Yeni Üyelik
11.
Bölüm
@badesol

 

Bazı adamlar mutlu olmak için değil yüce olmak için doğar.

 

 

 

Sezen aksu - Küçüğüm

 

Cem Adrian - Herkes Gider Mi?

 

No.1, Melek Mosso - Yarım Kalan Sigara

 

*********

 

 

 

FİGEN

 

 

 

Yaşlar gözlerimden bir kor olup düşüyor yanaklarımı ateşe veriyor, göğsümde hiç dinmeyen bir yangın. Yalçın soğuk ellerinin arasına alıyor yüzümü, ateş almış yanaklarımı söndürüyor gözyaşlarımı silen parmakları. ''Şşş, ben buradayım.. Biz yanındayız.'' Fısıltı gibi çıkan sesi kulaklarıma doluyor. Sesinin verdiği huzur bir taş olup boğazıma oturuyor. Sesiyle gözyaşlarım bir sağanağa dönüşürken yüzümü ellerinin arasından çekip boynuna gömüyor, ellerimi omuzlarına sarıyorum. Ankara'ya Nurdan teyzeyi çağırıyor, kardeşimin mezuniyeti var diye harp okulundan izin aldırıyor. Çünkü Yalçın benim küçük ailem.

 

Bir hıçkırık firar ederken dudaklarımın arasından elleri sırtıma dolanıyor, usul usul okşuyor. Bir baba edasıyla. ''Sen benim tek ailemsin..'' Hıçkırıklarımın arasından güçlükle konuşuyorum. Sesimde evi başına yıkılmış, ailesini elleriyle mezara koymuş bir çocuğun acısı.

 

''Biz, senin aileniz.'' Biz'i vurguluyor. Nurdan teyze, Yalçın, Zeynep var. Doğru söylüyor ama avunmama yetmiyor. Çünkü benim bir tane de azıcık da olsa annem yok. Bir yerlerde bir tane babam, bir tane abim var ama bir tane dahi olsa annem yok.

 

Benim dünyalar güzeli annem.. Bugün liseden mezun oldum. Seni gururlandırdım mı? Bir tanecik annem, keşke yanımda olsaydın. Diplomamı aldığımda en güzel gülüşümle sana koşsaydım. Annişim, seni ölesiye özledim.

 

Yalçın'dan uzaklaşıp karanlık mezarlıkta önümde duran annemin mezarına ilerliyorum. Ölü ruhların cesetleri kokuyor. Ölü ruhlar ruhumda geziyor. Diz çöküyorum toprağının yanına. Titreyen elimi toprağına uzatıyorum.

 

''Anniş..'' Paramparçayım. Her kelimede parçalarım hep daha uzağa savruluyor.

 

''İzledin mi beni? Senin için çok çalışıyorum. Sana verdiğim sözü hatırlıyor musun?'' Gözyaşları görüşümü kapatıyor. Başımı iki yana sallıyorum. Üstümdeki, Yalçın'ın kokusunun sindiği ceketin kolunu burnuma sürtüyorum sertçe.

 

''Doktor olacağım demiştim. Çok çalışıp doktor olacağım.. Babam gibi.'' Hıçkırıkları tutamıyorum. Genzimden kopan her hıçkırıkta biraz daha çekiliyor ruhum. Babam. Benim omuzları her zaman dik, yenilmez babam. Hayat kurtaran, herkesin hayran olduğu, ünlü kalp cerrahı Haldun Demirhan. Herkesin kalbini onarır benimkini kırardı. Benim babam neredeydi? Benim babam neden yoktu?

 

''Keşke burada olsaydın anne. Neden gittin?!'' Haykırışım boş mezarlığın ölü topraklarında can buldu. ''Neden gittin anne, neden?! Çok küçüktüm, ben hala çok küçüğüm! Sen gittin ben hep o yaşta kaldım. Sen gittin ben hiç büyüyemedim anne neden gittin?! Sen gittin, herkes gitti. Görüyor musun, hem öksüz kaldım hem yetim. Ne abim var sığınabileceğim ne babam var sevgi dilenebileceğim...'' Çığlık çığlığa mezar taşına vuruyorken arkadan iki kol gövdeme sarılıyor. Ben buradayım demiyor, yapma demiyor, usul usul bağlıyor elimi kolumu. Çığlıklarım boğazımı parçalıyor. Oysa sevgi, dilenilecek bir şey olmamalıydı.

 

''Babam gelmedi anne. Aramadı. Sormadı. Aradım açmadı. Sen gittin sanki babamı da götürdün yanında. Sen..'' Dilim varmıyor. O kelimeyi söylemeye dilim varmıyor, dilimi ısırıyorum. Kabullenmek istemiyorum, zorlanıyorum. ''Sen öldün sanki babam da öldü. Sanki şu mezara ben ikinizi birden gömdüm. Sen, beraberinde hem babamı hem abimi götürdün anne. Bana da yazık değil miydi? Küçücüktüm..'' Acı bir suret buluyor ruhumu avuçlarının içinde eziyor. Acı acı ağlıyorum kimsesizliğime. Öyle acı acı ki benim ruhum bedenimin var oluşunu yok ediyor.

 

''Biliyor musun, herkes babasıyla dans etti. Öyle.. Öyle mutlulardı ki. Uzaktan anneleri gülerek onları izliyordu. Herkes çok kalabalıktı anne. Ben isterdim ki..'' Susuyorum. Susmazsam öleceğim. Susmazsam annemi ağlatacağım. Anneler ağlamasın.

 

Burnumu çekip gözyaşlarımı siliyorum. Dudaklarımda kimsesiz bir tebessüm. ''Bende kalabalıktım anne. Yalçınla dans ettik. Nurdan teyzem gülerek el sallıyordu bize. Çok gururluydu. Zeynep vardı. Şule teyzeyle, Feridun amca da vardı. Sen tanımıyorsun onları ama kızları gibi çok seviyorlar beni. Sen üzülme annem, ben iyiyim. İyi ki vardın. Seninle geçirdiğim on bir sene bu kayıp hayatımın en değerli anlarıydı. İyi ki benimleydin.'' Avuçlarıma batırdığım tırnaklarıma kan bulaşıyor. Gülümsüyorum. En parlak gülümsememi sunuyorum anneme. Dudaklarım kan revan içinde. Ayaklanıyorum, Yalçın da dikeliyor.

 

''Yalçın..'' Sesim titriyor. Gözleri kırmızı. Gözleri acı çekiyor. Şefkatle gülümsüyor. Kollarını açıyor. Uzanıp kollarının arasına giriyorum. ''Özür dilerim. Üzmedim seni değil mi? Sen varsın, yalnız değilim biliyorum. Özür dilerim..''

 

''Dileme. Ben son nefesimi verene dek senin ailenim. Sen son nefesini verene dek benim küçük kardeşim olacaksın.'' Sesinde bir baba hasreti. Sesinde bir ceset kokusu.

 

''Olsun. Özür dilerim. Üzmedim seni değil mi?'' Küçük çocuk edasıyla omuzlarımı silkiyorum. Sertçe burnunu temizliyor. Başını saçlarımın arasından kaldırıyor.

 

''Üzdün. Benim de tek ailem annem ve sensin. Kimsesiz mi oluyorum? Hayır. Sen de kimsesiz değilsin.'' Azarlarcasına söyleniyor. Biliyorum, anlıyor. Bu dünyada kimsenin anlamadığı kadar anlıyor, paylaşıyor acımı. Kimsenin anlayamayacağı kadar var ediyor kendi kendimize kurduğumuz küçük ailemizi.

 

Geri çekiliyorum. Dudaklarım büzülüyor, çenem titriyor, gözlerim tekrar dolmaya yüz tutuyor.

 

''Özür dilerim, Yalçın. İyi ki varsın, çok özür dilerim.'' Boncuk boncuk olmuş gözlerime kaşlarını çatıyor. Bir elinin tersini büzülmüş dudaklarıma vuruyor. ''Aptal velet, özür dileme demiyor muyum ben sana? Ağlamayı da yasaklıyorum bundan sonra. Yürü eve gidiyoruz.'' Arkasını dönerken beni de bileğimden tutup peşinden sürüklüyor. Bileğimi parmaklarının arasından kurtarıp koşarak sırtına atlıyorum.

 

''Gidelim kralım!'' diye söyleniyorum az önce öldürdüğüm ruhumun esamesi okunmaz bir tavırla. Unutmak istiyorum. Yalçın'ı üzmemek istiyorum.

 

Sanki atlayacağımdan eminmiş gibi bir milim sendelemiyor, ellerini dizlerimin altına sarıyor.

 

''Siz nasıl isterseniz kraliçem.'' diye mırıldanıyor hemen ardından kusar gibi öğürüyor. Bu haline kıkırdıyorum. İyi ki varsın Yalçın, diyorum içimden. Hep yanıbaşımda var ol, sen hiç gitme.

 

 

 

 

************

 

Ankara, kasvetin şehri.

 

Ankara, Yalçın rengi.

 

Geldiğimden beri boğazıma taht kuran yumru yutkunmamı zorlaştırıyordu. Yalçın, öğrendiğim kadarıyla harp okulu yıllarında yazdığı bir mektupta bir gün şehit olursa mezarının Ankara'ya, babasının yanına gömülmesini istemişti.

 

Ekimin on dokuzu, günlerden Yalçın'dı. Ankara soğuk ve yarımdı. Yarım kalmışlığımı yüzüme vururcasına esiyordu rüzgar. Dolmaya yüz tutmuş gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum, burası benim mezarımdı. Bugün ölüm yıldönümüm.

 

Yıllar önce annem öldükten ve beraberinde tüm ailemi götürdükten sonra inşa ettiğim diğer ailemi de toprağına alan şehirdeydim. Hayır yarım kalmamıştım. Bütünüyle yok olmuştum. Ruhum infilak etmişti. Tutunduğum, göğsümde bir oda açtığım ne varsa her defasında kaybetmiştim. Kaybetmekten yorgun düşmüştüm.

 

Bacaklarımda derman nefeslerimde ferman azalırken ezbere bildiğim mezarlığın önünde güçlükle ayakta durdum, üç yıl önce durduğum gibi. Demir kapıya uzandı parmaklarım usul usul. Yıllar önce titreyen parmaklarımla, güçlükle açtığım andan hiçbir farkım yoktu. Bir adım dahi ileri gidememiş oluşum acımayla güldü yüzüme. Dudaklarım titrerken korka korka girdim o kapıdan. Adımlarım defalarca aşındırdığı yolda ilerledi.

 

Sabahın erken saatleriydi ve ölü ruhlar kimsesizdi. Kargalar mezarlığın üzerinde uçuyor, çığlık çığlığa bağırıyordu. Etraf masum bir bebeğin uykusuna bezenmiş, sessizlik örtüsünü giyinmişti. Bir elimde tuttuğum çiçekler ve bir şişe su titriyordu. Başımdaki şal her an kayıp düşecek gibi eğretiydi.

 

Şehit Üsteğmen Yalçın Ayvaz.

 

Bu yazı her yüz yüze gelişimde kaçtığım tüm gerçekleri önüme seriyordu. Göğsümün üstüne oturan taş nefes almamı zorlaştırıyordu. Bir el ciğerlerime dolanmış, avuçlarının arasında sıkıyordu. Usulca çöktüm mezarın yanına, dizlerim titriyordu. Çiçekleri mezar taşının yanına bırakıp titreyen parmaklarımla güç bela şişenin kapağını açtım. Toprağı kurumamıştı. Ufak otlar baş gösteriyordu ve rengarenk çiçekler.

 

Daimi ziyaretçisi mi vardı?

 

Şişedeki suyun bir kısmını hafif kurumuş yerlerine döktüm toprağın. Ne diyecektim? Sadece sussam her zamanki gibi sessizliğimden anlayamaz mıydı beni? Burnumun ucundaki yanma hissinin hemen ardından gözlerim yaşarmaya başladığında uzun zamandır içime gömdüğüm tüm acılar ufak ufak firar ediyordu.

 

''Canım..'' Dudaklarımın arasından firar eden kelime öylesine içli öylesine yoğundu. Canımdı ve canım o toprağın altına gömülüydü.

 

''Bir süredir gelemedim, kızmıyorsun bana değil mi?'' Bir gözyaşı kirpiklerimin arasından sızdı. Usulca burnumu çektim. Bu yük fazlaydı, çok fazla.

 

''Gerçi sen kızıyorsundur şimdi bana..'' derken bir kıkırtı düştü dudaklarımdan. ''Kızıyorsundur ama böyle düşündüğüm için, gelemediğim için değil, yine de özür dilerim. Şimdi burada olsaydın ağzımın ortasına bir tane çarpar, özür dileme, derdin.'' Bir kıkırtı daha. Anılar zihnimi acıtıyordu.

 

''Keşke burada olsaydın da ağzımın ortasına çarpsaydın, Yalçın. Keşke sen de gitmeseydin. Bak kimsesiz kaldım işte. Şimdi buna sende karşı çıkamazsın. Keşke çıkabilsen. Ne aptalmışım.. Sen yanımdaydın ama ben kimsesiz kaldım diye ağlıyordum. Sen yanımdaydın Yalçın!'' derken sesimde bir öfke bir hayret vardı. Kendime öyle öfkeliydim ki ellerimle kendi boğazımı sıksam dinmeyecekti.

 

''Kimsesiz değildim haklıydın. O gece, anneme ağlarken, mezarlıktan çıkarken senin yanımda oluşuna şükrediyordum. Sana sarılırken, umarım senden önce ben ölürüm, seni de ellerimle toprağa vermek zorunda kalmam diye dua etmiştim. Kabul olmadı. Keşke şu an burada yatan sen değil de ben olsaydım.. keşke!'' İsyanım içimde biriken tüm duyguları gün yüzünün şeffaflığına çıkardı. Ölmek istiyordum. Şu mezarın yanına kıvrılmak, öylece yok olmak, sessiz sedasız silinmek bu yeryüzünden. Herkes gitmişti ben ne diye duruyordum? Ben ne diye uyanıyor, yemek yiyor, gülüyordum? Vicdan azabı benliğimi demir zindanlarının ardına hapsetti.

 

Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. İnsan, ailesi olmayınca varlığını anlamlandıramıyordu. En sevdikleri gidince içi boş bir kemik torbasından farkı kalmıyordu. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken dizlerimi kendime çekip, kollarımı etrafına dolayıp başımı gömdüm. Sessizce, içime içime ağladım. Bağırmak, kızmak, öfkelenmek boşunaydı.

 

Bir avuç toprağa hiçbir şey fayda etmiyordu ve hiçbir şeyin gücü geri getirmeye de yetmeyecekti. Çaresizlik buydu. Çaresizliğim bir surete bürünüyor ve ensemde bir nefes gibi kovalıyordu ruhumu. Elimi attığım her şeyde önüme diziliyor uzattığım eli kesip atıyordu. Bağ kuramıyordum. Bağ kurduğum her şeyi kaybettiğimden beri bağ kurmaktan ölmekten daha çok korkuyordum. Tek bir şeyi daha kaybedecek takatim kalmamıştı.

 

Sıcak bir çift kol etrafımı sardığında gerçeklik algımı yitirdim. Anılar ve gerçekler arasında savrulduğum hülyalı anda başımı dizlerimden kaldırmaya korkarken Yalçın diye fısıldadı zihnim.

 

Değildi.

 

Kuvvetli bir çığlık boğazımı yırtarcasına firar ettiğinde kollarımı tanıdık omuzlarına sardım can havliyle. Erkeksi kokusu burnumu doldururken omuzlarımdaki yüklerin birer birer devrildiğini hissettim. Vücuduma sardığı kolları sıkılaşırken kucağına çekildim. Bir eli saçlarıma çıktı, tereddütle okşadı. Hareketlerinin şefkati öyle yoğundu öyle acımasızcaydı ki hayatımın hiçbir döneminde bu şefkatin tadını almamış olmam benliğimi bozguna uğratıyordu.

 

Ellerinde ilahi bir güç, her bana uzandığında tüm eksikleri yerine oturtmaya tüm boşlukları doldurmaya çalışmasını fazlasıyla hissediyordum.

 

''Buradasın.'' Fısıltım sıcak boynuna çarptı.

 

''Cehenneme de gitsen bir adım arkanda olacağım, demiştim.''

 

Annem öldükten sonra, üzgün olduğum ama belli etmemeye çalıştığım anlarda babamı arardım. Çoğu zaman açmazdı ama açtığı nadir anlarda alo deyişini duyduğum gibi üzüntüm önü kesilemez bir şekilde gün yüzüne çıkar, boğazıma kocaman bir yumru otururdu. Sadece varlığını kendime hatırlatmak için yaptığım o aramada hattın başında sesimi çıkarmadan için için ağlayıverirken bulurdum kendimi.

 

Cihangir de öyleydi. Sesini duyduğum, varlığını hissettiğim anda karşı konulamaz bir güçle haykırırcasına ağlamaya başlamıştım. Benzerlik damağıma acı tadını çaldı.

 

Bunca şefkati o bedeninin içinde nasıl taşıdığına anlam veremedim.

 

"Ağla, minik serçem. Ağla, güzelim. İçinde hiçbir şey kalmayana dek ağla ki seni küllerinden yeniden doğurabileyim."

 

Sessiz ağlayışım, can havliyle bağıra çağıra ağlayışa dönüştü.

 

"Bana bunu neden yapıyorsun?" Tiz sesim aramıza gömüldü.

 

"Sen beni yaktın, Figen. Ben de seni yakmalıyım ki şekillenip bana karışasın." Öyle bir inançla zikrediyordu ki ismimi kendime olan nefretime toprak attırıyordu.

 

Dakikalarca, kazağı gözyaşlarımla sırılsıklam olana dek ağladım. Dediği gibi içimde hiçbir şey kalmayana dek akıttım gözyaşlarımı. Yorgun düşmüş başımı yavaşça boynundan geri çekerken gözlerim yandı. Aydınlanan hava gözlerimi alıyorken bakışlarım biraz ötede yere çömelmiş, gözleri ve burnu kıpkırmızı olmuş adamda kalakaldı. Bir yanılsama olup olmadığını anlamak adına birkaç kez göz kırptığımda hala yerli yerinde olduğunu görmemle şaşkınlık yerine oturdu.

 

Mirza'nın gözlerinde saf acı vardı. Pişmanlıklar ve çaresizlikler. Ruhu kanıyordu.

 

Cihangir'in omuzlarından destek alıp yavaşça ayaklandığımda Mirza da çöktüğü yerden kalkıp gözlerini sildi.

 

Sarsılarak ona doğru birkaç adım atarken "Sen neden ağlıyorsun? Niye buradasın?" diye sordum çatlak bir sesle.

 

Bir gözyaşı göz pınarından firar ettiğinde silme gayretinde bulunmadı. Burnunu çekip ne diyeceğini bilemez bir karışıklıkla bir süre suratıma baktı.

 

"Beni hatırlamadın."

 

"Neyi hatırlayacaktım Mirza?" Sabırsız sesim yüksekti. Ne saçmalıyordu? Cihangir ve o, benim için gelmemişler miydi? Ama Cihangir öyle söylememişti.

 

"Cenazede buradaydım. Ondan önce adını çok duymuştum ama hiç karşılaşmamıştık." Devam edecekken sözünü kestim.

 

"Cihangir ne diyor bu?" Bakışlarım omzumun üstünden gölgeme çevrildi. Yalanlasın istiyordum. Ne dese inanmak istiyordum. "Tanıyor muydunuz beni? Sen de onun için mi buradasın?! Sen de cenazede var mıydın?"

 

Birkaç adım atıp yanımda durdu. "Figen, gel güzelim. Eve gidip öyle konuşalım. Bitkin düşeceksin."

 

"Ya bırak!" Omuzlarıma sarmak üzere olduğu ellerini sertçe ittim. "Şimdi konuşacaksınız. Anlatacaksınız!"

 

Bir karganın çığlıkları sesimi bastırdı. Yer ayaklarımın altından kayarken içinde olduğum durumun sanrısı ruhumu bozguna uğrattı. Mirza koşar adım yanıma varıp kollarını bana doladığında gafletim tepki vermemi zorlaştırdı. Kolları etrafımı sardığı an omuzları sarsılarak genzinden kulaklarıma dolan sesler göğsümü yaktı. Öfkem balyoz indirilmiş bir cam misali tuzla buz olduğunda dinen gözyaşlarım tekrar can buldu.

 

Niye ağlıyordu?

 

"Çok acı çektin, seni yalnız hissettirdiğim için özür dilerim." Kırık sesi yüreğimi burktu. Öfke, yerini saf acıya devretti. Hıçkırıklarımın arasından kollarımı gövdesine sardığımda çektiği vicdan azabını gönlümün en saf yerinde hissediyordum.

 

"Mirza.." Titrek sesimi duymasıyla sarsılan omuzlarını kollarının arasında küçücük kalmış bedenimden geri çekti.

 

Ellerini nereye koyacağını bilemez bir tavırla hareket ettirdiğinde gözbebekleri titriyordu. Karşımdaki adam tanıdığım Mirza değildi.

 

"Yalçın benim kardeşimdi, Figen. Onu koruyamadım.. Yaşatamadım. Çok özür dilerim!" Birkaç adım gerilerken yüzüne yerleşen utanç elle tutulur cinstendi. Gözlerini yüzüme çeviremiyor oluşu acısını gözler önüne seriyorken başını yere eğmişti.

 

Yalçın benim kardeşimdi.

 

Onu koruyamadım.

 

"Ben.. Ben hiçbir şeyi anlamıyorum şu an." Başımı itiraz edercesine iki yana salladım. "Ne demeye çalışıyorsun Mirza?"

 

Sırtım sarsılmaz bir gövdeye temas etti, gölgesi üzerime düştü. Elleri omuzlarıma sarıldığında ayaklarımın altında kayan yere karşı çıkamadım. Gözlerim kararmaya başladığı an etrafımı saran sıcaklık hissiyle sarmalandığım, hatırladığım son anıydı.

 

 

 

**************

 

"Senin suçun değildi. Her gün onlarca kardeşimiz bu yolda can veriyor oğlum. Bu mesleğin zorluğu da yüceliği de burada. Yarın ölmeyeceğimizin garantisi yok."

 

Sessiz konuşmalar kulaklarıma dolduğunda bir an nerede olduğumu anımsayamadım. Bir yatağın içerisindeydim. Gözlerimi açtığımda krem rengi bir tavan beni karşıladı. Ne olmuştu?

 

Son anılar zihnime dolduğunda merak her hücremi ele geçirdi. Dinginlik ruhumu avuçlarına almıştı.

 

"Biliyorum benim suçum değildi. Mantığım devamlı olarak bana bunu söylüyor zaten ama vicdanın sesini bastıramıyorum lan! Onu bana emanet etmişti ve ben öyle korkuyordum ki yüzleşmekten, acısından, uzaktan uzağa baktım sadece. Ne diyeceğimi nasıl teselli edeceğimi bilemiyordum. Korkak piçin tekiyim oğlum ben! Yanında olmam, yalnız hissettirmemem gerekirdi. Bunun vicdan yükünü hangi mantık hafifletebilir Cihangir?"

 

Yüreğim burkuldu. Beni, Mirza'ya mı emanet etmişti? Yalçın son nefesini verirken bile beni mi düşünmüştü? Titrek bir nefes aldım dudaklarımın arasından. Ah Yalçın.. Benim güzel yürekli ailem.

 

Yataktan kalkıp sakin adımlarla içinde olduğum odadan çıktığımda kapı sesini duymuş olmalılardı ki sesleri çıkmıyordu. Önüme çıkan bir koridor ve ahşap merdivenlerle karşılaştığımda merdivenlere ilerleyip usul usul indim.

 

Sol taraftaki bir kapıdan çıktığında adımlarım bir an duraklar gibi oldu, tereddüdü bir kenara bırakıp ona doğru ilerledim.

 

"Uyanmışsın. Nasıl his.." Kollarımı gövdesine sardığımda sözleri yarım kaldı. Derin bir nefes alıp kokusunu ciğerlerime bahşettiğimde ruhumda bir bayram havası oluştu. Kolları aşina olduğu belime sarıldı beklemeden. Biraz olsun hissetmeye ihtiyacım vardı. Biraz olsun beni sarıp sarmalamasına ihtiyaç duyuyordum şu an.

 

Bir elini saçlarımın arkasına uzatıp usulca okşarken "Teşekkür ederim." diye mırıldandığımda kedi gibi çıkıyordu sesim.

 

Üzerimde, kokusundan anladığım kadarıyla onun kıyafetleri vardı ve sanırım üzerimi o değiştirmişti.

 

Başıma minik bir öpücük kondurduğunda iç çektim. "Senin için, daima. Teşekküre lüzum yok güzelim."

 

İlahi sesi kulaklarımı okşarken güzelim kelimesini sesinden duymak bünyemde adını koyamadığım bir sarhoşluk yarattı. Kırık bir gülümseme dudaklarıma yerleştiğinde yavaşça geri çekildim.

 

"İçeride mi?" Soruma başını salladı.

 

"Kahve yapmıştım, iç." diye tembihlediğinde sesi ardımdan gelmeyeceğini vurgular bir tondaydı. Beni düşünüyor olması göğüs kafesimden aşağıya ılık bir hissin yuvarlanmasına sebep olduğunda onu ardımda bırakıp az önce çıktığı kapıdan içeri girdim.

 

Geniş, krem kahve tonlarında bir mutfaktı. Mirza bana arkası dönük mutfak masasındaki sandalyelerden birinde başını ellerinin arasına almış bir vaziyette oturuyordu. Karşısında boydan boya bir cam ve orman manzarası vardı.

 

"Uyanmış mı? Nasıl bakacağım şimdi yüzüne?" Çaresiz, endişeye bezenmiş sesi kulaklarıma dolduğunda buruk bir gülümseme dudaklarıma yerleşti. Birkaç adımda yanına vardığımda bir elimi tereddütle omzuna koydum. Bu hareketimle irkilerek başını kaldırıp bana çevirdiğinde suratında mahçup bir ifade belirdi.

 

"Sarılalım mı?" Titreyen dudaklarımdan çıkan mırıltıyla gözleri kanlanırken başını sallayıp ayaklandığında çekinerek kollarını bana sardı. Varlığından bihaber olduğum şefkat sarılan kollarıma işlendi. Yavaşça sırtını sıvazladım.

 

"Kendine yüklenme olur mu?" Sorumla göğsü titredi. "Deniyorum." Kırık sesi kulaklarıma dolduğunda hafifçe geri çekildim. Sahici gülümsemelerimden biri dudaklarımda yeşerdiğinde genzimi temizledim.

 

Mutfak tezgahındaki asker yeşili kupaya ilerlediğimde, Cihangir'in benim için çıkarmış olduğunu anladım. Kahveden biraz doldurup kupayı avuçlayarak karşısına oturdum. Söze nasıl gireceğini bilemez bir tavırla gözlerini etrafta dolaştırıyordu bir çocuk edasıyla.

 

Avuçlarımın arasındaki kupadan bir yudum alıp onun gibi bakışlarımı etrafta gezdirirken görevi üstlenip söze girdim.

 

"Senden bahsetmişti. Yani Mirza diye birinden bahsederdi ama onun sen olduğunu anlamamışım."

 

Etrafta dolaştırdığı gözleri bir anda bana çevrildi. Buruk bir gülümseme yerleşti dudaklarına, aynı anda başını salladı.

 

"Çok ağırbaşlı bir adamdı. Yaşı gençti ama çok şeye göğüs germiş adamı gözlerinden tanırım ben. Çok acı çektiği ve öfkesi gözlerinden okunuyordu.." Bahsettiği sanki başka biriydi. Yabancılık hissi zihnime yerleşti. Nefesim titredi.

 

"Ama seninleyken bambaşka bir adam oluyordu Figen. İlk senemizde özel hayatından asla bahsetmez, içini dökmez, ketum bir gıcık herifin tekiydi. Sonra sonra alıştık birbirimize, kardeşim oldu benim. Öyle öyle bahsetmeye başladı senden. Sen onun masum yanıydın. Seni anlatırken gözleri gururla parlardı. "Doktor olacak benim kardeşim, hayat kurtaracak oğlum. İnanabiliyor musun? Kocaman oldu da senin yanında çalışacağım diyor. Büyüdü de küçücük elleriyle hayat kurtaracağını söylüyor." demişti bir keresinde.." Bakışları boşluğa düştü. Çenem titriyordu. Gözlerim boncuk boncuk olurken kısık bir gülüşü koyverdim.

 

Gurur duyuyordu. Canım kardeşim.

 

"Seni canından çok seviyordu. Son nefesinde.." Titrek bir nefes aldı. Bakışlarını masadaki ellerine düşürdü. "Çok zor bir görevdeydik yurt dışında. Biz orada değildik, bu ülkeyle alakamız da yoktu. Şehadete yürüdüğünü biliyor gibiydi o gün. Öyle neşeliydi ki.. Bakışlarında öyle bir korkusuzluk vardı ki, omuzları dimdik adımları bastığı yeri titretiyordu adeta. Bir anda karıştı ortalık. Görevi tamamlamış geri dönüyorken önümüze bir füze attıklarında her yer birbirine girdi. Destek isteyemediğimiz bir cehennem çukurundaydık." Sanki o savaş meydanına geri dönmüştü. Çenesini sıktı.

 

Yalçın, görevleri konusunda ağzı sıkı bir adamdı. Hiçbir zaman tek kelime etmezdi. Bazı zamanlar çok durgun olurdu, ruhsuz bir sesle iki kelime eder sonra arayacağını söyler kapatırdı. Herkesten kaçıp, kendi kabuğuna çekilirdi. Bazense çok dingin, çok neşeli olurdu. Görev dönüşü İstanbul'a gelir bize sürpriz yapardı. Ne kadar üstelersem üsteleyeyim ser verip sır vermezdi.

 

Babasının izinden gitmişti. Toprağa verdiği bir ruhu gururlandırmaya çalışmak zordu. Ölü bir adamı içinde yaşatmaya çalışıyor, her ne kadar söylemese de intikam istiyordu. Bazı anlarda gözlerinde o hırsı o karanlığı görüyor ve içten içe korkuyordum onun için.

 

"Hava desteği gelmeden birkaç dakika önceydi, mühimmatımız bitti bitecekken sesini duydum telsizden. Güçlükle yanına çağırıyordu. Yanına nasıl koştuğumu hatırlamıyorum. Bir ağacın gövdesine yaslanmıştı. Öyle bir gülümsedi ki Figen.. O gülümsemeyi ölsem unutamam ben." Genzini temizledi. Kaskatı kesilmişti. Masanın üzerindeki ellerinden birinin üzerine elimi kapattım, yavaşça sıktım. Başını kaldırıp buruk gülümsememi gördüğünde dudaklarını birbirine bastırdı.

 

"Meğer orospu çocukları roketatar getirmiş. Arkamızdan bizim olduğumuz yere nişanlamak üzereyken görmüş Yalçın. Bizim için feda etmiş kendini." Hıçkırıkla karışık bir gülüş çıktı dudaklarımdan. Gözyaşlarım usulca yuvarlandı.

 

Benim koca yürekli kahramanım, vatan sensin.

 

"Yanına vardığımda çok geçti Figen. O da biliyordu, son sözlerini söylemek için çağırmıştı beni yanına. İzinli olduğu günlerde gittiği bir yetimhaneden bahsetti. Oraya yardım yapmamızı vasiyet etti. Gitmezse Çiçek yokluğunu hisseder çok ağlarmış. Annesine üzülmemesi gerektiğini, şerefle babasına kavuştuğunu, onu çok sevdiğini ve babasına ikisinin yerine kocaman sarılacağını söylememi istedi. Sonra sen.." Hıçkırıklıklar durdurulamazdı. Bir elim ağzıma kapandığında gözlerimden akan yaşların sonu gelmiyordu. Çiçek, çok ağlamış mıydı?

 

"Seni bana emanet etti. Kardeşim sana emanet, onu yalnız bırakma Mirza. Benden başka kimsesi yok, çok güçlüdür ama ardımdan kahrolur. Emanetime ihanet etmeyeceğini bildiğimden huzurla kapatacağım gözlerimi kardeşim benim, demişti. Ben ihanet ettim Figen. Yanında olamadım. Boynum kıldan ince. Vicdanım geceleri uyutmuyor, çok özür dilerim.." Bakışları yüzüme çevrildi. "Bunun affı yok biliyorum." derken sesindeki ızdırap kanlı canlıydı. İhanet etmişti.

 

"Mirza.." diye güçlükle konuştum sesimi kaybettiğim yerden bulup çıkartırken. "Yanımda olmaya çalışsaydın da seni yanıma yaklaştırmazdım o zamanlar. Yalçın bunu biliyordu. Gözü arkada kalmasın diye böyle söylemiştir sana eminim." İçini rahatlatmaya çalışmıyordum çünkü kendimi tanıyordum. O zamanlarım gözlerimin önünde canlandığında acılı bir nefes düştü dudaklarımdan.

 

"Benim tek ailemdi. Toprağa verdiğim ilk kişi değildi ama şu dünyada iki nefes alıyorsam biri ona diğeri annemedir. Sığınabileceğim tek limandı ve o gittikten sonrası karanlığa gömülmüş zamanlardı benim için. Zeynep'i ya da Nurdan teyzemi bile görmez olmuştum. Seni gözüm hiç görmezdi."

 

Başını salladı ama kabullenirce bir sallayış değildi. İtiraz ediyordu.

 

"Beni rahatlatmak için böyle söylüyorsun. Bunu yapma." Sesi sertti.

 

"Hayır hayır.." Başımı aceleyle iki yana salladım defalarca. " Hayır Mirza, tüm samimiyetimle söylüyorum bunu. Çektiğin ızdırap, suçluluğun seninle vicdanın arasında. Ama ben sana olacakları söylüyorum."

 

Annesinden onay almaya muhtaç bir çocuk gibi başını kaldırdı yüzüme. "Gerçekten mi?" Kırık sesi yüreğimi sızlattı.

 

"Gerçekten." deyip başımı salladım. "Özrünü kabul ediyorum ama bunları keşke ilk tanıştığımız zamanlarda anlatsaydın bana. O konuda kırgınım ve bu kırgınlık ne zaman geçer bilemiyorum."

 

Zamana ihtiyacım vardı. Sindirmem gerekiyordu. Yıllar sonra öğrendiğim şeyler acımı hafifletmiş miydi yoksa gün yüzüne mi çıkartmıştı şu an anlayamıyor, sağlıklı düşünemiyordum.

 

Başıyla onayladı. "Ne desen, ne yapsan haklısın. Ama bundan sonra her zaman yanındayım. Kapıdan kovsan bacadan gireceğim. İhtiyacın olan tüm zamanlar senin olsun." Ilımlı konuşması kulaklarıma dolduğunda merak ettiğim bir diğer şeyi sormaya yeltendim.

 

"Cihangir.." dedim kısa bir sessizlikten sonra devam ettim. "Tanışıyorlar mıydı? Biliyor muydu tüm bunları?" Hangi cevabın beni tatmin edeceğinden emin değildim ama merak baskındı.

 

"Benden duydukları kadarıyla tanıyorlardı birbirlerini. Bir gün tanıştıracaktım ama nasip olmadı. Gerisini anlatması gereken kişi de ben değilim." Bir parça rahatlamıştı içim. Bazı taşlar yerine oturduğunda sabah olduğumdan çok daha iyi hissediyordum kendimi.

 

Önümdeki kahveden bir yudum almak için başımı eğdiğimde mutfak kapısı tıklandı hemen ardından varlığı mutfağı doldurdu. Yüzündeki ifadeden ne hissettiğini anlamak zordu.

 

"İyi misiniz?" Bakışları ikimiz arasında mekik dokurken hasar kontrol yapıyor gibi bir tavrı vardı.

 

"İyiyiz." dedik bir ağızdan. Bununla Mirza'nın yüzüne yerleşen tebessüm sahiciydi. Bana minnet dolu bir bakış attıktan sonra ayakladı. Cihangir'in önünden geçmeden hemen önce bir eliyle güçlüce omzunu sıkıp mutfaktan çıktı.

 

Aralarında anlamadığım bir dil vardı çünkü az önceki bakışmadan sonra Cihangir yüzüne yerleşen sıcak bir gülümsemeyle başını sallamıştı.

 

Üzerinde vücudunu saran siyah bir tişörtle aynı renkte bir eşofman vardı. Kol kasları belirginleşmişti, sarsılmaz görünüyordu. Saçları dağılmış bitkinliği yüzünden okunuyordu.

 

Birkaç büyük adımda yaklaşıp yan tarafımdaki sandalyeyi bana doğru çevirerek oturdu. Ağzını bıçak açmadan öylece izledi yüzümü. Bir elini çenesine yasladıktan sonra diğer elini yüzüme uzattı. Parmak uçları yüzüme düşen saçlarıma dolandı. Aheste aheste gezindi parmakları. Yavaşça arkaya itti saçlarımı. Bakışlarındaki huzur göğsüme bir kor oluyor düşüyordu.

 

"İyi misin?" Sanki az önce sormamış gibi tekrarladığı sorusuna güldüm. Şu an konuşan az önceki Cihangir değil, ruhuydu, gözleriydi, dokunuşlarıydı. İçten sesi içime işliyordu.

 

"Bilmiyorum." Dürüstçe cevaplarken omuzlarımı silktim. Ela gözleri kasvetli bir gecenin sabahında güneşin doğuşunu andırıyordu.

 

"İyi olacaksın." Kendinden emin sözleri inancımı tazeledi. Korku göğsüme tohumlarını ekti. Git gide bağlanıyor, sözlerine insanüstü bir inançla inanmaya başlıyordum. Muhtaç kılıyordu.

 

"Nasıl bu kadar eminsin?" Sorumla bir dudağının kenarı yavaşça kıvrıldı. Gülüşünün kıvrımları dudak kenarında belirdi.

 

"Çünkü yalnız değilsin, var olduğum sürece de hiçbir güç seni yalnız hissettirmeye yetmeyecek." Aynı anda birçok his damarlarımda kol gezmeye başladığında ne hissedeceğimi bilemiyordum. Öyle çok şey yaşamış, öyle çok yükleme yapmıştım ki bünyeme, bugün daha fazlasını kaldıramayacak raddedeydim.

 

"Ya olmazsan? Nasıl bu kadar emin olabilirsin ki kendinden?" İtiraz ederce başını iki yana salladı. Hala saçlarımda gezinen parmaklarında olan bakışları gözlerime çevrildi.

 

"Senin şu gözlerine bakıyorum minik serçe ve o gözlerde en ufak acı gördüğümde dünyayı karşıma seni soluma alabilecek bir güç damarlarımda gezinmeye başlıyor." Zihnimdeki tilki sessizliğe gömüldü. İçini böylesine korkmadan açıyor oluşu nevrimi şaşırttı. Susmadı. Devam etti. Buna muhtaçmış gibi, buna ihtiyacım varmış gibi.

 

"Başka bir an bakıyorum ve gözlerinin içinin güldüğünü gördüğümde hep böyle gülmesi için elimde avucumda olan her şeyi feda edebileceğim gerçeğiyle çarpılıyorum."

 

Nefesi tükenmiş gibi bir muhtaçlıkla derin bir nefes aldı. Saçlarımda gezinen elini enseme doladı, uzandı ve ateş ateş yanan dudaklarını içtenlikle alnıma bastırdı.

 

"Adamı ipe götürürsün, anasını satayım."

 

Dudaklarını çekip kısa bir an yüzüme baktıktan sonra geri çekilmek üzereyken kollarımı boynuna sarmadan hemen önce uzanıp yanağına derin bir bir öpücük bıraktım. Kollarımı boynuna saracakken yüzünde gördüğüm tebessümün eşini benzerini daha önce görmemiştim.

 

Büyük elleri sırtımı sarmadan önce bacaklarımın altından tutarak kucağına çekti bedenimi. Rahatlamış gibi derin bir nefes verdi saçlarımın arasına.

 

İki nefes alıyorsam üçüncüsü seninle var oluyor Cihangir.

 

"İpe götürürsem, ipe gidecek tek kişi sadece sen olmazsın artık." fısıltılı çıkan sesimle söylediğim şeyin altında yatan anlamı biliyordu. Gülümsedim. Yalçın, yokken bile hayatımın her köşesindeydi ve giderken bile bana bir aile oluşturmak için çabalamıştı.

 

Bir mesaj sesiyle bedenlerimiz ayrıldığında eşofmanının cebinden telefonumu çıkardı. Mesaj banaydı. Telefonumu aramızda uzattığında elinden aldım.

 

Ekranda yanıp sönen bildirim kayıtlı olmayan bir numaradandı ve şöyle yazıyordu:

 

"Her şeyi yüzbaşıya rapor vermen beni yalnızca öfkelendirir ve ben öfkelenince hiç iyi bir adam olmam, Figen. -K."

Loading...
0%