Yeni Üyelik
6.
Bölüm

altı

@badesol

Bu savaşa kazanmak için girmemiştim. Zaten böyle bir savaş kazanılamazdı. Kazanmak yerine savaşarak teslim olmayı öğrenmiştim sonunda.

 

 

 

 

********

 

Küçükken bir bisikletim vardı. Dört tekeri olan. Dört tekerli sürdüğüm için dalga geçen bir grup çocuk vardı, benden yaşça büyük. Bir gün hırslanıp iki tekerini çıkartıp sürmeye kalkışmıştım. Başından belli olduğu gibi düşüp dizlerimi parçalamıştım ve beraberinde ellerimi. Hatıramda kalan ilk düşüşümdü.

 

Altı yaşındaki her çocuk gibi anne babama koşmuştum. İnsan, her yaşta, böyle anlarda şefkate ihtiyaç duyardı. Ben de duymuştum. Annem kollarını etrafıma sarar sarmaz bağrımdan yükselen acıyı dün gibi hatırlıyorum. Gözlerimden kor olup düşen gözyaşlarını da. Ağladığımı gören babam yanımıza yanaşmıştı. Elleri pantolonunun cebinde, dik bir duruşla üstten bir bakış atıp "Ağlama. Büyüyünce unutursun." demişti. Kulaklarımdan silemediğim sesi bugünmüşçesine çınlıyor. Oysa tek yapması gereken bir elini uzatıp saçlarımı okşamaktı. Saçlarım mı kirliydi? Saçlarımı okşamak o kadar mı zordu? Soramadım. Gözyaşlarımı silip başımı salladım çocuk aklımla. Kazıdım beynime. Büyüyünce unuturdum.

 

Sonraki her düşüşümde büyüyünce unuturum dedim kendime. Ağlamadım.

 

Annem öldü. Büyüyünce unuturum dedim. Unutmak zorundaydım.

 

Lisede aşık oldum sandığımda kalbim parçalara ayrılıyor gibi acırken büyüyünce unuturum dedim.

 

Birini gerçekten sevdiğimde ve kalbimi kırdığında büyüyünce unutacağım diye teselli ettim kırılan kalbimi.

 

Sonra Yalçın da gitti. Büyüyünce unutacak mıydım?

 

Baba ben ne zaman büyüyeceğim? Ne zaman büyürdü insan?

 

İnsan asıl büyüyünce hiçbir şeyi unutmuyordu. Babam beni kandırmıştı. Bunu ilk fark ettiğimde annemi kaybedişimin üstünden üç ay geçmişti. Bende kendimi kandırmıştım, babam gibi. Babamın başlattığı yalana ayak uydurmuş, oyununda ona eşlik etmiştim, Yalçın'ı da kaybedene kadar.

 

Ne unutmuştum ne de büyümüştüm.

 

Gözümün önünde canlanan anı ruhumdan firar etti, peşinden koştum sakladığım sandığa geri koymaya çalıştım. Ruhumun kaşları çatıldı. Şu an içinde olduğum ortamda birden firar eden anıya anlamsızca baktım.

 

Göğsümden yükselen ekşi his düşüncelerime karşı çıkmak ister gibiydi. Unuttuğum bir şeyler olabileceğini kanıtlamak ister gibi bir hali vardı. Onu ne zaman görsem, bastırdığım bu his yine baş köşeye oturup alay edercesine bana göz kırpıyordu.

 

Karşımdaydı. Avcım keskin gözlerini üzerime dikmiş beni izliyordu. Suratına yerleştirdiği ifade en sevdiği oyuncağını kaybetmiş bir çocuğun yıllar sonra ona kavuşmuş olduğu zamanki gibi bir his uyandırdı içimde, varlığından haberdar olmadığım bir yerde.

 

Sağlam adımlarını zemine sabitlemiş, ellerini siyah pantolonunun ceplerine yerleştirmiş, karanlık gecelere benziyordu. Fırtınaların çıktığı, göğün anne feryatlarını andıran gürlemeleriyle gözyaşlarını akıttığı, yeryüzünü birbirine katan korkunç karanlık gecelere. Ne var ki korkunç karanlık gecelere sempati duyardım. Ruhumdaki çığlıkların tüm çıplaklığıyla yeryüzünü birbirine katışını anımsatırdı bana.

 

Bu sempati duymam gereken fırtınalı bir karanlık gece değildi ve olmamalıydı. Arkama bakmadan kaçmam, kendimi evime, güvenli alanıma atmam, kapıyı ardımdan defalarca kilitlemem gerekiyordu.

 

Bana bu şekilde, o gözlerle, ruhunu akıttığı o bakışlarla bakmamalıydı. Kayıptı. Kayıpların yarattığı ruh boşluğu vardı gözlerinde. Acıydı. Acı çekiyordu. Eksikti. Ucu bucağı olmayan, dipsiz bir kuyuya zincirlenmişti. Görüyordum.

 

Hakkında hiçbir şey bilmediğim bir adamı tek bakışından anlamamalıydım ki dünya üzerindeki kimse kimseyi sessizliğinden anlamazdı.

 

Yalçın beni anlardı.

 

En azından çok iyi tanımadan, kimse kimseyi tek bakışından ruhunu görebilecek kadar, sustuklarını anlayamazdı. Belki sadece anladığımı sanıyordum. Belki yanılıyordum. Defalarca doğru sandıklarımda yanıldığımı göstermemiş miydi bu hayat bana? Yine öyleydi. Tek farkla. Bu defa aynı saflıkla körü körüne inanacak o toy velet değildim.

 

Gözlerimi üzerinden ayırmak için sınırlarımı zorladığım o kısa süre zarfında yanına hoş giyimli bir kadın yanaştı, aramıza bariyer kurdu. Kısa bir an göz temasımızı kesti, kadına anlık bir bakış atıp tekrar hedefine gözlerimi aldı. Gözlerimi üzerinden ayırdım ve masaya döndüm. Algılarım uzaya fırlatılmış bir uydu kadar açıktı ve onlara bakmasam da kadının hararetle bir şeyler anlattığını ve az evvel onun koluna elini yerleştirdiğini biliyordum. Bilmeseydim.

 

Önümdeki alkolle doldurulmuş kadehten bir büyük yudum aldım. Dikkatimi masadakilere odaklamaya çalıştım.

 

"Giray Afşa. Memnun oldum." Giray Afşa. Asu'nun dün ser verip sır vermediği meşhur adam buydu sanırım. Kumraldı. Loş ışıkta yüzünü pek seçemesem de hoş bir görüntüye sahip olduğunu anlayabilmiştim. Asu'nun yanında epey heybetli görünüyordu. Bakışları sıklıkla yanındaki adama kayıyor tekrar bize çevriliyor ardından tekrar Giray'a bakıyordu.

 

Bakışlarında bir şey vardı. Şefkat mi denir, sevgi mi denir bilemiyordum ama etkilendiği ortadaydı. Buna rağmen hareketleri çok sakin, çok kontrollüydü. Giray'ın kendini tanıtmasının ardından, yanındaki arkadaşları ve bizimkiler teker teker isimlerini söyleyip el sıkıştı.

 

Kadına eğildi. Ela gözlerinin ağırlığının üzerimden çekildiğini soğuk bir rüzgar gibi hissettim. Dudaklarında yer edinmiş gülümseme tehlike saçıyordu. Flört mü ediyordu? Aralarında birkaç santimlik mesafe kaldığında bir şeyler söyledi. Ne söylediğini anlayabilecek kadar yakın değildik ve ortam epey gürültülüydü. Ona bakmıyordum ama onu görüyordum.

 

Midemden yükselen ekşi tatla yüzümü buruşturdum. Sahtekardı. Erkekler sahtekardı. Alışmıştım. Belki de asla alışmamam gereken bu durum canımı sıktı. Bu adamın varlığı canımı sıkıyordu.

 

"Gözleriyle ateş edeni de ilk defa görüyorum.." Mirza'nın yanıbaşımdan gelen sesiyle bakışlarımın odağına onu aldım.

 

"Ha?" Eliyle yüzümü işaret edip güldü.

 

"Gözlerinle diyorum saniyede beş yüz mermi harcıyorsun. Elinde makineli olsa hedefi şimdiye delik deşik etmiştin." Benimle alay ediyordu. Oyununu bozmadım.

 

"İnsanları delik deşik etmek için makineliye ihtiyacım yok. Unuttun mu? Ben doktorum ve bıçak kullanmak da uzmanlık alanım sayılır." Tehlikeli gülüşümle göz kırptığımda gözleri dehşetle büyüdü. Bir adım geriye atarak benden uzaklaştı.

 

"Özür dilerim patron. N'olur beni affet." Yüzüne yerleştirdiği acıklı ifadeye kahkaha attım. Her an diz çökebilecekmiş gibi duruyordu ve bu beni keyiflendirmişti. Kahkahamla masadaki birkaç göz üzerimize döndü.

 

"Bir sandalye çek de buraya gel aptal." Sözlerimin hemen ardından yan tarafımızdaki masadan boş sandalyelerden birini Gedizle arama çekti.

 

Alayını bir kenara bırakıp omzuyla omzuma vurdu. "Söyle bakalım kim sinirlendirdi seni?"

 

Bu hareketi bir abi hissiyatı uyandırdı ruhumda. Samimiyetine gülümseyip omuz silktim. "Sinirli değilim."

 

"Beni hafife alıyormuşsun gibi hissettim ve kırıldım. Kalbimin kırılma sesini duyuyor musun?" Ortamın gürültüsü yüzünden bana yaklaşarak kulağımın dibinde bağırıyordu. Yüzümü buruşturdum.

 

"Yoo duymuyorum. Kırık değildir o çıkıktır. Kırık olsa duramazsın.." Elimde döndürdüğüm kadehten bir yudum daha aldım.

 

"Sen çok kötü birisin." derken başını onaylamazca iki yana sallıyordu. Oyunbaz bir ifadeyle gülüp omzumla omzuna vurduğum esnada bir hareketlilik oldu. Az önce dibine girdiği kadının elini kolundan itip ardında bırakarak çatık kaşları ve öfkeli ifadesiyle bize doğru yürümeye başladı. Kadının bakışları hayret ve öfkeyle karışık bir ifadeyle yanıyordu. Kısa bir an arkasından bakıp hırsla geldiği gibi geri gitti. Kurt bize doğru yavaş adımlarla yürürken gözleri bir Mirza'ya bir bana bakıyor, aramızda gidip geliyordu. Bakışlarımı ondan çektim.

 

"Sanırım seni öldürecek." Kıkırtım aramıza dağıldı. Mirza bana bakıp omuz silkti. "Öldürmez de süründürebilir diyelim."

 

Az önce sipariş verdiği içeceğine uzandı, kadehimi kaldırıp ona uzattım ve kadehlerimizin birbirine çarptığında çıkardığı tiz ses kulaklarımızı aşındırdı. Aynı anda birer yudum aldık ki boşalan kadehimle göz göze geldim. Yan tarafımdan gelen gülüş kadehimle olan bakışmamaydı. Garsonu yanına çağırıp bir şeyler söylemesinin hemen ardından kulağıma eğildi.

 

"Biraz düşündüm de bu beni öldürür sen bile kurtaramazsın. Baksana şunun sıfatına kırmızı görmüş boğa gibi geliyor." Benzetmesinin ardından gözlerimin önünde canlanan kafasına Kurt'un yüzü yerleşmiş boğa resmiyle kahkahamı tutamadım. Gevşemiştim. Vücudum oturduğu koltuğa yayılmış, hafiflemiş hissettiriyordu. Ya da aldığım alkolün etkisiydi ki alkol eşiğimin düşüklüğü göz önüne alındığında bu halim çok normaldi. Az önce Mirza'nın konuştuğu garson boşalan kadehimi tazeledi.

 

"Ben varken sana bir şey olmaz.." bir elimi uzatıp omzuna iki kere vurdum. "Ben seni korurum prensess."

 

Sözlerimle önce kaşlarını çattı, karşı çıkacak gibi bir an ağzını açtı, geri kapattı. Önüne döndü. Bir elini kaldırıp hayali saçlarını kulağının arkasına itti ve yandan utanmış bir bakış attığında benimle beraber masadakilerden kahkaha sesleri yükseldi. Ona gülen arkadaşlarına bir bakış atmasıyla hepsi gülmeyi kesti ama ben hala ayaklarımı yere vura vura gülüyordum. Önündeki içecekten bir yudum aldıktan sonra yüzüne yerleşen belli belirsiz gülümseyi görmüştüm.

 

"Gördüğüm kadarıyla hevesin yerli yerinde duruyor.." Sesi ortama buz gibi düştü. Fırtınasını beraberinde getirmişti ve bu herkes tarafından hissediliyordu. "O halde seni yarın odamda bekliyorum Mirza." Masanın ucunda duran bedeninin gölgesi üzerimize düşüyordu. Sözlerinin ardından biz ve Mirza hariç herkes gülerken anlamazca onlara baktık. Mirza buz kesmiş gibi ona bakakaldı bir an.

 

"Yalnız g3 bunu kesmez komutanım. Rpg-7'yi deneyin derim." İkizlerden Fırat kahkahalarının arasından konuştu.

 

"Götüne iha girsin istemiyorsan fazla konuşmamanı tavsiye ederim Fıratcığım. Malum bu gecenin sonrası da var." Mirza'nın tehlikeli sesi Fırat'ı durdurmadı. Gülüşü daha da genişledi. "Komutanım sonrasında istediğinizi yapabilirsiniz ama bu anı kaçıramam."

 

"Yerinde olsam devam etmezdim Fırat. Diş fırçasıyla koridoru sildiğin zamanı çabuk unutuyorsun." Alparslan'ın sözleriyle kaşlarım hayretle havalandı.

 

"Diş fırçasıyla koridor silmek mi?" Asu'nun hayretle bezenmiş sesi iç sesimi dışa vurmuştu. Bunlar manyaktı.

 

Giray gülerek yanında oturduğu Asu'ya dönmeden eliyle Mirza ve Fırat'ı işaret ederek "Bir görevdeydik ve Fırat dalga geçip Mirza'dan daha iyi yapabileceğini söyleyip duruyordu. Konu kadınlar olduğunda içi boş bir özgüveni var bu salağın." O anları hatırlamış gibi başını iki yana sallayıp güldü. "Mirzayla iddialaşmaması gerektiğini bir türlü öğretemedik. Sonucunda iddiayı kaybedip günlerce diş fırçasıyla koridor temizlemişti erlerin önünde. Son gördüğümde Mirza'nın ayaklarına kapanmış tasma tak peşinde gezdir ama bunu yapma komutanım diye ağlıyordu."

 

"Element uydurma oğlum söylemedim öyle bir şey!" diye hırsla atıldı Fırat. Gurur yapmıştı.

 

"Bir de Mirza komutanım o hırsla kadını öyle bir etkilemişti ki sonra günlerce köşe bucak kadından kaçmıştı." Adının Taner olduğunu bildiğim çocuk hevesle konuşurken Kurt yanımıza yanaşıp "Kalk lan yavşak, siktir git başka yere otur." diyerek Mirza'yı kolundan tuttuğu gibi bir çuvalı fırlatırmışçasına kaldırmıştı. Boşalan yan sandalyeme büyük bedenini yığdı. Barut kokusuyla karışık parfümünü duyumsadığımda midemdeki ekşi tat nüksetti. Nefesim varlığıyla boğazıma tıkandı.

 

"Ayıp olmuyor mu hayatım? Kavga mı edelim uzaylıların yanında? Cık cık cık..." Mirza'nın alaylı sözleriyle kısıkça güldüm. Uslanmıyordu.

 

Bakışlarını kısıp öldürücü bir sakinlikle Mirza'ya döndü. "Hoplatırım seni, bir daha kıçının üstüne oturamazsın."

 

Masadaki herkesin gözleri onların üzerindeyken Mirza Kurt'a yaklaştı "Hoşuma gider." deyip göz kırparak kaçtı. Bir elimi dudaklarıma örtüp utançla güldüm. İkisini o pozisyonda hayal etmiş olmak dehşet vericiydi. Sözlerini sadece üçümüz duymuş olmalıydık ki diğerleri ne dediğini anlamaya çalışarak birbirlerine bakmışlardı. Kurt'un bakışları sessiz gülüşlerimle üzerime düştü.

 

"Sakın." Tek kelimelik cümlesini kulağıma yanaşarak fısıldamasıyla sıcak nefesi tenime çarptı. Yüzümü yüzüne çevirdim. Çevirmemem gerektiğini çok geç fark etmiştim. Bozuntuya vermedim. Yüzlerimizin arasında bir santim varken "Çok geç." diye fısıldadım, onun gibi.

 

Ona dönmemle her bir uzvu kasıldı. Bakışları dudaklarıma düştü. Gölgesinin altında ezilirken kurtarıcım Bora oldu.

 

"Siz bayağıdır tanışıyorsunuz herhalde."

 

Yüzümü yüzünün önünden çekip Bora'ya döndüm.

 

"Yakın zamanda tanıştık aslında. Neden ki?" diye sordum. Şaşkınlığı yüzünden okundu.

 

"Ne bileyim sen öyle yeni tanıştığın insanlarla pek samimi olmazdın. Uzun süredir tanışıyorsunuz sandım." Sözlerinin altında yatanı kimse anlamadı. Ben anladım. Yalçın askerdi. Onlar da askerdi. Yalçın'ın arkadaşları sanmıştı. Yüz ifadem solarken gerginlik damarlarımda gezinmeye başladı. Boğazıma aynı yumru yerleşirken ellerimi masanın altına indirip yumruk haline getirdim. Kontrolü kaybetmeyecektim. Burada bu masada kontrolümü kaybetmeyecektim. Kaybetmemeliydim. Tırnaklarım avuç içime batarken acı hissi güzeldi ama yetersizdi. Yalçın'ın yüzü gözlerimin önüne geldiği an içimdeki hüzün bu anı bekliyormuş gibi göğsümün duvarlarını yumrukladı. Ben buradayım diyordu. Sen görmezden geliyorsun ama ben buradayım. Ne kadar bastırsan da ben yok olmayacağım. Sen bastırdıkça ben daha çok büyüyeceğim.

 

Gözlerim dolmadı. Nefeslerim tıkanmadı. Tırnaklarım avucumu acıtmadı. O an kimsenin görmeyeceği ve bilmeyeceği bir şey oldu. Sıcak bir el soğuk elimi esir tuttu. Avucuma batan parmaklarımı teker teker açtı, bir annenin çocuğunun elini sıkı sıkı kavrayışı gibi elimi avucunun içine hapsetti. Sertçe yutkundum. Bakışlarım önce birbirine kenetlenen elimize kaydı, büyük elinin içinde küçücük kalmış elime, daha sonra yüzüne. Bana bakmıyordu.

 

"İnsan frekansı tutan insanlarla tanışınca kırk yıldır tanışıyormuş gibi hissedip samimi olabiliyor." Kısa bir an yandan bir bakış atıp tekrar Bora'ya döndü. "Ne zamandır tanışıyorsunuz?"

 

Sanki sürekli el ele tutuşuyormuşuz gibi rahattı. Onun rahatlığının yanında ben kaskatı kesilmiş vücudum ve ruhumla ona bakakalmıştım. Yaptığı harekete karşılık ılık bir his mideme aktı. Hız treninde son sürat aşağı kayıyormuş gibi bir hisle sarsıldım.

 

Az önce bir kadınla flört etmişti.

 

Hatırladığım şeyle elimi elinden sertçe çekip yüzümdeki şaşkınlığı sildim. Kaşlarının çatıldığını hissettim fakat bakmamaya yeminliymiş gibi bana dönmedi. Birkaç dakika önce garsonun tazelediği kadehime uzanıp dudaklarıma götürdüm. Kana kana içtim. Ruhum susuz kalmıştı, dudaklarım kurumuştu.

 

"Üniversitenin ilk senesinden beri tanışıyoruz. Aynı fakültedeydik."

 

Çalan adını bilmediğim şarkı yerini Kumralım'a devrettiğinde gözlerim büyüdü. Alkolün damarlarımda gezişini hissettim. Masanın diğer ucuna oturmuş Mirza'yla göz göze geldik. Bir anda ayağı kalktım. Kalkışımla gözlerin hepsi üzerime döndü.

 

"Oturmaya mı geldik ya?" Mekan hareketliydi ve sanırım geldiğinden beri tek oturanlar bizdik. Sözlerimle kızlar gülüştü. İkisi de benim gibi çakırkeyifti. Alkol gözlerinden okunuyordu. Zehra'nın yanakları kızarmıştı uyudu uyuyacak bir hali vardı. Taner, Alparslan ve Gediz kendi aralarında sohbet ediyordu.

 

Sandalyemi geri itip, kadehimi elime alıp piste doğru yürümeye başladım. Üzerimde hissettiğim ela gözlerin ağırlığını yok saymaya çalışıp Mirza'nın yanından geçerken "Kalksana!" diye bağırdım. Yürürken şarkının ritmiyle sallanıyordum. Gülmekle yetindi. Ardımdan ayaklanan birkaç kişiyi gördüm ama oralı olmadım. Çoğunluğu kadınlardan oluşan piste vardığımda tüm hücrelerimle dans etmeye başladım.

 

"Orda her kiminleysen

Belki sevgilinleysen

Söyle kumralım için sızlamaz mı!" Bir yandan şarkıya eşlik ediyor bir yandan gülerek dans ediyordum. Asu ve Zehra'da yanıma gelmiş kendilerini ritme bırakmışlardı. Kendi etrafımda dönerken bir an ayağım takıldı. Dünya ayaklarımın altından kaydı. Kadeh elimin arasından kayıp yere süzülürken arkamda hissettiğim sıcak bedenle aynı anda karnıma bir kol sarıldı, beni düşmekten kurtardı. Dejavu hissi dört bir yanımı sarmaladı. Bu anı daha önce yaşamıştım. Ne zamandı? Zonklayan beynimle başım dönüyordu.

 

Unutmuş olamazdım. Ben hiçbir şeyi unutmazdım ki. Benim lanetim buydu, hiçbir şeyi unutmamak. Her anı dünmüş gibi hatırlamak, her hissi şu an hissetmiş gibi anımsamak. Bir şeyi unutmuş olabilme ihtimalim bıçak gibi mideme saplandı. Midemden yükselen sıvıyla ellerim ağzıma kapandı. Yer ayaklarımın altında kayarken arkamı döndüm, dönmeseydim de biliyordum. Karnıma dolanan kolun sahibi de dik durmamı sağlayan göğsün sahibi de oydu. Yüzlerimiz hizalanırken "Galiba kusacağım." diye söylendim hiç düşünmeden.

 

Bir eli bileğimi kavrayıp beni peşinden sürükledi. Adımlarım sürekli birbirine dolanıyor, düşecek gibi oluyordum ve her defasında beni düşmekten kurtarıyorken lavaboya vardık. Kadınlar tuvaletinin kapısını açıp benimle beraber girdiğinde içerisi boştu ama zaten bunu dert edemeyecek kadar bulantım vardı. Kabinlerden birini açıp kendimi içeri atarken peşimden gelmek için hareketlenen bedenini elimi kaldırarak durdurdum. Bu hareketimle adımları olduğu yere mıhlanmıştı.

 

Eğildiğim an midemden yükselen ekşi tat genzimi esir aldı. Birkaç saat önce yediğim yemeği tamamen istifra ettikten sonra yaşaran gözlerimi sildim. Bir tutam peçete koparıp dudaklarımı silerken kırmızı rujumun yüzüme bulaşması zerre umrumda değildi. Sifona basıp klozetin kapağını kapattım ve üzerine oturdum. Başımı arkamdaki duvara yaslarken kendimden iğreniyordum. Kusmak iğrenç bir şeydi ve ben kusmaktan nefret ederdim. Ne kadar içmiştim? Alkol eşiğim düşük olduğu için sınırımı biler dozunu kaçırmayacak şekilde içerdim fakat bu gece ne kadar içtiğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

 

Yer hala ayaklarımın altında kayıyorken olduğum kabinin kapısı açıldı. Gölgesi üzerime düştü. Ağır ağır yutkunduğumda damağımdaki iğrenç tat yüzümü buruşturmama sebep oldu. Kabinin girişine omuzunu yaslayan bedenine değen bakışlarım yüzüne tırmandı.

 

"Neden buradasın?" Sözler izinsizce firar etti dudaklarımdan. Sakin bir tavırla omuzlarını silkti.

 

"Çünkü sen buradasın." Kendinden emin sarf ettiği sözlerin hemen ardından gözlerimi kısarak şüpheyle baktım yüzüne.

 

"Cehenneme gitsem gelecek misin?" Başını salladı onaylarcasına. Beni tekrar etti. "Cehenneme de gitsen bir adım arkanda olacağım." Oralı olmadım. Yüzü gözlerimin önünde dönüyordu.

 

Bir elimi havaya kaldırdım. "Dünya dönüyor. Görüyor musun?"

 

Kaşları çatıldı. "Susuz kalmış, çöldeki deve gibi içersen döner tabi dünyan." Kollarını göğsünde bağladı.

 

"Bana baksana sen! Deve mi diyorsun sen bana?" Kelimeleri fütursuzca israf ediyordum. Düşüncelerimin ipleri birbirine bağlanmış gibiydi. Yükselen sesime eğlenen bir gülüşle karşılık verdi. "Deve diyorsam ne olacak?"

 

Gözlerim beyaz gömleğinin altından belli olan kol kaslarına değdi. "Bunları şişirdin mi? Pazar malı mı bunlar?"

 

Başını arkaya atıp güldüğünde erkeksi kahkahası tuvalette yankılandı. Gülüşüyle adem elması hareket ediyordu. Şu an çok.. seksi görünüyordu?

 

Gülüşü dindiğinde gözlerini tekrar gözlerime kenetledi. "Hepsi orijinal. Yakından bakmak istersen hiç çekinme." Ve göz kırptı. Midem kasıldı. Her hareketinde nabzım kontrol edilemez şekilde hızlanıyordu.

 

"O kadına da yakından baktırdın mı? Nesin sen müzede bir heykeltıraş mı? Gelene geçene elletiyor musun?" Sözler dudaklarımdan bir hışımla çıkar çıkmaz pişman olmuştum. Bir elim iznim dışında hareketlenip dudaklarıma çarptı.

 

Omzunu kabinin kapısından ayırıp bir büyük adımda karşımda durdu, dizlerini büküp önümde eğildi. Bir elini kabinin yan tarafına yasladı. Yüzündeki eğlenen ifade bir an olsun silinmezken anlam veremedim. Daima yaşlı bir amca gibi aksi olan, yüzündeki sert ifadeyi sahte gülüşleri haricinde değiştirmeyen adam bir süredir karşımda içten bir şekilde gülüyordu. Neden?

 

"Çocuk gibisin. Acaba sana sürekli alkol mü içirsem?" Kendine kendine söylenirken gözleri yüzümdeydi. Başımı yasladığım duvardan ayırıp bir anda yüzüne eğdim. Ani yakınlaşmamla dudaklarındaki tebessüm belli belirsiz soldu. Gözlerimdeki bakışları tekrar dudaklarıma kaydığında 'az önce o dudaklarla kustum!' diye bağırmamak için zorladım kendimi. Utanç bir poşetin içine koyulup çöpe atılmış gibi terk etti zihnimi. "Sensin çocuk. Aksi, huysuz küçük bir veletsin."

 

Sözlerimle gözleri kocaman açıldı, kaşları havalandı. Boştaki eliyle kendini işaret edip "Ben miyim velet? Sen benim kaç yaşında olduğumu biliyor musun ufaklık?" dedi hayretle.

 

Başımı iki yana sallayıp "Bilmiyorum. Kaç yaşındasın amca?" derken sesimi inceltmiştim ki bununla tekrar güldü.

 

"32."

 

"Burcun ne?" Şaka gibisin dercesine güldüğünü anladım.

 

"Boğa. Senin?" Konudan konuya atlıyor oluşumu yadırgamadı. Bu sürekli yaptığımız bir şeymiş gibi uyum sağlıyor oluşu göğsümde bir yere dokundu.

 

"Boğa mı? Iy." Yüzümü buruşturdum. "Akrep benim."

 

Az önce benim yaptığım gibi "Akrep mi? Iy." deyip yüzünü buruşturduğunda kıkırdadım.

 

Gülüşümün arasından bir parmağımı ona doğru salladım. "Dalga geçme benimle döverim seni."

 

Kararan bakışlarının ardında bir şimşek çaktığına şahit oldum. Yüzüne haylaz bir gülümseme yerleşti. "Dövsene beni." derken meydan okurcasına bir baş salladı. Öyle bir ses tonuyla söylemişti ki vücudumdaki tüm tüylerin şaha kalktığını hissetmiştim. Sözleri biter bitmez bakışlarım dudaklarına düştü. Kiraz dudakları çok yenilesi duruyordu.

 

"Dayak arsızı seni.." diye söylenirken bakışlarımı kaçırıp geri çekildim. Sınırlar önemliydi. Sınırlar hayat kurtarırdı. "Saat kaç?"

 

Bakışları yüzümden ayrılırken sol bileğini göz hizasını kaldırdı. Bileğinde rengi siyaha çalan kayışı olan bir saat vardı. Çok eski görünüyordu.

 

"Gece yarısı oluyor." Tıpkı senin gibi. Başımı salladım. Baş dönmem azıcık hafiflese de bir elimi kabine yaslayıp ayağa kalktığımda benimle beraber ayaklandı. Önümden çekildi. Omzum göğsüne sürtünerek kabinden çıkıp lavaboya yöneldim. Arkamdaki varlığını yanıbaşımda hissediyordum. Suyu açıp bir süre ağzımı çalkaladım. Kenardaki peçeteden birkaç kağıt koparıp dudaklarımı temizledim. Büyük ölçüde silinen kırmızı rujumun ardından hafif bir kızarıklık kalmıştı dudak çevremde, silmeye çalışmakla uğraşmadım. Gözlerim aynadan ona çarptı. Dalgın bir ifadeyle beni izliyordu.

 

Ellerimi lavabonun mermerine yaslayıp onun gibi onu izledim. Tarif edemediğim bir his içime doldu. Zihnimi uyuşturuyordu. Beyaz gömleğini siyah hafif bol pantolonunun içine yerleştirmişti. Elleri pantolonunun cebindeydi. Gömleğinin açık olan ilk birkaç düğmesi tenini ortaya seriyordu. Boynundaki gümüş zincir ben buradayım dercesine göz kırpıyordu, bana.

 

"Benden uzak durmak zorundasın." Dalgınlıkla söylediğim sözlerimle aynadan bakışlarımız birbirine kenetlendi. Yüzünde mimik oynamadı.

 

"Neden?" Çünkü yapamam. Sonunda harap olacağımı bile bile o fırtınaya çekilemem. Kontrolümü kaybedemem. Bakışlarıma hüzün çöktü. Saklamadım. Saklasaydım da anlayacağını hissetmiştim.

 

"Çünkü yapamam." Bir adım attı bana doğru. Yapma. Gözlerimdeki yalvarışı görünce duraksadı. Ama bu onu tamamen durdurmadı. Ardından bir adım daha.

 

"Sen neden uzak durmuyorsun?" Sesi sakindi. Fırtına öncesi sessizlikti. Karanlıktı. Sokak lambasıydı.

 

"Her yerde karşıma çıkıyorsun." Meydan okuma bakışlarıma yerleşti.

 

"Git demiyorsun.." durdu, başını sağ omzuna düşürdü, düşünüyormuş gibi dudaklarını büktü hemen sonra omuzlarını silkerek devam etti. "Ki deseydin de bir şey değişmezdi. Çünkü karşına çıkmak ya da çıkmamak benim elimde olan bir şey değil."

 

Kaşlarımı çattım. Bu konuşmanın gidişatını biliyordum. Açıksözlülüğü karşısında korku damarlarıma sızdı. Ellerimi yasladığım mermerden çekip toparlanarak arkamı döndüm. Tabiri caizse ardımdan ölüm kovalıyormuş gibi kaçtım. Aceleci adımlarım lavabonun kapısına yöneldi.

 

"Eve gitmek istiyorum." der demez bir şey demesine fırsat vermeden lavabodan çıktım.

 

Mekanda mezdeke çalıyordu. Hayır bu normaldi. Anormal olan Fırat ve Mirza'nın pistin ortasında mezdeke oynamasıydı. Masaya ilerleyen adımlarım yavaşladı. Gözlerim iri iri açıldı. Hayal mi görüyordum?

 

"Çok sarhoşum galiba. Halüsinasyon görüyorum."

 

Fırat nereden bulduğunu bilmediğim kırmızı bir şalı beli bağlamış kalçasını sallıyordu. Mirza omuzlarını sallayarak Fırat'a yaklaşıp bir kalça hareketiyle onu pistin dışına itti. Kahkaham müzik sesinden duyulmazken şokla aralanmış ağzımı bir elimle örttüm. Kocaman olmuş gözlerim Kurt'a döndü. "Benim gördüğümü sen de görüyor musun?" derken işaret parmağımı uzatıp mezdeke oynayan ikiliyi gösterdim.

 

Gülüşünün arasından başını sallarken arkamızdaki masaya kalçasını yasladı.

 

Alparslan biraz ötelerinde durmuş onları videoya çekerken bir anda piste Taner, Asu ve Zehra da atladı. Hepsi yarışırmışçasına vücutlarının her yerini büyük bir abartıyla sallarken gülmekten karnım ağrımıştı.

 

Zehra eline aldığı ve nereden bulduğunu asla anlamadığım bir kıravatı Mirza'nın başına bağladı. Başının yan tarafından kıravat sarkan Mirza hiç aldırış etmeden 'Oh yandan yandann' diye söylenerek Fıratla itişe kakışa oynamaya devam etti. Asu ikisinin arasına girip ikisini de pistin dışına ittikten hemen sonra büyük bir uyumla kalçalarını sallayıp belini kıvırıyordu. Giray Alparslan'ın yanında ayakta durmuş kollarını birbirine bağlamış, bir tebessümle onu izliyordu.

 

Taner "Allaahhhh!" diye bağırıp Asu'ya yaklaşıp onunla sırt sırta vererek bir dansöz edasıyla kıvırmaya başladığında bir kahkaha daha koyverdim. Cihangir de benimle beraber gülüyorken sinsi bakışlarım ona döndü. Bakışlarımı gördüğü an gülerek başını iki yana salladı. Çocuk gibi ayaklarımı yere vurdum.

 

"Ya neden?" Gülüşü daha da genişledi.

 

"Bu dünya üzerindeki hiçbir kuvvet beni bu aveller gibi oynatamaz." Derken kaşlarıyla pistteki arkadaşlarını işaret ediyordu.

 

"Aveller mi? Ne güzel eğleniyor çocuklar. Sen ne anlarsın ki eğlenmekten.." Yüzüne tiksinti dolu bir bakış attım.

 

"Emin ol küçük serçe.." deyip ellerini iki yanımdan uzattı. Birini bel boşluğuma diğerini elbisemin sırt dekoltesinden açıkta kalam tenime yerleştirip iki bacağının arasına çekti bedenimi. "Benim eğlence anlayışım seni daha çok mutlu ederdi."

Dokunduğu yer yanıyordu. Tenimde hissettiğim parmak uçlarından yayılan elektrik vücuduma yayılıyor ölmüş ruhuma dokunuyordu. Az önce lavabodaki konuşma aramızda hiç geçmemiş gibi davranıyordu. Beni ciddiye almıyordu. Bir adım geriye attım. Bedenimdeki elleri boşluğa düştü yerini yeller aldı. Yüzüne yerleşen o karanlık ifade bir an olsun kırılmadı.

 

Bir adım daha atıp onu arkamda bırakarak dj kabinine yürüdüm. Meraklı bakışları ne yaptığımı anlamaya çalışırcasına üstümdeydi. Djye yaklaşıp şarkıyı söyledikten sonra sözde avellerin yanına yürüdüm. Dj söylediğim şarkıyı açtığı an şarkının değişmesiyle hepsi oldukları yerde nefes nefese birbirine bakakaldı. Aralarına koştum. Şarkı söze girdiğinde hepsinin gözleri hevesle açıldı.

 

"Para bizde

Şöhret bizde!"

 

Kötü kadın kahkahamı atarak Zehra'nın ellerinden tuttum. "Ay ne bakıyorsunuz öyle oynasanıza!" diye bağırdım. Fıratla Mirza önce birbirlerine baktı aynı anda aceleyle roman oynamaya başladılar. Bir yanda Taner tulumba çekmeye çalışırken bir kahkaha patlattım.

 

Asu, Zehrayla yanımıza yanaştı. Hepimiz deli gibi kalçalarımızı sallarken bir ara Mirza'nın yanına yanaştım. Dövüşür gibi Fıratla yan yana oynuyor, birbirlerine kötü kötü bakıyorlardı. Yanına vardığımda Fırat'ta olan gözlerini çekip bana baktı. Başında sallanan kıravatı avucuma dolayıp "Dön de elalem aslan görsün aslan!" diye bağırdım. Sözlerime uyup bir tur kendi etrafında dönerken Fırat'a "Bana bir iki yüz ateşle, sonra vereceğim, çabuk." diye bağırdım. Oynarken bir yandan arka cebinden cüzdanını çıkartıp iki yüzlük bir banknotu elime tutuşturdu.

 

Mirza bana arkası dönük halde durup kendini geriye eğdi, bir yandan da omuzlarını sallıyordu. Fırat'tan aldığım iki yüzü alnına yapıştırıp kahkaha attım. Alnına yapıştırdığım parayı alıp bana dönerek çenesine allah bereket versin dercesine sürttü. Hemen ardından cebine atıp oynamaya devam etti.

Ellerimi iki yanımda açıp sallarken bir yandan da kalçalarımı sallıyordum ki şarkı bitti. Hepimiz birbirimize bakıp kahkahalarla gülmeye başladığımızda alnımdan ter süzülüyordu. Bir elimin tersini alnıma sürdüm.

 

"Devam et dj!" diye bağırdı Asu. Dj bize gülerek başını iki yana salladıktan sonra biten şarkı yerini başka bir şarkıya bıraktı.

 

Aynı anda bağırdık.

"Altınların vardı bitti mi? Dolarlar eurolar gitti mi?!"

Bakışlarımı, bakışlarını bir an olsun benden ayırmamış olan Cihangir'e çevirdim. Yüzünde tuhaf bir ifadeyle beni izliyordu. Ellerimi ona uzatıp "Havan mı söndü, başın mı döndü?" diye bağırdım. Bir elimle elbisemin eteğini tutarken bir yandan belimi kıvırıyordum. "Yoksa cicim ayları geçti mi?" Sözler dudaklarımdan çıkar çıkmaz bir kahkaha attı. Gözleri üzerimden bir saniye ayrılmadan başını sen iflah olmazsın dercesine iki yana salladı. Ona tekrar arkamı dönüp bizimkilerle karşılıklı oynamaya devam ettim.

 

Taner, Alparslana ilerleyip kameranın karşısında elini sallayarak "Nerde yedin paraları söyle?! Boğazında kalsın!" diye bağırdığında Giray gülerek onu kameranın önünden itti. Şarkının bitmesiyle nefes nefese kalmış bir halde hepimiz masaya ilerledik. Arkamdan Mirza'nın "O videoyu silmezsen sana altı ay elalemin bokunu temizletirim!" diyen sesini duydum.

 

Alparslan "Ama komutanım.." diye acıklı bir sesle karşı çıkacakken "Silmeyeceksin." diyen Kurt'un keyifli sesi yükseldi.

 

Masadaki bardaklardan birine uzanıp kafama diktim. Üç yudum almıştım ki bir el uzanıp bardağı dudaklarımdan çekti. Elin sahibine kötü kötü baktığımda Kurt 'ilerle' dercesine çenesini kaldırdı. Yerimden oynamayıp masada duran bardaklardan bir diğerine uzanmıştım ki arkamdan uzanıp o bardağı da aldı. Yanağı yanağıma değiyorken "Tekrar kusmak mı istiyorsun?" diye fısıldadı ikimizin duyacağı bir sesle.

 

Haklıydı. Bir şey demeden sandalyeme ilerleyip oturdum. Bora başını masaya yaslamış uyukluyordu. Gediz elindeki telefonda biriyle mesajlaşıyordu.

 

"Alparslan! O videoyu sileceksin oğlum." Mirza hala Alparslanı tehdit ediyordu. Yanağımı elime yaslayıp sakin bir tebessümle onları izledim.

 

"Cihangir komutanım emir verdi. Silemem komutanım.." acıklı çıkarmaya çalıştığı sesine karşın dudaklarını birbirine bastırıp gülmemeye çalışıyordu.

 

Asu başını Giray'ın omzuna yaslamış uyukluyordu. Giray başını onun başının üstüne yerleştirmiş, bir elini sahiplenici bir edayla Asu'nun omzuna sarmış, yavaş hareketlerle omzunu okşuyordu. Bu masum görüntülerine tebessüm etmeden duramadım. Birlikte güzel görünüyorlardı.

 

Üstüme çöken ağırlıkla esnediğimde bir elimle ağzımı örttüm. Uykum gelmişti. Barut kokusu yakındaydı. Parfümü neydi? Odunsu ferah bir koku burnuma doluyordu. Başım yasladığım avucumdan kaymak üzereyken uzanıp bana destek oldu. Bedenimi bedenine yaslayıp "Minik serçenin uykusu gelmiş.." diye fısıldadı. Göz kapaklarıma birer ip bağlanmış aşağı çekiyordu adeta.

 

"Uyu yavrum yine sabah oluyor.." diye mırıldandım. Bir an kasılan vücudunu bedenimde hissettim. Yüzümün önüne düşen bir tutam saçı pamuk kadar hafif bir dokunuşla geriye itti ama eli saçlarımdan ayrılmadı.

 

"Uyumazsan güzel rengin soluyor." Fısıldayışını duydum. Sesi ilahi gibiydi. Ruhuma dokunuyordu.

 

Ağır ağır saçlarımla oynarken karşı çıkamadım. Gözlerim huzurla kapanırken uzun zaman sonra ilk defa bir yere aidiyet duygusu vardı ruhumda.

 

Özgürdüm.

Güvendeydim.

Ve bu başından kaybedilmiş bir savaştı.

Loading...
0%