişim öğrencileri için bir bütçe ayırmıştı. Maxi'nin dediği gibi. Pinti bir okuldu. "Hocam," diyerek Maximo elini kaldırdı. "Dersi, sevgili dekanımızın odasında işlesek olur mu? Oraya sığarız." Herkes kıkırdarken çok sevgili öğretmenimiz Bayan Paula gülümsedi. "Tabi ki. Modelimizde dekan olur. Nasıl fikir?" Cario pişkin pişkin sırıttı. "Lafı ağzımdan aldınız hocam." "Nude için model arıyorduk zaten." diyerek ona katılan Maximo ile dekanı istemsizce çıplak ve önümüzde poz verirken hayal etmiştim. Kendimi tutamayıp güldüm. Sınıfımızdaki bu iki arsız İtalyan yüzünden derslerimiz böyle saçma geçiyordu. Bütün fikirleri böyle uç ve çılgıncaydı. Geçen sene Cario'nun aklına uyup parti düzenlemeye karar verdik. Tıpkı Amerikan filmlerinde yer alan partiler gibi yaptık. Herkes içecekleri, yiyecekleri kendisi getirecekti. Sonra Maximo bütün okulda dağıtmak üzere parti afişleri bastırdı. Parti yerinin adresi olarak da Konservatuar bölümünün kızgın ve opsesif sanatçısı olan piyano eğitmeni Mösyö Aramis'in sahildeki evinin adresini vermişti. Akşam saat 10'da bütün üniversite Mösyö Aramis'in evini basmıştı. Adam içeriye dalan bizi fark edemeden hoparlörden bir Rock şarkısı yükselmişti. Çıldırdı. Evine, özel alanına önem gösteren ve bu konuda katı kuralları olan birisinin yatak odasında, banyosunda, mutfağında insanlar çılgınca dans etti, sevişti, konserler verdi, oyunlar oynayıp kavga ettiler. Gecenin sonunda herkes sahile inmişti. Sahil, sarhoşlar için çekici görünürdü çünkü. Evdeki herkes sırayla sahile inip orada dans ederken Mösyö Aramis kapılarını kilitlemiş ve sahilde uyuşturucu kullanıldı iddiası ile bizi polise ihbar etmişti. Elbette uyuşturucu yoktu ama gece boyunca hepimiz, birer kaba idrarımızı yaparak madde kullanmadığımızı kanıtlamaya çalışmıştık. Çoğu öğrenci ailesi sayesinde kurtulmuştu ama ben çok sevgili arkadaşlarıma uyup geceyi 'aklımız başımıza gelsin' diye nezarette geçirmiştik. Maximo resim öğretmenini ikna edememiş ve Bayan Paula malzemelerimizi çıkarmamızı istemişti. Dürüst olmak gerekirse şuan dekanı çıplak çizmeye razıydım. "Gençler klimanın olmaması benim suçum değil. Boş bir yer olsaydı, oraya giderdik ama şuan her yer dolu." diyerek umutlarımızı söndüren Bayan Paula ile yüzümü asmıştım. Sonra aklıma değişim öğrencilerini karşılamak için derslerini iptal eden müzik bölümü geldi. "Hayır," diyerek ayağa fırladım. "Müzik atölyesi boş! Orada bugün ders işlenmeyecekti. Chris, değişim öğrencilerini karşılamak için bugün havaalanında olacaklarını söylemişti." "Öğrencilerin uçağı öğlen inmeyecek miydi?" diye sorgulayan Cario'u onayladım. "Evet," dedim. "Ama şuan öğrenciler kamp alanına yerleşiyor. Yani orası boş." Bayan Paula kafası karışık bir şekilde bana baktı. Sonra kapıya yöneldi, "Gidip oraya bakayım. Sizde şövaleleri alın, peşimden gelin." Hızlıca şövaleleri katlayıp kolumuzun altına koyduk, çantalarımı da taktıktan sonra teker teker sınıfı boşalttık. Bayan Paula uzun ve sessiz koridorda ilerlerken yanlarından geçtiğimiz sınıflara göz gezdiriyordum. Sonunda müzik atölyesine geldiğimizde ilk önce kapıyı tıklattık. Ses gelmeyince hep beraber içeriye girmiştik. Duvarlarda en iyi şarkıcıları resimleri vardı. İlk senemizde buraya getirilmiş, seçtiğimiz şarkıcıları duvarlara çizmiştik. Shakira, Eminem, Rihanna, Elvis Presley, Micheal Jackson, Whitney Houstan, Marilyn Monroe... Efsanelerin arasına Avril Lavigne'in resmini çizmiştim. Resmimin önünde bir sıraya oturmuş uzun siyah saçlı birisini gördüğümde olduğum yerde durdum. Ensesine kadar uzun siyah saçlı bu kişi elindeki gitar ile Avril'e dönmüş bir şekilde oturuyordu. Bayan Paula'da fark etmişti ve öğrenci olduğuna kanaat getirdiği için bize oturmamız için işaret verdi. İyi de, içeride öğrenci varsa nasıl çalışacaktık biz? Bir yuvarlak oluşturacak şekilde oturduktan sonra teker teker eşyalarımızı çıkardık. Bayan Paula ise oturan kişinin arkasından ilerlemş ve elini omzuna koymuştu. "Selam yakışıklı," diyerek onu dürttüğünde çocuk ilk önce yerinden zıplamıştı. Ardından kulağından bir kulaklığını çıkartıp öğretmenimize baktı şaşkınlıkla. Sonra ise arkasını tamamen dönmüş ve orada oturmuş 14 kişilik resim grubunun ona tip tip baktığını fark etmişti. Tamam, gözlerim bozuk olabilirdi ve sırf sıcak diye gözlük bile takmıyordum ama bu kör halimle bile çocuk efsane yakışıklı gözüküyordu. Maximo ise hafif tiz ve sessiz bir ıslık çaldı. Sadece çevresindekilerin duyabileceği bir sesle, "Bu çocuğu her pozisyonda çizebilirim." Gözlerimi kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu çocuk beni öldürecekti. Kendimi zar zor tuttum ama Maximo kendi kendine çocuğa iltifatlar ediyordu bile, "Vay be! Tanrı dünyaya sanat diye bu çocuğu yollamış. Resim bu çocuk için bulunmuş... İlk insanlar Tanrı diye bu çocuğu tasvir ediyorlardır herhalde!" Cario artık kendini tutamayıp kolunu ısırarak gülmeye başladı. Bayan Paula ise çocuğun dikkatini çekmeye çalışıyordu. "İngilizce biliyorsunuz, değil mi bayım?" "Avusturalyalım," diyerek cevap verdi çocuk. Bunun üzerine Maximo çocuğun kalın sesine de tepki göstermeye başladı. "Çocuğun sesine bak be. Konuşma terapisi almak istiyorum bu çocuktan. 'Ses nedir ve nasıl kullanılır' adlı bir video çekmeli." Cario artık gülerken burnundan domuz sesini çıkarmaya başlamştı. "İsminiz neydi?" diyerek çocuğun dikkatini tekrar kendine yönlendirdi Bayan Paula. "İsmim Jace. Değişim öğrencisiyim. 2 gün sonra kampüste bir konser olacak. Onun için pratik yapacaktım. Burası boş denilmişti. İsterseniz çıkabilirim." Mahcup bir şekilde gitarını kutusuna koymaya çalışan çocuğa istemsizce gülümsedim. Bayan Paula'da gülümsemişti. "Sınıf klimamız bozuk ve dışarda yumurta pişirebilecek derecede sıcak bir hava var. Bence sende şimdi binadan çıkma. Bugün portre çalışmayı düşünüyoruz." diye açıklama yapan Bayan Paula geri çekilip Jace'i süzdü. "Çok yakışıklısın, bugünlük modelimiz olmaya ne dersin?" Jace korku ile resim öğretmenine baktı. Ardından bize. "Reddetme şansım var mı?" "Önermiyorum," diyerek gülümsedi Bayan Paula. "Sadece merkezde oturacaksın ve öğrencilerim seni çizecek." "Yine de..." "Bence kabul etmelisin. Heykele benziyorsun, seni resmetmeler güzel olacak. Şimdi gel. Şuradan bir sandalye alalım." Bayan Paula, Jace'in kolundan tutmuş ve merkeze konulan sandalyeye oturtmuştu. Arkası bana dönüktü ve arka tarafından resmini çizecektim. Basitti. En basit insan modellemesi bu oluyordu. Maximo ise o arkamızı döndüğü için sinirlenmişti. "Yüzünü görseydik bari," diye mırıldanmıştı. Cario ise bunun üzerine kafasına bir tane geçirmişti. Jace ise oturmuş etrafına bakınmıştı. Poz veremiyordu. Bayan Paula koltuğuna oturup Jace'e baktı. "Sakin ol, rahat bir poz bul." Jace ilk önce etrafına bakmış, sonra pencereye baktıktan sonra, "Pencereye arkamı dönsem olur mu? Güneşi pek sevmem." "Rahatına bak." Jace ise arkasını dönmüş ve direkt karşımda durmuştu. Siyah uzun saçları vardı.Önden biraz kısaydı ve iki gözünü çevreliyordu. Küçük siyah gözleri vardı. Göz çukuru çok derin değildi. Burnu tam yüzünü ortalıyor, yüzünün simetrisini bile eşsiz bir şekilde tamamlıyordu. Dolgun puce rengi dudakları vardı. Çenesi çok keskin değildi ama yan duruşunda şekli zahmetsizce değişebiliyordu. Kaşları hafif kalkıktı ve yüzüne samimi, tatlı bir ifade veriyordu. Boynuna baktığımda kaslı yapısı dikkatimi çekmişti, zayıftı ve vücudundaki yağ oranı oldukça düşüktü. Eksternal Karotis Arterin çevresindeki o küçük kuşkonmaz yeşili damarların varlığını görebiliyordum. Kollarında nabızdan başlayarak kol içine kadar uzanıyordu. Parmakları uzun ve inceydi. Sandalyede oturmuş, bacaklarını hafifçe açmış ellerini önüne koyarak hafif kambur bir poz vermişti. Yerimi değiştirmek istiyordum. Ona bakarak bu resmi çizmem çok zor olacaktı... Ben arkasından çizecektim ya! Niye güneşi sevmiyordu bu çocuk? Kim güneşi sevmez ayrıca? Ben sevmem... Ama o, ben değil! Yani bu özentilik nedir? Yüzünü çizmek için taslağı çizmeye başladım. Bakmadan çizsem? Yok olmaz. Yüzü bilindik değil ki. Ama ona bakamam. Direkt benim önümde. En net porte benim olacak! İyi iş çıkarmalıyım. Maximo ile yer değiştirsem? Yok, sonra heyecanlandığım belli olur. Yahu bu çocuğu niye çiziyoruz biz? Dekanı çizecektik hani? Kendimle tartışmayı bitirmeye çalıştıkça resim boka sarıyor gibi hissediyordum. Jace direkt arkamdaki boşluğa bakıyordu. Neyse ki beni fark etmedi. Şu hayattaki en büyük yeteneğim görünmez olmaktı zaten. Rahatça ona bakıp çizebilirim. Derin nefesler alıp Jace'i çizmeye başladım. Bu çocuk zaten anime karakteri gibiydi. Düşününce Silver Frame ona çok yakışırdı. Yavaş yavaş portresini çizdim, bazen ona bakıp dalmıştım bile. Bu çocuğu yaratan kişi ile beni yaratan kişi aynı mıydı? İçime Maximo kaçmış gibi çocuğa içimde taparken bulmuştum kendimi. Sonra bir ara göz göze geldik. Gözlerini kırptı yavaşça bana bakınca. Bakışları üstümde dolandı. Birazdan dikkatini başka yere çeker diye düşünüp çizime devam ettim ama tekrardan ona bakınca bir kez daha göz göze geldik. Bana bakmaya devam ediyordu. Bakmasana bana be adam! Nasıl çizeceğim ben? Kalp krizi geçirmemi mi istiyorsun? Klima açık olmasına rağmen terlemeye başlamıştım. Kalem elimden kayacak diye korkuyordum artık. En sonunda zor bela portremi bitirdim ve yavaş yavaş renklendirmeye başladım. O ise gözlerini üzerimden çekmedi. Sadece beni izledi. Susuz kalmaya başlamıştım, kendi kendime terliyordum. "Bayan Paula, benim portrem bitti. Kantine inmek istiyorum!" diyerek cevap bile beklemeden çantamı alıp kapıya yöneldim. Kapıyı açıp arkamı döndüğümde Jace kafasını çevirmiş boş gözlerle bana bakıyordu. Dışarı çıkıp kapıyı kapattım arkamdan. Koridorda ilerlerken elimi kalbime götürdüm. Çok hızlı atıyordu... Siktir. Kalbimi mi bozmuştum acaba? "Selam!" Başımı masaya yatırmış uyuklarken masama oturan kişiye bakmadım. Kimse uykumdan önemli değildi. Uyku benim için her şeydi. Uykusuz bir dünya olamazdı. "Aradığın kişi değilim." "Bu okuldaki tek Soria sensin ama." Başımı kaldırdım. Gözlerimden uyku akıyordu büyük ihtimalle. Jace karşımda oturmuş hafifçe gülümsemişti. Derin ve hızlı bir nefes alıp arkama yaslandım. "Eyvah! Kafein beni sarhoş mu ediyor?" "Resim için konuşmaya geldim," diye cevaplayınca kaşlarımı çattım. "Avril Lavigne'in resmi. Altta senin imzan vardı. Portre çalışmanızdan sonra ismini sormuştum. Sen olduğunu söylediler işte." "Avril dinliyor musun?" "Bütün şarkılarını ezbere bilirim. Çok şanslıyım! O duvar bir şaheser ve sen beni en iyi açıdan çizen kişisin! Bu arada porte çok güzel olmuş." Aldığım iltifatlar ile ne diyeceğimi şaşırıp gerginlikle gülümsedim. "Teşekkür ederim... Sen de iyi bir modelsin." Güldü bana. "Bunu diyen tek kişisin. Tanıştığıma memnun oldum. Konsere geleceksin, değil mi?" "Müzik gruplarına girmemiz yasak," diye cevapladım onu. "Mösyö Aramis beni pek sevmez." "Olabilir ama herkes bir kavalye getirebilirmiş. Burada tanıdığım tek kız sensin. Hazır senin gibi bir sanatçı bulmuşken benimle o konsere gelmelisin." "Bu ısrar niye?" Yakalanmış gibi gülümsedi ve başını aşağı eğdi. "O tür birleşme konserleri hoşuma gitmiyor. Yalnız kalmak istemiyorum." Omzumu kaldırdım. "Benimle gözükmen karizmana zarar verebilir." "İnsanlar sanatçıları anlayamıyorsa, bu benim sorunum değil." diye cevapladı, ardından elini uzattı. "Gelecek misin?" "Öyle olsun."
|
0% |