Yeni Üyelik
4.
Bölüm

dört

@badesol

Ömrümüz yolumuz kadar uzun değil.

 

 

Sema Moritz - Fikrimin İnce Gülü

Barış Diri - Derinden

 

*****

 

Kayıplar ve fırsatlar.

 

Kaçışlar ve yakalanışlar.

 

Ölümler ve doğumlar.

 

İlkler ve sonlar.

 

Başlangıçlar ve bitişler.

 

Her şey zıttıyla var olur. Ve çoğunlukla zıttıyla terbiye olur. Kaçan mıydım yakalanan mı? Ölen miydim doğan mı? Yoksa kayıp mıydım fırsat mı?

 

Ne kaçandım ne yakalanan. Doğandım fakat aynı zamanda ölendim de. Toprağa gömdüklerimle, yaşayan ve yaşamayan tüm kayıplarımla. Ebatı küçük bir mezarlığım var, bana bir ülke büyüklüğünde gelen. İçinde altı mezar kazılı, tüm mezarlar dolu. Kör gözler yalnızca ikisini görür. İki kayıp. Oysa içimde altı ceset gömülü, izleri ruhumda kazılı. Üçü hala kanayan birbirinden yaralı altı ceset. İçimde çürüyor, içim de çürüyor. Ruhumdan ceset kokuları yükseliyor. Kimse kokuyu almıyor, kimse kokuyu alamıyor. Ben koca bir mezarlıkla gezen, gülen, ve cesetlerle yaşayan çok iyi bir oyuncuyum.

 

Birkaç şeyin ilki, birçok şeyin sonuyum.

 

Ben Figen'im. Hem ışık verenim hem de yaralayan. Ben zıtlıkların surete bürünmüş haliyim.

 

Işık veren annemim. Ve yaralayan babam.

 

Ben hem başlangıcım hem de bitişlerim.

 

Sol tarafımdaki hareketlenmeyle aramızdaki acı veren sessizlik perdesi bölünmüş oldu. Mirza ve benim bakışlarım aynı anda o yöne döndüğünde ikimiz de bize doğru yürüyen Kurt'a baktık. Bakışları ifadesiz, yüzü mimiksiz, dik omuzları ve onlara eşlik eden yukarı diktiği başıyla yenilmez görünüyordu. Uzun bacaklarını çevrelemiş siyah eşofmanı her adımında hareketleniyordu. Acelesiz bakışlarım vücudunda oyalandı. Polarının, boynunu çevreleyen dik yakaları her esintide boynuna dokunuyor. Kısa, hafif dalgalı, siyah saçları alnına yayılmış.

 

Onu inceleyen, vücudunun her yanına dokunan gözlerime karşın ela gözlerini koyu kahvelerimden bir saniye ayırmıyor. İki adım sonra yanımızda bitiyor. Göz temasımız kesiliyor.

 

''Beklediğimden kısa sürdü komutanım.'' Az öncekine nazaran neşeli çıkan sesiyle Mirza ve onun arasında mekik dokuyor bakışlarım.

 

''Doktor şekli vermişti, ben sadece cila geçtim.'' Sesinde inceden hissedilen eğlenen tonla ve söyledikleriyle içimdeki gülme isteğini güçlükle bastırdım. Benim yerime Mirza katıla katıla gülerken göz ucuyla bana baktı.

 

''Teşekkür ederim.'' İkisine ithafen konuştum.

 

''Biz olmasaydık da halledebileceğin kadarına şahit olduk. Asıl biz teşekkür ederiz gösteri için Jackie Chan usta.'' derken Jackie Chan kısmında ellerini birleştirip öne doğru eğilmesiyle artık tutamadığım bir kıkırtı dudaklarımdan firar etti. Kurt'un bakışları yüzümü incelerken kaşları çatıldı. Gülüşüm yüzümde solduğunda olduğum yerde rahatsızca kıpırdandım.

 

Boğazımı temizleyip ''Rica ederim.'' diye söylendim kısık bir sesle. Kaçırdığım bakışlarım etrafı izlemeye başladığında gitmem gerektiğinin farkındaydım.

 

''Ben artık gi...''

 

''Gideli...''

 

Aynı anda söze girmemizle bakışlarımız buluştu. Söze tekrar girmeyeceğini anlayınca tekrar konuştum.

 

''Ben gideyim. Tekrar teşekkür ederim, ikinize de.''

 

''Ben bırakacağım.'' Yaptığı emrivakiye ve fikrimi sormayışına kaşlarımı çattım. Mirza aramızda esen soğuk rüzgarı hissetmiş gibi ''Ben arabada bekliyorum.'' diyerek gözden kayboldu. Neye bozulduğumu anlamış gibi ufak bir tebessümle dudakları kıvrıldı.

 

Amacı neydi? Çevresiyle yakınlık kurmamdan hoşlanmadığını birkaç dakika önceki surat ifadesinden anlamıştım. Varlığımdan duyduğu rahatsızlık iliklerime kadar hissedilmişti. Şimdiyse ben bırakacağım diyordu.

 

''Araba varken ve biraz önce tatsız bir olay yaşamışken bu karanlıkta yürüyerek gitmen mantıksız olacak. Müsaade varsa ben bırakayım?'' Yüzündeki rica eden ifade, dudaklarında beliren ve gözlerine uzanan tebessüm ve ondan beklenmeyecek kadar kibar sözleri..

 

''Gerçekten dengesiz bir adamsın.'' derken hayretle gözlerimi kocaman açmış başımı iki yana onaylamazca sallıyordum. Anlamazca yüzünü ekşitti. Ellerini iki yanında açtığında yanından geçip arabanın etrafında dolandım.

 

Arkamdan duruşunu hiç bozmadan ''Şimdi ne yaptım?'' diye hayretle söylendi. Sözlerini duymazdan gelip arka kapıyı açacaktım ki arka koltukta oturan Mirzayla göz göze geldik. Şirin olduğunu sandığı bir gülümsemeyle dudaklarını büküp el salladı. Şirin değil korkunç görünüyordu. Göz devirip ön yolcu koltuğunun kapısını açıp arabaya bindim. Hemen ardımdan vakit kaybetmeden o da arabaya bindiğinde gözlerini birkaç saniyeliğini üstüme dikti. Ondan tarafa hiç bakmadan emniyet kemerimi taktım. Bir karşılık alamayacağını anlayıp arabayı çalıştırdı.

 

''Emniyet kemerini takar mısın?'' Arabayı hareket ettirmek üzereyken bir eli direksiyonda dondu. Beni ikiletmeden direksiyondaki elini çekip emniyet kemerini taktı. Gözlerimi üzerinden çekip saklamaya çalıştığım küçük tebessümümle dışarıyı seyretmeye başladım. Ölene dek kibarlığı ve nezaketi savunacaktım.

 

''Komutanım rica etsem önce beni bırakabilir misiniz?'' Çöpçatan iş başında. Gözlerimi kısıp ona döndüm. Bir anda ona dönen yüzümle yerinde hafif sıçradı. Dudaklarımı oynattım.

 

'Ne yapmaya çalıştığını anladım!' Dudaklarımı okuyup ellerini ben suçsuzum dercesine kaldırıp anlamamış gibi gözlerini belertip dudaklarını büktü.

 

''Siz ikiniz, ne yapıyorsunuz?''

 

''Hiç.'' deyip omuzlarımızı silktik aynı anda. Açıklama yapmak istemiyordum.

Önüme dönmeden hemen önce işaret ve orta parmağımla gözlerimi işaret edip sonra ona doğrulttum. 'Gözüm üstünde.'

 

Şüpheli ve tehditkar bakışları beni es geçip bir saniyeliğine Mirza'ya döndü. Mirza'nın oturduğu koltukta kasıldığını yan aynadan görmüştüm. Dudaklarımda yeşeren tebessümle aynada çarpışınca bakakaldım. Donuklaşan bakışlarım suratımda gezindi. Ne çok gülmüştüm. Utandım. Sanki gülmem ihanet etmekmiş gibi, yasak elmayı Adem değil de ben yemişim gibi suçluluk duygusu içimde kabardı.

 

Dudaklarım düz çizgi halini aldığında araba yavaşladı. Benim tarafımdaki cam yavaşça indi. Yanında durduğumuz güvenlik kulübesinin dışındaki asker başını eğip camdan içeri bir bakış atar atmaz dikelip selam durdu. Önümüzdeki güvenlik şeriti kalktığında Kurt camı kapatıp ilerledi. Askeri lojman olduğunu anladığım binanın önünde durduk.

 

''Sağolun komutanım, tanıştığıma memnun oldum Figen Hanım.'' Önce ona sonra bana ithafen konuştu Mirza.

 

Başımla onaylayıp ''Bende memnun oldum, Mirza.'' dedim sakince. Başımı aradan uzatmış Mirza'ya çevirmiştim. Muzip bakışları benimle dikiz aynası arasında gidip gelirken tekrar söze girdi.

 

''Komu...''

 

''Uzatma Mirza. Siktir git haydi.'' Kurt'un aksi sesiyle dudakları birbirine kenetlendi. Küfrüyle bakışlarım kısa bir an ona döndü. Dikiz aynasındaki ela gözleri bana döndü, bakışlarımız buluştu. Ne var dercesine kaşlarını kaldırıp başını eğdi. Bilmem dercesine omuzlarımı silkip dudak büzdüm. Yalandan öksüren Mirza'nın sesiyle bakışlarımız ayrıldı. Gülmemek için kendini tutuyor gibi bir hali vardı.

 

''Emriniz olur komutanım. İyi akşamlar Figen Hanım.'' Der demez cevap beklemeden arabanın kapısını açıp kendini dışarı attı. O sırada binadan çıkıp merdivenlerden inen çocuğa ilerledi. Çocuğun onu görünce bir ton açılan rengini umursamayıp bir elini önce çocuğun ensesine attı. Sarışın, saçları asker tıraşı olan çocuğun bu sefer yüzü bembeyaz olmuşken Mirza kolunu çocuğun ensesinden kaydırıp omzuna sardı ve onu kendisiyle beraber binaya soktu.

 

''Çocuğa kötü bir şey yapmayacak değil mi?'' Bakışlarımı binanın kapısından hiç ayırmadan konuşup elimle az önce içeri girdikleri kapıyı işaret ettim. Sessizliği hiç bozmadığını fark ettiğimde gözlerimi binadan ayırıp ona çevirdiğimde bana bakıyordu. Hayır, bana bakmıyordu. Beni izliyordu. Usulca, sessizlikle ve işin tuhafı dudaklarından gözlerine sıçrayan belli belirsiz tebessümle.

 

''Ne oldu?'' Sesim titremişti!

 

Omuzlarını silkti, dudaklarını birbirine bastırmadan hemen önce ''Hiç.'' diye mırıldandı. Ardından önüne dönüp arabayı çalıştırdı.

Gözlerim üstünden hiç ayrılmazken bir kahkaha yankılandı arabanın içinde. Direksiyona uzanan eli donakaldı. Şaşkın bakışları yavaş yavaş bana dönerken ben yıllardır içimde tutmuşum da bir anda koyvermişim gibi gülüyordum. Koskoca adamdı, yüzbaşıydı, sözde yenilmezdi ama çocuk gibiydi. Mirzayla benim taklidimi yaparkenki yüz ifadesi öylesine çocukçaydı ki...

 

''Niye canavar görmüş gibi bakıyorsun?'' Kocaman olmuş gözlerini bir kez kırpmazken havaya kalkmış kaşlarıyla dehşet içinde bir ifadeyle bana bakıyordu. Gülüşümü güçlükle bastırdım. Cevap beklercesine yüzüne bakarken elimi yüzünün önünde salladım. Bir eli hızla elimi yakalarken ''Neden durdun?'' diye sordu garip bir ses tonuyla. Bakışlarım ellerimize kaydı. Hareketlerim donakaldı.

 

Eli sıcacıktı. Büyüktü. Güçlüydü.

 

Parmakları güzeldi. Uzun, kemikli ve zarifti. Bu zarif parmakları silah kavrarken hayal edemedim bir an. Avuç içindeki nasırı hissedemeyecek kadar hipnotize olmuştum.

 

Elimi kavrayan elini, ellerini, hissetmeyi ne kadar istediğimin farkındalığıyla karıncalandı vücudum. Ellerini sadece ellerimde istemiyordum.

 

Büyük avucunun içine hapsolmuş elimi avucunun içinden çekip elini ellerimin arasına aldım. Bana anlamadığım bir sebepten ayak uydurarak avucunu açtı. Elini inceleyen bakışlarım yüzüne döndü.

 

Yüzünü inceledim. İlk defa bakmıyordum elbette ama ilk defa görüyordum. Yüzüme odakladığı bakışlarını es geçtim. Oturduğu yerde bir milim dahi hareket etmiyor, ne yaptığımı ilgiyle izliyordu.

 

Sık, kavissiz kaşları vardı. Ve o kusursuz yara izi.

 

Gözlerine indim. Ela gözlerini çevreleyen uzun, kıvrımlı göz rengine tezat siyah kirpiklerine değindim. Değinirken daha önce fark etmediğim sol gözünün bitişiğindeki beni gördüm. Apayrı görünüyordu. Bakışlarım aşağı kaydı. Karakteristik aynı zamanda kusursuz burnunun hemen ardından dudaklarına..

 

Bunu yapmamam gerekiyordu. Bunların hiçbirini yapmamalıydım fakat eli elime, teni tenime değdiği an içimde karşı koyulmaz bir dürtü baş göstermişti. Karşı koyamadım.

 

Üst dudağı alt dudağının dolgunluğuna nazaran daha inceydi. Rengi az önce dudaklarına bulaştıra bulaştıra kiraz yemiş gibiydi. Tarifi zordu.

 

Tekrar yukarı çıktı bakışlarım gözlerine dokunmadan. Sol kaşına paralel olan birkaç santim uzunluğundaki yara izine.. Öyle sabırla, öyle sakince bir çocuk masumluğuyla hiç kıpırdamadan oturuyordu ki sanki hareket ettiği an kaçacakmışım gibi..

 

Parmak uçlarıma toplanmış nabzıma rağmen elini tutan ellerimden birini kaldırıp yarasına doğru uzattım. Ne yapacağımı anladığında gerildiğini hala diğer avucumun içinde duran elinin kasılmasından anlamıştım. Gerginliğine rağmen beni durdurmadığında aramızda asılı duran elimi aniden geri indirdim. Yara izinden rahatsız oluyordu.

 

Ve dakikalar sonra gözlerim gözlerine değdi. Gözlerinden akan sıcaklık gözlerime doldu. Hissediyordum. İçimde, varlığından haberimin bile olmadığı bir boşlukta onu hissediyordum. Yıllar önce kaybettiğim bir şeyi bulmuşum gibi hissettiren varlığını, hissediyordum, en derinlerimde.

 

Bir gülümseme filizlendi dudaklarında. Daha öncekilere benzemeyen. Bir eli az önce yaptığım gibi aramızda havalandı, önüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Ardından tüy gibi bir dokunuşu şakağımda hissettim. Parmaklarının tersi yanağımı okşadı. Titrek bir nefes aldım aralanan dudaklarımdan.

"Merhaba." Yumuşacık aynı zamanda erkeksi boğuk sesi içimi ısıttı. Onun tebessümünün aynısı dudaklarıma bulaştı.

"Merhaba." diye fısıldadım, dokunuşunun sıcaklığını hala yanağımda hissederken. Bu bizim Figen ve Cihangir olarak ilk tanışmamızdı, tüm kimliklerimizden sıyrıldığımız, sadece ben ve o olarak. Biliyorduk.

Arkasındaki camın tıklatılmasıyla irkildim. İçine düştüğüm hülyadan sıyrıldım. Cama doğru eğilmiş adamı göremeyecek kadar andan kopmuş muydum? Yüzümdeki eli düştü, sıcaklığının yerini soğuk bir rüzgar aldı. Titredim.

Küfredercesine bir ifadeyle cama döndü. Aynı öfkeyi bende hissettim. Bu anı böldüğü için bir yanım öfkelenirken diğer yanım rahatladı.

Gördüğü yüzle kendi tarafındaki camı indirdi.

"Bir problem mi var komutanım?"

"Olsa sen mi çözeceksin Taner?" Aksi sesine rağmen saygıdan parlayan gözlerle baktı adam.

"Emredin yeter komutanım." Kendine güvenen ses tonuna karşın Kurt camdan kolunu uzatıp iki kere omzuna vurdu. Bu hareketiyle Taner kasıldı. Yüzündeki kendine güvenen ifade silindi yerini korku aldı.

"Emrediyorum Taner, siktir git bir süre gözüme görünme." Sözlerini bitirir bitirmez kolunu içeri çekip camı kapatmaya yeltendi. Cam yavaşça kapanırken Taner esas duruşa geçip selam verdi hemen ardından "Emredersiniz komutanım!" diyen ve lojmanın bahçesinde yankılanan gür sesi duyuldu.

Bir saniye bile beklemeden gaza yüklendiğinde araba öne doğru atıldı. Keskin bir dönüş alıp lojmandan çıktı.

Ağzının içinde kısık sesle konuştuğunda "Bir şey mi dedin?" diye sordum.

"Nerede oturuyorsun?" Ağzının içinde gevelediği şeyin bu olmadığı açıktı ama üstelemedim. Ona adresi verip camdan dışarıyı izlerken Taner gelmeden öncesini ve Mirza arabadan indikten sonrasını unutmaya çalıştım. Mümkün olduğunca.

Ne ara açtığını bilmediğim radyoda Sema Moritz'in sesi kulaklarımıza doldu.

Gördüğüm günden beri olmuşum inan deli, diyordu.

O gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni diye devam ediyordu.

Birçok şey hissetmiştim hayatım boyunca. Zevk, tutku, sevgi, nefret, çaresizlik, kırgınlık, acı.. aşk. Az önce aramızda geçen ana kadar hayatım boyunca insani bütün duyguları hissettiğimi düşünüyordum. Yanılmıştım. Bu farklıydı. Yeniydi. Eşine de benzerine de rastlamamış oluşum içimdeki korkuyu kamçıladı.

Evimin olduğu sokağa döndüğünü görünce derin bir nefes aldım.

"Şuradaki krem rengi apartman." İşaret ettiğim yere bakıp arabayı apartmanın hemen önünde sağa çekti. Bakışlarımız birbirine döndü. Aramızdaki sessizlik çığ gibi büyürken dudaklarım kurudu. Dudaklarımı dilimle ıslattığım o kısa anı kaçırmayan gözleri karşısında benim gözlerim de kısa bir an dudaklarına döndü.

Sema Moritz şarkıya devam etti.

"Ateşli dudakların

Gamzeli yanakların

O gün ki gördüm seni

Yaktın ah yaktın beni..."

Kaderin cilvesi o ya şarkının sözleriyle ateşe değmiş gibi hemen gözlerine çıkarttım bakışlarımı.

Bakmamalıydım. Bakarsam yanardım. Bakarsa yanardık.

Dudakları da elleri kadar sıcak mıydı?

Derin bir nefes alıp düşünceleri zihnimden kovmaya çalıştım.

"Teşekkür ederim. Hem bıraktığın için hem d..." İşaret parmağı dudaklarımın üstünde durduğunda içimde yanmaya başlayan ateş dudaklarıma sıçradı.

"Ben özür dilerim." Mahcupluk bakışlarına perde gibi sarıldı. Afalladım. Aldırmadan devam etti.

"İlk karşılaştığımızdaki küstahlığım için. Ve tekrar özür dilerim o zaman dilemediğim için. Haklıydın. Kabalık ettim." Samimiydi. İçtendi. Özür diliyordu.

Sözlerinin ardından dudağımdaki parmağına garip bir bakış attı.

"Sözünü kestiğim için de kabalık etmiş sayılıyor muyum? Özür dilemem gerekiyor mu?" Annesinden izin isteyen çocuk gibi. Kıkırdadım, tekrar. Gülüşümle bakışları da hareketleri de yine dondu.

"Sürekli gülüyor musun böyle?" Sorusuyla gülüşüm havada kaldı. Bir anda değişen yüz ifademle bu defa afallayan o olmuştu.

"Hayır. Neden ki? Geçen güldüğümde de böyle bakmıştın. Çirkin mi görünüyorum gülerken?" Sorumla gülme sırası ona geçmiş gibi dişlerini göstererek genzinden bir gülüş bahşetti.

"Çirkin mi? Sen kendini hiç gülerken gördün mü Figen?" Adım dudaklarından öyle bir tonlamayla çıkıyordu ki tüylerim ürperiyordu.

Evet dercesine başımı sallayıp "Gördüm, çirkin göründüğümü düşünmüyorum." dedim.

Peki, dercesine başını salladı.

"Ben de aksini düşünmüyorum. Tam tersi gülmek sana epey yakışıyor. " Göğsümde bir sızı, ellerimde bir titreme. Liseli ergenler gibi sözleriyle karşısında iki büklüm oluyordum. Ve bu iğrençti. Asla toy değildim. Bu hayatta her şeyi görmüş her şeyi yaşamıştım. Ama bu adamın yanındayken toyluğum tutuyordu.

"Gamzen olduğunu bilmiyordum." diye sözlerine devam etti. Kontrolümü bırakmadım.

"Genellikle sinirlendirmeyi tercih ettiğin için bilmemen çok normal diye düşünüyorum." dedim alayla.

"Gülerken de etkileyici görünüyorsun ama sinirli halinin yeri bir başka." dedikten hemen sonra imalı bir gülüşle göz kırptı. İmasına karşı gözlerimi devirirken içimde göz devirmekten çok uzaktaydım.

"Galiba insan gibi anlaşma kotamızı doldurduk, ben gideyim." Konuşurken aynı zamanda emniyet kemerimi çözdüm.

Bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki telefonunun melodisi arabayı doldurdu. Yine ağzının içinde homurdanarak telefonu çıkartmıştı ki ekrana baktığı an yüz ifadesi ciddileşti. Beklemeden aramayı yanıtlayıp telefonu kulağına götürdü.

"Emredin komutanım." Bir süre karşı tarafı dinledi. Sonlara doğru bakışları bana dokundu. Gözlerini üzerimden hiç ayırmadan "Geliyorum komutanım." diye yanıtlayıp telefonu kulağından uzaklaştırdı.

Yüzüne çöken karanlığı gördüm.

"Görev mi?" Soruma karşılık başını salladı.

"Görev." Başımı sallayıp gözlerimi kaçırdım. Midemi bulandıran o his yıllar sonra geri geldi. İçimde başlayan karıncalanmayla bağırsaklarım düğümleniyormuş gibi hissettim.

"Allah'a emanet ol o zaman. Kendine dikkat et." Kısık sesle söylediklerimin ardından cevabını beklemeden arabadan indim. Vücudum uyuşmuştu.

Sık nefeslerim ciğerlerimi zorluyordu.

 

"Seni allah'a emanet ediyorum çilli. Bu da demek oluyor ki seni görmeden ölmeyeceğim!"

 

"Öyle bir şey mi var Yalçın? Çocuk mu kandırıyorsun sen? Beni kandırmak yerine kendine çok dikkat edersen görüşeceğiz."

 

"Var tabii çilli, sana her gidişimde Allah'a emanet ol diyorum ve hep geri dönüyorum."

 

"Peki, o zaman sen de Allah'a emanet ol. Geri dönmezsen kafanı kıracağım, gerizekalı."

 

Anılar, göğsüme bir bıçak gibi saplandı. O bıçağı çıkarmadan göğsümde çevirdi. Derin bir yarık oluştu. Son gidişinde birbirimize Allah'a emanet ol deme vaktimiz olmamıştı.

Yalçın geri dönmemişti.

 

"Çilli!" Dehşetle açıldı gözlerim. Şaşkınlıkla arkamı döndüm. Bir an, çok kısa bir an zihnimi okuduğunu sandım. Cihangir Kurt birkaç adım ileride, kaldırımın az ötesinde duruyordu. Arabanın farları bedenini aydınlatıyordu.

Ona dönen bedenimin önünde yaklaştırdı bedenini birkaç adımda. Aramızda ufak bir boşluk varken göğsüne çekildim. Erkeksi parfümünü duyumsadığımda burnumun direğinin sızladığını hissettim. Bana sarılmıştı.

Kayıp bir parça yerine oturdu. Yapboz tamamlandı. Elmanın eksik yarısı bulundu. Yer ayaklarımın altında kaydı adeta.

 

Gözyaşlarım bu anı bekliyormuş gibi akmak için zorlarken yüzümü refleksle göğsüne gömdüm. Parmak uçlarım sırtına tutundu. Başını saçlarıma gömdükten hemen sonra derin bir nefes aldığını işittim. Zaman kavramını yitirdim. Ne kadar süre sonra bilmem aynı anda geri çekildiğimizde elleri omuzlarımdan tuttu. Gözleri gözlerimdeki korkuyu gördü. Kaçtığım her şey infilak etti.

"Ne zaman dönerim bilmiyorum. Ama döneceğim. Özrümü kabul edip etmediğini konuşacağız enine boyuna." derken göz kırptı. Yüzüne yine aynı imalı bakış yerleştiğinde gülmekle ağlamak arasında gidip geliyordum.

"Ben dönene kadar kendine de Ferit'e de dikkat et. Bir ihtiyacın, herhangi bir sorunun olursa Ferit'e söyle, o ne yapacağını bilir. Tamam mı?" Sözlerine devam ettiğinde ağlama tarafına daha yakın olduğumu anladım. Regl mi olacaktım, kaç günlük adamın karşısında neydi bu halim?

"Tamam." derken eş zamanlı olarak başımı salladım.

O da başını sallayıp "Tamam." dedi.

Ellerini omuzlarımdan çekti.

"Allah'a emanet ol." Güldüm. Acı çekiyordum. Dejavu yaşıyordum.

Belli etmedim. Daha da genişlettim gülüşümü. Arkasını dönüp arabaya ilerledi aceleci adımlarla. Kapıyı açtı, binmeden hemen önce son bir bakış attı yüzüme. O arabaya binerken arkamı dönüp apartmana girdim.

Yirmi beş yaşındayım. Kırk yıldır eksiğim.

Yirmi beş yaşındayım. Kırk yıldır aradığım eksik parçayı buldum.

Yirmi beş yaşındayım. İlk defa kaçtığım fırtınaya yakalanıyorum.

Korkuyorum. Lütfen yardım et.

Loading...
0%