Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@badesol

Geldiğimizi duyan olmaz, gittiğimizi duymayan kalmaz.

 

 

 

*****

 

Huzurlu bir ormandayım. Önümde bir patika yol. Sağ tarafta parıl parıl parıldayan bir göl ve sesiyle her hücremi gevşeten bir şelale, sol tarafta uzun, yemyeşil ağaçlarla dolu, kuş seslerinin duyulduğu bir orman var. Güneş tepede, tenime yayılıyor. Ayaklarım çıplak, doğanın tüm enerjisini ayak tabanlarımda hissediyorum.

 

''Çilli!'' Yalçın'ın sesiyle kalbim kaburgalarımı zorluyor. Başımı yıllardır duymadığım sesine doğru çeviriyorum. Vücudumu esir alan titremeyle dizlerimin bağı çözülüyor. Göl kenarında ayakta durmuş, kollarını iki yanına açmış, üzerinde kumral tenini parlatan beyaz bol bir gömlek ve açık renklerde bir kumaş pantolon var. Kocaman gülüşüyle inci dişleri ortaya çıkmış, yeşil gözleri kısılmış.

 

Ruhumdaki duygu seliyle öne atılıyor vücudum. Titreyen dizlerimi zorluyorum. Terleyen ellerim üzerimdeki elbisenin eteklerine tutunuyor. Nefesim tıkanana dek aramızdaki yolu kat edip kollarının arasına giriyorum. Bir abi edasıyla kollarını etrafıma sarıyor. Başımı omzuna yaslayıp kokusunu içime çekiyorum. Cennet kokuyor. Bu tanıdıklık hissiyle tüylerim şaha kalkıyor, gözlerime yaşlar doluyor.

 

''Seni çok özledim, neden hiç gelmedin?'' Birbirine karışmış duygularım yüzünden boğuk çıkıyor sesim. Sesimle kendinden biraz uzaklaştırıyor beni. Bir eli kolumdan tutarken diğer eliyle saçlarımı okşuyor, suratında her zamanki şefkatli ifadesi.

 

''Oyy, çilli özlemiş mi beni?'' diyor kelimeleri uzata uzata, sesinde bir alaycılık. Sahtece kaşlarımı çatıyorum. Surat ifademe karşın gülüşü daha da büyüyor.

 

''Görüyorum ki ben sizi, çilli. Unuttun mu yoksa? Nereye gidersem gideyim nerede olursam olayım bir gözüm daima üstünde?'' Sonlara doğru kızarmış gibi çıkan sesiyle gülümsüyorum. En son ne zaman böyle içten böyle gerçek bir gülümsemeyi suratıma kondurduğumu hatırlayamıyorum.

 

''Görüyor musun sahiden?'' derken burnumu çekiyorum. Gözlerimden birer yaş firar ediyor.

 

''Görüyorum tabii,,'' dedikten hemen sonra gözlerini kısıp devam ediyor.

 

''o pezevenk abine söyle adam olsun benim canımı sıkmasın.'' Bir kahkaha firar ediyor dudaklarımdan, böyle bir şey söylemesini beklemeyişimin şokuyla.

 

''Neden, ne yaptı yine?'' diyorum gülüşlerimin arasından zorlukla.

 

''Sen ona seni görüyormuş ne boklar yediğini de biliyormuş, adam olsun yoksa ona musallat olurum, uykuları kaçar dedi, de. O anlar.'' Ne boklar yiyordu? Yüzüne ufak bir tebessüm yerleşirken gözlerinde garip bir his beliriyor. Bir adım geri çekiliyorum tekrar dolan gözlerimle.

 

''Gidiyor musun?''

 

''Ait olduğum yere gitmem gerek, çilli. Sakın ağlama.'' Bir eli yüzüme uzanıyor, yanaklarımdaki ıslaklığı siliyor.

 

''Senin kaderin belli. Yürüyeceğin yol belli. Zamanı geldiğinde geçmişin de acıların da üstüne beyaz bir örtü ört. Beni dinle ve bunu yap. Kaderine direnme. Mutluluğa direnme. Unutma çilli, her karanlığı bir güneş bölebilir ve yine unutma ki her aydınlığı karanlık ele geçirebilir. Elinde olmayan şeyler için üzülmeyi bırak ve elinde olan ihtimalleri en iyi şekilde yaşamaya bak. Benden sana bir abi bir dost tavsiyesi...'' Her kelimesinde gözyaşlarım hızlanıyor, yüzümü buruşturuyorum. Başımı iki yana sallıyorum.

 

Tekrar gitmesin.

 

Benim anlatacak üç yılım var.

 

Benim paylaşacak acılarım var.

 

''Gitmesen olmaz mı? Ben seni çok özlüyorum. Sen görüyorsun ama ben göremiyorum ki seni. Konuşamıyorum ki seninle..''

 

İki eliyle yüzümü avuçluyor, küçücük yüzüm avuçlarının arasında kayboluyor. Yüzünü bana doğru eğiyor.

 

''Ben her zaman senin yanındayım ki.. Göremiyorsun belki ama ben hep buradayım..'' derken bir elini göğsünün soluna çarpıyor.

 

''Ben hep yanındayım ama artık önüne bakman gerekiyor. Ve biliyorum ki çok mutlu olacak, şuh kahkahalar atacak, eski halinden bile daha neşeli birine dönüşeceksin. Dünyaya baş kaldıracak ve beni ya da bir başkasını değil kendini gururlandıracaksın. Her kararında, her gittiğin yolda seni desteklediğimi bil. Ve annemi aksatma kafanı kırarım. '' dedikten hemen sonra bir eliyle koluma yalancı bir tokat çarpıyor. Boğazımdaki düğüm ilk günki yerini alıyor, konuşamıyorum. Yavaşça uzaklaşıyor. Ormana doğru ilerlerken elimi uzatıyorum.

 

Gitme. Son bir kez daha sarılayım. Hemen gitme.

 

 

 

 

Yer ayaklarımın altından kaymış da boşluğa düşüyormuşum hissiyatıyla yattığım yerden fırladım. Alnımda birikmiş boncuk boncuk terleri elimin tersiyle silerken gözlerim birkaç saniye olduğum yerde gezindi.

 

Saat 04:47. Doktor odasındaki koyu kahve, ikili deri koltuğa sıvışmış, biraz kestirmek istemiştim ortalık sakinken. Ayağı kalkmışken gördüğüm rüya gözlerimin önünde belirince kendimi tekrar koltuğa attım. Gözyaşlarıma tezat dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Ufak bir kahkaha genzimden kopup gelirken bir yandan gözyaşlarım akıyordu ve yüksek ihtimalle dışarıdan aklımı kaçırmış gibi görünüyordum. Üç yılda sadece bir kere rüyama girmişti, bu da ikinciydi. Birincisi buraya, memleketine ilk geldiğimdeydi. Sanki beni gerçekten izliyormuş gibi, her zaman yanımdaymış gibi konuşmuştu o zaman da. Böyle bir şey mümkün mü bilmiyordum. Ama böylesi daha iyiydi. Her zaman yanımdaymış gibi, hep benimleymiş gibi hissetmek bir nebze içimi rahatlatıyordu, göremesem de.

Gözyaşlarımı ellerimle silip koltuktan doğruldum. Masanın üstündeki suyu siyah kupa bardağıma doldurup odanın çıkışına adımlarken telefonumun melodisi odada yankılandı. Doktor önlüğümün cebinden telefonumu çıkarttığımda ekranda Asude'nin adını gördüm. Evet yine beraber nöbet tutuyorduk.

Telefonu açıp kulağıma götürürken kupayı tutan elimin dirseğiyle doktor odasının kapısını açıp dışarı çıktım.

"Efendim?"

"Sarıya hasta geldi. Ateşli silah yaralanması. Buraya gelsen iyi olur." Telaşlı sesi kulaklarıma dolduğunda sakince telefonu kapatıp koşar adım sarı alana ilerledim. Gediz, Asude ve birkaç hemşirenin dışında kamuflajlı askerlerin olduğu kalabalığa girerken bağırdım.

"Personellerimiz hariç herkes dışarı! Bundan sonrası bizde."

Ellerime eldivenleri geçirirken Asude yanıma koştu.

"İki kurşun isabet etmiş, biri sağ omzu sıyırmış, diğeri pectoralis majorden girmiş. Çıktığına dair bir iz yok."

Demek kurşun hala içerideydi. Sedyenin başına ilerleyip yaraları kontrol ederken "Hızlı bir röntgen çekilsin bu arada da ameliyathaneyi hazırlayalım. Kan grubunu öğrenip kan nakline başlayalım, epey kan kaybetmiş görünüyor." dedim.

Umarım kurşun akciğerinde bir hasara yol açmamıştır diye içimden geçirirken Gediz'e ilerledim.

"Benimle ameliyata girebilecek misin?"

Soğukkanlı gözlerini üzerime dikti. Yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı.

"Çok isterdim ama birimizin acilde kalması gerekiyor, her ihtimale karşı." Onaylarcasına başımı sallayıp acilden çıktım. Kapıdaki askerler beni gördükleri an etrafımı sardığında tek tek hepsinin üzerinde dolaştı bakışlarım. Tanıdık bir simada oyalanırken gözlerimi kıstım. Demek askerdi. Boğazımı temizleyip söze girdim.

"Kurşunlardan biri sıyırmış, diğeri hala içeride. Akciğerinde bir hasara yol açmış olabilir. Tetkikleri yaptıktan sonra ameliyata alacağız. Hastanın kan grubunu bilen var mı?" Gözlerini üzerimden hiç ayırmamışken söze girdi.

"A Rh-." Başımı salladım.

"Kan grubu A Rh- veya 0 Rh- olan varsa kan vermesi gerekiyor." Hepsi pür dikkat beni dinliyordu. Sözlerimle biri ağzını açmıştı ki o herkesi susturup bir adım öne çıktı, tam karşımda durdu.

"Ben vereceğim." O günkine nazaran hem sesi hem de ifadesi başka birine ait gibiydi. Kaşları düz çizgi halini almış, gergin ama ifadesiz bir surata sahipti şu an. Omuzları sarsılmaz bir edayla dikti. Başımı sallayarak Ali'ye seslendim.

"Ali, kan nakli için yardımcı olur musun?" Ali orta boylu, zayıf, esmer ve kirli sakallı normal biriydi. Normal nasıl oluyorsa tabii..

"Tabii Figen Hanım, hemen geldim.." Söylene söylene yanımıza geldiğinde onları arkamda bırakıp ilerlemeye başlamıştım ki birinin kolumdan tutmasıyla adımlarım donakaldı. Başımı omzumun üzerinden çevirip önce kolumu tutan eline daha sonra da suratına baktım.

"Hayırdır?" derken sesim asabiydi. Ters bakışlarımı görünce elini ateşe dokunmuş gibi anında kolumdan çekti.

"Daha 24 yaşında. Çok genç. Benim emrimdeyken yaralandı. Bekleyeni var. Rica ediyorum Figen Hanım, elinizden gelenin en iyisini yapın. Lütfen."

Tüylerim diken diken olurken boğazıma tanıdık bir yumru oturdu. Çok tanıdıktı. Çok içtendi. İçimdendi.

Herkesin bekleyeni vardı elbette. Biz de birilerinin bekleyeni olmuştuk ve o acıyı en iyi bilenlerden biri oluşum soğukkanlı duruşuma bir balta indirdi.

Güçlükle yutkundum. Bir elim omzunu sıvazlayıp destek olmak için karşı konulamaz bir istek duyuyordu ama bunu engelleyerek ellerimi önlüğümün cebine sıkıştırdım.

"Hepimiz bu vatanın evladıyız. Hakkınızı da elimizden geldiğince ödeyeceğimizden şüpheniz olmasın. Bize emanet."

Samimi sesime karşın bir mimiği bile oynamazken başını sallamakla yetindi. Ela gözlerinde ufak bir teşekkür vardı. Bu defa hepsini gerçek manada arkamda bırakarak ameliyathaneye yöneldim.

 

*****

Ferit, epey şanslıydı. Kurşun akciğerine bir zarar veremeden ikinci kostaya saplanmıştı ve bu gerçekten birinin hayır duasını aldığını gösteriyordu.

Ameliyathaneden çıktığımda kapının önünde bekleyen arkadaşlarıyla karşılaştım. Silah arkadaşları.

Yalçın'ın silah arkadaşları da böyle endişelenmiştir değil mi?

Zihnimi Yalçın'dan uzaklaştırıp olduğum ana odaklandım. Hepsi yüzüme beklentiyle bakıyordu. Gençliğini kanları ve canları pahasına bu vatana adamış korkusuz, cesur adamların omuzları düşmüş, boyunları bükülmüştü. İçimde bir yerde sakladığım öfke tenime yayılırken görmezden geldim.

"Ameliyat iyi geçti. Çok kötü bir sonuç doğurabilecek bir yaralanmaydı fakat arkadaşınız epey şanslıymış. Hayati tehlikesi yok ama bir kaburga kemiği kırık. Şimdilik yoğun bakıma alıp gözlemleyeceğiz. Bizim için kısa onun içinse uzun bir süre dinlenmesi gerekecek. Hepinize geçmiş olsun." Her sözümde bir parça endişe gözlerinden silinirken hepsinin yüzü rahatlamayla aydınlandı.

"Ben ikizimi tanırım oğlum! Ona bir şey olmaz demiştim size. Boş yere endişelendirdiniz beni..." Konuşana dönen gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Ferit'in bir ikizi vardı ve aynı timde görev alıyorlardı anlaşılan. İkisinin de bebek sarısı saçları, yeşil gözleri vardı.

"Ulan Fırat utanmasan Ferit diye ağlayacaktın. 'Abi ona bir şey olmaz değil mi?' diye sızlanıp duruyordun pezevenk." Oldukça uzun boylu, gözünün altında ufak bir ben olan alayla konuşmuştu. Yaşça hepsinden büyük gibi duruyordu. Diğerleri onun sözleriyle gülerken hepsi adının Fırat olduğunu öğrendiğim diğer ikizle dalga geçmeye başlamışlardı ve sanırım ben de görünmez olmuştum. Sessizce onların yanından geçerken koridoru döndüğümde onu gördüm. Koltuklardan birine çökmüş başını arkasındaki duvara yaslamış, göz kapakları ela gözlerini örtmüştü. Düzenli nefesiyle göğsü inip kalkıyor, etrafına sakinlik yayıyordu. Bakışlarım yüzünde dolaştı. Sol kaşının üstünde kaşına paralel olarak uzanan yarayı yeni fark ediyordum. Bir bıçak yarasına benziyordu.

Nasıl olmuştu o yara? Kim çizmişti o kusursuz yüzü?

Alt dudağımı dişlerimin arasına alırken düşüncelerimi kovmaya çalıştım zihnimden. Bana neydi?

"Orada öyle dikilmek yorucu olmuyor mu?" Gözleri kapalıyken sarf ettiği sözlerle yerimde sıçradım. Nasıl anlamıştı?

Gözlerini açıp elini yanındaki boş koltuğa değdirdi.

"Gel. Buradan daha rahat dikizlersin." Küstahlığına karşı gözlerimi kıstım. Ağzını açana kadar gayet iyi bir görünüşü vardı. Şimdiyse hepsi yerle bir olmuştu.

"Tipim değilsin." Gözlerini kıstı. Kara, biçimli kaşları çatıldı. O yara izi.. kaşıyla beraber büküldü. Bakışlarımı ondan çekip ilerlemeye başladım. Önünden geçmek için bir adım atmıştım ki eli bugün ikinci kez bileğime dolandı. Kolumu çekmeye çalışırken "Bu iki oldu! Amacın ne senin?" diye kızdım dişlerimin arasından. Kelepçe misali tutuşunu bırakmadan beni yanındaki koltuğa devirdi. Bağırmak için ağzımı açmıştım ki elini bileğimden çekip üzerindeki gömleği sıyırdı. Sol karnının kenarı kanıyordu.

"Yardım eder misin?" Beklemediğim yumuşak sesi kulaklarıma dolduğunda allak bullak olmuş surat ifademle yarasından uzaklaşıp yüzüne baktım. Bu defa duygusuzluk maskesini bir yana bırakmış suratına insani bir ifade yerleştirmişti ki o acı çekiyordu.

"Kan kaybederken hangi akılla kan verdin?" Sesim kızgındı. Ufak bir gülüş yerleşti gözlerine.

"O benim kardeşim. Benim canımdan önce onun canı gelir. Kendimi düşünmenin sırası değildi." Yatıştırıcı sesi öfkemi bastırmama yetmedi.

"Aferin sana! Şimdi kardeşin iyi olduğuna göre sıra sana mı geldi?"

Çatık kaşlarıma karşın kısık bir kahkaha bıraktı aramıza. Yüzünü ilk tanıştığımızdaki gibi yüzüme yaklaştırdı. Sıcak nefesi tekrar boynuma çarptığında aynı gerginlik vücudumu esir aldı. Ter atan ellerimi üzerime yasladım. Kara gözlerime kilitlenen ela gözlerinden bakışlarımı çek(e)medim. Yer yer yeşil parıltıların saçıldığı ela gözleri bir anlığına dudaklarıma kaydı.

"Çok mu endişelendin?" Fısıltısı dudaklarıma çarptığında gözleri tekrar gözlerime çıktı. Dudaklarımda canlanan elektrik vücuduma yayıldı. Dizlerimin bağı çözülürken bunu ona yansıtmamak için insanüstü bir çaba harcadım. Öfkemin yerini alaycılığım aldı. Kısık bir gülüş çıktı dudaklarımın arasından. Gözlerimi dudaklarına indirdim. Dilimi alt dudağımda gezdirip yüzüne yaklaşırken bakışları dudaklarımla gözlerim arasında mekik dokuyor ne yapacağımı anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı.

Dudaklarına yaklaşırken rotamı çevirip kulağına yanaştım. Yanağım yanağına değdiğinde çıkan kıvılcımı hissetmiş miydi bilmiyordum fakat ben ziyadesiyle hissetmiştim.

"Endişelenmemi çok isteyeceğini görüyorum ama sana kötü bir haberim var tatlım. Ben sadece sevdiklerim için endişelenirim..." fısıltım aramızda dağılırken vücudunun kasıldığını hissetmiştim. Geri çekilip tekrar gözlerine alayla baktım ve devam ettim.

"Bu demek oluyor ki sen hiçbir zaman endişeleneceğim biri olmayacaksın. Tüh." Üzülmüş edasıyla dudaklarımı büzdüm. Gözlerini dudaklarımdan bir saniye ayırmazken korkutucu bir gülüş yerleşti dudaklarına.

"Ah Figen.. Günü gelecek benim için endişeden delireceksin. O zaman sana bugünü bu koridoru hatırlatacağım. O güne kadar yerinde olsam çok büyük konuşmamaya çalışırdım. Nihayetinde hepsini yutacaksın." Öyle kesin öyle kendinden emindi ki bir kahkaha firar etti dudaklarımdan. Bu ne küstahlıktı? Bu özgüven nereden geliyordu? Gülüşüm onu hiç etkilemezken yerinden kalktı sabırsız bakışları üzerimde dolanırken "E gidelim o zaman doktor hanım. Yarama bakacaktın."

Sözlerinin hemen ardından ayağı kalktım. Yüzüne bir kez olsun bakmamaya özen göstererek yanından geçip acile yöneldim. Bakmasam da güçlü adımlarının yerde bıraktığı sesten peşimden geldiğini anlayabiliyordum. Acilin kapısından girdiğimde etrafa bakındım. Deskte oturan Gediz'i gördüğümde yanına ilerledim. Beni görünce ayağı kalkıp yanıma doğru yaklaştı.

"Figen, duyduğum kadarıyla iyi geçmiş ameliyat." Sıcak bir gülümsemeyle takdir edercesine bakıyordu yüzüme. Aynı şekilde gülümseyerek başımı salladım. Yanımdaki varlığını görmezden gelmeye çalışıyordum ki ne mümkün. Öyle vardı ki, herkesi siler gibi. Yapılı vücudu, yarasına rağmen kendinden taviz vermeyen o emin duruşu ona bakmama çabamı zorluyordu.

"Evet, iyi geçti ameliyat ama benim maharetim değil. Şanslı bir adamdı. Ve Gediz, beyefendi yaralıymış. Dikiş atılması gerekiyor sanırım. Sen ilgilenebilir misin?" tüm çabamı ezip ona dönerek sarf ettim son sözlerimi. Meydan okuyan bakışlarıma öyle olsun dercesine gülümseyerek yanıt verdi bakışları. Gediz aramızdaki gerginliği fark etmişçesine kasıldı. Bir elini ensesine atarken ikimiz arasında gidip geliyordu bakışları.

"Tabii ben ilgilenirim. Siz şöyle alayım." diyerek elini çaprazımızda kalan sedyeye uzatmıştı.

Gülümseyen yüzümle Gediz'e ithafen konuştum.

"Teşekkür ederim." Bana gülümseyen bir bakış atmakla yetindi. Sanırım aramızdaki gerginlik çevremizde olan insanlara da sirayet ediyordu ve bu elimde olan bir şey kesinlikle değildi.

Gediz'in gösterdiği sedyeye ilerlemeden hemen önce, yanımdan geçmek üzere ve sol omzu sağ omzuma çarpıyorken kulağıma eğildi.

"Baş kaldırman daha çok hoşuma gider ama sonucu değiştirmez, Figen. Kedi tırnaklarını geçirmeye çalışmanı takdir ediyorum fakat kurdun karşısında pek şansın olmadığını anlamalısın."

Cevap vermeme fırsat tanımadan yanımdan hızla geçtiğinde kelimenin tam anlamıyla apışıp kalmıştım.

Ardımdan Gediz'in sesi duyuldu.

"İsminiz neydi?" Ve ardından onun cevabı...

"Cihangir Kurt."

Omzumun üstünden son kez ona baktığımda gözlerimiz birleşti.

Küstah. Kendini beğenmiş pislik.

Gözlerimle sayıp sövdükten sonra temasımızı kesip önüme dönerek hızla doktor odasına girdim.

Amacın ne Cihangir?

Kedi fare değil kurt ve kedi oyunuydu.

Av olacağımı sanıyorsa da çok yanılacaktı.

Loading...
0%